• giren mekanda benim param geçmiyor.
    ne sermayeden paradan ekonomiden anlarım ne yeşilinden, kızılından, morundan da
    2 çift lafım var, dayanamayacağım
    çanakkale eceabat'ta deniz kıyısı güzel bir piknik ve kamp alanı düşünün
    deniz, ağaç, doğa, mis hava
    işletme sahibi de tekirdağlı, akşaaaamdan akşama rakı içenlerden
    yeni pineklediğimiz böyle güzide bi tatil, mesire yerinde nassı bira bile olmaz canım derken
    dan diye bir gerçeğin hayata tezahür etmiş haliyle yüzleşiveriyor insan... ne kadar kaçsa da uzaklara tatil ayağına
    işletmeye kalabalık bi grup gelir yemeğe. yol molası herhalde, şehitlik tarih falan geziyorlardır... takkeli, sakallı tarikatçi kesim
    gelsin tabii. ben cillop gibi bir insanım, karışmam yadırgamam ne giymiş ne takmış neye inanmış... gel tabii, gel yeşil yeşil
    aynı masada oturmasak da, bence sıkıntı yok. yi yemeğini, gir denizine, istersen konakla, istersen bikinili kızlara bak 31 çek rüyanda istersen bakma bana ne
    ama hacı işte
    bu götveren işletme, senden yeşil kırmızı manileri kazanacağım, sana hoş görüneceğim diye, bana bira satmıyor!
    müessesede alkol olursa çünkü sen ve güruhun ve bırakacağın gani gani yeşil manilerinden nasiplenemeyecek
    illa diyorsun ben geliyorsam mekanına ve para bırakacaksam eğer, alkolden de para kazanamazsın
    ya ben ya onlar!
    çünkü sen 3 masa ötende bira içen insanlarla orayı paylaşma taraftarı bile değilsin
    senin bana tahammülün yok.
    yaradandan ötürü falan kontenjanımızı da kaldırmışsın
    kalbimi kırıyorsun
    ben ve benim gibi 3-5 müşteri de bira içmeyiversin canım.. değil mi
    o işletmecinin de ben ... neyse
  • ağlayan çocuk portresinin saflığıyla yüzümüze bakarken, portrenin arkasından sinsi sinsi gülümseyenlerdir.

    ne kadar yaftalamaya, yaftalanmaya, ahlaka, doğruluğa, dürüstlüğe vurgu yaptığını iddia etseler de tam aksi sularda teknesini yüzdürdüklerini somut örnekleriyle gördüğüm kardeşlik.

    zamanında ülker distrübütörü olan bir firmada çalıştığım dönemde gördüm ki ülker-zaman-family finans-anadolu finans v.s gibi oluşumlar gerçekten de dibine kadar birbirine bağlıdırlar ve siyasi ahlakları, ticari ahlakları hiç de iddia ettikleri gibi değildir. ülker ile çalışıyorsanız örneğin bir family finans ile, bir anadolu finans ile, keza, şimdi adını hatırlayamadığım bir bilişim firması ile çalışmak zorunda tutuluyorsunuz. tabi ki de bu ticari ilişkiler yazılı akitlere dayalı olarak yapılmamakta, perde arkasında yapılan toplantılarla dikte edilmektedir.

    örneğin çalıştığım firma, ülker distrübütörleri arasında, hem ciro açısından, hem nakit durumu açısından çok kuvvetli bir durumda olmasına rağmen, distrübütörün ülker'den sipariş ettiği malların karşılığı çok rahat bir şekilde havale yoluyla, tek seferde ödenebilecek durumdayken size bu imkan verilmemekte, family finans, anadolu finans, asya finans gibi kurumlardan günlük kredi kullandırtılarak, her siparişinizde, yeşil sermayeye 250-300 milyon ( o zaman milyondu) tl gibi rakamları enjekte etmeye zorunlu tutulmaktaydınız. onlar ise büyümekte ve kazanmakta ve daha da güçlenip güçlerini birleştirmektedirler. (bkz: türkiye finans katılım bankası) . sermaye sahibi de kafa tutup işini kaybetmek istemediğinden bu pis düzene uymakta, her işlemden sonra arkadan bir küfür yollamaktaydı sadece.

    1000 usd' ye malolacak bir bilgisayarı 1500-1600 usd'ye, bilmem kaç bin dolara malolacak bir server'ı iki katına, bunların bilişim firmasından almak zorunda kalındığını, ortada hiçbir sorun yokken, "sistem güncellemeleri ve bakımlarını yapacağız" diye 2-3 kişilik bir bilgisayarcı ekibin gelip 1 hafta kalıp deli gibi masraf yapıp faturasının size kesildiğini, bunca masrafın üzerine 1 yıl sonra "bu sistem istediğimiz gibi olmadı, herşeyi silbaştan bir daha yapıcaz. tabi biraz maliyetli ve bunları sadece bizim kardeş şirketimiz olan firmadan yaptırmak zorundasınız" dendiğini de ekleyin buna.

    üzerine bir de çoğunuzun duyduğu, belki benim gibi bazılarınızın da somut olarak gördüğü gibi, sorgusuz sualsiz işyerinize bir motorlu adamın gelerek, zaman gazetesini bıraktığını, ay sonunda da faturasının gönderildiğini ekleyin.

    ve en acısı da, bu kadar gücün altında ezilen rakip firmanın, "gizli" ibaresiyle gönderdiği bilgilerle, piyasaya yeni çıkaracağı bir ürünün ayrıntılarını ve yapacağı reklamları, lansman planlarını ülker' e bildirdiğini ekleyin. yani siz alet olmamak adına istediğiniz kadar "diğer firmayı" destekleyin. bunlar isteseler, hepimiz aynı marka bisküviyi, çikolatayı yeriz biliyor musunuz?

    ve başbakanımızın bütün bunlardan bihaber olduğuna ben şahsen inanamıyorum. (burayı editledim. neme lazım, sonra gotumuze girebilir )

    yaaa... şimdi yeşil sermayenin tüm krizlere rağmen neden batmadığının, aksine daha da güçlendiğinin sebeplerinden bir kaçını daha öğrendik değil mi? inanıp inanmamak vicdanlara kalmıştır.

    hadi şimdi hep beraber, zaman gazetesinin duyarlı, vurucu reklamlarını, faizsiz kazanç reklamlarını, ahlaklı ticareti izleyelim.
  • çok güçlendiği düşünülmesine ve son 15 yıldır ciddi biçimde desteklenmesine rağmen geçmişte hedeflenen düzeyin yakınına dahi yaklaşamadı.

    bugün, islami sermayenin güçlendiği, çok büyük bir güç haline dönüştüğü düşünülse de, inşaat sektöründeki birkaç firma, bir iki market zinciri ve herkesin her zaman bildiği ülker haricinde ciddiye alınır ekonomik güce sahip bir yeşil (islami) sermaye türkiye'de bulunmuyor.

    yeşil sermaye, beklenilenin aksine sanayi ve teknoloji yatırımlarına girmeye çalışmadı, girenler ise başarılı olamadı. bir koç, bir zorlu, bir boyner veya bir sabancı holding çıkaramadılar.

    bankacılık sektöründe arap sermayesi desteğine rağmen büyüyemediler. islami sermayenin "finans" kurumları "finansbank" gücüne dahi ulaşamadı ve dolayısıyla islami sermayeyi büyük yatırımlar için destekleyemedi.

    turizm sektöründe de "müteyeddin kesim"e pazarladıkları birkaç otel haricinde ciddiye alınır düzeye gelemediler. türk turizm sektörü hala ezici bir çoğunlukla yabancı ve yeşil sermaye harici işletmelerin elinde.

    medyada yine beklenen büyümeyi elde edemediler. devletin maddi desteğini arkasına alan bazı grupların çabaları dahi buna yetmedi, başat tv kanalları ve gazeteler bir iki tanesi haricinde yeşil sermayenin eline geçemedi. elde edilen birkaç gazete ve televizyonu ise şu anda elden çıkarmak için çalışıyorlar, çünkü "beceremediler"...

    özetle bugün yeşil sermaye, sanılanın aksine türkiye'de oldukça zayıf durumda. şu anda sinmiş ve hükümeti eleştirmekten çekinen geçmişin "yeşil olmayan" sermaye grupları hala eski maddi güçlerini ellerinde tuttukları gibi, daha da güçlenmiş durumda. bu durum, şu anki hükümetin de bilgisi dahilinde olmasına rağmen ellerinden artık hiçbir şey gelmiyor. çünkü yeşil sermayenin "vizyon"unun, kapitalist düzen içerisinde gücü elde etmeye yetecek kadar olmadığını gördüler. bunların, en ufak krizde hükümetin altını oymak için el ele çalışacaklarının da gayet bilincindeler fakat, ellerinden gelen bir şey yok.

    hükümetin son isyanı olan; "bari bir otomobil yapın" feryadı dahi islami sermayeyi hareketlendirmeye yetmedi. yaparım diyenin de parası yeterli gelmedi. yeşil olmayan şu anki sermaye de bunu rekabetçi sistemde gereksiz görünce, hükümetin "kendi sermayemi kurar, sanayi atılımımı kendim yaparım" düşüncesi fena halde duvara tosladı... bırakın otomobil yapmayı; dağılan uzel holding'in boşalttığı ve neredeyse tekel olduğu traktör sanayisi için bile bir allahın kulu çıkıp onların yerini almaya çalışmadı.
  • darbe dönemi zenginleridir. her darbe, kapitalizmde bir alt üst oluşu beraberinde getirir, ve bu alt üst oluşta farklı sermaye grupları, sermaye sınıfının genel çıkarlarının içinde kendine yer edinir. yeşil sermayenin yükselişi, 12 eylül döneminde başlamıştır. bu dönemde tarıma aktarılan teşviklerin önemli bir bölümü köylüye ulaşmadan, taşrada tarımsal ürün satışı yapan tüccarların cebine gidiyordu, ayrıca devletin tarımdaki taban fiyatı uygulamasını ve destek alımlarını etkisizleştirmesi ile bu sermaye grubu köylülüğü iyiden iyiye yolmayı başardı. şimdilerde ise darbe karşıtılar yerseniz.

    burası bir ödevimden alıntıdır:

    "türkiye’nin 1980 ile başlayan ithal ikame sisteminden neo-liberalizme geçişi, dönemin başbakanı turgut özal döneminde tarikatların yükselişini beraberinde getirdi. özellikle yurtdışında örgütlenen tarikatların giderek daha büyük miktarlarda sermayeyi kontrol etmeye başlamaları ve yine turgut özal döneminden itibaren devlet içindeki kadrolaşma hareketleri aynı zamanda politik bir güç olmalarını da beraberinde getiriyordu. (bulut 2007, 258-263)

    turgut özal ve partisi anap'ın bu noktada önemi, 12 eylül askeri cuntasının baskı ve engellemeleriyle sağlanmaya çalışılan siyasal merkezi güçlendirme projesini, 1983 sonrasında büyük istanbul burjuvazisiyle anadolu sermayesini birincinin hâkimiyetinde birleştirerek daha da ileri götürmesinden kaynaklanmaktadır. özal her ne kadar dört eğilimi birleştirdiğini söylese de temelde sözü edilen sınıfsal ittifaka uygun olarak, liberallerle dinî muhafazakârların bir ittifakını kurmuştu. büyük toprak sahipleri ve küçük çiftçilerse işçi sınıfıyla birlikte bu ittifakın dışında tutulmuştur. (doğan 2010, 14)

    özal, dp'nin 1950'lerde yaptığına benzer şekilde, muhafazakâr çevreleri kamusal alana davet ederek devlet-toplum ilişkilerini yeniden düzenliyordu. menderes'le özal, dp ile anap arasında sınıfsal ittifak çerçevesi bakımından birincisinin kırsal sınıflara özel bir öncelik vermesi gibi bir farklılık bulunduğunu da belirtmek gerekir. özallı yılları sivil toplumun özerkleşmesi, gelişmesi ve demokratikleşme açılarından selamlayan göle'ye göre, özal'ın uyguladığı liberal siyasalar sivil toplumun ekonomik özerkleşmesini temsil ederken, gelişen islamcılık da onun kültürel boyuttaki özerkleşmesini temsil eder. (göle 1994, 222)

    üniversiteler, milli eğitim ve içişleri bakanlıkları başta olmak üzere devlet kurumlarında yaşanan muhafazakâr kadrolaşma, arap sermayesinin elindeki doların bir kısmının türkiye bankacılık sistemine islami/faizsiz bankacılık adı altında sokulması, yerli islamcı/tarikat burjuvazisinin bu yeni kaynaktan beslenmesi gibi gelişmeler, turgut özal hükümetleri döneminde başlayıp, olgunlaşan eğilimlerdi. bunların erken cumhuriyet döneminde kamusal alanın dışına itilen islamcılığın yeniden bu alana dönmesini sağladığı söylenebilir. kamusal alanın islamcı kesimlere açılmasının yapı-aktör ilişkisi bağlamındaki toplumsal-siyasal karşılığı da geleneksel ve kültürel bağlarla şekillenen cemaatsel topluluk ilişkilerinin toplumda önemini arttırması, geleneksel küçük girişimciler içinden yeni zenginleşen, 1990'larda kobi sahipleri olarak adlandırılacak bir kesimin çıkması olmuştur dolayısıyla müsiad üyelerinin önemli bir kısmının 1980'lerde arap finans kurumlarınca fonlanan, vakıflar yasasındaki değişikliklerle kentsel rantlardan daha fazla yararlanan cemaatlerin oluşturduğu havuzda serpilen şirketler olduğu kimi yazarlarca açık ya da örtük olarak dillendirilen bir durumdur. (yavuz 2005, 125)
    cemaatlere bağlı şirketlerin söz konusu havuzu, hem vergi yükünü hafifletmekte, hem de üretimin üç temel faktörünü (sermaye, emek, toprak) görece daha ucuza sağlamakta kullandığı görülmektedir. buna ek olarak, cemaatlerin söz konusu girişimciler için sağladığı bir diğer olanak, ürettikleri ürünler için cemaatin büyüklüğüne bağlı olarak belli bir tüketici kitlesini garanti etmesidir. böylesi çok boyutlu bir yapı içinde serpildikleri için, konuyla ilgili literatürde bu kesim için 1990'ların ortalarına kadar "yeşil sermaye" ve "tarikat sermayesi" adlandırmaları kullanılmıştır söz konusu kesiminin gelişiminde arap petro-dolarlarıyla ve tarikatlarla ilişkisinin merkezi öneminden kaynaklanan bu adlandırmalar, bunların içinden bir kesimin, işletme ölçekleri, ilişki ağları ve finans kaynakları bakımından güçlenip, -rabıtasını sürdürdüğü- bu güçlenme zeminlerinin ötesine geçmeye başlamasıyla birlikte, yerini "islami/lslamcı sermaye" adlandırmasına bırakmıştır. müsiad'ın 5 mayıs 1990'da kurulması ve zaman içinde söylem ve pratiğiyle kendisini büyük istanbul sermayesinden ayrı bir yerde konumlandırması da bu adlandırmayı anlamlı kılan bir gelişme olarak değerlendirilmelidir.

    müsiad'ın kuruluşundan yaklaşık üç yıl sonra islamcı cenahta yeni bir işadamları dernekleşme süreci başladı. nurcu fettullah gülen cemaatine yakın sermayedarların müsiad'ı fazla politik bularak bir araya geldikleri bu derneklerden ilki daha ziyade kobi'lerin bir araya geldiği iş hayatı dayanışma derneği (işhad)'dır. müsiad kadar kamuoyunun önüne çıkmayan bu derneklere daha sonra hürsiad, kasid, gusiad, kargid, mabiad, ihsander gibi yenileri eklenmiş, bunlar 2000'li yıllarda bölgesel düzeyde federasyonlaşıp, 2005'te türkiye işadamları ve sanayiciler konfederasyonu (tuskon) çatısı altında toplanmışlardır. konfederasyon çatısı altındaki 7 bölgesel federasyona bağlı 151 derneğin toplam 14844 üyesi bulunmaktadır. bunun yanında, müsiad'a da üye bazı işadamlarının öncülüğünde 1998 yılında kurulan anadolu aslanlan işadamları konfederasyonu (askon)'ndan da bahsetmek gerekiyor. sadık "milli görüş"çülerin müsiad'da 28 şubat süreci sonrasında yaşanacak değişim rüzgârlarını görerek oluşturmaya giriştiği -ve şimdilerde saadet partisi (sp)'yle ilişkili olan-askon'un 691 üyesi bulunmaktadır (askon 2009).

    tarikatların ve tarikatlar temelinde faaliyet gösteren sermaye gruplarına yönelik en ciddi düzenleme “28 şubat süreci” ile birlikte geldi. islamcı sermayeye yönelik balans ayarının önemli bir boyutunu, bunların birikim düzeyiyle yüzlerini döndükleri, örnek aldıkları holdinglerin/ şirket gruplarının tasfiye edilmesi ya da en azından geriletilmesi oluşturmuştur. dolayısıyla bu süreçte mızrağın sivri ucunda birikimini asıl olarak kâr payı sistemiyle (büyük ölçüde de avrupa'dan) sağlayan kombassan, jet grup, yimpaş, ittifak, büyük anadolu, kimpaş gibi holdingler vardı. sürecin nasıl işlediğine gelince, önce kâr payı sisteminde çarkın dönmesinin koşulu olan yeni döviz girişleri azaltılmaya ve yavaşlatılmaya çalışıldı. sistemin palazlanmasına moral itki sağlayan islamcı mobilizasyonu duraklatması nedeniyle 28 şubat sürecinin bu yavaşlamada kendi başına özgül bir etkisi olduğu söylenebilir. bunun yanında, 28 şubat'ın en gergin günlerinde (haziran 1997'de) kombassan ve yimpaş'ın yurtdışından para taşıyan kuryelerinin havaalanlarında yanlarında yüksek miktarda altın ve dövizle yakalanmalarının medyada geniş yankı bulması da bu holdingler için işlerin eskisi gibi yürümeyeceğinin göstergeleriydi. siyasal atmosferin değişmesinin sermaye akışında yarattığı ürkekliğin yanında, bu süreçte almanya başta olmak üzere yabancı ülkelerle ortak diplomatik girişimlerin de yardımıyla dışarıdan para transferinin kayıt dişiliği üzerinden kriminalleştirilmesi, holdinglerin kuryeler yakalandıktan sonra polis ve maliye baskınlarıyla yasal takibata alınması. sermaye piyasası kurulu'nun bu holdinglerin yöneticilerini usulsüz işlemleri yüzünden mahkemeye vermesi gibi yollarla sisteme yeni para girişlerinin ciddi biçimde kısıtlandığı anlaşılmaktadır. para akışının bu şekilde kısıtlanması önemli bir kısmı zaten bir furya olarak geliştiği için el yordamıyla yönetilen bu holdingleri, mudilerine ve iş yaptıkları alacaklılara borçlarını ödeyemez duruma getirerek, içlerinin boşalmasına yol açtı ve iflasın eşiğine taşıdı. bunu, medyanın mudilerin süreç içinde kaçınılmaz biçimde açığa çıkan ve bir kısmı da yargıya intikal eden şikâyetlerini (ve kullandıkları sistemin) olumsuzluğunun sistematik teşhiri izledi. çok geçmeden yaşanan kasım 2000-şubat 2001 krizi ise bu holdinglerin çoğu için oyunun bitiş düdüğü oldu. ayakta kalanlarsa daha sıkı sosyal (cemaatsel) kabuklarına çekilerek küçülme yoluna gitti ve tehdit edici bir güç olmaktan çıktı.
    28 şubat sürecinin konumuz açısından iki noktada önemi aşikar, birincisi cemaatlerin bir dışa açılmadan vazgeçerek kabuklarına çekilmesi ikincisi ise anap ve refah-yol hükümetleri döneminde büyüyen sermayenin, küçük sermaye ve kobi gruplarından çıkarlarını, tercihlerini ve politik duruşunu değiştirmesi. akp’ye uzanan bu süreçte büyük sermaye artık, radikal bir söylemi terk ediyor ve ‘laik’ toplumsal sistemle uzlaşmaya gitmiştir. bu şimdiki siyasi ve sosyolojik durumun temeli olmuştur.

    1990'dan itibaren ağırlıkla müsiad'da temsil edilen ancak 2000'lerde tuskon ve askon gibi yeni oluşumlarla daha da genişleyen bu kesim, islamcılık paydasında hareket edip bir alt ekonomi oluşturmakla birlikte içinde zaman içinde aralarındaki farklılıklar belirginleşecek çeşitli unsurları barındıran bir kesimdir içinde çıplak anlamda cemaat sermayesi vardır, önemli bir kısmı yine bunlarla kesişen anadolu'nun yeni sanayicileri olarak tanımlanabilecek, 1990'larda faaliyete geçen organize sanayi bölgelerinde yerel-üstü sermayeye dönük üretim yaparak büyüyen kobi sahipleri, 1994 sonrasında belediye olanaklarıyla serpilen inşaat ve ticaret burjuvazisi ve sermaye birikimini yurt içi ve dışından topladığı paraları kullanarak yapan ve adlarına 'holding' denen şirketler vardır. böyle bir kesimin gelişmesi, islamcı hareketin siyasal ve toplumsal alanda faaliyet yürüten aktörleri olan dinî cemaatler (onlara bağlı vakıfve dernekler) ve partiler için geniş bir beslenme kanalı yaratmıştır. bunun yanında, medya, kültür-sanat alanlarında cemaat ve partiden özerk bir kamusal alanın araçlarının gelişmesini yeni bir islamcı entelektüel kesimin oluşmasını da getiren bu gelişmeler, bir yandan zenginleşen bu kesimle anılan entelijensiyanın günümüz kapitalizminin rasyonalitesi ve zamanıyla paralel, yeni bir yaşam tarzını geliştirmeye başlamalarına neden olmuştur.

    islamcı sermayenin yükselişinin, emekçi ve yoksul kesimlere dönük sosyal ve kültürel boyutunda ise yoksula yardım faaliyetleri, kuran kurslan, cemaatleşme, türbanın yaygınlaşması gibi geleneksel-kültürel ilişki ağlan içine gömülmek gibi bununla çelişen bir gelişme söz konusu olmaktadır ancak, bu çelişki belediyeler, tarikat ve cemaatler, güçlü islamcı parti ve örgütlü islami sermayenin birbiriyle ilişkili faaliyetleriyle yumuşatılmaktadır islamcı zenginler ve entelektüel kesimlerin yaşam pratikleriyle şekillenen kendine özgü modernleşme-burjuvalaşma biçimi, bu kesimin yerel ve ulusal siyasetteki hegemonya kapasitesini arttıran etkiler yapmaktadır. (doğan 2010, 22)
    toparlayacak olursak, özal ile başlayan, erbakan döneminde hızlanan ve akp hükümetiyle birlikte doruğa çıkan şey, tarikatların ekonomik güç elde etmesi, bir dönem kendi kabuklarına çekilseler de, yeniden ortaya çıkarak kendilerini türkiye’deki laik söyleme eklemlemeleri, büyüyen sermaye gruplarının daha radikal söylemleri benimseyen küçük ve orta ölçekli sermaye gruplarından söylemlerini farklılaştırmaları (ılımlılaştırmaları) ve kendi toplumsal değerlerini yeniden tanımlayarak daha görünür hale getirmeleridir."
  • bilinçli müslüman tüketici'nin promosyonu yaparkene bile dinin sağladığı trust sayesinde oluşmuş network'ler üzerinden kapital biriktiren zümredir..en az yeşil olmayanı kadar sömürgendir. tek farkı vardır yeşil olmayanından:

    dinin "yardımlaşmacı ve fakir gözetici" söylemini kullanarak "sömürüyü meşru kılamayı" çok iyi bilirler..
  • dinci sermayeyi işaret eden kavramdır.
  • koyu yeşil sermaye için (bkz: oyak)
  • memlekette islami sermayeye isaret etse de uluslararasi literaturde 1990 sonrasi palazlanip su sira boyutlarini ciddi sekilde arttiran "cevreye duyarli sermaye"ye tekabul eder.

    karbon ticareti en bariz ornegini olusturur. icinde bulundugumuz donemi cevrecilik ve cevre hassasiyeti uzerinden milyar dolarlik karlarin yaratildigi "yesil kapitalizm" olarak gorenler de mevcuttur.

    uzerine bi ton yazmasi mubah olsa da kestirmeden sunu diyim: yesil kapitalizm diger turlu kapitalizmler gibi sadece kara duyarlidir. yesil cevrecilik sermaye birikimini mumkun kiliyorsa amenna mubahtir. duyarliyizdir:

    (bkz: birakiniz gecsinler birakiniz dogayi korusunlar)
  • şeriatçıdırlar, abdestli kapitalisttirler. yabancı sermayeler sömürüyor, onlar hiç sömürmüyor tabi. beş vakit namazını kılıp işçisinin parasını vermemek için elinden geleni yapan adamları görmesek inanacağız.

    insanları gazlayan, özgürlüklerini kısıtlayan, fişleyen otokrat lidere tapan bu sermayeye benden zırnık yok artık. öbürleri hiç olmazsa benim özgürlüklerimi kısıtlayan hükümeti şakşaklamıyor.

    buldukları ilk fırsatta müşterilerine hakaret eden kızılkayalar'ı, polislere bedava su verip, emek sineması yıkılmasın diyen kültürlü insanlara kapılarını kapatan mado'yu, her ne hikmetse bu iktidar döneminde birden palazlanan ülker'i ve diğerlerini unutmuyoruz.
  • "düz mantık sen nelere kadirsin" diyorum bu gurubu savunanları gördükçe. bu sınıfın kapitalizmden türediğini, hani o istanbullu baronları da semirten düzenden türediğini söyleseniz bile yetmiyor bazılarına. köylüyü yolanı, istihdam sağlayan yaptıkları gibi, kürt göçlerinin yoğun olduğu illerde, bu kesimi ucuza ve güvencesiz çalıştıran, akp ihaleleriyle şişen adamlar bir şekilde savunuluyor. bu mantığı bir yerlerden tanıyorum, akp'yi eleştirsen "beyaz türk, chp izmir" denklemlerini kuranlar değil mi?

    bu düz mantık okumaz, araştırmaz, bu sermaye sınıfının 12 eylül'de palazlandığının korkut boratav gibi türkiye'nin en büyük iktisatçılarından birinin tezi olduğunu bile bilmez. o yüzden laf cambazlığı ile bilmeden, cehaletiyle korkut boratav'a "iki koyun gütmemiş" demiş olur. cahildir, her cahile özgü özgüveni vardır.
hesabın var mı? giriş yap