• son zamanlarda neler hissettiğimi en iyi anlatabildiğim, demek yeri olur sanırım.

    uzun zamandır görüşmüyoruz, aslında bir aradayken bile o kadar iyi değildik. eski günleri kafamda yad ettikçe tutarlılığı aklımda kalan oluyor hep. ne bileyim çok hassas duygusal bir insan olduğunu bile kaç yıldan sonra farkettim. şimdi yazılarını hayranlıkla okuyorum desem içi gerçekten boş bir cümle olacak. pek fazla entrysi yok ama gözümden kaçırdığımda olmadı. bu adamla oturup sohbet edesim var yazdıkarı üzerine tartışmak yanında "niye böyle?" diye bir ton şey için sorasım var, hem neden bu kadar kendini sakladığını merak ediyorum... ne bileyim o kadar şey biriktirdim ki konuşmak istediklerime dair. biliyorum yine bir araya geldiğimizde pek yüzeysel geçeceğiz kokoreççide oturup ettiğimiz sohbetle kalacağız belki de.
    aklında kalmış mı, bilmiyorum. *californication'ın sözlerini istemiştim 9. sınıftaydık o zaman yazıp bi güzel getirmişti ertesi güne. hala saklarım bir çok yakın bildiğimden kalan küçük ama değeri büyük şeylerin arasında...
  • bu aralar karmasina yenik dusmus suser. sirtini sivazliyor ve "bosver, en azindan bir karman var, biz de o da yok" diyerekten kendisini teselli ediyoruz.
  • deja vu diye içimden geçti ya inkar edemem. ben bu yaman ve uzlaşması olmayan adamla daha önce tanıştım sanki. oturduk saatlerce konuştuk. saatlerce içtik. saatlerce tartıştık. saatlerce sessizce durduk sanki. hiç anlaşamadık ve hiç önemi olmadı.

    bu kadar şey üstüne, üstükapalı şekilde bir yazara,çizere gönderme yapmayacağım [yoksa çoktan yaptım mı?]
  • karmasına şaşırmadığım yazar. kalemi zekası sıkı yazar. galiba sosyolog yazar. her entry si okutuyor. ya da bana öyle geliyor.
  • evet sözlük, benim için en zor gün geldi. 150. entryim olmasının yanı sıra en değerli ve önemli entrymi giriyorum. çünkü şu nickin sahibi olan kişi hayatımdaki en değerli insanlardan biri demeyeceğim zira* direkt olarak en değerli insan. birbirimizin hiç bir şeyiyken başladı hikayemiz, aynı okulu, sınıfı ve sırayı paylaşarak devam etti. tüm bunların sonucunda en değerlimiz vücutlarımızı pardon zamanımızı paylaştık. hep imrendim ben bu nick sahibine ve onun duruşuna. ben sen olmasan ancak başkalarının bir şeyi olabilecektim şimdiyse biraz da olsa sana ve aslolan kendime sahibim. sana tüm hayatım boyunca muhalif olup söylediklerine karşı çıksam da her ortamda senin düşüncelerini savundum. şu an kaliteli müzik diye adlandırdığım her nota bütünün kökünde sen varsın. ben daha yeni yetme eminem dinlerken sen vermiştin bakistersenbunudinle'mi. filmler söyledik birbirimize bu albümü dinle dedik ama böyle yapma demedik. şu an ankara yolunda bir cep bilgisayarında yazıyorum bunları 4 sene oldu senden ayrılalı ve çok özlüyorum be. her seni görüşümde ah diyorum keşke beraber olmaya devam etseydik. benim gibi sedimenter birini belki sen adam edebilirdin. zaman geçiyor be tink defalarca söylediğim gibi ben seni özlüyorum evim ya da sevgilim gibi değil de denizi özlediğim gibi özlüyorum. yokluğunu sürekli hissetmesem de bir cümleni okuduğumda ya da sesini duyduğumda kullanıyorum ah ünlemini. bu entry aylardır sana bahsettiğim gibi olmadı farkındayım. yedirdigin berbat sütlaçlardan, ben bu yolu çok iyi biliyorumlarından, ben çok iyi sürücüyümlerini ve bana attığın iftiraları yazacaktım hatta sana laflar bile hazırlamıştım ama şimdi diyorum da seni kınamaya ne gerek var? mükemmel bir dostsun, benim senin için öyle olmadığımı her seferinde hissettirecek kadar elzemsin.
  • aile arasında; muhalefet,
    yatak odasında; masum yüzlü alçak bir erkek
    ev işlerinde; biraz ürkek
    saçmasapanlık konusunda; tam bir zevzek
    dersleri; boşver bir bira çek
    arkadaşlarla; biraz zaman kaybetsek
    konu din ise; o konuyu bir geçsek
    yazarlıksa; önce biraz içsek
    sözlükte; azıcık eğlense yetecek
    evde parti vermez(!) ama; dikkat et biri görecek
    intikam alacaksa; önce makarnalar ezilecek
    ev arkadaşlığında; her yerde bir böcek
    hakkında; daha çok şey var söylenebilecek
    benim için; tinkebaut tek!
  • "raskolnikov; hayatı, katil olabilecek kadar çok seviyordu." demiş bir eserinde tinkebaut. ordan dikkatimi çekti, diğer eserlerine de bakıyorum ara ara. "eser" diyorum çünkü bizimkilere "entry" diyoruz.

    şimdi bu insanın karma değeri neyi gösteriyor o zaman. yazarın seviyesini mi, sözlük kullanıcılarının seviyesini mi?

    edit: şimdi bu entry en beğenilenlerde hatırı sayılır bi yere gelince daha çok kafam karıştı. valla el değiştirmek zorunda kaldım.
  • devrim var dediler kalktık bursa'dan bu tinkebaut'un evine ankara'ya geldik. peki ne oldu? ben sanıyorum ki bu adam devrim yapmasa da beni troçkizm, marksizm düşünceleri ile boğsun ben de sol yumruğumu kaldırıp yeni yetme heyecanımla yoldaşlara katılayım ama öyle olmadı hatta bırakın kendisinden bir şey öğrenmeyi belki de 2 gün boyunca öğrettikleriyle eski yararlı bilgilerimden bir kısmını silmiş bile olabilir. işte o 2 gün:

    cumartesi günü vardık ankara'ya
    -bu adam beni bırakın terminal'den almayı, metro çıkışında bile beklemedi. neymiş? arkadaşlarıyla içiyormuş bara gelecekmişim. 4 yıldır ankara'ya kendisinin yanına gidiyorum. daha hiç bir arkadaşıyla tanışmışlığım yok. tamam biraz selim ışık'a benzetirim kendisini ama 4 yılda sokakta olsun bir arkadaşıyla karşılaşmam lazım değil mi? hayır hiç karşılaşmadım. kısacası bence beni gelip almamasının tek nedeni hayali arkadaşlarıyla içmesi. bir de ben kaybolduktan sonra(evet salağım metrodan çıkıp türk iş sendika binasına gideceğime türk iş kurumuna gittim) bu adam beni arıyor ve diyor ki metro çıkışına gel. neyse atladık taksiye geri geldik. bana şöyle diyor: "tüh bak kaybolmasaydın beraber içecektik arkadaşlarla."
    -neyse buluştuktan sonra ortak bir arkadaşla buluşup tiyatroya gittik.
    -tiyatro çıkışı leman'a(evet yanlış okumadınız leman) gittik orada yemek yiyip içkimizi içtikten sonra çıktık başka bir mekana gittik. (kendisi sadece benim geldiğim günlerde içtiğini söylüyor bense kendisine alkolik diyorum.)
    -sonuç olarak evine döndük. tabii ev dediğime bakmayın zira dışarısı evden daha sıcak. ben böyle soğuk evde uyumadım arkadaş. buz gibi vardır hani heh artık o tabiri her duyduğumda tink'in evi aklıma gelecek. bavulda üstüme altıma giyilebilecek ne varsa giydim. düşün ki bir insan 2 boxer onun üstüne 2 pijama giyiyor. sabah kalktığımızda "abi ben soğuğu seviyorum yaa normalde ev sıcak olur da kaloriferlerde hava var almadığımdan bu şekilde" diyecek kadar şaşırmış bir insan.

    neyse pazar günü uyandık. tabii ben hastayım hatta hastalık grip için falan denir bu hastalık değil gayet ölme eşiğindeyim. "tink ölüyorum" diyorum adam bana "yok yok bir şey olmaz" diyor. yarım metreye yükselen sümüklü mendilden sonra "abi sen cidden hastasın" dedi. neyse ben hastayım ama sonuç olarak elazığ'da okuduğumuzdan mütevellit ankara'ya kırk yılın başı geliyoruz. tabii öyle olunca her ankara'ya gidişimizde olduğu gibi akşam bardan dünyanın en güzel kızını eve götürme hayallerimiz var. ama ne yaşadım? tüm gün dışarı çıkalım, birazdan çıkarızlar bir yerden sonra ya boşver film izleyelime döndü. gün boyunca hafızama yerleştirdiği onlarca gereksiz bilgiyi ve izlettiği onlarca saçma sapan videoyu belki silerim adamın izleteceği filmle diye düşünüyordum ki onu da yapamadık. tüm pazar günü evde oturup sohbet ettik ve uyukladık. peki bu sohbette neler vardı? evet merakla beklenen tink ile geçirilen bir gün sonunda ilk kez öğrendiklerimi, ilk kez izlediklerimi aşağıda açıklıyorum:

    -acun ılıcalı'nın karısını 20 yaşındaki biriyle aldattığını ve acun'un mal varlığını öğrendim.
    -şahan'ın okan bayülgen'e bir televizyon programı hazırladığını, okan'ın bu metni çöpe attığını ve şahan'ın bunu gördüğünü ardından da şahan'ın "ulağnn okan senden daha çok para kazacağım" dediğini öğrendim
    -mortal kombat 2'deki sub-zero scorpions savaşını izledim.
    -peter schmeichel'in efsanevi kurtarışlarını izledim. ardından boliç'in golünü izlettim.
    -kaçırılan salak golleri izledim.
    -nouma'nın penaltısını izledim. del piero'nun kaçırdığı penaltıyı izlettim.
    -kim yatakta daha iyidir muhabbetini yaklaşık 3 saat kadar yapmak zorunda kaldım. bu muhabbet tuba tüzünataçlardan cansu saatlere kadar geniş bir yelpazede devam etti.
    -1,5-2 saat kadar beşiktaş - galatasaray derbi yorumu dinletti. abi kapat şunu yauv dediğimde dur dinliyorum yaptı. guti'nin çocukluğunda kahramanı olduğunu öğrendim.
    -artık hızlı futbol oynandığını. zidane, figo'nun şimdi oynasalar parlamayacaklarını gerard ve lampard'ın yeni futbol anlayışına uymadıklarını öğrendim.
    -ortak arkadaşlardan kim kimle çıkıyor, kim kimle çıkmış gibi gereksiz bilgiler aldım ki eklemek isterim ki dedikodunun kralı tinkdir. her dedikodu bölümünden(part daha uygun aslında) sonra şöyle demeyi de hiç bir zaman ihmal etmedi: "yaa abi ben yüzüne karşı da söylerim zaten."
    -haydarpaşa garının birileri tarafından yakıldığını öğrendim. (bunu yüz kere tekrarladı sanırsam)
    -wikileaks belgeleri yayınlanma trafiğini sıcağı sıcağına takip ettim.
    -tüm gün dream theater dinletti ki kendisine abi sakin bir şeyler aç önerimi her seferinde red etti.

    daha bir sürü gereksiz bilgi daha öğrenmiştim ki beynim sağ olsun büyük bir kısmını silmiş. aklımda kalanları ise yukarıda özet geçtim. işte tink ile geçirdiğim iki gün budur. ama şunu eklemek isterim ki artık kendisi az çok ankarayı öğrenmiş durumda geçen sene kendisini ziyaretimde 7. cadde buradan aşağıya inince ilk arada deyip beni 45 dakika yürütmüş sonra abi yanlış geldik galiba deyip taksiye bindirmiştir. asıl acıklı olan nokta ise taksicinin 45 dakika yürümeye başladığımız noktaya bizi geri getirmesi ve geldik demesidir.

    bundan sonraki hayatımda tinkeabut yan odada devrim var dese bile inanmam ama ankara'ya gel dese yine ilk otobüse atlar gelirim. her zaman bir çünkü beklersiniz değil mi? ama bu sefer yok.

    edit 1: üstteki saf gerçeklere dayanan yazım dolayısıyla cevap hakkı doğan tink aşağıdaki mesajı attı:

    "abi, yoldaş mandel, "hafif", "ertesi gün unutup gidilecek" ve fakat tüm dünyanın (ve kendisinin) okumaktan da vazgeçemediği polisiye romanlar hakkındaki delightful murder'ı şeyettiğinde, ona önsöz yazmış idi (tam hatırlamıyorum, ve dolayısı ile uyduruyorum:) "şimdi bazı yoldaşlar beni tefe koyacak, kıytırık cinayet romanlarıyla mı vakit öldürüyor bu herif deyü. amma ve lakin devrimcilik şudur, devrimcilik budur lafları palavradır a devrimci dostlar. bazısı cinayet romanı yazar, afiş asar filan ve diğer bazısı tiyatro yapar devrim içün. hem devrim için neler yapmadık, bazımız öldük bazılarımız dedikodu yaptık" diyor mandel. koskoca mandel.
    belirtmeliyim ki, mandel haklı hanımlar ve beyler.
    hem, tuğçe kazaz'sız(ya da, kasas'zıs) ve gamze topuz'suz devrim, devrim olmaz ve dede ğildir-dı. hem önce dünyanın ve onların güzelliklerinin farkına varmak lazım gelir. inceleyin, cinayet romanı da devrim de, bunlar hep güzel kadınların peşisıra gider. dans olmadan devrim olur mu yaw diyen emma'ya sesleniyorum, partner belirsizken dans hayali neymiş?
    burjuva onlar, yanlış biliyor, kimsenin suçu değil bu. aslında var böyle dans! vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi.
    hala güzel."
  • o degil de ciddi ciddi eve giren yarasayi kovalamisligimiz var la bu adamla. abi gorme yetisi olmayan bir canliyi kirlent atarak pesinden kosarak kovalamanin piskanalizdeki yeri nedir acaba?

    #29889435
  • o kadar uzun yazmış ki entrylerini solcu olduğu 1000 km den belli olan yazar.
hesabın var mı? giriş yap