• yaş ilerledikçe artan, insanı sarıp sarmalayan kaos.
  • artışıyla freud'a alan açar, selam çakar.
  • birim hacimdeki kütle miktarıdır. özgül ağırlık ile karıştırılmaması tavsiye olunur
  • (bkz: density)
  • günü geldiğinde herkesin ense kökünden veya perçeminden yapışıyor. kimisine az, kimisine çok, kimisine hiç. elitlere, asilzadelere, ağzında altın kaşıkla doğanlara uğramıyor. onlara karşı mesafeli. bunun asıl derdi, alçak bulduğu ve sırtına binebildiği fanilerle. beyaz yakalılarla, mavi yakalılarla, beyaz önlüklülerle, kaynak gözlüğü takanlarla, "sizde 13-14 ingiliz anahtarı yok mu" deyip bana boş gözlerle baktıran ustalarla, tüm gün direksiyon sallayanlarla, hatır gönül ayağına hayır diyemediğin için saatlerce derse giren benim gibilerle...

    yoğunluktan başını kaldıramayanları bir kümeye koysak. küme kümes olur. sabah vakti metrobüsü olur. adım atacak yer kalmaz. dolar taşar. kalabalığa doymayan küme "daha yok mu" derken, insanlar yoğunluktan kafalarını kaldıramamaya devam eder.

    bahsettiğim kümeye dahil olan biri olmak canımı acıtsa da, elimden bir şey gelmiyor. sözleşmeye hevesle imza atan, kulübün bayrağını aşkla öpen futbolcu gibiyim. kulüp gagama da yapsa, kadro dışı da bıraksa, her maçta yedek de oturtsa sözleşmenin bitmesini bekleyenlerdenim. şarkıdaki gibi "kimseye etmem şikayet, ağlarım kendi halime" diyecek gibi oluyorum. virgüle geldiğim anda iş çıkıyor. bu eğitim öğretim döneminde evren beni sevmiyor. karma hakkımda sinkaflı konuşuyor.

    işte kaybolduğum çoğu zaman kafam uğulduyor. içimde yeller esiyor. o sert rüzgarda şeytan uçurtmaları uçarken, sahipsiz gazeteler havalanıyor. duygularımsa yaprak gibi savruluyor. olayın vehametini anlayınca, "etrafta kanepe olsa da tüm gün uyusam" diye iç geçiriyorum. yattığı gibi uyuyan, hangi pozisyonda uyuyacağına karar vermeden sızanlar gibi olmak istiyorum. yüzüme yastık izi çıksın, uyurken bilinçsizce ağzımı şapırdatayım, vücudum yaşadığını ayaklarımı oynatarak ifade etsin. ömrümün sonunda da, "ben bu hayatı yaşadım. şahane yaşadım" derken, koltukta yorgun ve argın yatışlarımı refere edeyim.

    son 2 aydır o kadar yoğundum ki sözlüğe çok nadir girdiğimi hatırlıyorum. yazma performansım yerlerde. belki yazmayı bile unuttum. o afilli cümleler, kelime oyunları gelmiyor eskisi kadar aklıma. cümlelerim bile devrik. nereye çekersen gelecek cinsten.

    sözlüğü günlük niyetine kullanıp, günü nasıl geçirdiğimi yazamamak acı veriyor. çünkü yazmadığı her günü, bir sonraki gün unutuyorum. kafamı hard disk mantığında kullanan biri oldum iyice. nasıl ki hard disk, yeni veriyi silinen verinin üstüne yazıyorsa, beynim de her yeni günü, bir önceki gün yaşadıklarımın üstüne yazıyor. sonra gelsin balık hafızası. ben seni daha önce valla görmedim, 2 gün önce döner mi yemiştik, ne ara notları ilan ettim soruları.

    "niye yazmıyorsun sen. öldün mü. üzerine dana mı düştü. grayder mi çarptı. çay yerine siyanür hoşafı mı içtin?" diyen badiler sormakta haklı. "bunların hiçbiri olmasa da, bir şey oldu. hepsini tek bünyede toplayan o şey, o hadise, o durum başıma geldi" diyorum. "acaba nedir nedir? yoksa evlendin mi, üredin mi?" diyorlar? "tabi ki hayır" diyor ve ekliyorum: "yoğunluk". gözlerim uzaklara dalarken, dudaklarım büzüşüyor. röbdeşamb diyecek gibi oluyorum. sağduyum, ne alaka derken kendime geliyorum.

    bu süreçte sekreter almayı çok düşündüm. mayışıma ortak olsun, karışık tost söylesin, telefonlarıma cevap verdiğinde ve "ben yokum" işareti yaptığımda "batu bey yok" desin, sınavları okusun, derslere girsin. o bunları yaparken ben de ona karışık tost söyleyeyim, telefonlarına cevap verdiğimde ve "ben yokum" işareti yaptığında "sekreterim yok" diyeyim, sınavları okuyayım, derslerine gireyim?!?! lan?!?! bu artık ruhuma işlemiş. bir noktada konu yine bana geliyor. hayalimde, hedefimde, rüyamda dahi işe yine ben yapıyorum. öyle bir hale geldim ki, dönem bitsin diye her gün takvime bakıyorum. ha gayret. kaldı 5 hafta.
  • 3 hafta icerisinde 4 adet proje, 3 adet sınav, 1 adet yılbası, 1 adet bayram sıkışması ve 3 haftanın sonuna da finallerin eklenmesiyle insanı çileden çıkarabilecek hastalık. sebebi de belli: "yumurtanın kapıya dayanması"

    bir gunde 24 saat degil de 73 saat olsa butun bunların ustesinden gelinir aslında.
  • fizik'te bir maddenin agirliginin hacmine orani. (bkz: ozgul agirlik)
  • (bkz: #99110007)

    dünyaya ait şeylerde yoğunluk var. o şeylerde temiz hava hiç yok, ağırlar, latif değiller, yoğunlaşmış nefes alınamayan hava gibiler. katran sanırım bu tabire uyuyor.
    ahirete ait şeylerde ise ferahlık var.(inşirah= ferahlık, gönül hoşluğu, inşirah suresi)
    ahirete ait şeyler çok güzel gül ve çiçek kokuları, tertemiz bahar rüzgarı, dağların tepesindeki temiz hava, ilkbahar yağmurları, denizler ve okyanuslar gibi...

    dünya yılan ise, ahiret sanki kuş gibi...

    aradaki fark bu kadar açıkken, popüler şeylerin derdine sırf başkaları da yapıyor diye düşmek, hayatımızı bir kere yaşayacağız, o yüzden mutlaka bizde onlar gibi yaşamalıyız diye düşünmek, aslında dünyanın yoğunluğunda sürünmek değil midir?

    oysa denizler, okyanuslar, dağlar, yağmurlar tercih edilse, insan hem ahirette hemde dünyada ferahlık içinde olur...
  • bir tanıdığım çok yoğun olduğunu şu ifadelerle dile getirmiştir :))

    “uyanır uyanmaz önce bi temizlik işi yapıyorum. akabinde, kahve sigara molası esnasında iken kahvaltıda ne yesem düşüncesi... sonrasında ise çayımı demleyip kahvaltımı hazırlıyor ve karnımı doyurma mücadelesini yürütüyorum. en nihayetinde sofrayı kaldırıp bulaşıkları yıkama evresi başlayıp bitiyor. eğer hafta içi bir gün ise işe gidip geldikten sonra akşam yemeği telaşı başlıyor. nihayetinde yorgunluk çayı vs derken gün tamamlanıyor.

    yoook eğer hafta sonu ise bol bol yemekler yapıyorum. çamaşırlar yıkanıyor ve ince ev temizliği yapılıyor...
    tüm bunların yanı sıra netflix dizimi de takip ediyorum.
    bununla birlikte online satranç turnuvalarım da devam etmekte...
    okuyabilirsem kitabımı da okuyorum...
    ve aralarda tekrardan çay sigara kahve..."
hesabın var mı? giriş yap