• nedeni olmayan neden. bazı düşünürlere göreyse evrenin varoluşunu kendisine borçlu olduğumuz, evrenin dışında olan fail neden, yani tanrının ta kendisidir.
  • aristo'nun 'neden?' sorusunun sınırsızca sorulamayacağını varsaydığı (ama bu sınırlılık içinde dahi neden sorusunu neden sorusunun kendisine, ve sorulma nedenine tatbik etmediği) metafizik'in de, 'nedensellik' ağının başladığı, mantıksal tutarlılık içinde ilk 'nedeni sorulamayacak/olamayacak neden'dir. bir nevi depremdir.

    aristo'nun 'metafiziğin götünü gördüm' noktasında bu nedensellik ağının 'merkezine inme nedeni' kitabın başında şu savuşturma ile temellendirilir: 'insan öğrenmek ister'. evet de, insan öğrenmek isterken neyi öğreneceğini önden bilebileceğini, ya da, tahmin edebileceğini varsayarak epistemik epistemik zıplamak, buna da 'öğrenmek' adını takmak falan da istemez mi? yani insan isimlendirdiği her kavramı kati ve net olarak birbirinden ayırabilecek kendini ve muhtelif ve çelişkili yöntemlerini aşkın 'ne'ye sahiptir ki, 'neden' soruları arasında bir ayrım yapabilecek olduğu varsayılarak ilerlensin? sezgi, içedoğuş gibi dışa bağlı içler arası olağan uzlaşmazlıklar ve kültürel ilişkisellikler ile ayıplı kavramlar arasında ne gibi bir öncelik sıralaması oluşturabilir ki, 'kendi' pozisyonunu öven, onu olumlayan sezgi ve içedoğuşların adını salt inanç koymadan şükür'e durmasın? metafizik'e temel olarak 'yerel mitoloji'nin dayatılması sebebiyle metafizik ve yanıtsız kadim soruları çok-kültürlü hayatta tutunamayanları oynuyor, soruların gücünün alt-yapısı güçlü ve egemen bir ideoloji ile siktiredilip, baskılanması sebebiyle değil. fizik evreni kapsayan ve aşan bir ilk neden'i ararken bulunan yanıtların tutarsızlığı, uyumsuzluğu ve neden sorusuna verilen yanıtların 'hipnoz' altında bir önceki hayatına dönenlerin verdiklerinde olduğu gibi kültürel yatkınlıklara işaret etmesi sebebiyle ciddiye alınmıyor. ilk neden, neden sorusunun her bir boka süresizce sorulabileceğinin karşısında kategorik ve pratik sabit referans lüzumu hisseden 'baba'ların içlerindeki ve dışlarındaki 'yanıtlanamaz çocuk'lara dayattığı bir emzik olabileceği ihtimalini bir türlü 'olasılık dışı'ya atamadığı için gri üzerine gri bir resim olarak, 'kant'ın tabiri ile fenersiz ve sonsuz bir karanlık okyanusta kulaçlamak vecdi dışında bir yanıt vaad edemiyor. eğer ki derdiniz o 'iç huzur' ise, saykıdelik dediğin madde deterministik bir tutarlılık içinde sana 'uhrevi'yi, 'mana'yı yaşatıyor. vecd ile kendinden geçmek için metafizik bahaneler bulmana gerek yok, fizikti, serotonin de bunlar da kadir i mutlaklar. kıbleyi, kabeyi torbacıya çevirmek de olasıysa, neden ilk neden meşrulaştırması lüzumu duyulsun?

    dahası 'ne'yi bir kavrama fikse edip (law of excluded middle sağolsun), kavramlardan nedenlere, nedenlerin süreğinden de bir 'ilk neden'e ulaşma çabası (ki bu ilgili kuram ve felsefenin ait olduğu çağın moda sorusu olan arke sorusu yanıtlamacılık, 'öz tespitçilik' geleneğinden de ayrılmaması gerekiyor.) bu çıkarımsallığı da 'öğrenme' kategorisinin altına istifeleyemez mi? istifler. sen de zaten, tıpkı ardılların gibi, tam o boku yiyorsun aristo, sınırlı kavramlar içerisinde kurguladığın mantıksal tutarlılığı 'evrensel tutarlılığa' denk düşürüyorsun, bunu da 'mükemmel evren'den 'sağ'layarak geri besleye besleye temellendiriyorsun. mitolojinin metafizik ile harman olduğu, somut, kurumsal, kuramsal eşitsizliğin güvencesi olan devlet aygıtına kurban olduğu ardılın metafizik muhiblerini sana, seni kime havale edeyim aristo? muhib veremedin.
  • irade, kader, çevresel faktörler, gen, tanrının çizdiği yol...

    bireylerin davranış analizini yapınca bir ilk nedene inme eğiliminde oluruz arada sırada. ilk nedene inip kişinin seçimlerini, eylemlerini, eğilimlerini anlamaya; yaptıklarını mazur görüp bazen de sıradanlaştırmaya ve hak vermeye çalıştığımız olur.

    suçluyu suçsuza, başarılı olanı şanslı doğmuşlara, zor yapılanı basitliğe yaslarız. aklıma gelen ve en revaçta kullanılan nedenler ilk satırda saydığım nedenlerdir. yalnız, kaçırılan nokta bunların ötesine sorgulama yapıldığında tutunacak dal bulamamamızdır.

    doğruya veya yanlışa; başarıya veya başarızlığa bulunan kılıf nedir? irade sahibi olmak! zeka gücü! kader meselesi! tanrının böyle istemesi! gen kombinasyonu uygunluğu! etkin çevresel faktörler! bu yaklaşımların herbiri birbirlerini besleyebilir ama hiçbiri yaşamdaki olaylar örgüsünü yargılamamıza yetmez. çünkü olan biteni hiçbir ilk neden bir bireyin seçimi doğrultusunda açıklayamaz, fazladan bir 'neden acaba?' sorgusu ile bir adım öteye geçemez. bir adım ötesi ve seçim yok ise yargılama da, yargıç da olmamalıdır. evren olsa olsa rastgeleliktir, denk geliştir. olan biteni yargılamamak esastır.
  • ilk neden meselesinin özeti kısaca şöyledir:' bir şeyin var olmasını sağlayan başka bir üst neden varsa, o halde tüm evrenin var olmasını sağlayan da başka bir neden olması gerekir.'' diyerek kendi içerisinde paradoksal bir önerme sunar. peki ilk neden nasıl vardı, neden vardı diye sorulara ise cevap veremez. bu durumda ilk neden meselesi, sadece deterministlik evrende sonucuna ulaşabildiğimiz kadar vardır. yani daha fazlasını bilemeyiz, bilmememiz de mümkün değildir, o yüzden ilk neden olarak tanrının olması bilimsel ve mantıksal açıdan imkansızdır. bir önerme olarak sunabilirsiniz, ama kanıtlayamazsınız.

    teistlerin tanrıyı ilk neden olarak görmesine bazı müslümanlar şu örneği verirler: ''düşünün ki her şeyin bir ustası vardır: iğnenin bir ustası, bilgisayarın bir ustası, kondomun bir ustası, şişme bebeklerin bir ustası vardır. o halde bu evren de gayet nizam ve ahenk içinde olduğundan bir ustası olması gerekir. biz o ustaya dini inancımıza göre allah deriz'' diyorlar. yani başka inançtan kimseler de ona kendi inançlarındaki büyük tanrılarını örnek verirler: isa, krishna, ahura mazda, lucifer, zeus... yani inanca göre değeşebilen bir ilk nedenden bahsediyoruz, ne kadar işi boş bir düşünce biçimi değil mi?

    ayrıca, evrenin düzeninden bahsederek aslında bir bilgi eksikliği de söz konusudur. evren kaotiktir; kendi içinde hem düzeni hem de düzensizliği barındırır. yani bu demektir ki, akıllı tasarım diye bir şey söz konusu değildir, çünkü bir tasarım değil bir süreç içerisinde değişim söz konusudur. insan akla sahip olmakla, kendisini yaratan varlığında bir akla bir iradeye sahip olması gerektiğini söyleyerek tanrıyı ''insansılaştırır''

    yani ilk neden meselesi bilimsel ve mantıksal olarak zor durumda kalan, zorlama bir iddiadır. bunlar yetmediyse bir de şu düşünceye bakın:

    - evrende herşeyin bir nedeni olarak giden üstsel süreç yerine, dairesel bir şablon örneği düşünürsek o zaman ilk neden bir nedenin var olmasına gerek olmaz. dairenin başlangıç ve bitiş noktası yoktur. bu da bazı bazı müslümanların ilk nedeni mantıklı göstermek için söyledikleri şu örneğe karşı bir düşüncedir: ''tren vagonları birbirlerini takip ediyorlar, ama en öndeki vagonu çeken bir vagon yok, ondan evrenin de ilk nedeni bu en öndeki vagon gibidir, kendisinden başkasına ihtiyaç duymaz''

    - ayrıca başka bir noktaya değinecek olursak, bir şeyin varlığını örneklerle kanıtlayamazsınız. vagon örneği sadece örnektir, yani bir kanıtlama aracı değildir. benzetmeler sadece var olan eldeki gerçek bilgiyi somutlaştırmak için kullanılır. ama teistler örneklerin/benzetmelerin bu işlevini bilimsel/mantıksal kanıt gibi kullanıyorlar anlamını bilmiyorlarmış gibi. yani bir söz vardır: ''teşbihte hata olmaz'' işte o söz şunu demek ister aslında ''benzetme yaparken hata yapmamalısın''

    yani, baktığımızda aristo'dan beri tartışılan şeye sanki islam son noktayı koymuş, aha bulduk çözümü diye insanlığın hizmetine sunmuş gibi davranmayınız sayın müslümanlar.
  • "evren kaotiktir" denilerek bastan savmaya calisilan tez.
    evren kaotik olsaydi, ne matematik ne fizik diye bir bilim olurdu zira hicbir bilimsel kural gelistiremezdiniz surekli degisken kurallarin icerisinde.
    bizim gunes sistemimizi bir arada tutan fizik kurallari ne ise 300 milyar isikyili uzaktaki bir galakside de ayni fizik kurallari gecerlidir. olmasaydi zaten cokerdi buyuk ihtimalle evren.
    bunun disinda kara delikler gibi fizik kurallarinin bukuldugu olusumlarin dahi arasinda tutarlilik vardir.
    ornegin bir karadeligin capina bakarak farkli karadeliklerin cekim gucunu hesaplamaya dahi varilir.
    evren duzenlidir ama unpredictable'dir. yani onceden ne olacagi tahmin edilemez. bunu kaos diye yutturmaya calismak uzucudur.
    ve yine bir fizik kurali olarak duzenin her zaman bir sebebi vardir.
    (bkz: causality)
  • ön not: deist-agnostik
    anlamak için sırasıyla okunacaklar:
    • einstein
    • friedman
    • penrose
    • hawking
    • tekillik
    • kuantum etkileri
    • planck sabiti
    • richard feynman geçmişlerin toplamı
    • heisenberg belirsizlik ilkesi
    • kuantum kütle çekim kuramı
    ve son olarak m teorisi/sicim teorisi
    tabii ki hepsini tek tek yazamayacağım ama bunlar okunduğunda, o zaman tanrı'nın yüceliğini kavrıyorsunuz ve bu kadar yüce bir tanrı'nın 11 boyut yaratıp 4. boyuttaki insanı muhatap alıp kitap göndermeyeceğini kavrıyorsunuz
  • kimileri varlığın kendi kendime var olabileceğine inanmazken, kendi kendine oluşmuş bir varlığın her şeyi var ettiğine inanır.
    bu, varlığın kendi kendine var olamayacağını söylerken, aynı zamanda bir varlığın kendi kendine var olduğunu söylemek olmuyor mu?
    kimileri ise var olan her şeyin ezelden beri var olan bir yaratıcı tarafından yaratıldığına inanır, ama varlığın kendisinin ezeli olabileceğini hiç düşünmezler.

    yaratıcı varlık değilse, yani var değilse zaten yoktur. öyleyse yaratıcı varsa varlık olmalıdır. bu yüzden eğer bir yaratıcı kendi kendine ya da ezelden beri var olabiliyorsa, varlığın kendisi de kendi kendine var olabilir. dolayısıyla bir yaratıcıya gerek yoktur;
    eğer varlık kendi kendine yada ezelden beri var olamıyorsa, varlığın var olmasına sebep olan bir yaratıcı da kendi kendine ya da ezelden beri var olamaz. son durumda da bir ilk nedenden söz edilemeyeceği için yaratıcı kavramı ilk neden problemine çözüm olmaktan çıkar, yani bir yaratıcının varlığına gerek yoktur.
  • milletin yine pek anlayamadığı mesele.

    aslında bu tür kendi içinde tutarlı görünen fakat dışarıdan bakan insanın, söz konusu önermelerin mantıkî neticesini kabul etmek istemeyeceği için inciğini cıncığını arayıp 40 yerden karşıt delil getirdiği muhakeme metotları ile hiç kimse bir şeye inanmaz veyahut da inancını yitirmez. çünkü bunların hepsi aslında bilinemeyecek şeyler hakkında yapılan kelamî bir spekülasyondan ibarettir. spekülatif bilgi de insanı tabiatıyla bunaltır, çünkü her şeyin mukabilini, zıddını düşünmek mümkün olduğu gibi, sınırlı aklımız ile “mükemmel” bir muhakeme yöntemi yahut argüman da oluşturamayız ki, birisi inciğini cıncığını çıkarmasın. bu sebeple ilk dönem müslümanlar, bunlarla uğraşmayı, mantıkla insanları ikna etmeyi filan çok değerli görmediler. zira pek bir işe yarayacağını düşünmediler.

    fakat bana göre, bu “ilk neden” konusu oldukça çetrefilli olmakla birlikte, aleyhine söylenen şeylerin en saçma olduğu argüman olabilir. çünkü adeta aklın en temel zorunluluklarına odaklanıyor.

    nedir bu “ilk neden”? insan, fizik âleminde gözlediği her bir vakıa yahut olgu için bir neden tespit edebilir. en basitinden âlemi ele alalım: âlemin varlığını, kurallarını, bu kaidelerin aklımızca anlaşılabildiğini filan müşahede edebiliyoruz. bu âlemin bir başlangıcı olduğunu da biliyoruz, buna fizik big bang diyor. peki, big bang’den evvel ne vardı? kimilerine göre zamanın dahi olmadığı, kararsız bir hiçlik. fakat bu hiçlik, felsefî değil, fiziksel bir hiçlik. yani madde henüz var olmasa da birtakım partiküllerin ve kuantum alanlarının mevcut olduğu bir “hiçlik”. daha sonra bu hiçlik bir şekilde kararsız hâle geliyor, kuantum boşluk durumu iyice büyüyor ve o boşluk içerisinde mevcut olan tüm partiküller o kadar küçük bir alana yığılıyor ki (fiziksel olarak böyle bir şey olamayacak olsa da matematiksel olarak “tekillik”), büyük bir patlamaya yol açıyor. bu patlamanın ağzından da dışarıya uzay ve zamanı teşkil eden, bildiğimiz madde, karanlık madde ve anti maddeyi oluşturan temel parçacıklar büyük bir tazyik ile dökülüyor.

    bu “patlama” anını mümkün kılan şey nedir, esasen bilinmiyor. bir kısım, bunun evrenin dokusundaki bir vakum enerjisi tarafından mümkün kılındığını ve bu enerjinin varlığını, zamanın başlangıcı kabul edilen big bang anının öncesine kadar götürerek fiziksel bir gerçekliği olmayan “tekillik” ve “başlangıç noktası” kavramlardan kurtulabildiklerini söylerken (kozmik şişme), başkaları ise örneğin bir diğer boyuttaki ölen bir galaksinin büzüşerek bir solucan deliği yardımıyla buradan püskürdüğünü, bu taraf büzüşerek ölünce uzay ve zamanın da diğer taraftan tekrar püsküreceğini filan söylüyor. fakat görüldüğü gibi, hiçbirinde felsefî bir “hiçlik” yok. hatta kuantum kütleçekimi gibi temel fiziksel kanun ve ilişkiler dahi mevcut.

    bunlardan hangisi doğru olursa olsun, ortada olan şey şudur ki, evrenin başlangıcı addedilen büyük patlamanın da bir nedeni var: kuantum kütleçekimi yahut o sırada helâk olmakla meşgul başka bir evren. peki… o yok olan evren nereden gelmiş? ya da bu kuantum kütleçekimi niye var? kendi kendine mi var olmuş? fiziksel gerçekliğin var olmasının ya da bu realiteyi var eden fizik kurallarının varlığının sebebi nedir? “o ondan çıkmış, bu da şundan, şu da ondan, derken bu da bundan…” diye ilanihaye geriye gitmekten ve sonuç olarak sonsuza kadar geçmişe gidilse de hiçbir netice elde edilememesine “teselsül” deniliyor. hâlbuki mantık silsilesi, sonsuz bir önermeler kümesine sahip olamaz. bir yerde bir tanımla, bir kabul ile başlatılması gerekir. yoksa sonuç vermez. çünkü ilim, aslında doğadaki sebep sonuç ilişkisinin ortaya çıkarılması, neticelerin illetlerinin gösterilmesi demektir. fakat bunların şayet nihai bir nedenleri yoksa, sonsuzlukta kendi kendilerine var olmuş iseler, demek ki var olmalarının bir nedeni yoktur. var olmalarının nedeni yoksa, yarın bir gün var olmaya devam etmelerinin de bir nedeni yoktur. bu zorunlu olmayan nedensellik ilişkisi çerçevesinde ilim, yapılamaz olur.

    işte, bundan kurtulmak için insanlar demişler ki, bize bir “ilk sebep” lazım. ve bu öyle bir sebep olmalı ki, onu teşhis ve tespit ettikten sonra bir daha zamanda geriye gitmemize bir neden bulunmasın, yani bu sebep, nihai ve kadim bir sebep olsun. bir sebep nasıl nihai ve kadim olur, şayet kendisinin bir sebebi bulunmazsa. işte böyle bir sebep olarak tanımladığımız şey de ancak ilahî bir şey olur deyip oraya yüksek bir tanrı fikrini yerleştirmişlerdir. zira tanrı, var olan her şeyin sebebi olsa da kendisinin bir sebebi bulunmayandır. kendisine bir şey sebep olsa o vakit tanrı olamaz idi.

    insan aklının en temel ve en sağduyulu mantığından çıkan bu argümana çok farklı şekillerde itiraz edilmiştir.

    birinci itiraz, “âlemin ve her şeyin bir sebebi varsa tanrı’nın da bir sebebi olmalıdır. sebebi varsa da tanrı olamaz, o halde tanrı yoktur.” itirazıdır. hâlbuki tanrı fikri, zaten sebepsiz “ilk neden” olarak kullandığımız bir olgudur. aklen muhal olan teselsülden kurtulabilmek adına, tanımı gereği sebebi olmadığını kabul ettiğimiz bir şeye “âlemin sebebi varsa yaratıcının da olmalı, âlemi o yarattı ise onu kim yarattı?” diye sormak, abestir. çünkü zaten tanrı’nın bir sebebinin olmaması, o’nun tanımından ileri gelir. diğer taraftan, âlemin bir sebebinin olması, tanrının bir sebebinin olmasını da iktiza etmez. çünkü bunlar iki ayrı cins varlıktır: başlangıcı ve sonu olan ile sonsuz olan, kadim ve hadis, yaradan ve yaratılan. bu, mercimek ottan bitiyorsa elma da ottan biter demek gibi bir şeydir. âlemin, evrenin, tabiatın bir başlangıcı yahut oluşumu vardır ki, biz ona sebep buluruz. bunlar hadistir, yani mahlûktur. tanrı ise tanımı gereği hâlıktır. başlangıcı yoktur. “o zaman âlemi de böyle tanımlayalım” denilemez. çünkü bir şey hem yaratıcı hem de yaratılan olamaz yahut kendi kendisini yaratamaz. âlemin bir sebebi, yani başlangıcı ile sonu olduğunu bildiğimize göre, böyle bir şeyi “yaratıcı” olarak tavsif edemeyiz. zira yaratılmış bir şey, sonsuza değin var olamaz. zira bir sebebe binâen var olmuştur. aksi hâlde, kendi kendisini var ediyor olur ki, bu da aklen imkânsızdır. var olan her şeyin bir sınırı vardır, bir cisimden madde kopardığında, cisim küçülür, bu da onun sonsuz olmadığını, sınırlı olduğunu gösterir. böyle sınırlı ve sonlu şeylerden teşekkül etmiş bir evren ise maddesel yapısı itibariyle sonsuz ve ezelî, yani ilahî sıfatları hâiz olamaz.

    ikinci itiraz, “tanrıyı kabul etmek yerine evrenin hep var olduğunu söylemenin daha makul olduğunu” iddia etmektir ki, yukarıdaki cevap bunu da içermektedir: fail, kendisinden başka bir şeye varlık verendir. çünkü bir şey kendine varlık veremez. yani hem fail hem de kabil olamaz. bu mantık, ayrıca panteizmi de düşürür. demek ki allah, ancak kendisinden farklı olana varlık verebilir. kendisine varlık verilen ise “mümkün”dür, hadistir, yaratılmıştır. allah ise sebepsiz ilk neden olduğundan, varlığına vacibül vücud, yani “zorunlu” yakıştırması yapılır. o halde allah, âlem ve evrenden farklıdır. evren, tanrı değildir. tanrı olmayan bir şeyin ise ezelî ve ebedî olması akla aykırıdır. çünkü onu bir var eden bir sebep vardır. yani başlangıcı mevcuttur.

    üçüncü itiraz, teselsülün batıl olmadığını iddia etmektir. örneğin, sonsuza kadar giden sayı dizilerinin var olabileceği, bunları teşkil eden rakamların tanımları verildiğinde bu dizinin de tanımlı hâle gelebileceği iddia olunur. dolayısıyla sonsuz bir neden zincirinin varlığı da mümkün olur. hâlbuki hakikatte sonsuz bir şeyin, sınırlı bir âlemde var olması mümkün değildir, çünkü var olacak yeterli yeri ve zamanı yoktur. bu neden zincirini yazmak için dünyadaki kağıtlar yetmez. ha, biz bu nedensel diziyi sınırlı sayı ve sembollerimiz ile yazabiliyor muyuz? işte bu da onun sonlu olduğunu gösterir. yoksa geçmişe doğru sonsuza kadar giden bir neden zincirinin var olabileceğini söylemek, nedenin tanımını sonsuzluğa genişletecek bir döngü yaratmak ve aksiyom ile nedensellik arasındaki ilişkiyi bozmak demektir. meselâ, “a sayısı, b sayısından küçük olduğu için b sayısı a sayısından büyüktür.” demek gibi. ancak böyle döngüsel nedensellik yaratılırsa sonsuzluğa giden bir teselsül kurulur ve bu saçma değil, makul olur. fakat aynı zamanda hiçbir şey de söylemeyen bir teselsül olur bu. dolayısıyla gerçek anlamda iyi tanımlı karakterler için sonsuz bir nedensel dizi kurmak imkânsız görünüyor.

    yine de bu spekülatif iddianın gerçek olması durumunda dahi, var olan bu “sonsuz nedenler zincirinin” dahi neden orada olduğunun sorulması gerekecektir. öyle ki, sonsuza kadar gidebilen sebepler zincirinin dahi bir nedene ihtiyaç duyacağını, bizzat bu iddiayı ortaya atan david hume yazmıştır. çünkü bu zincir, sonuçta bir bütündür ve sonradan ortaya çıkan nedenlerden oluşmuştur. o zaman bu bütünün de bir sebebinin bulunması gerekir. kemalpaşazade bunu uzun uzun anlatır.

    dördüncü itiraz ise daha çok müslüman filozoflar ve birtakım ulema tarafından yapılmıştır. şayet tanrı her şeyin nedeni ise o hâlde bir şeylerin nedeni olması, tanrıyı sınırlandırmıyor mudur? yani tanrı, bir şeylerin nedeni olmadan evvelinde ne yapıyor, ne işe yarıyordu? çünkü neden olmak için zaman gerekir. o zamanın “evveli” bizim için tanımsız olsa da tanrı için tanımlıdır. misal ibn teymiyye böyle bir itirazda bulunur. yaratımın geçmişte ezelîyete kadar sürüp gitmiyor olması, ibn teymiyye’ye göre allah’ın rububiyetinin zedelenmesidir. evet, allah’ın yaratılmışlarla arasını ayırmak bakımından teselsül makuldür fakat ya allah’ın yaratımı açısından?

    ibn rüşd de allah’ın zatı kadar sıfat-ı ilahîlerinin de sonsuz olduğunu ve yaratım sahasında tecelli eden bu sıfatların, bu tecellilerinden evvel var olmaları hâlinde ne’liklerinin sorunsallaştırılabileceğini, dolayısıyla varlığın zatî bakımından başlangıcı ve sonu olsa da yaratımlarının sonsuz olacağını, bu tür teselsülün batıl olmadığını söylemiştir.

    yani bunlara göre örneğin evren, varlık olarak ezelî ve ebedî değildir. fakat “yaratılmış” olmak, mahlûk olmak sıfatı ezelî ve ebedîdir, allah’ın varlığı ve sıfat-ı ilahîyyenin de gereğidir. bu müşkil ise yaratılmış varlıkların vücud ve zat şeklinde var olmalarından evvel, allah’ın ilminde bambaşka bir mertebede, bir bilgi olarak mevcut oldukları telakkisi ile çözülebilir. zira bir varlığın hakikati başkadır, mahiyeti başkadır.

    mesela bu spekülatif durumdan ötürü kemalpaşazade, gazali'nin alem kadimdir diyen filozofları küfrle itham etmesini tenkit eder. ona göre sıfat bakımından ve teorik olarak, allah kadar ezeli olmasa da bu mümkündür çünkü. fakat öyle olmamıştır, alem hadistir. ilginçtir, bunu elmalılı da böyle yazar. alem kadim olabilir fakat allah kadar değil der. çünkü bu durumu, zati ve türsel bakımdan ayırır. münakaşalı bir konudur. fakat en nihayetinde, aleme "allah gibi eskidir ama onun kadar eski değildir" demek, en nihayetinde alemin sonradan yaratıldığını gösterir. yani pek bir fark yoktur arada. allahualem.

    velhasıl kelam, bana göre bu argümanın doğru anlaşılması ancak böyle mümkün olur. ha, buna da elbette itiraz etmek mümkündür. çünkü yeteri kadar zeki ve âlim insanlar böyle şeylerden pek etkilenmez. derine indiğinizde, her şeyin zıddını düşünmek tabiî hale gelir. böyle de olsa, makul bulurum bu pek yüksek fikri…
  • müptezel ateistlerin her defasında anlamayıp çamur attığı felsefi konu.
    ilk neden, her ne kadar kendi başına bir ispat olmasa da, tanrının varlığı lehine gayet makul ve mümkün bir yorumdur. ilk neden'e muhalefet etmenin iki yolu var. ya evrendeki nedenselliği inkar edeceksin ya da bu nedenselliğin tanrı fikrinden bağımsız geliştiğini söyleyeceksin ki tam da bu noktada ateistler sıkışınca it doesn't necessarily mean'i defansa çağırıyor ama yemezler. tanrının en genel tanımı zorunlu varlık olmasıdır. öyleyse tamam işte allahlandınız. occam'ın usturasını kullanma ehliyeti sadece sizde yok. just because tanrının kötülüğe izin vermesi de doesn't necessarily mean he is evil. hadi bakayım o zaman.
    ilk neden, teleoloji, hassas ayar, eaan ve sair argümanlar gösteriyor ki teizmin de eli armut toplamıyor ve taptığınız obez hocalarınızın iki youtube vaazıyla çürütülmüyor öyle kolay kolay.

    fena bey çok güzel özetlemiş, şimdi tekrara düşmek olmaz ama ateistlere yolu yordamı da biz öğretelim. çünkü bunlar kadar insanı yoran başka bir tür yok. bari biraz yontalım. ilk neden'e rağmen de ateist olabilirsiniz. çünkü ilk neden islam literatüründe de allah'ı tenzihi haleldar kıldığı için sakıncalı bulunmuştur. kelamcılar bu problemi şöyle aşar. madde sonsuz olsa bile bu sonsuzluğun keyfiyetinin farklı olması icap eder. allah'ın zati sıfatıyla, yaratılmışların itibari sıfatı bir olamaz. bu bakımdan örneğin cehennemin sonsuzluğu allah'ın ebed sıfatına muhalif bir durum değildir derler.
hesabın var mı? giriş yap