• (bkz: fan fang)
  • su an cnbc e de gosterimde olan ve gayet basarili bulunabilecek diyaloglara sahip film..
  • ha bi de su var.. tum duygusal filmler fransizca olmali ki tadi ciksin.. anlamsan bile guzel.. evet i love french..
  • alexander aşkını kendi içinde yaşama olayını biraz fazla abartmıştır. insan bu filmden sonra aynayla kaplı bir duvarı varsa yan komşudan şüphelenmeye başlayabilir.
  • yok kardeşim, dağılın. yedik onu biz.
  • alexandre jardin kitabı. ülkemizde can yayınları tarafından yayınlanmıştır (94 ve 96 yıllarında 2 baskı). fransızcadan çeviren necla ışık. içeriğe deyinmeye gerek yok gayet güzel anlatılmış #1636179

    kitabın arkasından da biraz bilgi verirsek: yazarın 3üncü romanı, 21 dile çevrilmiş ve yazarına 25 yaşında "dünya dillerine çevrilen en genç yazar" ünvanını kazandırmış.
  • klişelerin hepsine karşıyım aslında. ama klişesiz yapamıyorum ve ekliyorum: "harbiden nasıl ve nerden başlayacağımı bilemiyorum"...

    çok hızlı, kesintisiz ve yorucu bir şekilde görüntüler akıyor gözlerimin önünden. boyutları, nitelikleri birbirinden farklı binlerce sahne görüyorum karşımda. aradan çekip aldıklarımdan şöyle bir kaç tanesinden yola çıkarak, anımsayışla damağımda oluşan tadı aktarmak istiyorum sadece ben...

    "ehehe =)"

    garip bir el alışkanlığıydı belki. iki nokta kapa parantez yerine eşittir parantez kullanmak. ama çoğu zaman yerinde kullanılmış bir gülümseyişi, belki kamera karşısında da farkedilecek bir kahkaha ufağını göstermeye yarıyordu. uzun süren bir yolculuğun son 100 kilometresi boyunca tabelalarda takip ettiğiniz rakamların değişimini gözleyip ve bir sonrakini beklemek gibi beklerdim bir sonraki eşittir kapa parantezi. ardı arkası gelmeyen chat loglarına yansıyacak hemen hemen her gülücükte, aslında kış mevsiminden çıkışın da etkisiyle daha derine kök salmaya başlayan bir tohumun yeşermesine benzer bir görüntü yatmaktaydı. kökler derine indikçe agresifleşiyor, kontrol dışına çıkıyordum, omuzlarımdan tutulup sarsılmama bile aldırmadan. işte kontrolümü kaybedişimin yegane sebebidir fanfan. ne taşıyor bilmiyorum üstünde, ama kontrolümü kaybetmeme bile sebep olabiliyor...

    "fanfan şimdi oturum açtı"

    ...bomboş bir cam yüzeye aval aval bakmakla özdeşleştiriyorum yalnızlığı çoğu zaman. bağımlılıkların tekil yüzünde yatan sebepsiz durağanlığın bitiş anındaki hareketleri ise hep bir "yeniden doğuş", ya da daha hafif söylemle "diriliş" olarak kabul ediyorum. ne zaman bu mesaj belirse karşımda, mesajın belirdiği andan, yine aynı mesajın aksi olan "... çevrimdışı oldu" mesajına kadar olan zaman aralığının silinişini görüyordum orda, burda ve şurda. döngüler daha kısıtlı ve karmaşık hale gelmiş ve dört bir yanımı kaplar hale gelmişti. hala aynı mutluluğu ve heyecanı yaşıyorum aslında itiraf etmek gerekirse. tek bir farkla; artık arada kalan zaman silinmiyor...

    "****** arıyor. cevapla?"

    ne düşünürdüm ya da ne yapardım hiç değerlendiremedim, ölçemedim. 5 yıldır görüşemediği annesi telefonda olan çocuk nasıl açarsa, tam kaybettiğine inanırken ikizinden telefon alan kişi nasıl cevaplarsa öyle cevaplardım her telefonu. duyulan sese yüklenen manâyla alakalı olarak gelişen her konuşmada aslında farkında olmuyormuş gibi es geçilen ama bilinçli ve istekli bir şekilde kabullenilen bir bağlanış vardı tekil tarafından bakarsak. sesimi çıkarmazdım bu tutulma karşısında, susa ve haz alırdım. bilmezdim sonrasında gerçekten ikiz olunduğunu, bir elmanın parçaları olunduğunu(yarım yarım düşünmeyin sakın. eşeleği ve geri kalanı olarak düşünün, klişe olmasın)...

    " ****** seçenekler: ara?"

    boş yere bile olsa, gereksiz veya önemsiz bir konu için bile olsa zırt pırt bir insanı aramanın saçmalığına inanmama rağmen, engel olmak mümkün değildi hiç parmaklarıma. aynı tuşlara sırasıyla basmak ve "dııııt...." sesini duymak, hiçbir antidepresanın yapamayacağı bir etki yapıyor, hiçbir tatlının vermeyeceği damak tadını veriyordu evet. oturup da "neden?" diye sorgulamakla bile uğraşmadım, gerek duymadım... hala da duymuyorum, turkcell'e domalıyor, mutluluğuma bir katman daha ekliyorum...

    "neden?"

    ben hiçbir zaman bulamadım aslında cevabı. ve burası sadece senin anlayacağın bir yer evet. cevabı bulmak istemiyorum ben. cevabı bulduğumda bitmesinden korkuyorum çünkü. korkağın biriyim, kendime acımak bile zor geliyor üstelik.

    "bişi sorcam"

    bunun bitmesinden de korkuyorum. yetersizlik hissiyatının altında asla performans anksiyetesi yatmıyor. bu korkunun altındaki tek sebep, yüklendiğim o misyonun ve belki imajın boşa çıkması ihtimali. izlenimlerin insanı çıkardığı kapıda yazan isim, içerideki kişi ile uyuşmuyorsa eğer, odayı terk etmek kaçınılmazdır değil mi? işte tam böyle bir şey... odanın tek kişiye ait kalması gözümü korkutuyor.

    "git"

    bu sözü duymanın bu kadar yaralayabileceğini bilmezdim ben. duydum evet daha önce de. ama bu kadar kafa karıştırabileceğini, bu kadar çok soru sorduracağını bilmezdim. ama yeni yeni çözüyorum aslında "git" denince kastedileni. "git" bazen "gel" olabiliyormuş, insan uzaklaşırken daha yakın olabiliyormuş...

    "candy"

    malèna'nın fotoğrafla dans ettiği bir sahne vardı, sen henüz izlemedin. o sahne aslında candy'nin benim için neye denk olduğunu anlatıyor. hep "var" olan, ama ortamda bulunmayana dair ne varsa, söz konusu kişinin yerini alıverir bir anda. candy, malèna'nın elindeki fotoğraftı hep. dersen ki "ben hep ordaydım", susarım...

    ikiz olmak

    belki de bu yüzden bunca sık çakıştık, çarpıştık. cambazlık gerçekten zor bir meslek, ve bir ipte aynı anda yürümek hayli zor bir iş. gerçi lafta olan bir ikizlikti bu biliyorum, ama ikiz gibi hissetmek bile zaten sıradanlığın ötesine geçmeyi sağlıyor.

    "acıktım"

    zaten böyle başlamadı mı her şey? açlık değil mi bizi karşılaştıran? bir parça hamur işine, eksik bir yanın tamamlanmasına, bir nefese, sese, dalgalı kura olan açlık. beraber acıkmanın tadına doyamadığımdan hep açım, her daim açım.

    "çeviri yapılır"

    içindeki koruyuculuğu bu haliyle korumak zorundasın sen. en doğal, en güdüsel tavırlarından biriydi bu da sanırım. belki yanlış bir pencereden bakıyorum, ama bu pencereden bile güzel görünüyor. kadın olmak zor bir iş gerçekten.

    "hiyaaaiiiiiiiiii"

    çocuğunu sever gibi, dünyanın en güzel bebeğini sever gibi, dünyanın en güzel kadınına bakarken iç çeker gibi bağırmak bu evet. avuçlar arasında duran bir insan kafasının hafif hafif sallanması ile beraber olunca, sesi çıkaranın da akciğerlerinin arasında titreşim yaratan bir efekttir. bir anda tüm birikeni püskürtmek, ardı arkası kesilmeyen bir bağırışla gözlerine bakılan kişinin kulaklarından içeri kaçmaktır.

    "bak güneş doğuyo"

    evet, her rüyanın sonu var. söyleyecek sözüm olabilir mi?

    "korsan doktor"

    kırılırdım bazen. anlatmamın kesinlikle imkansız olduğunu bildiğim bir kırgınlık bu. asla kaldırılamayacak bir ithamın altında ezilip, ithamın gerçekdışı olduğunu ispat edebilecek kadar delile sahip olamayışın acısıyla kıvranmaktı, ve arkasından da kırılma yoluna gitmek, savunma olarak kırılmayı seçmekti. ama nedense hiç 10 saniyeden uzun tutamadım kırgınlığı. bunu sağlayan büyüyü nerde yaptırdığını söylediğinde, 50 tane film vercem bak söz.

    neden hala yazmaya devam ettiğimi bilmiyorum. yazdıklarımın hiçbir şey ifade etmediğini bile bile, içimden gelenlerin burada olup olmadığından şüphe edeceğinin farkında ola ola yazıyorum inatla.

    ve emin ol ki fanfan; içimden gelenlerin hepsini buraya yazamam. içimden gelen her şeyi buraya yazıp kaybetmeyi göze alacak kadar cesur, içimden gelenleri olduğu gibi aktarabilecek kadar kelimelere hakim, içimden gelenlerin sınırlarını belirleyebilecek kadar da geniş görüşlü değilim. sadece ikizimi anlatıyorum ben, en büyük acılarımın sebebi olan, ama tırnağım gibi, asla ayıramayacağım ikizimi. kapalı gözlerdeki gülümseyen bakışlara verdiğim önemi bilen, ve tüm düşüncelerimin etrafını kaplayan balonun patlamamasını sağlayacak kadar kontrollü olacağıma inanmasını istediğim kişidir fanfan.

    son vermeye karar verdiğim bir birikimin ayakta kalmasına yardımı dokunan 2-3 kişiden biridir fanfan. bir daha ölsem bu dünyaya, doğup gitmek isterdim kucağında...
  • okurken "hadi amaa,hadi ama,hah şimdi,tüh yine demedi" gibi iç konuşmalar yaptıran alexandre jardin'in sonradan filmi çekilmiş bir kitabıdır.
  • izlediğim en tatlı aşk filmi
  • aşkı koruyabilmek adına şimdiye dek anlatılanlardan çok daha az ama çok daha öz aşk'ı anlatan,
    ancak gerçek hayata bu anlatılanların hemen hiç birinin montajlanamayacağı yumuşacık bir film.
    türkiyedeki sinemalarda gösterime girmemiş olması ise büyük kayıptır.

    --- spoiler ---

    - seni terk ediyorum!
    - terk mi ediyorsun?
    - evet, terk ediyorum. beni tekrar kazanmak için akşama kadar vaktin var. seni her sabah terk edeceğim.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap