• insanların bir şeyi "keşfedebilmesi" ya da "bulabilmesi" için, neyi bulduğunu bilmesi ve anlaması gerekir. yani keşfedilen, bulunan şeyin tümüyle rastlantıya bağlı olmaması; bir görüş alanı, bir tablo, bir manzara içine yerleştirilebilmesi gerekir. ıssız bir bozkirda yürürken ayağınıza takılıveren kenarları düzleştirilmiş bir obsidyen taşının, bundan sekiz bin yıl önce bir geyiğin derisini yüzmekte kullanıldığını anlayabilmek için, o dönemin yaşantıları hakkında bir şeyler bilmeniz gereklidir. ya da daha temel bir sosyal sorun, bir insanin neden öyle ya da böyle davrandığını anlayabilmeniz için onu bütün ilişkileri ve yaşantıları içinde görebilmeniz, bilmeniz gerekir. her iki durumda da ilgili taşa tekme atmakla, bir müzeye koşmak; o insanla ilişki kurmaya devam etmekle umursamamak arasındaki tercihler görüş alanınızın açıklığına bağlıdır.

    örneğin hacca gitme fikrinin neredeyse tüm çok tanrılı ve tek tanrılı dinlerin paylaştığı ortak bir tapınma ritüeli olduğunu bildiğiniz ölçüde bunu bir inanç meselesi mi yoksa bir kültür kozmolojisi meselesi mi olarak ele almanız gerektiğini düşünebilirsiniz. ayni şey kurban ritüelleri için de geçerli elbette. ama bunlar her zaman yürüdüğünüz caddenin kiyisinda kanlı bir inek kafatasını dişleyen bir sokak köpeği gördüğünüzde hissettiklerinizi değiştirmez elbette. ya da bir tv programında şeytana kaç taş atılması gerektiğini büyük bir ciddiyetle anlatan, anlattığı şeyin roma paganizmiyle yakindan akrabaliği konusunda en ufak bir fikri olmayan beyaz sakallı sofuya karşı hissettiklerinizi de değiştirmez. gündelik tepkileriniz, manzaraya ne kadar yüksekten bakiyor olduğunuza çok kulak asmaz.

    "yazı" söz konusu olduğunda da üç aşağı beş yukarı durum böyle. yazı'nın doğuşunun toplumsal ve siyasal iktidarla bağlantılı olması, bütün o katalog, sayım, kanun, yönetmelik, ticari kayıtlar toplamından doğan yazı'nın bütün bir doğu akdeniz havzası içindeki siyasal iktidarla ilişki içindeki gelişimi, yazı'nın bugünkü anlamını etkilemez. yazinin çin'de ve asya bozkırında akdeniz'den neredeyse üç bin yıl sonra keşfedildiğini bilmek de durumu değiştirmez, uzun vadede insanlar her zaman arayı kapatir. kapanmayacak aralar genelde bilginizin sınırlarına bağlıdır.

    o halde sonuç: nefret ettiğimiz halde ilişki kurduğumuz ve yaptığımız şeyler var hayatta. manzaraya nereden baktığın pek değiştirmiyor baktığın manzarayı. misal, yazı..
  • "yazıya dökme ediminin kendisinin büyük ölçüde düşüncenin mantıklı hale getirilmesi eğilimi gösterdiği kesindir." (e. a. poe)
  • seslerin çizilmesinden ibaret bir nevi resim türü..

    kaynaktan çıktığında kaybolan ses dalgalarını ve henüz sese dönüşmeden zihinden sudur eden fikir seslerini çizerek kaydetmekten ibarettir..

    kendisine; bilinen en eski ses kayıt teknolojisidir diyebiliriz öyleyse..
  • "yazıya dökülenin dışında kalan tek şey ölümdür." (robert pinget)
  • fısıltıdan bile daha sessiz konuşabilme yeteneği. dil ile söylenen kelimelerin geri alınamamasına mukabil, el'in aynı sözleşmeye uymak mecburiyetinde olmadığı, hile. kayd'ın birincil şartı. en çok merak edileni ise, levh-i mahfuz'daki görünümü.

    yazı.. çok manidar. tekrar tekrar konuşur, okunduğu takdirde. gökkubbeye bırakılan sada'nın yeryüzüne bırakılan bir kopyası.

    bir harf olup düşer, ruhun penceresi gözlere.
  • sese giydirilen elbise.
  • düz yer, ova, kır anlamına da gelir...
  • gerçek “kayıtlı bilgi” yazının icadı ile başlar.
    basit bir kronoloji

    i.ö. 8000 ilk yazı benzeri işaretler

    i.ö. 3500 yılları ( genel olarak kabul gören tez (aşağı) mezopotamya’da sümer’ler )
    ilk işlevi “muhasebe-defter tutma” 'dır.

    i.ö. 3. milenyumda sümer yazısını benimseyen akadlar ve akadcanın diyalektlerini kullanan asurlular ve babilliler, yazının fonolojik niteliklerini arttırarak kendi “yazılı” dillerine kavuşmuşlardır. (hamurabi kanunları - eski babil dili , mısırlılar - “hiyeroglif”).
    (bu yazı sisteminin bugünküne benzer bir netlikte olmadığının altını çizmek gerekir. kelimeler yalnız ünsüz (sessiz) harflerle oluşturulur.

    i.ö. 2. millenyumda alfabenin evrimi : bugün kullandığımız latin alfabesine ulaşılması mezopotamya’nın kuzey batısında ve bugünkü lübnan çevresinde yaşayan deniz ticaret ile ünlü semitik bir ırk olan fenikeliler’in, sümerler’in yazı sistemi üzerine geliştirdiği sembollere dayanmaktadır. .

    i.ö. 1000 – 900 yıllarında yunan alfabesi: (ünlü (sesli) harfleri de alfabenin içine almaları)

    http://www.netyorum.com/sayi/41/20001005-02.htm
  • efsane:
    üçüncü bin yılda sümerler aşağıdaki metni düzenlerler:

    günün birinde bir anlaşmazlık yörenin iki büyük şehrini birbirine düşürür: gılgamış’ın ülkesi olan uruk ve zenginlikleriyle tanınmış şehir aratta.

    bu anlaşmazlığı çözmek için iki kral bir zeka ve beceri düellosu başlatırlar.

    böylece uruk kralı emmerkar düşmanına üç kez ensuhgirana isimli ulağını, yetkesinin simgesi olan asayı ona vermesi için gönderir.

    şayet aratta kralı bu “hediyeyi” eline alırsa, bu doğrudan uruk kralının hakimiyetini kabul ettiği anlamına gelecektir. ama ensuhgirana tuzağı sezer ve asayı almamayı başarır.

    bunun üzerine emmerkar yeni bir hile düşünür: yazıyı ve yazının dayanağı olan kil tableti icat eder ve bunun üzerine bir boyun eğme emri yazar; metin çivi ile yapılmış ve “çivi çakıldı” anlamına gelen tek bir göstergeden oluşur. o zamanlar bu deyim, üstlenen kişi için “senin hakimiyetini kabul ediyorum” anlamına gelmektedir.

    bu tanımadığı nesne ile meraklanan aratta kralı kil tableti ellerine alır ve bu hareketiyle, istemeyerek uruk kralının hakimiyetini kabul etmiş olur. kurnazlık başarıya ulaşır!

    o zamandan itibaren sümerler yazıyı kullanmaya başlarlar... onlarca sözel dil tanrıların bir lütfu ise, yazı da son derece etkili, tamamen insana özgü bir icattır!

    bir başka sümer efsanesi de yazının doğuşunu daha değişik bir şekilde anlatıyor. “enki ve dünyanın düzeni” adıyla tanınan bu efsanede, yazıyı nabû’nun icat ettiği söyleniyor:

    ikinci bin yılda ea (enki) ’nın oğlu ve babil tanrılarının başı olan marduk, oğlu nabû’ya, tüm sözlerini ve büyülerini yazılı olarak kaydetme görevi verir. bu şekilde, nabû “kalem tanrısı” olur. çok güçlü bir tanrı olarak kabul edilen yazıcılar tanrısı nabû, bazen fetiş hayvanı olan yılan-ejderhanın sırtındaki kil tabletteki yazıcı kalemiyle temsil edilir.

    daha sonra, birinci bin yılda babil’de ve asur’da yazının doğuşuyla ilgili efsanenin değişik bir yorumu ortaya çıkar; bu yorum marduk rahibi beroz tarafından mö iii. yüz yılda şöyle anlatılıyor:

    “yazı insanlara nuh’un tufanından önce enki’nin yer yüzüne yollamış olduğu yedi bilgeden biri olan ve uana-adapa diye çağırılan, oannès (ohanna) tarafından verilmişti. yarı insan yarı balık olup kızıl deniz’den çıkan bu efsanevi kişi, insanlara sanatları ve içinde yazının da bulunduğu teknikleri getirmişti.”
    http://www.izmirsj.k12.tr/…/expo2003/cuneiforme.htm
  • "kuşkusuz yazı, düş dünyası'nın kanamasını mucizevi bir biçimde durduran o tuhaf etkinliktir." (r. barthes)
hesabın var mı? giriş yap