• "ve bana geceler yetmiyor. günler yetmiyor. insan olmak yetmiyor. sözcükler, diller yetmiyor. bir an balkona çıkıyorum. güneşin berlin yapıları gerisinde nasıl batmaya uğraştığını görüyorum. insanlar arabalarını park ediyor. renkli, yeni arabalarını. park ediyorlar ya da hareket ediyorlar. yaşlandıkça insanlarla aramdaki uçurum büyüyor. arabalardaki, uçaklardaki, resmi dairelerdeki, otobüslerdeki, dükkanlardaki, caddelerdeki insanlarla aramdaki uçurum. eşyalarla da öyle.
    yolculuklara dönüyorum. kentlerden sakladığım resimlere.
    duramam.
    artık bundan böyle acıları mutluluk olarak nitelendirmeye karar verdim. yaşamımın en mutlu anlarında da aynı güçle acıyı duymadım mı. ve acıların ötesinde bir beklenti vardı: kendi dünyamın beklentisi. kendi odamda içebileceğim sabah çayının beklentisi..kimse senin kadar güzel, hiç kimse senin kadar canlı gitmedi ölüme.
    dün uzun süre balkonda oturdum. ağaçların tepeleri görünüyor. bugünlerde yavaş yavaş çıplaklıklarından sıyrılmaya çalışan ağaçların. zaman zaman kendimi tüm insanlıktan daha güçlü duyuyorum, ama kendimi aynı anda çıplaklıklarından sıyrılmaya çalışan ağaçlar kadar da bırakılmış duyuyorum. özellikle ben'in, ben'i bıraktığı anlarda. ya da ikisi bütünleştiğinde. ve birdenbire, şimdiye dek hiç algılamadığım bir duygu gelip beni buluyor: bırakılmışlığın tadı..duramam.."
  • ben bu kitabı okudum. son cümlesi bittiğinde ilk cümlesinden okumaya devam edip ikinci kere okudum. ikinci kere bittiğinde hazmettim, durdum düşündüm, hala düşünüyorum..
  • fon'u gökyüzü olan kitap.
    açık mavi, koyu mavi, bulutlu, parçalı bulutlu, yağmurlu, kopkoyu, lacivert, sonsuz.

    başka ülkeler, başka ülkelerdeki başka kentler, otel odaları, tren rayları, mısır tarlaları beni daima mutlandırmış ve umutlandırmıştır.
    tezer özlü, umut veriyor.
    karamsarlık; umutlu olan insanın içinden çıkamadığıdır.
    karamsarlık; değiştirmek, iyileştirmek ihtiyacından doğandır.
    tezer özlü, bunun için gidiyor.
    bunu yalnız yapıyor.
    pavese der ki; "dünya nasıl olması gerekiyorsa öyle. kendi kendini kurtaramayanı kimse kurtaramaz."
    ve kendi kendini kurtarmayan, kimseyi kurtaramaz.
    sürü psikolojisi, dayanaksızdır.
    yalnızlık ve yalnızlığın gidişi, varışı, hiçlik idrakı bir oluştur.
    bu yalnızlıktan etkilenen yalnızlar da kurtarıcının izinden giderler.
    ya da gitmezler.
    bu ya bir ütopya olur ya da bir seyahat, neticede sefahat.

    sadece gitmek ihtiyacı.
    başka bir ülkeye gitmek, o ülkenin sokaklarında yalnızca yürümek istemek.
    bir başka ülkede yaşanabilecek en büyük bağımsızlık, sınırları silmek.

    "bir kentin sokaklarında yürüyebilmek... kentlerin sokaklarında yürümek yaşamın en güzel armağanlarından biri."

    bu başlığın altındaki yazılara, kitaba başlamadan önce, şöyle bir göz gezdirmiştim.
    ve her yerde tırnak işaretleri...
    şimdi yerden göğe kadar hak veriyorum.
    her şey yazılmış; tezer özlü tarafından.
    arkasından, konuşabilecek bir şeyler bulmak çok zor.
    zaten bu yüzden yazılmış.
    ancak - kitabın ardından da - yazılabilir belki, fakat bu da ancak alıntılarla mümkün olabiliyor.

    cesare pavese, "çevreyi tanımlamak değil, duygularla yaşamak gerekir..." diyor.

    sadece satırların altını çizebiliyorum.
    kitaplardaki satırların altını çizmek, bir yalnızlık. bir yalnız kalmama telaşı. bir "seni anlıyorum/hissediyorum", bir "beni anlıyorsun/hissediyorsun".
    bu kayırdığım satırların hepsini buraya yazmak tüm yolculuğa, gökyüzüne haksızlık olabilir diye vazgeçiyorum.
    aslında bal gibi üşeniyorum.
  • tezer özlü'nün "her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu" gibi cümleler sarf ederek an'ın tadını çıkarmaya çalışanların boğazına bir yumru oturttuğu kitabı.
  • kitabın isminin "bir intiharın izinde"den "yaşamın ucuna yolculuk" olarak değişmesi ferit edgü'nün fikridir. tezer özlü- ferit edgü mektuplaşmalarından:

    ferit edgü'den tezer özlü'ye: [20 mart 1984]

    "...
    sevgili tezer,

    "bir intiharın izinde" yürüyorum on gecedir. bu gece (az önce) 5. bölümü bitirdim (85. sayfa). bu gün, ilk elli sayfayı basımevine verdim. bir an önce çıksın istiyorum. hiç değilse bir tane yanımda bulunsun berlin’e gelirken.

    "bir intiharın izinde" müthiş bir kitap. çok müthiş bir kitap. (başka sözcün bulamıyorum.) yıllar var ki böyle bir metin okumadım. (tabii türkçe metinlerden söz etmiyorum.) buna gençlik yıllarımda, rimbaud’u, lautreamont’u, daha sonra kafka’yı, rilke’yi, hölderlin’i keşfettiğim günleri yaşattı.

    çok ender yaşanılan kimi aşklar gibi. öyle bir aşk yaşamışsındır ki, bir daha artık böylesini yaşayamam dersin. aşk sözcüğüne anlamını veren, bedenin tüm hücrelerinde, sinirlerinin her atomunda duyduğun bir duygudur. sonra bir gün, bir rastlantı, yeniden aynı heyecan, aynı coşku, aynı yoğunlukta yaşanan anlar… inanamazsın. bir düşteyim sanırsın. kitaplar da benim için böyledir. eski aşklara dönemezsin, ama eski kitaplara dönebilirsin. (kitapların ölmezliği buradan mı gelir?) bu nedenle de, yıllar var ki, gene eski aşklarımı okuyorum. dostoyevski’yi, kafka’yı, rimbaud’u… ilk kez, yıllar var ki ilk kez, bu güne değin okumadığım bir kitap, yeni bir kitap, daha kitap bile olmamış bir metin, bende böyle bir duygu yarattı.
    birkaç yıl önce, çocukluğunun soğuk geceleri için düşünüp de söyleyemediğim, dile getiremediğim buydu işte: o malzemenin öykülemeye değin, böylesi bir çığlığa dönüşmesi gerektiğini düşlemiştim. içine sıçayım edebi türlerin. romanın. öykünün. şiirin. içine sıçayım. bana yaşamın ucuna yapılan yolculuklar gerek. bu yolculuğun türü olur mu?

    kitabına ne güzel yakışırdı yaşamın ucuna yolculuk.
    ama sen intiharın izi’ni seçmişsin. hele alt başlık (pavese üzerine çeşitlemeler) kendi kendine bir haksızlık. belki başlangıçta bu izi sürmek istedin. ama sonra, sürdüğün iz, bir de baktın ki (yazıp bitirdiğinde baktın mı?) kendi izin. üstelik intiharın değil, yaşamın izi. insanlarla dolu yalnızlığın izi. (bu "insanlarla dolu yalnızlık", kafka’nın bir sözü mü, yoksa benim mi? çıkaramıyorum. belleğim öldü. birçok noktada, yaşamın birçok kesitinde, gerçekten, beckett’imsi bir ölülükte.)
    ..."

    tezer özlü’nün yanıtı: [26 mart 1984]

    "…
    o on günlük yolculukta, bu kitabı yazarken, bir kez gerçekten, otel odalarından birinde kalbim duruyordu ve ben gerçek bir yazma krizi içinde yazdım, yeryüzünden hiçbir şey algılamadan, edebiyat dışında, duygular dışında. bu yüzden "yaşamın ucuna yolculuk" dediğin gibi iyi bir ad. l.f.celine’nin "gecenin sonuna yolculuk" adına çok benzetmiyorsan, kitaba bu adı verebilirsin, belki de "bir intiharın izinde"den daha iyi olur, intiharın izi, biraz bir hafiye romanı da çağrıştırıyor gibi. bu açıdan sana istediğini yapma seçeneği bırakıyorum. pavese üzerine çeşitlemeler’i de kaldırabilirsin. pavese benim gerçekten büyük bir aşkımdır, aynı senin yazdığın gibi. zaten müşterek aşklarımız çok. dostoyevski, kafka. bir yıldır ben de yalnız kafka okuyabiliyorum. daha 40 yıl da okurum. pavase’den alıntılar, ona olan aşkımı ve saygımı zaten belirliyor. dediğin gibi, kitap benim varoluşumun ucuna yolculuk. belki bundan sonra ölümün ucuna da yolculuk edebilirim. şimdilik daha bu kitaptan kopmadım.

    beckett'imsi bir ölülükte yalnız şimdilerde değiliz. sen beckett'i çevirdiğinden beri, hakkari'ye gittiğinden beri, yirmi yaşlarında bilinçlendiğimizden beri o ölülükteyiz. kafka gibi veremden çatlamamamız, beckett kadar ölü görünmememiz, şarklılığımız yüzünden. iç dünyamızın farklı olduğunu sanmıyorum.
    ..."

    ferit edgü’nün mektubundan: [6 nisan 1984]

    "…
    bugün, "düğün hediyesi" olarak kitabının provalarını gönderdim. ama elbette bununla yetinmeyeceğim.

    son haftalarımı senin kitabın aldı. umarım, yanlışsız, içeriğine uygun özenli bir şey çıkar ortaya. gördüğün gibi, harf karakterlerini biraz büyük tuttum ki aşırı miyoplar da rahatlıkla okuyabilsin. tabii körler için bir şey yapamazdım.
    madem izin verdin, ben de adını "yaşamın ucuna yolculuk" koydum.
    kanımca, çok daha iyi oldu.
    yaşamın ucundaki de ölüm değil mi?
    celine’nin gecesine nispeten (özellikle) bu adı seçtim. böylece bir intiharın izindeki polisiyeden de kurtarmış oldum seni.
    …"

    her şeyin sonundayım / sel yayıncılık / 1.b, mart 2010 / s.40-41-44-47
  • pavese'in ardı sıra süren karanlık bir anlatı
  • "her anı ölüdür.
    şimdi sen de bir anısın. sen de ölüsün. her zaman benimle birlikte olan, birlikte taşıdığım, yaşadığım sözcüklerime dönmem gerek. sözcüklerim olmadan o gökyüzüne nasıl dayanabilirdim. o caddeye, o geceye, gecelere, uykuyla uyanıklık arasında öylesine yatıp uyuyamadığım için sinirlendiğim ve her şeyi düşünüp, kalkıp düşündüklerimi sözcüklere çeviremediğim gecelere. ya da uykunun ölümsü derinliğinde var oluşumuzun küçüklüğünü algıladığım gecelere. bu yaşam, beni ancak içimde esen rüzgârları, içimde seven sevgileri, içimde ölen ölümü, içimden taşmak isteyen yaşamı, sözcüklere dönüştürebildiğim zaman ve sözcükler, o rüzgâra, o ölüme, o sevgiye yaklaşabildiği zaman dolduruyor.
    başka hiçbir şey.

    şimdi sen bir anısın. tenin herhangi bir yerde sürdürecek yaşamını. hiçbir sevginin ardından gidemem. sevgi inandırıcı değildir. düşüncelerin bulduğu, düşüncelerin biçimlendirdiği bir durumdur. düşünüldüğü oranda büyür, derinleşir, büyütülür, derinleştirilir. ne denli düşünülürse, o denli büyür. o denli dayanılmaz boyutlara ulaşır, ulaştırılır. gerçekleştirilemez. soyutlaşır. ve hiçbir zaman bitmez. yaşam gibi. ölüm gibi."
  • gitme isteğini, gidebilmeyi ama en çok kendine gitmeyi, içine sıkışmışlığı anlatan gri renkli tezer özlü kitabı. derinlemesine irdelenmesi gereken duyguların taşkınlığıyla söylenmemiş sözcükleri olan ve duran her şeyin kendini sıktığını ve yaşamı gitmek olarak algılayan, bir yazarın anlatısı değil, yaşamın ucunda olmayı bir türlü yaşamayı kendine yakıştıramayan bunu bir türlü beceremeyen bir yazarı anlatır bu kitap.

    ''karşıma çıkan her şey yetersiz. soluduğum her şey yetersiz. dalgalar, odalar, mekanlar, sevgiler yetersiz. suların tadı yetersiz. günlerin uzunluğu yetersiz. haftanın günleri yetersiz.''

    ''tren raylarını severim. bağımsızlığı, gidebilmeyi, kalmak zorunda olmamayı, uymak zorunda olmamayı anımsatır. tren rayları bir tür bağımsızlıktır benim için.''

    ''nice istasyonlarda, nice limanlarda, havaalarında duraklarım. her gidenle gitmek istedim. her yolculuğa çıkmak hiçbir yere gitmesem de, sürekli yolculuklarda olduğumu algılamakta geç kalmadım. ama genç yaşlarda, henüz bana, yaşamı yaşanır kılan bu duyguya varmadan önce, gidememek, derin, derin, derin bir acıydı.''

    ''her şey geçiyor. hiçbir şey geçmese de.''
  • '' .. ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiç bir değeri yok ki. bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün. ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum. sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bağdaşan yönüm yok. aranızda dolaşmak için giyiniyorum. iyi giyinene iyi yer verdiğiniz için. aranızda dolaşmak için çalışıyorum. istediğimi çalışmama izin verdiğiniz için. içgüdülerimi hiç bir işte uygulamama izin vermediğiniz için. hiç bir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz.

    yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. evlerinizle. okullarınızla. iş yerlerinizle. özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. ölmek istedim, dirilttiniz. yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. aç kalmayı denedim, serum verdiniz. delirdim, kafama elektrik verdiniz. hiç aile olunmayacak bir insanla bir araya geldim, gene aile olduk. ben bütün bunların dışındayım. şimdi tek konuğu olduğum bu otelden ayrılırken, hangi otobüs ya da tren istasyonuna, hangi havaalanı ya da hangi limana doğru gideceğimi bilmediğim bu sabahta, iyi, başarılı, düzenli bir insandan başka her şey olduğumu duyuyorum.,, (sayfa. 75-76)
  • defalarca okuyup sayfaları eskiyince, insanı isyan ettiren noktaların tam da üstüne bastığı can acıtıcı bir şekilde yeniden fark edilen, eskimeyen tezer özlü kitabı...
    hafızama değil de internete güvenecek olursam, yardımıma yetişiyor: (bkz: http://mitoloji.info/…-yasamin-ucuna-yolculuk.nedir)

    "yaşamın daha doğrusu yaşamın ortasında, tüm özlemlerimin doyumsuz kaldığını nasıl da algılıyorum. ama artık yorulmaksızın aramak yok. aranan yaşantılar arandı. yaşandı. bir kısmı gömüldü. yeniden toprak oldu. canlılıklarını duyduğum, canlılıklarını birlikte bölüştüğüm birtakım insanlar gitti. onlar adına, onları da özlemek, onlar için özlemek, onlar için de sevmek. insan yaşamının mutlak en önemli olgusu sevilen bir insanı özlemek, istemek. onun yanındayken de özlemek, istemek. oysa yaşam genellikle insanın bir başına kalması. uykuda. uykuyu araken. derin uykuların ötesinde bile zaman zaman düşünde sezinlemiyor mu insan bir başınalığın çaresizliğini?"

    "sordukları zaman, bana ne iş yaptığımı, evli olup olmadığımı, kocamın ne iş yaptığını, ana babamın ne olduklarını sordukları zaman, ne gibi koşullarda yaşadığımı, yanıtlarımı nasıl memnunlukla onayladıklarını yüzlerinde okuyorum. ve hepsine haykırmak istiyorum. onayladığınız yanıtlar yalnız bir yüzey, benim gerçeğimle bağdaşmayan bir yüzey. ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne sizin 'medeni durum' dediğiniz durumsuzluk, ne de başarılı bir birey olmak, ya da sayılmak benim gerçeğim değil. bu kolay olgulara, siz bu düzeni böylesine saptadığınız için ben de eriştim. hem de hiç bir çaba harcamadan. belki de hiç istediğim gibi çalışmadan. istediğiniz düzene (ayak uydurmak) o denli kolay ki..."

    "ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiç bir değeri yok ki. bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün. ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum. sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bağdaşan yönüm yok. aranızda dolaşmak için giyiniyorum. iyi giyinene iyi yer verdiğiniz için. aranızda dolaşmak için çalışıyorum. istediğimi çalışmama izin verdiğiniz için. içgüdülerimi hiç bir işte uygulamama izin vermediğiniz için. hiç bir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz."

    "insan çoğu kez her şeyin son bulduğu duygusuna kapılıyor, oysa yaşamın sonsuzluğunu algılayabilmek için bile yeterli değil bir insan ömrü."
hesabın var mı? giriş yap