*

  • melih cevdet andayin 1963 tarihli siiri.
  • melih cevdet anday'ın 1963 tarihli şiir kitabı
  • melih cevdet anday'ın muhteşem şiiri. "göçebe denizin üstünde" isimli şiir dosyasıyla beraber tek bir kitap halinde yayınlanmıştır. melih cevdet bu şiirinde ezra pound'ın the alchemist (simyacı) adlı şiirinden, eliot'ın waste land'inin (çorak ülke) kimi parçalarından yararlandığını söylemiştir. bu şiirin birinci bölümünün üçüncü kıtasının birinci dizesinde baudelaire'den alıntı yapmaktadır ayrıca. kolları bağlı odysseus'daki alıntılar ve yeniden yazmalar da bunlarla bitmemektedir. tennyson'dan tutun, şeyh galip'e, wallace stevens'ın şiirlerinden, davud'un mezmurlarına kadar çeşitlilik sunan kaynaklara dayanan çok ama çok boyutlu bir şiirdir bu:

    sözlerim varsa
    var demeksin

    birinci bölüm:

    1.
    ağır bir zamandı sürekli ve anısız
    gözden önceki göz içindi yalnız
    somut hayvanlar yürürdü hayvanlarla
    ağaçtan önceki ağaçlar büyürdü
    açardı hasatsız gökyüzünü
    ustan önceki sabah kanlarla
    bulut tapınağında bir yıldız

    2.
    evreni tostoparlak uyur böcek
    düşünde gökleyin kocaman
    gök mü yoksa böcek mi önce
    duruşur bir anda geçmişle gelecek
    geyik akarsuları özlediğince
    hem su hem geyiktir akan
    düşle gerçekleyin iç içe

    3.
    bildik bakışları ile süzerdi beni
    aynasında sarılaştığım nehir
    çekirgelerle büyürdüm üç adımda bir
    çekirgeler kuru yıldızları yerdi
    acıkmış bir güneşin öğle dikenleri
    çıngıraklarla havayı titretir
    tanrısal uykularımı bilerdi

    4.
    ey çocukluk, mutluluk simyacısı!
    alevini bul getir yanmış bakırın
    batı bulutundaki alı indir yere
    ne oldu tomurcuğun içindeki ısı
    kırmızı yaldızla mı damladı altın
    saydam sapın özündeki ambere?
    bul getir korkusuz büyücü, gizci başı!

    5.
    yerin üstünde gördük bunu unutma
    herkes yeniden yaşadı ve unuttu
    kalıntılarla uzak anılarla yakın
    kendi görütünde bir kırmızı karaca
    ne güzel yangındı o yangın
    herkes yeniden yaşadı ve unuttu
    yaktığımız mutluluğu unutma

    6.
    ey doğa, büyük doğa, sağır kral!
    tasında mermer yaz yağmuru
    kesik bacağında güneş halhal
    çağırıyorsun eski bahçene çocukluğu
    sendin senin mutlu uyruğundu
    sonra baktım pencereme vuran dal
    görünüp yok oldu

    7.
    ekşi salkımdan şarabı çıkaran kim
    toprağı ateşten, ateşi sudan
    bitkiyle, böceklei benimle oluşan
    sonra kitaplarda okuyup öğrendiğim
    görünmez ışınlar, iç içe yörüngeler
    bensiz mi yanar, bensiz mi döner
    yasaların içgüdümdü benim

    8.
    unutamam o güz ikindisini
    her yanda alı al bir mutluluk
    terli bir at gibi gülümseyiverdi
    düşle gerçek arası dörtnala
    bir koşudan sanki çoğala çoğala
    gelip yitivermişti çarçabuk
    beyaz kulelerle bayraklar ortasında

    9.
    şimdi ondan ne ki kaldı
    unutulmuş bir kapı belki kaldı
    değişmez biçim, arı renk, ölümsüz birlik
    o zorunlu kendiliğindenlik
    anılarla geldi gitti kaldı
    duyularda bir ürperti kaldı
    artık eski bahçelerde değildik

    10.
    duyular eski ağaçlarım benim
    her gece bütün kuşlarını yiyen
    alaca bulaca fener alayı
    unutup gidilmiş körebelerim
    bilinçsiz bir inatla yeniden
    yeniden boyuna yeniden
    kurup kaldırıyorsunuz bu sofrayı
  • ii. bölüm
    1.
    büyüdük çocukluğumuzdan, büyüdük tarihe usulca
    biz bir yana, doğa bir yana
    doganin yaninda bir baska doga
    karsindan bize gözlerimiz mi bakan?
    ve günes altindaki ölümlü tanrilara
    hala saskinlik içindeki yontularda
    susar dogadan ayri düsmüs insan
    insanin boslugunda doga.
    3.
    kasla göz arasinda oldu olan
    birden bire ilk göz süreksiz ve anisiz
    ilk kus kanadinca ürkek va yalniz
    agactan önceki agaclarla tek bir an
    isigin püsküllü atlari saskin
    gözün gözü daha kocaman
    ve hiç göz degmemis ormanin
    tembel devi bos bulundu apansiz
    4.
    iste o zaman bir akarsu
    gectigi yerlerden bir daha geçti
    isteyerek ikiledi kendini
    gök bir daha bulut bir daha
    sakli bir deniz denizin altinda
    yapragin altinda bir yaprak
    göründü görünecek ucu
    ucan kus gene ucuyordu
    kendi gibi olmaya calisarak

    oysa giden bulut degil yaprak degildir
    renk bir düsünce gibi büyür çünkü
    tutamam tuttugum dakda belki elim var
    gökyüzü bellegim olur çünkü gittikçe
    ne duyu, ne görü, sade yildizlar
    bütün müyüm, parça miyim kimbilir?
    yitmis gitmisim güneslerle yüklü
    yiten güneş degil, toprak degildir.
    7.
    kaç kez unuttum sevinci
    yagmurlu bir gezegendi çiçek
    kulaklarim çiöik sesleriyle dolu
    kokusunu gördüm onun giderek
    geceler, gündüzler yaratiyordu
    gecenin gündüzün yardimi ile
    madenlerin rüzgarin, gögün yardimiyla
    madenleri, rüzgari, gökyüzlerini
    çiçegi yaratiyordu kendi kendine
    8.
    kendi kendine geçip giden mavi
    kanatli altinda dalganin
    yariya indirgenmis daireyi
    sallanın maviler sallanin
    varabilir misiniz yayin ötesine?
    iki nokta arasinda sürekl,
    ve sonsuz bir koşu ki tanrim
    gökler de yarim, dalgalar da yarim
    dalgalari gökler tamamliyor, geçtikçe
    9.
    esriktim artik çalkantidan
    birlikte var olmanin rastlantisi
    aldi götürdü beni bir an
    degisken biçimler içinde...
    art,l üçgen yagmurlari mi
    gök piramitleri içiçe
    degirmi denizler mi istersin yansiyan
    küsuf konilerinde sapsari
    gel birligi yeniden kur ey gece!
    10.
    ama saat kaç, kim bu basucumdaki?
    saf olayin yenilenmesi mi su?
    agaçlar gerisin geri eski yerine
    ama ssat kaç kim bu basucumdaki?
    kim çlöüyor, sotan kim, neye göre?
    düzen sevgisi mi, yoksa korku mu?
    düşünülmeyenden düşünülene
    ama saat kaç kim bu başsucumdaki?
  • 4. bölüm

    1.
    kara gemi okeanos ırmağının
    akıntısından kurtulup tanrısal
    denizde ayaye adasına varınca
    onu kumsala çektik ve uykuya
    dalarak tanrısal şafağı bekledik.
    sabah sisi içinde doğan
    gül parmaklı şafak
    elpenor' un yüzüstü yatan ölüsünü
    bulmuştu ilk önce kıyıda.
    martı leşleri ve deniz kabukları arasına
    törenle gömdük onu kederli
    gönülle ve yanık yüzlü şaraptan
    içerek dinledik kirke'yi.

    2.
    tanrıçaların en tanrısalı
    güzel belikli kirke eyitti :
    "sen odysseus iki ölümlüsün
    hades'i gördün daha yaşarken
    güneş doğmayan neşesiz ülkeyi
    günlerce karanlıkta kaldın
    çünkü ithaca yaşatıyordu seni
    tanrısal denizde ordan oraya
    bin yıldır aradığın ada...
    konağının sarsılmaz temeli
    ikarios kızı penelopeia
    ve erdemli dölün telemakhos
    bütün ülkün ve sevgin olan ithaca."

    3.
    iyi dinle söyleyeceklerimi
    her şeyi olduğu gibi anlatacağım sana
    ki yeni uğursuzluklar yüzünden
    denizler ortasında kalma bir daha.
    önce sirenlere rast geleceksiniz
    koruyun onlardan kendinizi
    yabansı ezgilerle büyüleneceksin
    ordan çarçabuk uzaklaşmalı ki
    büsbütün yok olmasın ithaca.
    sirenleri aştıktan sonra kürekçilerin
    iki yol çıkacak karşına birden
    acaba bunlardan hangisi?
    artık onu orda sen bileceksin!"

    4.
    oysa ithaca'yı hiç görmemiştim
    penelopeia yoktu, telemakhos da,
    ama ithaca kafamda onlardan kurulu idi.
    tanrıçaların en tanrısalı
    kirke'nin bile söyleyemediği
    bu yolu bulup geçeceğim;
    ama ne denli güç olursa olsun
    bilerek varmak istiyorum şimdi
    sirenlerin ezgilerini dinleyeceğim
    dedim ve büyük bir mum peteğini
    tunç hançer ucu ile ezdim çabucak
    tıkadım kürekçilerin kulaklarını bir bir
    orta direğe bağlattım kendimi.

    5.
    kürekçilerim hasatsız denizi
    köpürttüler kürekleriyle,
    tez yürüyüşlü gemi gün batarken
    ulaştı sirenlerin adasına,
    yüreğim kopacak gibiydi
    kanatlanıp uçacak gibiydi, ama
    sirenlerin izi bile yoktu ortada.
    yalnız bir ezgi, ta derinden
    ta içerimden gelen bir ezgi
    başladı yavaş yavaş yükselmeye;
    o yabansı, o büyülü türküleri ben
    söylüyordum sağır gemicilere
    yalnız ben duyuyordum sirenleri.
    kirke, bilge tanrıça, selam sana!
    sağ salim geçtim kendimi.
  • bu şiirin sonundaki "sağ salim geçtim kendimi" her insanın hayatının bir noktasında söyleyebilmesini umduğum bir cümledir. herkesin çıktığı bir içsel yolculuk, bu yolculukta da kendi bilinmezleri vardır. ve bununla başa çıkma biçimleri her zaman anday'ınki kadar cesaret içermez. bazen gemiciler gibi kulaklarını tıkamayı seçebilir insan. bazense sirenleri dinlemeyi seçer, ancak büyülerine kapılıp yitip gitmek pahasınadır bu arzularıyla yüzleşip, yüzleştiği şeyi kaldıramama durumu.. bazı insanlarsa bilinmezleriyle / arzularıyla doğrudan yüzleşmeyi tercih eder ve bu sırada kendi sınırlarına da vakıf olur, - sonuçta her yolculuk aslında bir sınırlarını belirleme durumudur der bülent somay - ki bu insan hayatında çok önemli bir andır.

    arzu hissini doyurmak, ya da onu yenmek değil, ama o arzuya sahip olduğunu kabullenmektir kendini geçmek, sınırlılığının farkında olarak.. işte o zaman rahatça kurabilir insan o cümleyi.. sağ salim geçtim kendimi...
  • ah olacağı buydu oldu,
    duygularla öyle çok uğraştım ki
    artık aramızda ne bir sır
    ne güven, ne inan, ne uyum...
    sonunda tükettim ruhumu:
    sevinirken sevincimi seyrediyorum
    korkumla korkmuyorum şimdi.
    madem bir kapı aralıktır,
    sen sonuna kadar aç onu.
    artık bendeki insandan kurtuldum
    sevgisiz yaşayacağım sevgiyi.

    birinci baskısı 1962’de yapılmış melih cevdet anday şiir kitabıdır. “sözlerim varsa/ var demeksin” ile başlar.
    üçüncü bölüm başlıklı kısmından 6. olarak belirtilmiş dizeleri aktardım.
  • zamanında bayağı yerden yere vurulmuş ve hatta "gereksiz" bulunmuş .

    melih cevdet anday, 1962'nin son günlerinde yazdığı kolları bağlı odysseus adlı bu kitabının yayımlanmasından hemen sonra yeditepe dergisinin 16-31 ocak 1963 tarihli sayısında "kitaba ek" adlı bir açıklama yayımlayarak garip şiirinden ikinci yeni'ye kayışının nedenlerini ve yararlanıp esinlendiği edebî kaynaklarını (t. s. eliot, homeros, alfred lord tennyson, ezra pound, charles baudelaire, wallace stevens, aiskhylos ve şeyh galip) açıklar.

    anday'ın bu açıklamasının hemen ardından şair oben güney, “kolları bağlı anday” başlıklı bir yazı kaleme alıp anday’ı ve kitabı kolları bağlı odysseus'u yerden yere vurur:
    “bir aktarmalar kitabı diyeceğim kolları bağlı odisseus sanat evrenimize kişisel bir yenilik getirmediği gibi özgün bir anlatıma da varamamıştır. [....] sayın anday, bu gereksiz açıklamasında, gereksiz kitabı için yararlandığı kişileri yazarken nedense içtenlikten uzaklaşmış biraz. eliot, homeros, ezra pound, baudelaire, davud (mezmur), wal[lace] stevens, aiskhlos, şeyh galip demiş de, etkisi açık olan günümüz bazı türk ozanlarının adını saymayı unutmuş. örneğin: e. cansever, dağlarca, uyar, eloğlu gibi”
    oben güney, “kolları bağlı anday”, dönem 7 (nisan 1964), 1-8.

    yalçın armağan'a göre böylesi bir eleştiri gerek anday'a gerekse kitabına haksızlık olmasının ötesinde, yeterli donanımı olmayan 1960'ların başındaki türkiye edebi ortamının metinlerarası ilişkiler kavramını anlamaktan ne kadar uzak olduğunun bir göstergesi.
hesabın var mı? giriş yap