• "neden isviçre vatandaşı değilim?" diye üzülüp depresyona girmek istemeyenlerin gidip görmemesi gereken, kendisine kısa sürede aşık olduğum isviçre şehri.
    yıllardır içimde bir ukte olarak kalmıştı isviçre; neden bilmiyorum aslında kendisinin öyle fazla reklamı da yapılmıyor. sanırım etrafındaki ülkeleri görüp bir tek orası benim için gizemli kaldığı için bu kadar istediğim bir yerdi.

    nihayet geçtiğimiz perşembe amacıma ulaştım, gitmeden önce zürih ile ilgili bir sürü olumlu ve olumsuz yorum okudum. en olumsuz yorum şehrin ne kadar pahalı olduğu ile ilgiliydi. en olumlular ise insanlar hakkındaydı. şu an erasmus'ta olduğum düşünülürse diğer birçok erasmus öğrencisi gibi az parayla birkaç şehir yerine biraz fazla para bayılıp isviçre'yi görmeyi tercih ettim. ve benim gibi düşünen beş arkadaşla zürih serüvenimize başladık. gitmeden önce hepimiz acaba boş yere mi bu kadar para verdik telaşına kapıldık tabii, sonuçta zürih çok küçük bir şehirdi ve oradan diğer şehirlere gitmek de biraz pahalı olduğundan (ve artık daha fazla para harcamak istemediğimizden) üç gün boyunca sadece zürih'te vakit geçirecektik.

    neyse efendim, hamburg'dan zürih havalimanına gittiğimiz an bile havalimanındaki insanları gözlemleyerek farklı bir yere geldiğimizi idrak ettik. insanlar diğer avrupa ülkelerinden daha farklıydı; daha güler yüzlüydü, daha kibardı, daha iyi giyimliydi... bunlar ilk izlenimlerimiz oldu. havalimanından oteli bulmaya çalıştığımız süre boyunca yol sorduğumuz herkes inanılmaz yardımcı oldu bize, hatta bir adam internetimiz olmadığını söylediğimiz an kendi telefonundan bize haritayı açtı ve bir kağıt kaleme izlememiz gereken yolu aynen çizdi.

    açıkçası gelir gelmez keyfimiz hemen yerine geldi, erasmus yapıyor olduğumuz kuzey almanya şehri olan bremen'de sabah bir dereceyken yola çıkmıştık ve zürih'e geldiğimizde hava yirmi bir dereceydi ve ilkbahar sonuna kadar hissediliyordu.

    peki bu kadar pozitif bir moda girmemizin tek sebebi hava mıydı? tabii ki hayır, nasıl anlatılır bilmiyorum ama şehrin her tarafında huzur ve güven duygusu hissediliyor. huzur dediğimiz olay resmen somut bir kavram olmuş. ve orada yaşayan insanlar da ne kadar güzel bir ülkede yaşadıklarının farkındalığıyla bir gurur duygusu içerisindeler. mutlular, şanslı olduklarını biliyorlar ve bunu pozitif bir şekilde dışarı yansıtıyorlar.

    peki şehir çok mu güzel? güzel ama çok daha güzellerini de gördüm. ama kesinlikle yaşam kalitesi olarak bundan öte bir ülke/şehir görmedim.

    nereleri gezilmeli peki? turistlere uygun alanlar çoğunlukla şehir merkezinde. bürkliplatz denilen geniş bir zürih gölü manzarasına sahip olan meydan huzur bulmak için birebir. bellevue tarafına doğru baktığınız zaman yüzen kuğular ve ördekleri görebiliyorsunuz. hava güzelse insanlar göle yakın bir şekilde oturup bu hayvanları besliyorlar. ayrıca orada oturup temiz göl görüntüsünün ve gelen geçen teknelerin keyfini çıkarabilirsiniz. bu mekanın tam karşısına denk gelen alanda ise birçok yeşillik alan var, yürüyüş ya da koşu için epey ideal bir alan. aynı şekilde zurichhorn civarındaki park da kafa dinlemek için mükemmel bir yer. içinde çocuklar için özel bir alan var, çocuk parkının her tarafı kumlarla doldurulmuş, çocukların düştüklerinde canları acımasını engellemek için. bizim ülkedeki beton zeminli çocuk parklarını düşününce içim acımadı değil.

    en güzel alanlar nereleri peki? şahsen benim favorim limmat, yani gölden sonra gelen kanalın çevresi oldu. rathaus yakınlarında bir yerde bankta oturup karşı tarafın yani st. peter kirche ve fraumünster kirche manzaralarını izlemek epey güzel. burası özellikle gece vaktinde çok daha güzel bir hale bürünüyor. son gecemde şansa sokakta akordeon çalan bir genç ile bu manzaradan müzik eşliğinde epey keyif aldım.

    bu arada grossmünster kilisesi de görülmesi gereken yerlerden biri; buradan öğrenciyseniz 2 frank, değilseniz 4 frank vererek kulenin tepesine çıkıp tüm zürih'i oradan görebilirsiniz. bunu kesinlikle tavsiye ederim ama ilk başta olan dar merdivenlerle hafif klostrofobik bir ortamı var, bunu önceden belirteyim ama yukarı çıktığınız zaman tüm her şeye değiyor doğrusu. bunu yapmazsanız da şehrin bazı noktalarında tepeler var; en azından buralardan birine gidip şehrin tepeden görüntüsünün keyfini çıkartmalısınız.

    şehrin şüphesiz en zengin gözüken yeri bahnhofstrasse. burası baya pahalı bir alışveriş bulvarı, etraftaki mağazaların birçoğu dünyaca ünlü markalar. louis vuitton, channel, tiffany, dior, cartier, armani, burberry, hermes ve dolce & gabbana gibi bir sürü marka mevcut. ve insanı hayrete düşüren şey de bu mağazaların deli gibi bir alışveriş trafiğine sahip olması. bizdeki gibi içeride sadece 2-3 kişi olmuyor, baya baya insanlar buralardan alışveriş etmek için sıra bekliyorlar. ülkenin zenginliğini o vakit bir kez daha anlıyor insan. neyse, bu sokaktan yukarı doğru yürüdüğünüzde en sonunda hauptbahnhof'a yani ana tren istasyonuna ulaşıyorsunuz. açıkçası zürih'in tren istasyonu şimdiye kadar gördüklerimden en güzeliydi.

    bir de old town'ın tüm sokaklarını gezmek lazım. ara sokakların bazıları darlıkları sebebiyle bana venedik'i anımsattı. ve bu sokaklarda çok güzel butik dükkanlar bulunuyor.

    ama dediğim gibi beni etkileyen şehirdeki yerler değil, insanlar ve düzendi. toplu taşımada en çok kullanılan şey tramvaylar. benim orada geçirdiğim üç gün boyunca tramvaylarda hiçbir gecikme yaşandığını görmedim. hepsi tam vaktinde istasyonlarda olmayı başarıyorlar. ayrıca tramvayların içi de renkli ve bu yüzden çok güzel bir hava katıyor.

    başka güzel şeylerden biri de isviçre'deki suyun tertemiz olması. neredeyse her sokakta bir musluk/çeşme var. isterseniz direkt ağzınızla oradan içersiniz ya da pet şişenizi bu suyla doldurursunuz. ve diğer avrupa şehirlerindeki lezzetli su probleminden sonra burası mükemmel kalıyor. suyu gerçekten çok lezzetli ve taze, çünkü direkt dağlardan geliyor. insanın içtikçe içesi geliyor.

    etrafta dolaştığınız zaman sürekli kuş cıvıltıları duyuyorsunuz ve bu da size aslında kalabalık bir şehirde olduğunuzu unutturuyor.

    taksilerin birçoğu en azından mercedes gibi şık arabalar. ve birçok şoförün takım elbise giydiğine şahit oldum. ve bu gözler dışarıda bekleyen taksicinin binecek olan kadın müşterisine "buyrun madam." diye kapıyı açtığını gördü. istemsiz olarak istanbul'daki taksicileri düşündüm ve bir kez daha içim acıdı.

    insanların giyim kuşamına dikkat ettiğimiz zaman ise buranın kesinlike avrupa'nın en şık insanlarından oluştuğuna karar verdik. kadınların birçoğunda topuklu ayakkabı görmek mümkün, erkeklerin ise en az yarısı takım elbiseyle dolaşıyorlar. en sade giyineni bile inanılmaz bakımlı ve düzgün gözüküyor. tabii arada bazı kılıksız giyinenler de yok değil, bir de sanırım zürih'te hafif bir hippi akımı da mevcut. ama onun dışında geri kalanlar epey şıklar. giyimlerde italyan ve fransız akımının karışımı mevcut, almanlar gibi üstlerine ne bulurlarsa geçirmiyorlar. (almanlar şimdiye kadar gördüğüm en zevksiz giyime sahip olabilirler)

    ve diğer birçok avrupa ülkesinin aksine neredeyse her yerde ingilizce yazılar var. birçok yazı/uyarı 4 dilde de yazıyor; almanca, fransızca, italyanca ve ingilizce. burada birine "ingilizce biliyor musunuz?" diye sorduğunuz zaman bu da sorumu dercesine suratınıza bakıyorlar ve "tabii ki de..." diyorlar. en gencinden en yaşlısına kadar herkes ingilizce biliyor sanırım. soru sorduğum kimsenin ingilizce bilmediğine şahit olmadım.

    daha önce de dediğim gibi herkes inanılmaz yardımcı. turistlere karşı çok iyiler, ikinci günümüzde rathaus'a (belediye binası) gidip meclis üyelerinin toplantısını izledik. (evet, tepeden onları izleme şansınız mevcut.) birkaç dakika onları izledikten sonra ara verdiler ve biz de binadan çıkmaya karar verdik çünkü orası hariç pek bir yeri gezmenize izin vermiyorlar. tam çıkacakken bir tane meclis üyesi adam bize rathaus'u beğenip beğenmediğimizi sordu. biz de beğendiğimizi söyleyip daha fazla bir yeri gezip gezemeyeceğimizi sorduk. adam bunun üzerine "tamam o halde, ben size biraz etrafı gezdireyim." deyip normalde bizlerin girmesinin yasak olduğu yerlere götürdü ve birkaç adamla da tanıştırdı. bu esnada bize isviçre'de yasaların nasıl olduğuna, meclisin nasıl işlediğine dair fazlan bilgiler verdi. bizi yarım saat kadar gezdirdikten sonra özür dileyerek molasının bittiğini, toplantıya geri dönmesi gerektiğini söyledi. şimdi bir düşünün t.b.m.m.'ye gidiyorsunuz ve bir milletvekili size orayı beğenip beğenmediğinizi soruyor. siz de beğendik ama başka gezecek yer yok mu ya edasıyla takılıyorsunuz. o da size "durun o zaman, benim sadece yarım saat molam var ama o esnada dinlenmek yerine size etrafı gezdireyim ve sizi bilgilendireyim." diyor. düşünemediniz değil mi? çünkü böyle bir olayın türkiye'de olma olasılığı sıfıra yakın.

    polisler/güvenlik görevlileri bile çok farklı bu ülkede. hepsi size inanılmaz nazik yaklaşıyorlar, mesela hamburg havalimanında kontroldeki güvenlikler size her şeyi emretme havasında söylüyorlar: "montunu çıkart, kontrolden geç, kollarını kaldır, ayakkabını çıkart." vb. zürih havalimanındaki güvenlikler ise "montunuzu çıkarır mısınız lütfen, kontrolden geçer misiniz?" vb. havasındalar.

    çikolatalarına değinmeyeceğim bile...

    bu arada asgari maaşın 3400 frank olduğunu söylemiş miydim? o yüzden ülke bize pahalı ama çalışanlar için pahalı değil.

    sanırım isviçre/zürih hakkında sayfalarca yazı yazabilirim. beklentimin çok çok çok daha üstünde bir yerdi. adamların ülkelerini biraz gizlemek istediklerini düşünüyorum, zira turizm açısından çok fazla reklam yapmıyorlar. bence insanların gelip onların ne kadar güzel yaşadığını fark edip bir şekilde oraya yerleşmelerinden korkuyorlar. bana göre isviçre vatandaşlığı en üstün vatandaşlık bence. düşünsenize deli gibi para kazanıyorsunuz, ülkeniz zengin-huzurlu-mutlu, başka ülkeye gitseniz her şey sizin için çok ucuz. krallar gibi yaşıyorsunuz. daha ne istersiniz ki?

    *son olarak altı arkadaş zürih'ten hamburg'a döndüğümüz an baya depresyona girdik. hani bunu söylemek ne kadar doğru ama isviçre'den sonra almanların hiç medeni olmadığına, kaba olduklarına, giyimlerinin çok kötü olduğuna vb. karar verdik. bir arkadaşın yorumu "isviçrelilerden sonra almanlar gözüme köylü gibi gelmeye başladı." oldu. kim bilir biz buradan almanya'ya değil de türkiye'ye gitseydik ne hissederdik? kültür şokunun alası...
  • son dört günümü geçirdiğim bu şehir hakkında ben de çok uzun şeyler yazabilirim belki, belki çoktan da fazla ama biraz kısa kesicem bu sefer. isteyen mesaj yollayıp sorsun merak ettiklerini, özelden cevaplarım..

    kısaca; burayı görmeden avrupa'nın geri kalanını görene avrupa cennet gelir. ama burayı görüp avrupa'nın geri kalanını gören için avrupa yozgat gibidir.

    o kadar muhteşem bir yer işte..
  • bir kac yabanci ulke gormus bir insan icin hic de eglenceli olmayan, hic bir gorsel farklilik sunmayan bir sehirdir. ne alisverisin en iyisini yapabilirsiniz, ne yemegin en iyisini yersiniz, ne de saray-muzenin en iyisini bulursunuz.

    fakat sehirdeki insanlarin yasam sekli -ki iste bunu sehir sagliyor- gercekten takdir edilesidir ve kiskanilasidir. ama bunun da oyle kolay kolay standart bir seyahatle farkina varamazsiniz ne yazik ki. uzun bir sure zurih'te gercek bir isvicreli gibi yasamaniz gerekir.

    eger yolunuz dustuyse, bu olayin bir demosunu tecrube edebilmek icin derim ki bir aksam, ertesi sabah yaniniza alacaginiz takim elbiselerinizi hazirlayin. 22:30 gibi yatin. haftaici gece gec saatlere kadar kalmak calisan isvicreliler'in yapacagi bir sey degildir. sabah 5:30'da kalkin, tirasinizi olun ve esofmanlarinizi giyip, dun aksamdan hazirladiginiz takim elbiselerinizi de yaniniza alip saat 6-6:30 gibi sehirdeki kapali yuzme havuzlarindan birinde olun. otelinizden, kaldiginiz yerden havuza olan guzergahi da onceki aksam internetten cikartmis olun. o saatte acik olan 2 tane var zaten: hallenbad oerlikon veya hallenbad city. orada o saatte yuzme takimlarinin yani sira, guzel arabalarini park alanina park etmis son derece elit isadamlari ve iskadinlari goreceksiniz sabah sporunu yapan. sayilari da epey fazla olacak. 1 saat kadar sporlarini yapacaklar, sonra yanlarinda getirdikleri takim elbiselerini, kiyafetlerini giyip islerine gidecekler. bazilari da o sik kiyafetleriyle tertemiz otobuslerine binecek. siz de gonul rahatligiyla kullanabilirsiniz bu otobusleri falan; fakir damgasi falan da yemezsiniz. kahvalti olarak da gipfeli ve kahve yaptiniz mi tamamdir. zurih'lilerin gunluk rutinlerinden bir kesit yasadiniz.
  • işbu entry'de resimli anlatımını yapacağım şehir. böylelikle isviçre'nin en büyük, en yaşanabilir, en renkli, en pahalı şehrinde nereye giderseniz ne göreceğinizi aşağı yukarı bilmiş olacaksınız.

    öncelikle şunu söyleyim, ben bu şehrin sokaklarında dolaşırken tesadüfen messi'yi gördüm, hatta yanında da neymar vardı. inanmadınız değil mi? işte size kanıt. tesadüfen ballon d'or ödül töreninin yapıldığı otelin sokağına gelmişim. biraz daha beklesem bütün ünlü futbolcuların şu sahneden geçişini görebilirdim fakat aralık ayında donarak ölmekten korktuğum için bekleyemedim.

    şunu da not edeyim, geçirdiğim zaman boyunca anladığım kadarıyla galiba isviçre'liler biz türkler'i pek sevmiyorlar. yine de sokak arasında bir duvarda şu resmi görmek çok güzeldi.

    şimdi şehre geldiniz, otobüsle de gelseniz trenle de şehir merkezinde ineceksiniz. şehir merkezinde hemen her büyük avrupa şehrinde olduğu gibi koca bir tren istasyonu var yani bahnhof.

    trenden indikten sonra bahnhoftan çıkabileceğiniz 2 çıkış var. shilquai tarafından çıkarsanız eğer büyükçe bir yapıyla karşılaşacaksınız. burası isviçre ulusal müzesidir, yani schweizerisches nationalmuesum. diğer taraftan çıkarsanız da isviçre'nin ve dünya'nın en pahalı caddelerinden birisi olan bahnhofstrasse'ye gelmiş olursunuz. bu taraftan çıkmanız daha iyi olur çünkü doğrudan şehrin en merkezi yerine çıkmış olacaksınız. bahnhofstrasse'de biraz yürüyüp 300 bin franklık saatlere bakarak şehir gezinize başlayabilirsiniz. geniş bir cadde burası. dünyanın en ünlü markaları var. her şehirde bir tane oluyor bunlardan, bilirsiniz.

    burada biraz oyalandıktan sonra eski şehir merkezine geçerek biraz gezinip tarihi evlere bakabilirsiniz. burada şu tarz evlerle karşılaşacaksınız, bunun gibi fotoğraflık karelere rastlayacaksınız. eski şehir bölgesinde üç önemli kilise bulunmakta. bunlardan en büyüğü ismiyle müsemma olan grossmünster. diğeri yeşil kubbesiyle meşhur olan fraumünster ve sonuncusu da st. peter kirche. üçü de gidilip gezilebilir. özellikle grossmünster'e çıkıldığında inanılmaz bir manzara var. st. peter kirche'nin saati ise avrupa'nın en büyük kilise saatidir.

    buraya kadar gezdikten sonra yorulduğunuzu düşünürsek lindenhof tepesine çıkıp şu manzarayı izlerken dinlenmeniz çok yerinde olacaktır. lindenhof tepesi benim de zürih'te ilk gezdiğim yerlerden birisi ve çok nezih bir yer.

    bu arada ne yiyeceksiniz? tabii ki isviçre'nin meşhur yemeklerinden olan graten yiyeceksiniz. patates ve peynirden yapılan hoş bir yemek. yanında da süt kullanılarak yapılan bir gazoz olan rivella içeceksiniz. rivella isviçre'nin resmi içeceği gibi bir şey ve böyle şeylere çok sahip çıkıyorlar. bunun diğer bir örneğini de meşhur çikolata markaları lindt'de görüyoruz. bahnhof'un çok yakınında central isimli meydana koca bir lindt yazısı asılmış. bu meydan zürih'in en bilinen meydanlarından birisidir.

    zürih gölü ve limmat nehri zürih'i harika bir şehir yapan iki önemli doğal kaynak. limmat nehri, altstadt'a paralel akan çok güzel bir nehir ve kenarında yürüyüş yaparken şunun gibi ya da bunun gibi manzaralarla karşılaşabilir, şöyle evler ve restaurantlar görebilirsiniz. ve nehrin sonunda, zürih gölüyle birleştiği yer olan bellevue'deki köprünün yani quaibrücke'nin de harika bir manzarası var. bu köprüden zürih'in önemli üç kilisesi de aynı anda görülebiliyor.

    gelelim şehri yukarıdan izleyebileceğiniz önemli noktalara. bunlardan çok var zürih'te. zaten her yer manzara, her yerde fotoğraflık bir kareye rastlayabiliyorsunuz. ben en sevdiklerimi burada yazacağım.

    dünyanın en iyi on okullarından birisi olan ve einstein'in da hem öğrenci hem hoca olarak bulunmuş olduğu eth zürih'in avlusundan baktığınızda şöyle bir manzara görüyorsunuz. bu manzara zürih'te benim görmeyi en çok sevdiğim manzaradır.

    ikinci olarak şehrin en yüksek noktası olan uetliberg de mutlaka uğranılması gereken bir yer. arabayla gelemiyorsunuz buraya ve tren de bir yere kadar gelebiliyor. inince biraz yürümeniz gerekiyor en yüksek noktaya varabilmek için. burada bir de otel var. otelin restaurant'ın da çok sayıda türk çalışıyor. buraya çıkarsanız şu manzarayı ve bu manzarayı görebilirsiniz.

    son olarak da yukarıda da bahsettiğim grossmünster'in manzarası harika. çıktığınızda 4 farklı açıdan zürihi görebiliyorsunuz. 1, 2, 3, 4.

    zürih böyle, gezilecek çok yer, yapılacak çok şey var. yukarıdaki entry'lerde de gördüğünüz gibi şehir çok pahalı bu sebeple yazdığım şeyler ya ücretsiz ya da çok az bir parayla yapılabilen aktiviteler. bundan dolayı müzelerden falan hiç bahsetmedim. zürih güzeldir, havası temizdir, insanları kurallara sıkı sıkıya bağlıdır, diğer avrupa şehirlerinden de bir adım öndedir. yolunuz düşerse mutlaka uğrayın derim.
  • münih'e münchen diyen alman soyu bu zürich'e niye zürchen dememistir diye sordurtan sehir
  • havaalani icinde sizi terminalden terminale goturen trende inek sesleri ve isvicreli dag kizi (milka kizi) animasyonlari olan sehir.
  • aktarmali ucusların cehennemi.
  • isviçre'nin tümünde musluk suyunun tertemiz ve gönül ferahlığıyla içilebilir olduğunu bilmeyenlerin hala şişe su fiyatından yakındığı şehir. evden/otelden çıkarken boş bir şişe alıp şehirdeki herhangi bir musluktan veya çeşmeden (buradan su içilemez uyarısı olmaması şartıyla) suyunuzu doldurup lıkır lıkır içebilirsiniz.
  • üç sene önce günübirlik gittiğim şehir. diğer avrupa şehirleri arasında "ben çok zenginim. snobum. bunun farkındayım. herkes de bilsin" der gibi bir tavrı var. kırk yılda bir aile yemeklerine gelen, her geldiğinde de diğer akrabaları küçümseyen, yurt dışında yaşayan, eğitimli, yakışıklı dayı karakteri gibi.
  • gül restoran var disaridan hic türk restoranina benzemeyen. baya high end diger turk restorani akrabalarina gore. neyse buraya girdik. ılk dikkatimizi ceken sey ceketli elbiseli zurihliler. herkes ceoya benziyor zaten su memlekette. masamiza oturduk. guzel, kumas pecete. mutfak kapanmis ancak firin acikmis. lacmacun ve pide siparis ettik. muzik ankara havasi. biz efeslerimizi yudumlarken erik dali calmaya basladi. benim kafa allak bullak. oyle bir absürtlügün icindeydim ki kumas peceteyle findik lahmacun yiyor muzige kendilerini veren avrupali orta yasli amcalari kesiyordum merakla. pide ve lahmacun 10 numaraydi ancak bodruma gitmeden dunyanin en pahali findik lahmacununu yemis oldum. yine de tavsiye edilir swh.
hesabın var mı? giriş yap