• yıl 1999,ağustos ayı. sıcak, çok sıcak bir hava. ankara'dan yeni gelmişiz. tüm komşular bizde. sürekli bir gün ortamı. sürekli başlarına gelen ya da duydukları doğaüstü hikayeleri anlatıyor yaşlı başlı teyzeler. ölümü, ölümden sonraki hayatı. o hikayeler beni korkutuyor, çok korkutuyor hem de. aslında korkunç bişi de anlatmıyorlar. etkileniyorum sadece. kalp gözü gibi şeyler yeni yayınlanmaya başlamış. onları görünce bile korkuyorum. ama psikopat gibi de izliyorum orası ayrı. annem ''korkma'' diyor ''hem gerçek değil onlar, inanma.'' daha oyuncaklarıyla oynayan küçük bir çocuk için ölümü anlamak zaten çok fazlayken, bu hikayeler geceleri kabus görmemi sağlıyor. ağlayarak annemin yanına koşuyorum her gece. onun o sıcacık kollarında sakinleşip uyuyorum. ölümden ve sonrasından korkuyorum.

    yıl 1999, ağustos ayı. başka bir şehirde, başka bir çocuk. tatilden yeni gelmiş. huzurlu mutlu,evine kavuştuğu için.

    yıl 1999, 16 ağustos'u 17 ağustos'a bağlayan gece. sallanarak uyanıyorum. sadece benim başıma geldiğini düşünüyorum. bu da bir kabus, ama bu kadarı da fazla. ''durun'' diyorum içimden ''durun, yeter!!'' bağıramıyorum. annemler uyanmasın diye. o küçücük aklım depreme de ermiyor. okulda öğrenmişiz tamam ama hiç yaşamamışız ki,o panik halinde nasıl mantıklı düşüneyim, cezalandırmaya geldiler beni işte.

    annemlerin sesi geliyor içerden. yine yanlarına gidiyorum ağlayarak. zaten ben gidene kadar annem kapıma gelmiş kucaklıyor beni. ''korkma'' diyor ''korkma geçti''. burnum kanamış, üstüm başım kan içinde. babamsa abimin yanına koşuyor. abim bilgisayara dalmış, daha yeni uyumuş. hissetmemiş bile. uyanmıyor bir türlü, derin uykuda.

    balkona çıkıyoruz, herkes balkonlarda deprem olmuş diyor. kimisi aşağıda, sokakta oturuyor. ''aşağı inelim mi, inmeyelim mi?'' derken bi 10-15 dakika geçiyor. o sırada artçısı gelse hepimiz balkondayız. aşağı iniyoruz. bu sefer kaldırımda oturmaca. daracık sokakta 1 apartman yıkılsa hepsi gider, domino taşı gibi. ama kimse bunu düşünmüyor. kimse ne olduğunun farkında değil. elektrik de yok. uyku sersemi herkes. kimse ne yapacağını bilmiyor. ne eve girebiliyorlar, ne arabaya binip çekip gidebiliyorlar, bir arada olmak istiyorlar, birini bırakıp gitmek olmaz. sadece oturuyorlar orda.

    sonra birisi dükkanını açıyor, televizyon çıkartıyor sokağa.hepimiz toplanıyoruz başına. deprem olmuş. ilk görüntüler. hangi şehir? ne durumda? altyazılar geçiyor. kocaeli, izmit, adapazarı, gölcük.. sadece bir isim adapazarı. bu onun yaşadığı şehir değil mi?

    anaokuluna başladığım ilk gündü, diğer öğrencilerden birkaç hafta geç başladım. beni onun yanına oturtturdular. ''roo sana emanet. güzel güzel oynayın tamam mı?''

    oynadık güzel güzel. oynamaz mıyız? benim tam tersimdi. ben ne kadar sessizsem, o, o kadar konuşuyordu. ben ne kadar içe kapanıksam, o, o kadar dışa dönük. enerjisi hiç bitmeyen çocuklardandı. ilkokulda da beraberdik. bir iki yıl sonra babasının tayini çıktı ve taşındılar.

    yeni evlerini sevmişlerdi. her geldiklerinde mutlulukla anlatıyorlardı. ama yine de bursa'yı özlüyorlardı. belki de tekrar döneceklerdi. en son geldiklerinde görememiştim pek fazla. okuldaydım. eve geldiğimde merdivendeydiler, gidiyorlardı. doğru dürüst konuşamadık bile.

    elektrik yine gidiyor televizyon kapanıyor. herkes şaşkın. gözler dolu. arabasına binen uzaklaşıyor bu sefer. sabah sessiz, şehir sessiz. ambulanslar yola çıkmış. onlar bile sessiz.

    günler geçiyor. o şok geçmiyor.
    ölen sayısı giderek artıyor. deprem bölgesinden gelenler anlatıyor gördüklerini. bir anons yapılıyor. millet sokakta uyuyor. ambulanslar geçiyor sessiz sedasız. hastanelerde yaralı insanlar. annesiz, babasız kalmış bebekler, çocuklar. ölüler.
    bu sefer deprem hikayeleri. ''ışığı gördünüz mü?''. ''yıldızlar karman çormandı.''.''eleğin içine taş koyarsın da sallarsın ya işte öyle sallandı.''

    her gün haberleri izliyoruz ağlayarak. ''sesimi duyan var mı?''
    ''bu gün biri daha kurtarılmış enkazdan. bu bir mucize.''

    onlardan haber yok hala. bir umut yaşıyorlardır belki.

    bir gün telefon çalıyor. annem konuşurken ağlamaya başlıyor. yüzüme bakamıyor. ''’kurtulmuş mu? sakat mı, yaşıyor mu?'' ama ağlıyor, ben de ağlıyorum, telefonun diğer ucundaki de.

    hayır hiç biri kurtulmamış. o gece tatilden yeni gelmişler. enkazdan ilk çıkartıldığında nefes alıyormuş. ama…
    ve ben ölüm denilen acı gerçeği artık öğreniyorum.

    bir 11 yıl daha ,bir 11 yıl daha yaşamaya hakları yok muydu? beraber büyüseydik ya minik cadım.
  • toplumumuzda derin izler bırakan bir tarih. lakin gerekli derslerin çıkartılıp çıkartılmadığı şüpheli. misal bina yapımı sırasında denetleme işlerini yürüten yapı denetim firmaları önce anlaşma yoluyla şirketten hakları olan parayı alıyor, sonrasında aynı para üzerinden belirli bir yüzde kesip geri iade ediyor. böylece iş belediyenin yaptığı işi üstlenme'den çıkıp tamamen ticari bir faaliyete dönmüş oluyor. insanların güvenliği yapaı denetim şirketleri ile inşaat şirketlerinin belirlediği yüzdeler üzerinden belirleniyor.
  • unutursam bi gün, bi gece ansızın kendisini hatırlatır diye korktuğum. ***

    (bkz: sesimi duyan var mı)
  • türkiye'nin kara günü. tekrarlanacak, biliyorum ve bu yüzden çok korkuyorum. ama elden bir şey gelmiyor; insan hayatı bu ülkede sudan ucuz!
  • " yarın erkekliğe adım atacaksın, koca herif olacaksın." diyorlardı benim için. 9 yaşındaydım. ertesi gün sünnet olacaktım. çok acıyacak mı diye soruyordum, hiç birşey olmaz merak etme diyorlardı. ama onların küçümsediği kadar basit birşey olmayacağını, çok canım yanacağını ve çok kan akacağını düşünerek yatağıma yatmıştım.
    o dönem balıkesirde oturuyorduk ama sünnetimi ankarada yaptırmaya karar vermişti annemler. dayım da doktor olduğu için, bildiği, tanıdığı, güvendiği bir genel cerrah sünnet edecekti beni. anne tarafının çoğu zaten ankaradaydı. dedem, babaannem ve küçük halam birlikte değirmenderede yaşıyorlardı. sünnetim için ankaraya gelmişti onlar da bir gün önceden. ankarada yaşayan diğer halamda kalıyorlardı...

    gece heyecandan gözüme uyku girmiyordu. sürekli yarını düşünüyordum. acaba dedikleri gibi basit birşey miydi insanın etinden et kesilmesi? yarın er ya da geç öğrenecektim nasıl olsa. bunları düşünürken yeni uykuya dalmıştım ki, annemi hayatımda hiç duymadığım kadar korku ve endişe dolu bir sesle bana seslendiğini duyup aniden uyandım. annem babam ve ben oturma odasında yatıyorduk. anneannem ve kardeşim ise anneannemin odasında. gözlerimi açtığımda ilk olarak avizenin oynadığını farkettim. annem kapının girişinde durmuş, sırasıyla bir benim bir babamın adını sayıklıyordu.

    -alper... aras...alperrrrrr...aras...gel oğlum korkma yavaşça gel.

    kalktım ve usulca annemin yanına gittim. hep duyduğumuz ama hiç başımıza gelmez dediğimiz deprem dedikleri şey buydu demek ki... az sonra sarsıntı yavaşladı ve durdu. annem diğer odaya gitti kardeşimi ve anneannemi kontrol etti. hepsi sarsıntının şaşkınlığı içerisindelerdi ama iyilerdi allaha şükür. hep birlikte salona geçtik. annem ve anneannem dışarı çıkmaya niyetlenseler de babam soğukkanlılığıyla ikisini de yatıştırdı ve bi süre sonra tekrar uyuduk.
    ...
    sabah oldu. ben hastaneye gittim sünnet oldum. evet kanadı, ama uyuşturulduğum için hiç canım acımadı. bende operasyon sırasında hiç ağlamadım. güle oynaya anneannemin evine geri döndük. teyzelerim, halalarım, anneannem, babaannem ve dedem beni bekliyorlardı evde. babaannem gözyaşları içerisinde kapıdan girer girmez boynuma sarıldı. depremin merkezinin gölcük olduğunu orada öğrendim. eşi dostu aramışlar, binada bazı çatlaklar varmış ama apartmanları yıkılmamış. dedeme baktım. gözlüklerini çıkarmış, cebinden asla eksik etmediği işlemeli mendiliyle gözyaşlarını siliyordu.

    -aslan torunum, ben o sarsıntı sırasında bina yıkılmasa bile kalpten giderdim. hayatımızı kurtardın.

    halam ertesi gün direkt değirmendereye döndü. evin içi deyim yerindeyse savaş alanı gibiymiş. komidinin üzerinden yere düşüp parçalanan televizyon... banyonun bir ucundan sürüklenip kapının açılmasını engelleyen çamaşır makinesi. kırılan dökülen onca bardak çanak süs eşyası, salon girişinde ve oturma odasının ortasında dev çatlaklar...

    bir gece önce en büyük korkum sünnet olurken canımın acımasıydı. çok ağlar mıyım diye düşünüyordum. ne canım yandı, ne de ağladım. ama eve döndüğümde o yaşlı insanları o halde gördüm ya, ağladım ben. hıçkıra hıçkıra ağladım. sevdiğin, uğruna canını verebileceğin o yaşlı, tonton insanları öyle gördüm ya, yüreğim acıdı.

    bu gece o acı depremin 11. yıldönümü. bugün hala ağustos ayının başlarında oralara yolunuz düşerse, o günü yaşamış insanların yüzlerinde bir burukluk, durgunluk gördüğünüzde şaşırmayın. kolay değildi o günleri yaşamak. hiç kolay değildi.

    allah o gün bir şekilde sevdiklerini kaybedenlere sabır ve başsağlığı versin. ölenlere de allahtan rahmet diliyorum. iyi geceler.
  • devlet, uyuyordu.
    ne olduğunu, nerede olduğunu bilemedi.
    3:02'den sonra yaklaşık bir buçuk saat daha uyudu.

    iletişim altyapısı, göçtü.
    kimse kimseyi ne arayabildi, ne sorabildi.
    çok övünülen iletişim şebekeleri, alternatifleri olmadığı için uzun süre sustu.

    binalar, çöktü.
    işbilmez, gözünü para bürümüş ellerde deniz kumundan yapılan mukavemetsiz binalar bir bir yıkıldı.

    nice canlar vardı.
    kimisi enkaz altında hayatını kaybetti, kimisi enkaz altından kurtularak hayata tutundu.
    o günün yaşattığı büyük acıyı yüreklerine hapsederek hayatlarına devam etti.

    insanlara mezar olan binaları yapanlar.
    bazılarının davası zaman aşımına uğradı, bazıları tazminatla yırttı, bazısı da kısa ve indirimli ceza süresini doldurup cezaevinden çıktı.

    kızılay, sınıfta kaldı.
    köhnemiş, su alan çadırları ve çürümüş teçhizatıyla yardıma muhtaçtı.

    saatler, her birine umut bağlandı.
    geçen her saatle umut arasında şiddetli bir mücadele yaşandı.
    enkaz altından sağ salim çıkan her can umutları yeşertti.

    "sesimi duyan var mı?" nidaları, her yerde yankılandı.
    kulaklar beton ve moloz yığınlarına dayandı.
    o anlarda etraftaki tüm insanlar, makinalar, mahlukat ve tabiat sustu.

    toplanan yardım paraları.
    akıbetleri, ne kadarının alaşağı edildiği ve ne kadarının hizmet için harcandığı hiçbir zaman bilinemedi.

    gözyaşı, sel olup aktı.
    ben ağladım, sen ağladın, biz ağladık, herkes ağladı.

    zaman, acıları unutturmak için çabaladı.
    bizlere unutturmadı.
    lakin, deprem konusunda ders ve önlem alması gereken kişilere, unutulmaması gereken şeyleri bir bir unutturdu.
  • 11 sene geçse de hala hiçbir şeyin inat ve esasen rant uğruna değiştirilmediği görülen, memleketim insanının bir daha yaşamasını istemediğim, kim ne derse desin ancak yaşayanın ve acısı olanların bileceği, unutturulmaya ve alıştırılmaya çalışılsa da unutulmayacak kara gündür.
  • bu facidan cok onceleri bir erzincan ve adana depremleri vardir. o depremler da benzer kayiplara yol acmis ve istanbulun ve turkiyedeki diger deprem bolgelerinin onemi konusulmustu. ozetle o zaman bile kimseyi umursamayan hukumet bununla beraber yine birseyi umursamamistir. turkiyenin ekonomik acidan en onemli yerlerinden biri olan istanbulda da bu deprem yasandiktan yillar sonra zihniyet yine ayni akalcaktir tum ulke dibe vurmus olsa bile. ozetle yasayanlara cok sey ogretmistir. yasayamayan ve uzaktan seyreden devlet erbabina ve diger bir cok sorumlu insana ise birsey ogretmismidir bilinmemektedir.
  • rizeden bir gurubun bir minubuse binerek yardima kostugu gecedir. istanbuldan kalkan bir gonullunun arabaya doktorlari doldurup yalovaya sefer yaptigi gundur. izmirden bir taksinin ailesini merak eden bir babayi yalovaya can hira$ getirdigi gundur. kan kokusu icinde umudunu yitirmeden tirnaklariyla enkazlarin kazildigi geceydi. enkaz altindan cikarilan bir yabanci icin mutluluktan aglamakti.
  • sıcaktan uyuyamadığım bir gecede, ranzanın çubuklarına tutunarak yataktan düşmemeye çalışmıştım. uyuyamamam sebebiyle ateri oynuyor olsam vitrin üzerime devrilmiş olacaktı. belki bunları yazamayacaktım. düzce'ye vurduğu darbe yetmemişti demek ki; bizlere hatırlanacak, unutulmayacak bir de 12 kasım yaşattı.
hesabın var mı? giriş yap