• fatmagul berktay'in ilk basimi ocak 1996'da metis yayinevi tarafindan yapilan kitabi.

    "kadının ikincilliğinin doğal kabul edilerek bunun onun bedeninin denetlenmesinin meşru gerekçesi sayılması, her üç tektanrılı dinin ortak özelliği. bu ortak özellik, tarihsel ve coğrafi olarak üç geleneğin de aşağı yukarı aynı ya da birbirine yakın topraklarda ve benzer maddi koşullarda benzer gereksinimlere yanıt olarak doğup gelişmeleriyle açıklanabilse bile, ilginç olan, bugünkü ifadelerinde de kadınlara ilişkin tutum ve anlayışı odak almaları. günümüzde protestan ve islamcı köktendinciliğin de kadının konumu ve denetimi üzerinde yoğunlaştığını ve kendilerini toplumsal cinsiyet ve kadının "doğru" toplumsal rolü aracılığıyla meşrulaştırdıklarını görüyoruz. karşılaştırmalı yaklaşım, bu konuda da, partikülarizme ve oryantalizme düşülerek dinsel canlanışı salt islam'a özgü bir olgu olarak görme yanılgısına engel olacak ve köktendinciliğin, islam'ın "egzotik" alanıyla sınırlı ve anlaşılmaz bir şey olmadığının görülmesine yardım edecektir." – fatmagül berktay
    (bkz: ukteydim doldum)
  • kadin arastirmalari serisinden cikan kitabin bolumleri asagidaki gibidir:
    önsöz
    giriş: din, kadınlar ve direnme

    birinci bölüm: ana tanrıça'dan "dölleyici söz"ün kudretine
    başlangıçta ana tanrıça vardı
    "dölleyici söz"ün kudreti

    ikinci bölüm: ataerkil sistemin ayırt edici özelliği:
    kadın bedeninin toplumsal denetimi
    eski mezopotamya'dan kaynaklanan bir sistem: ataerkillik
    "beni kadın yaratmayan tanrıya şükürler olsun"
    kadınları peşinden sürükleyen bir din: hıristiyanlık
    eksiksiz ve mutlak bir tektanrıcılık: islamiyet

    üçüncü bölüm: insanı kendisine karşı bölen kutuplaşma:
    ruh-beden karşıtlığı
    batı felsefesinde ruh-madde ikiliği
    islamiyet'in bedene yaklaşımı farklı mı?

    dördüncü bölüm: bugünkü köktendinci yükselişin de odağı:
    kadının konumu ve denetimi
    dinde kadınlara çekici gelen nedir?
    amerika'da köktendincilik: liberalizme karşı bir meydan okuma
    iran'da köktendincilik:
    moderniteye karşı bir meydan okuma

    sonuç: kendi adını koymaya cesaret etmek
    notlar
    kaynakça
  • batida dinin kadini konumlandirmasiyla ilgili bolumu :
    batı'da, bin yıldan uzun bir zamandır düşünen kadınların temel zihinsel çabalarının, hıristiyanlığın kadınlara yakıştırdığı "insan ıstırabının kaynağı, baştan çıkarıcı havva" imgesi ve rolünün değişik bir biçimde kavramsallaştırılabilmesi için dinin yeniden gözden geçirilmesinde yoğunlaşmasının nedeni budur. kadınların kurtuluş uğruna mücadeleleri, durumlarına siyasal bir çözüm düşünebilmelerinden çok önce, ister istemez, dinsel arenada verilmiştir(1) ve bu zorunluluk, büyük bir olasılıkla, onların daha verimli ve sonuç alıcı çabalara girişmeleri önünde bir engel oluşturmuştur.
    hıristiyan dünyasının ataerkil otoriteleri, yüzyıllar boyunca, kadınların toplumdaki "doğru" yerini tanımlamak ve bağımlılıklarını meşru göstermek için kutsal kitap'ın yaratılış, cennetten kovulma ve paulus'un mektupları bölümlerine başvurdular ve bu kutsal metinler, kadınların omuzları ve yürekleri üzerinde ağır bir yük oluşturarak onların kendi kendilerini özgürce tanımlama çabalarını engelledi. bu nedenle, daha özgün ve yaratıcı düşünceler geliştirmezden önce, uzun süre, dinin yeniden yorumlanmasıyla uğraşmak zorunda kalmış olmalarında şaşılacak bir şey yoktur.
    bingen'li hildegard'dan hackeborn'lu mechtild'e, christine de pizan'dan navarre'lı marguerite'e ve daha birçoklarına kadar, eğitim fırsatını yakalayabilmiş kadınlar, irlandalı ortaçağ ozanının dizelerinde çarpıcı ifadesini bulan havva imgesiyle mücadele ettiler. ozan, havva'nın ağzından şöyle sesleniyordu:

    ben havva'yım, soylu adem'in karısı; geçmişte isa'ya karşı gelen bendim; çocuklarımı cennetten yoksun bırakan da benim; asıl benim çarmıha gerilmem gerekirdi... yasak elmayı ben kopardım; ben olmasaydım ne cehennem, ne ıstırap, ne de korku olacaktı.(2)

    buna karşı, christine de pizan, bu dehşet verici kadın düşmanlığıyla mücadele ederken her zamanki inceliğini korumaktadır:

    tanrı, adem uyurken onun kaburgasından yarattı kadını, çünkü onun erkeğin ayakları dibinde bir köle olmasını değil, ona eş ve yoldaş olmasını ve adem'in havva'yı kendisini sevdiği gibi sevmesini istiyordu... bilmiyorum dikkat ettiniz mi ama, havva tanrı'nın imgesinde yaratılmıştı. böylesine soylu bir benzerliği taşıyana, hangi ağız kötü nitelikler yakıştırabilir?... tanrı ruhu yarattı ve kadın ve erkek bedenlerine aynı derecede iyi ve soylu benzer ruhlar yerleştirdi... kadın, en yüce zenaatkâr tarafından yaratılmıştı. nerede? tanrı'nın cennetinde. hangi maddeden? aşağılık bir maddeden mi? hayır, yaratılmış olan en soylu maddeden: tanrının yarattığı erkeğin bedeninden.(3)

    kadınlar bu tür yeniden kavramsallaştırmalar uğruna ne çok emek, ne çok zaman, ne çok kâğıt, ne çok mürekkep harcadılar... ama elbette çabaları tümüyle boşa gitmedi; çünkü en baskıcı ve eşitsiz gelenek içinde bile, eşitlikçi bir damarı bugünlere aktarmayı başardılar. ancak, ne denli zekice ve haklı yorumlar yaparlarsa yapsınlar, ataerkil geleneği ortadan kaldırmaya güçleri yetmedi: baskıcı bir geleneğin sınırlarının tümüyle dışına çıkmadan o gelenek içinde belli ölçüde direnmek mümkün olsa bile, gerçek kurtuluş mümkün değildi."
    fatmagul berktay
  • cok carpici bir baglanti noktasi icin:
    "...üstelik, unutmamak gerekir ki, kadına, kadın cinselliğine, rolüne ve kişiliğine ilişkin olarak kutsal metinlerde ve gündelik inanç pratiklerinde ifade edilen tutumlar, yalnızca köktendinci ya da geleneksel dinsel bağlamlarda değil, laik ortamlarda da bizimle birliktedir. kendilerini dindar saymayan insanlar bile, dinsel geleneklerin kültüre kattığı imgeler aracılığıyla "düşünürler" ve bunların yaydığı değer yargılarını içlerinde taşırlar. dinsel geleneklerin yarattığı imgelerin büyük çoğunluğu erkeklerce yaratılmıştır ama, kadınlar bunları içselleştirir ve belki de herşeyden daha çok bu tanımların baskısı altında kalırlar. ataerkil dinsel ideolojinin içselleştirilmesi, kadınları "kendi yerlerinde" tutmaya yarayan çok çeşitli mekanizmalar içinde, büyük bir olasılıkla en etkili olanıdır. "
    fatmagul berktay
  • tek tanrılı dinlerin yazarları erkek olduğundan, içler acısı bir durumdur bu. tavşanlar yazsaydı misal bu dinleri, havuçlara acırdım ben.
  • fatmagül berktay'ın yazdığı başucu kitabı. özetle şöyledir;

    kitapta, tek tanrılı dinler ile kadın arasındaki ilişki ortaya konmak istenmiştir. din ve toplumun karşılıklı etkileşim içinde oldukları belirtilmiştir. bu etkileşim tarihsel süreci içinde incelenmiş, avcı-toplayıcı dönemden günümüz köktendinciliğine kadar olan süreç anlatılmıştır.

    din içinde bulunulan dünyayı anlamlandırır. düzenli bir dünya çabasını pekiştirir. toplumsal düzenin sağlanmasının yollarından biri olan kadın-erkek ilişkilerinin düzenlenmesinde de dinin yine önemli bir işlevi vardır. toplumsal cinsiyet rollerini oluşturur ve kanıksatır.

    tarihte anaerkil toplumların bulunduğuna dair bir kanıt yoksa da kadının statüsünün yüksek olduğu toplumlar vardır. avcı-toplayıcılarda özel mülkiyetin bulunmaması ve bir çok etkenle birlikte eşitliğe dayanan bir örgütlenme görülür. cinsiyete dayalı bir iş bölümü vardır ancak her iş aynı derecede değerli kabul edilir. ama genel olarak neredeyse tüm toplumlarda kadının statüsü düşüktür.

    avcılığın önemini kaybetmesiyle birlikte erkekler tarımı tümüyle kendi etkinlikleri içine aldılar. kadınların statüsünün düşmesinin, erkeklerin tarımsal işleri devraldıkları sırada gerçekleştiği düşünülmektedir. tarımın gelişmesi özel mülkiyet ve toplumsal sınıflaşmaya zemin hazırlar.

    ataerkil toplumun gelişmesiyle topluluklar arasında egemenlik mücadeleleri boy göstermeye başlar. bu ortamda kadınların statülerinin düşmesine yol açan iki faktör ortaya çıkar. kent devletlerinin uzmanlaşması, karmaşıklaşması ile kadınlar çalışan sınıflardan dışlanırlar. ayrıca oluşan mülkiyetin miras yoluyla babadan oğla geçmesini güvence altına almak üzere kadınların cinsel denetimi erkeklere verilir.

    tek tanrılı dinlerde, eskiden oluşmuş olan tohum-toprak metaforu geçerlidir. bu dinlerde eril tanrının tanrısal bir eşi, bir tanrıça yoktur. bu reddediş yeryüzündeki kadında da karşılık bulur. kadının gerçek yaratma, can verme gücünden yoksun olduğu varsayılır. kadın erkeğin tohumunu içinde barındıran bir tarladır sadece. batı hıristiyan geleneği ve yahudilikte cennetten kovulma öyküsüne dayandırılarak günahın ve kötülüğün kaynağı olarak havva, kadın görülür. havva’nın bu suçu ile tanrı tarafından cezalandırılmıştır. yaşamı boyunca erkeğe karşı aşağı bir konumda, ikincil olarak kalacaktır. islamiyette farklı olarak cennetten kovulmanın sorumlusu havva ile birlikte ademdir de. tek tanrılı dinlerde, tanrı erkek ile konuşur. kadına söyleyeceklerini de erkekler aracılığı ile söyler.

    hıristiyanlık önemsiz olana önem vermek ilkesinden yola çıksa da, içinde bulunduğu toplumdan etkilenip eşitsizliği devam ettirir. ancak kadına yeni bir şey sunar; bekaretini muhafaza edip, kendilerini tanrıya adayabilmek. böylece kadınlar için hayattaki tek seçenek evlilik olmuyordu. bunun yanı sıra hıristiyanlık, baştan çıkarıcı havva imgesini, kadının duygu bedenle özdeşleştirilmesini, ikincilleştirilmesini de devam ettirmekteydi.

    islamiyet de ataerkil, poligam, babasoylu bir toplulukta oluştuğu için bu toplumun özelliklerini taşır. kadının ikincilliği burada da vardır. kadının örtünmesi ve dışlanması cinselliğin kötü karşılanmaması ile birlikte had safhaya ulaşır. kadının cinselliği erkeğin denetimine verilir. kadın erkeğin cinselliğine hizmet etmek üzere yaratılmıştır. erkeğe zevk veren nesneler arasında birinci sıradadır. düşünemez, konuşamaz sadece itaat eder. ataerkil toplumun eşitsiz özellikleri din aracılığı ile sabitlenir.

    rönesans da bilimsel devrim de tek tanrılı dinler ile değişmezliği ilan edilen kadının aşağı statüsünü değiştiremez. tam tersine düşünce özgürliğini ve aklı önemseyen bu değişimler de kadının ikincil yönünü pekiştirir. kadının özellikleri farklı bir bakış açısıyla ama özünde aynı kalarak topluma sunulur.

    din her ne kadar kadının aleyhine inanç ve pratikler sunsa da kadına çekici gelebilmektedir. örneğin 18. yy.’da katolik rahipler kilise düşmanlığı ile mücadele etmek ve erkekleri kiliseye çekmek için kadınları kullanıyorlardı. kadınlar ise rahipleri kocaları ve babalarına karşı, karşı-otorite olarak kullanıyorlardı. ayrıca kadınlar kilise çatısı altındaki dernekler, toplantılar ile toplumsallaşmanın yolunu buluyorlardı.

    bir dönem kadının dinde kendini bulması ve din ile evini bir erk alanı yaratmasının ardından 19. yy.da yeniden bir maskülenleşme yaşanır. kadınların denetlenmesi ve eve kapatılması gerektiği söylenir. köktendincilikte kadınların denetimi hep düzenin yürümesini temsil eder. buna rağmen kadınlar dinden doğru edinmiş göründükleri sahte saygı ve takdiri boyun ederek kabul ederler.

    islamcı ve protestan köktendincilikteki aile anlayışı benzerdir. her ikisinde de toplumsal cinsiyet ilişkileri doğal kabul edilir. her ikisinde de zihinsel olarak üstün bir erkek reis ve saygılı boyun eğme karşılığında mali ve duygusal güvenceye sahip eş-anne yer alır.

    kendi adını koymaya cesaret etmek;

    kadınlar yeniden kavramsallaştırmalar uğruna yoğun emek harcadılar. çabaları tümüyle boşa gitmedi, çünkü en baskıcı gelenek içinde bile, eşitlikçi bir damarı bugünlere aktarmayı başardılar. ancak ataerkil geleneği ortadan kaldırmaya güçleri yetmedi. baskıcı bir geleneğin sınırlarının tümüyle dışına çıkmadan o gelenek içinde belli ölçüde direnmek mümkün olsa bile, gerçek kurtuluş mümkün değildi.

    kadınların kurtuluş ve özgürleşme olanakları, onların denetlenen ve yönetilen olma konumlarından ve bu konumun yarattığı çelişkilerin yeşerttiği direnme ruhundan kaynaklanmaktadır. ataerkil sistem bu ruhtan korkmakta ama onu yok sayamamaktadır.

    yaratılış öyküsüne göre havva'nın ilk eylemi bilgi peşinde koşmak, bilgi ağacının meyvesinden tadarak tanrı'nın bilgisinden pay almaktır. tanrı erkeğin ayrıcalığı olan bilgiyi elde etmeye çalıştığı için kadını cezalandırmıştır. öyleyse kadınların yasak meyveyi yeme haklarına sahip çıkmaları ve aynı zamanda ad koyma hakkını, özellikle de kendi adlarını koyma ve kendi kendilerini tanımlama hakkını geri almaları gerekir. çünkü, ad koyma ve tanımlama hakkına sahip olanlar iktidara da sahip olanlardır. kadınlar için kendi kaderini belirleme mücadelesi, kaçınılmaz olarak, kendilerine dayatılan tanımlara karşı çıkışı ve alternatif tanımlar yaratılmasını içerir.

    “amacımız barış olduğu zaman, savaşı anlamsız kılmanın yolu, karşı silahlar üretmek değil, tümüyle silahlardan arınmış bir dünya kurmaya cesaret edebilmektir.”
  • tek başına ayakta durmaya çalışan kadındır. sonunda ya tanrı onu ezer o da susar, düşer ya da arkasını dönüp tanrıya ve onun dinine dimdik durmaya devam eder...
  • ece temelkuran'ın bugün tarihli ve beğendiğim yazıları grubuna eklediğim yazılarından birinin temasıdır..

    kadın'ın gerçek özüne dönüşüne duyduğu/duyduğumuz özlemi çok güzel dile getirmiştir.

    http://www.milliyet.com.tr/…b=regl&a=ece temelkuran
  • fatmagül berktay'ın tek tanrılı dinlerden çok daha öncesine dayanan kadının ikincilleştirilmesi pratiklerini, bu pratiklerin temellendirildiği söylemleri ve onları ortaya çıkaran şartları ortaya koyduğu, esasen temelde zamanın günlük hayat pratiklerinin onaylanması ve şekillendirilmesi olan tek tanrılı dinlerin, birincil kaynaklarından bölümleri karşılaştırarak cinsiyetçi yaklaşım benzerliklerini açık seçik gösterdiği eseridir. konu hakkında son derece yararlı bir eserdir.
  • kitaptan:

    " ... cinsler arası biyolojik farklılığın, otomatik olarak iki cins arasında eşitsizlik yaratması sözkonusu değildir. sorun, bu biyolojik farklılığın nasıl olup da toplumsal alanda bir eşitsizliğe, yani bir cinsin diğerinden daha aşağı sayılmasına yol açtığıdır."

    " insan değerine ilişkin bir hiyerarşi yaratılması ve bunun eşitsiz toplumsal ve ekonomik ilişkileri meşrulaştırmak için 'doğal' sayılması, tarihin her döneminde karşılaşılan bir durumdur ve egemen ideolojinin temel işlevine işaret eder. kadın ile erkek arasında, kadınların üreme kapasitelerine dayandırılan 'doğal' farklılık söylemi, cinslerin doğasına ilişkin dikotominin çerçevesini oluşturur ve erkeğin üstünlüğü ile kadının ikincil konumu bu dikotomi aracılığıyla meşrulaştırılır."

    " islamiyet, toplumsal düzeni ve aileyi, erkeğin kadına duyabileceği sevginin yaratabileceği tehlikeden korumak için elbette yalnızca ideolojik önlemlere başvurmakla yetinmez; islami toplumun ayırt edici özelliklerinden sayılan erkeğin çok eşliliği ve kolay boşanma da aynı amaca hizmet eden dinsel/hukuksal önlemlerdir. her iki düzenleme de, hem erkeğin kadına duyması muhtemel olan sevgiyi parçalamaya yönelir, hem de müslüman ailenin çekirdeğini tek bir kadın ile erkekten oluşan çiftin oluşmasını engelleyerek bu parçalanmayı güvence altına alır. böylece, erkeğin tek bir kadına bağlanması önlenir, sevgi ve heyecan kapasitelerinin tek bir kişide yoğunlaşması engellenir, bu kapasitelerin dağılması teşvik edilerek kadının nesne özelliği vurgulanmış olur."
hesabın var mı? giriş yap