• merkez kortun mevcut yerine taşınmasının 100. yılının kutlandığı bu günlerde, şehrin tenis turnuvası hakkında bazı ilginç bilgiler.

    -turnuva boyunca iki haftada toplam 679 maç oynanıyor.
    -spor tarihinin en uzun sponsorluklarından biri, slazenger ve wimbledon işbirliği olarak 1902’den beri devam ediyor. başlarda beyaz olan toplar, 1986’dan beri sarı. gerçi renk konusunda sarı mı yeşil mi tartışması hala sürüyor.
    -toplar 20 derecede saklanıyor ve maçın ilk 7 oyunu sonrası ilk değişim yapılıyor. daha sonrasında 9 oyunda bir “new balls” anonsunu duyabilirsiniz.
    -turnuva boyunca yaklaşık 53.000 top kullanılıyor. kullanılmış topları hatıra olarak satın alabiliyorsunuz.
    -her sene 1.000 aday arasından 250 çocuk top toplayıcı olarak seçilip eğitiliyor ve turnuvada görev alıyor.
    -turnuvanın geleneksel tadı çilek ve krema. bu ikili ilk kez, kardinal thomas wolsey tarafından 1500’li yıllarda kendi evinin kortlarında tenis izleyen misafirlerine ikram edilmiş.
    -turnuvada, kent bölgesinde yetiştirilen en üst kalite çilekler servis ediliyor. 2019’da 192 bin porsiyon çilek & krema tüketilmiş.
    -geleneksel içki ise şampanya. bunun yanında, ingilizlerin yerli içkisi pimm’s de yoğun bir şekilde tüketiliyor. turnuva boyunca seyirciler tarafından 275 bin bardaktan fazla pimm’s içiliyor.
    -turnuvada beyaz ağırlıklı giyinme kuralı 1963’te getirilmiş. kıyafetlerde “tamama yakın beyaz” kuralı 1995’ten beri uygulanıyor. 2014’ten itibaren aksesuarlar da beyaz kuralına dahil edilmiş.
    -eğitimli bir harris şahini olan “rufus”, turnuva boyunca her sabah bir saat kortların üzerinde dolaşarak etraftaki güvercinleri kovalıyor.
    -kortlarda, sık sapları ve sıkı kökleri sebebiyle ingiliz “ryegrass” çimi kullanılıyor. bakım görevlileri, turnuva boyunca her gün çimlerin nemini, rengini ve sıklığını kontrol ediyor.
    -normalde iki hafta arasında ara olarak kullanılan pazar gününde, bu sene ilk kez maçlar oynandı. aynı gün, merkez kortun worple road’tan bugünkü yerine taşınmasının 100. yılı da kutlandı.

    yerinden wimbledon izlenimlerini paylaştığımız şehir hikayeleri podcast bölümü: spotify apple podcasts
  • harika bir şeydir. merkez kortu görmek 21 yıllık hayalimdi. 2 yıl "ace" ne demek diye anlamaya çalıştım. bir türlü yakalayamadım. sonra sağ olsun bir arkadaş: "abi servis karşılayan adam topa hiç dokunamadan sayı olursa o zaman -ace- oluyor" diye anlattı da kurtuldum çileden. ilk 5 yılımda tüm maçları filan izledim roland garros ve wimbledon'da. trt3 verirdi. fahri ikilerin sesi nasıl içime işlerdi. adamı yolda görsem tanımam. tipini hiç görmedim ama çok büyük hayranıyım. dünyanın en iyi sporu hep söylüyorum tennis. futboldan filan 10 kere 1000 kere güzel. benim uzak ara en sevdiğim spor. bir kere güzel olduğu nerden belli? oyuncular maça baslamadan önce ısınırken birbirlerini ısındırıyorlar. beraber çalışıyorlar. maç sonrası mutlaka tebrik ediyorlar birbirlerini. adam en prestijli kupayı almış, diyor ki: rakibim çok iyi oynadı, aslında o da haketti filan. yahu sana ne arkadaş sen kupanı al geç değil mi? yok. illa onu da onore ediyor. evet koltuklarınızı dik duruma getirin, yerinize güzelce yerleşin. uçuşa geçiyoruz...

    şimdi bilet nasıl temin edilir? bilet almak için 5 ayrı yol var. hepsi birbirinden çileli

    1) tam emin değilim ama sanırım bunların bir kulübü varmış. oraya üye oluyormussun. onların belli bir istihkakı oluyormuş. fazla üstünde durmadım, zira biz bu yöntemle bilet bulamayız.
    edit: ingiltere genelinde cesitli kluplerde tenis oynarsan alabilme hakkiymis bu. mahallende tenis klubu varsa her klubun belli sayida hakki oluyormus. sporu halihazirda yapanlar dusunulmus.
    2) 'ballot' dedikleri bir piyango sistemi var. ama piyango deyince yanlış anlaşılmasın, bedava değil biletler. ederini senden zaten alıyorlar da, bilet bulduğunun piyangosu bu. bileti kurayla satıyorlar. aralık ayına kadar bir adrese mektupla ismini cismini belli ediyorsun. ingiltere'de ikamet ediyorsan ayrı kura var. değil isen ayrı kura var. yani türkiye'den de katılınabiliyor sanırım. eğer şanslıysan sana herhangi bir günde merkez kort ya da 1,2,3 nolu kortlardan birinde, onların belirlediği herhangi bir güne bileti satıyorlar. uzun meşakkatli ama güzel bir şey.

    3) ticketmaster adında bir bilet satış web sitesi var. her gün sabah tam 9 da bir sonraki gün için bilet satıyorlar. kaç adet olduğunu öğrenemedim. ama ben kaç sefer denedim ise başaramadım. çünkü saniyeler içinde binlerce kişi hücum ediyor ve bilet kalmıyor

    4) 'the queue' adını verdikleri türkçesi 'kuyruk' olan, iceri giriş sistemi var. içerisi kocaman bir kampüs ve kapasitesi 38500 kişi. icerde bir sürü restoran ve tenisle ilgili mağazalar var. haliyle bir sürü değişik markanın standı da var. merkez kort 15000 kişi alıyor. 1 nolu kort 11430. toplam 20 kort var ama kimisi 20 seyirci almaz. yoldan yanından geçerken izliyorsun. bu 'the queue' dan benim girdiğim gün 7000 kişi aldılar içeri.eğer ki dışarı çıkan birileri olursa yine sırasıyla bu kuyruktan içeri alıyorlar. kampüsün alt tarafına kocaman çayır çimen boşluğu o kuyruk için ayırmışlar. tenis sevdalıları oraya çadırlar kurmuşlar bilet alabilmek için. geceyi orda geçiriyorlar. sabah sıra numaraları dağıtılıyor ve her gün tüm kortlar için ayrı ayrı 500'er bilet satıyorlar bu yolla. şanslı olan ilk 2000 kişi bir şekilde biletini buluyor. geridekilerde 20 pound vererek sadece içeri giriyorlar. ben yine bu yolla bilet bulamadım ama sanırım o ilk 2000 kişi 20 pound ekstra para ödemediler, tatlı tatlı biletlerini aldılar ve içeri girdiler. çünkü sabah 8 de sıraya girmemize rağmen 5200 kişi önümüzdeydi. kampüs 10.30 da açılıyor. maçlar 11.30 da başlıyor. merkez kort ve 1 nolu kort 1.30 da başlıyor maçlara. bu bolca bekleyeceğiniz anlamına geliyor. fakat biletiniz hala yoksa son çare 5. yöntem kalıyor. içeri sevinçle girdik biz 20 pound ödeyerek. kampüs harika zaten. eğer bırakmak istediğiniz eşyanız filan varsa emanet ofislerine basta bırakmış oluyorsunuz. misal çadırla filan geldiniz ise alıyorlar orda para karşılığı zaptediyorlar.

    5) kampüsün en tepe noktasında bir kulübe oluşturmuşlar. günün herhangi bir saatinde biletli seyirci çıkarsa içerden, saat 3'ten sonra o dışarı çıkanların biletleri 'ticket resale' adı altında tekrar satıyorlar. fakat içerden kaç kişi çıkar kaçta çıkar filan hiç bir garantisi yok. tek güzel yanı, merkez kortun 10 pound, 1 ve 2 nolu kortların biletlerinin 5 pound olması. biz içeri girer girmez, hemen çöktük bu resale kuyruğuna, yağmur yağmadı allahtan, yer yer güneş te yaktı bizi ama saat 3 bucukta 1 nolu kort bileti denk geldi.iki kişi olduğumuzdan birimiz bekledi birimiz gezdi sürekli. önümüzde 70 kusur kisi vardı. belki beklesek merkez kort sırası gelir garantisi yok. riske atmadık, zaten 3 maç vardı o gün 1 nolu kortta. 1.si bitmis. son ikisini zevkle keyifle izledik.

    kampüste yenen içilenin haddi hesabı yok. herkes çantasını doldurmuş, şemsiyesini kapmış, pikniğe gelmiş. restoran ve yiyecek satıs klubelerinden satılanların kabaca resmi rakamı buymus.

    300,000 çay kahve, 250,000 şise su, 207,000 menü yemek, 200,000 limonata, 190,000 sandwich, 150,000 abur cubur, kek filan, 135,000 dondurma, 130,000 öğle yemeği, 100,000 bira, 60,000 dutchees diye bisiy. ne olduğunu bilmiyorum, 40,000 ızgara menu, 32,000 porsiyon balık, 30,000 litre süt, 28,000 kg çilek, 25,000 şişe şampanya, 15,000 muz, 20,000 porsiyon yoğurt, 12,000 kg et, 6,000 pizza filan diye bişi yazmışlar resmi sitede. yani içerde para basıyorlar anlayacağınız. fiyatlar da öyle afaki değil. gayet normal. ortalama bir aile bilet bulup içeri girerse gayet süper ötesi bir gün geçirebilir.

    şu an derin bir boşluktayım. hayat bir garip. zirveye çıktım ve hiç inmek istemiyorum. her gün merkez kortta olmak istiyorum. neyse. bundan sonra hersene kovalıcaz demek ki bu isleri. wimbledon kampüsü tennis sevenler icin sanırım dünyanın en güzel yeri olabilir. umarım nasibimde roland garrosa da gitmek olur bir gün.

    edit: 2015 yılında 5. gününde tekrar girebildim içeri. bu sefer cuma günü sabah 5.30 da kampus kuyruğunda idim. tek başıma gittim önce, zira gelecek arkadaslar otobusle baska sehirden 8 de döneceklerdi. 4 adet kuyruk sırası aldım. 3200 lerde bir sıra geldi bu sefer. çünkü insanlar bir gece önceden çadırları ile gelip kamp kuruyorlar. iceri 10 bucukta giriliyor ama 10 civarı actılar kapıları erkenden girdik. girer girmez 4 kişi olmanın avantajı ile resale kuyruğuna çöktük hemen. 30 kisi vardı önümüzde orda. 3 bucuga kadar orda bekledik dönüşümlü. 2 kişi gezerken 2 kişi hep kuyrukta idi. merkez korttaki son macı doya doya izledik. tam emin değilim ama resale kuyruğundan 100 kişi içeri girmiş olabilir.

    bilet satısı ile ilgili rakamları da öğrendim. ticketmasterdan maçtan bir gün önce 500 er bilet merkez, 1 ve 2 nolu kortlar için satışa sunuluyor. ayrıca kampüs kuyruğundan da ilk 500 e merkez kort, ikinci 500 e 1 nolu kort, ücüncü 500 e de 2 nolu kort bileti satılıyor.

    edit 2016: son gün, final günü girdim içeri. son gün olduğu ve diğer kortlarda maç olmadığı için giriş ucuzdu. giriş ücretini hatırlamıyorum editi gec yaptığım icin net hatırlayamıyorum. resale kuyruğuna çökmedik bu sefer. çünkü merkez kortta final maçı vardı ama 1nolu kortta gençler finali filan vardı. bizde henman tepesinde sıkışık maç izleyeceğimize gençler finali izleriz deyip 20 pounda bilet alıp kort 1 in tadını çıkardık. seneye 2017 editi yapıp geceden kamp yaptığımı bildiricem umarım. geceden sıraya girilirse merkez korta bilet bulunuyormuş.

    edit 2017: bu sene 3. gün girmek icin 2. günden kamp olayına gireceğiz. gazamız mübarek olsun. edit editlenir.
    editedit: ogle bir bucukta cadirimla kuyruktaydim ve 494. sirayi kaptim. ilk besyuze centre court bileti 73gbp. yihuu
    editkereedit: aynen bileti kaptim girdim. bilet alirken secme sansiniz olursa gunes yuzunden 101-106 arası kapilari secmeye calisin. golge oraya erken geliyor

    toplanıp gitme editi: her sene ekipçe gitme isteğim var. isteyen olursa burdan yeşillendirebilir. jzff@mail.com dan yazabilir. instagram'dan @jzff bulabilir beni. whatsapp numaralarımızı değişiriz. kampı filan beraber yaparız. ne kadar kalabalık, o kadar eğlenceli olur. saygılar tenis dostları.

    edit2018: bu sene 2 gece kamp yapıp yine girdik merkez. tek gece kamp yeter aslında ama iki gece kamp yordu.

    edit 2019: 9.gün çeyrek finallere girdik. iki gün kamp yaptık. kalabalık fazla yoktu. sanırım nedeni bilet fiyatları yüksekliği. çarşamba günü çeyrek final maçı için, çarşamba sabahı 4te kamp alanında olanlara 1000 nolu sıra bileti verilmiş. bu 1.kort bileti alabilme şansı demek. seneye ya 9.gün sabahı 4te giderim, paşalar gibi 1.kortta maçlarımı izlerim. ya da merkez kort için ilk günlerde loca bileti kovalayacağız.

    edit 2020 için: 1.gün yemekli içkili takılmak için gelmek isteyen varsa takılsın bize. parası neyse verelim artık asil takılalım diyoruz. kampın keyfi ayrı tabi ama sonucta yine tonla para harcıyoruz. hiç olmazsa değsin bari.
  • ingilizlerin -hatta tüm britanyalılar diyelim- erkeklerde tam 76 senedir kazanamadığı turnuva. en son tenisin taş ve sopalarla oynandığı 1936 yılında fred perry ile şampiyonluğa ulaşmışlar. bir ingilizin en son finale çıktığı sene ise 1938... geçen yıllar zarfında mısırlı bir tenisçi bile kazanmış turnuvayı ama ingilizler ı-ıh. wimbledon, dünya kupası, eurovision.. bir şeyi de kazanın be.
  • geleneklerine bağlı prestijli ingilizlerin akşam saat 11de maçı durdurma kuralını kendi çocukları murray'e uygulamadığı sözde prestijli turnuva.

    hava civa
  • buna zamanında en prestijli turnuva sıfatını layık gören eşhas ne içtiyse aynısından istiyorum.wimbledon 2012den aklımda kalanlarla açıklayayım.

    1-ivo karloviç andy murray maçında karloviç servislerindeki saçma "ayak hatası" kararları
    2-baghdatis murray maçında yerel saatle 23.00'te maçın durdurulması kuralını murray maç için servis atacağı oyunda esnetip geleneklerinden ödün vermeleri
    3-neredeyse futbol seviyesinde fanatik ve partizan,britanyalı olmayan oyuncuya deplasman atmosferi yaratan bir taraftar topluluğu.
    amerika açık'ta isner veya roddick lehine,ya da avustralya açıkta ne bileyim bernard tomiç lehine böyle maçın gidişatına tesir eden bir taraftar topluluğu hatırlamıyorum ben.
    4-çatı kapatılması ve maçın ertelenmesi kararlarının başarısız şekilde organize edilmesi ve izleyicinin,oyuncuların mağdur edilmesi.adama sorarlar ki djokoviç federer maçına çatı kapalı başlamayı akıl ediyorsun da nadal'ın maçında neden 5.set öncesi taraflar ritim bulmuş ve ritim yitirmişken 1 saat çatı arası vermek yerine maç öncesi kapalı çatı ile başlamıyorsun.o günkü hava durumu yok muydu elinizde ?

    diğer turnuvalardan hiç bir artı özelliği olmayan,aksine yığınla organizasyon ve profesyonellik eksiği taşıyan taraftar ve organizatör barındıran turnuva.

    2012 olanı federer'in haklı şampiyonluğuyla sonuçlanmıştır.
  • kirsten dunst ve paul bettany'nin çok güzel oldukları film. hikaye olarak goran ivaniseviç'in 2001'deki wild card'la davet edilip şampiyon olmasını romantik komediyle harmanlamışlar diyebiliriz. maç sahnelerinde ise aktörler ne kadar tenis çalışsa da oyunları profesyonel düzeyde gözükmediğinden, adamlara önce raketle havayı dövdürüp, topu sonradan eklemişler. ayrıca başroller için ilk başta hugh grant ve reese witherspoon düşünülüyormuş. sizin de mideniz ağzınıza geldi değil mi? neyse.

    bu film vesilesiyle başka tenis konulu film var mı diye bir araştırma yaptım ancak sonuç olumsuz oldu. filmde çok hoşuma giden bir diyalog vardı ki, şöyle:

    yağan yağmurun altında alman tenisçi ingiliz arkadaşına takılır:
    - birkaç bin yıl içinde ingilizler evrim geçirip perde ayaklı olacaklar.
    - evet, tam o dönemde almanlar da evrimleşip mizah gücüne sahip olacak.

    ayrıca john mcenroe'nun filmle ilgili yorumu efsane:
    "film gerçeğe oldukça yakın, tek fantazi kısmı bir ingilizin wimbledon'ı kazanması"
  • kirsten dunsti gormenin mutluluk verdigi ama wimbledon finaliyle mide bulandiran romantik komedi bir acayip zor yaris filmi. filmde wimbledon finalini oynayan adamimiz peter cort ile rakibi hammond arasinda oyle bir final musabakasi oynanagelir ki, sanirsiniz ki oynayanlar federer ile nadal'in kavminden gelmiyor da mondragonla oscar cordoba kupayi aldirmak icin kasiyorlar. boyle surekli bir yerlerde surunmeler, ucarak atlamalar, doksandan top cevirip cizginin ustunde birakmalar falan.

    bir ara oturdugum koltuktan kalkip "ulan ibne hakem top bal gibi de icerdeydi, golumuzu niye vermiyorsun" diyecek oldum, adamim cort cikip onun gol olmadigini, oyunu 40-30'a getiren bir sayi oldugunu hatirlatti. ben de elindeki raketi gorup rahatladim ama filmin adinin wimbledon olmasi nedeniyle musabakanin tenis maci olmasinin saskinligini gizleyemedim ve hep beraber bu durumuma uzulduk.
  • wimbledon'da yaz aylarında gerçekleştirilen tenis turnuvası. yıllar önce trt 3'te canlı yayınlanırdı, severek izlerdik. tenis oynamaya teşvik olur, raket alır kortlara giderdik. öte yandan annemde wimbledon'a gitme isteği bile uyandırmıştır. güzel günlerdi. venüs ve serena williams kardeşlerin sürekli şampiyon olduğu dönemlerde tadı kaçmıştır.
  • tenisiyle me$hur $ehir, bugun ulke gundemine garip bir park meselesiyle oturdu pattadanak. wimbledon'daki st mary's kilisesi, paranin i$iltisindan kendini kaybetmi$ ve butun ruhani yanini unutmu$ anladigimiz. tenis seyretmeye gelenlere, £20 kar$iligi park yeri kiralayan kilise, talebin fazla, park yerinin az olmasina care bulmu$. fekat care dedikleri, dindar olmayan vatanda$lari bile deh$ete du$urmu$. park yerinin yanindaki eski mezarliga buyrun demi$ler, mezarlarin ustune, arasina park ettirmi$ler milleti. sonra da memleket calkalanmaya ba$layinca, kilisenin sozcusu, hangi kendini bilmez yapti bir bulsak, biz de dovecegiz, ayip etmi$ kerata diye aciklama yapmi$. inanmam diyenler icin, saygin haber kurulu$umuzun alakali haberi, biyrin...
    http://news.bbc.co.uk/…i/england/london/8118493.stm
hesabın var mı? giriş yap