• bana john fowles'ın koleksiyoncu kitabını anımsatan nick cave&the bad seeds ile kylie minogue düeti.

    şarkının irlanda'daki bir efsanede anlatılagelen bir cinayetin* yanı sıra ruhsal bir cinayeti de anlatıyor olabileceğini düşünüyorum. elisa day'in "günebakan" demek olduğunu okudum buradaki bir entryde*; yani ayçiçeği. yüzünü güne, güneşe, aydınlığa çeviren çiçek. genç kızlığın o kırılmamış, incinmemiş neşesine bir gönderme olabilir bu. şarkıda etkileyici bir adamla tanışan genç ve çok güzel bir kız anlatılıyor; henüz kimseyle ilişkisi olmamış, saf, masum ve kandırılmaya, hayal kırıklığına müsait bir kız, güzelliği kendisinden önce görünen bir kız. tanıştığı adamın ona neden ismiyle değil de "wild rose" olarak seslendiğini anlamıyor. wild rose, yani yabani gül, yaban gülü, vahşi gül... adam kendisi için ideal güzelliği sembolize eden yaban güllerine benzetiyor kızı, esasen onu idealize ediyor ve o andan itibaren kızın varlığı bir anlam ifade etmiyor adam için, yalnız güzelliği görünür ve değerli oluyor. bu da kendisi olarak sevilmek isteyen genç bir kızın, gönlünü kaptırdığı ve ilk erkeği olabileceğini düşündüğü bir adam tarafından kullanıldığının ya da fizikselliğe indirgenerek önemsizleştirildiğinin anlatılıyor olabileceğini düşündürttü bana.

    şarkıyı dinlerken göz gezdirdiğim youtube yorumlarından birinde kızın günlerden bahsederken "birinci, ikinci ve üçüncü gün", adamınsa "birinci, ikinci ve sonuncu gün" dediğine dikkat çekilmiş. ürpertti bu beni. ister fiziksel, ister ruhsal bir cinayeti anlatıyor olsun adamın kızla olan iletişiminin sonunu başından beri bildiğini görmek, klipte yaratılan o korku atmosferini salt düşüncede de hissettiriyor.

    https://youtu.be/ldpnje1luve
  • nacizane cevirisi:

    nakarat:

    [they call me the wild rose
    [beni yaban gülü diye çağırırlar

    but my name was elisa day
    fakat benim adım elisa day

    why they call me it i do not know
    bilmem ki neden beni böyle çağırırlar

    for my name was elisa day ]
    cünkü benim adım elisa day]

    from the first day i saw her i knew she was the one
    onu gördüğüm ilk günden beri, biliyordum o aradığım kişiydi

    he stared in my eyes and smiled
    gözlerimin içine baktı ve gülümsedi

    for her lips were the colour of the roses
    dudakları güllerin rengindeydi

    that grew down the river, all bloody and wild
    nehrin aşağısında yetişenlerden, kan renkli ve yabani

    when he knocked on my door and entered the room
    kapımı çalıp, odaya girdiğinde

    my trembling subsided in his sure embrace
    ürpertim onun kat'i kucaklamasıyla yatıştı

    he would be my first man, and with a careful hand
    ilk aşkım olabilirdi, ve nazik elleri

    he wiped at the tears that ran down my face
    yüzümden kayan gözyaşlarını sildi

    nakarat

    on the second day i brought her a flower
    ikinci gün ona bir çiçek götürdüm

    she was more beautiful than any woman i'd seen
    tüm kadınlardan daha güzeldi o, şu ana kadar gördüğüm

    i said, 'do you know where the wild roses grow
    dedim ki: "biliyor musun yaban güllerinin yetiştiği yeri,

    so sweet and scarlet and free?'
    o kadar tatlı ve al ve özgür ki

    on the second day he came with a single red rose
    ikinci gün tek bir kırmızı gülle geldi

    said: 'will you give me your loss and your sorrow'
    dedi ki: 'bahşeder misin bana kaybını ve kederini?'

    i nodded my head, as i lay on the bed
    başımla onayladım, yatağa uzanırken

    he said, 'if i show you the roses, will you follow?'
    dedi ki: 'beni takip eder misin, sana gülleri gösterirsem?'

    nakarat

    on the third day he took me to the river
    üçüncü gün beni nehre götürdü

    he showed me the roses and we kissed
    bana gülleri gösterdi ve öpüştük

    and the last thing i heard was a muttered word
    duyduğum son şey fısıltılı bir sözdü

    as he knelt (stood smiling) above me with a rock in his fist
    yumruğundaki bir kayayla, önümde diz çökülüydü(gülümseyerek durdu)

    on the last day i took her where the wild roses grow
    son gün onu yaban güllerinin yetiştiği yere götürdüm

    and she lay on the bank, the wind light as a thief
    ve banka uzandığında rüzgar bir hırsız gibi konmuştu

    and i kissed her goodbye, said, 'all beauty must die'
    ve elveda öpücüğü verdim, dedim ki: 'bütün güzellikler ölmeli'

    and lent down and planted a rose between her teeth
    ve eğildim ve dişlerinin arasına bir gül yerleştirdim

    nakarat

    ps: elisa day:günebakan
    special thanks to xmxthat
  • mehmet yakup yılmaz "where the wild roses grow” ismini türkçeye "yabangülleri nerede yetişir" diye çevirmiş. http://www.hurriyet.com.tr/….asp?yazarid=148&gid=61

    where the wild roses grow, "yaban güllerinin yetiştiği yer(de)" demektir. kendisinden ricam bilmiyorsa hiç çevirmesin. bakınız ekşi sözlük'te gönüllü hem de gayet kaliteli çeviriler var. onlardan yararlansın.
  • fikir olarak bülent ortaçgil-petek dinçöz düeti gibi gözükse de muhteşem sonuçlar vermiştir. 5 yıl sonra tekrar dinlendiğinde aynı etkiyi yapabilen şarkıdır bu.
  • sonu şöyledir:

    as he stood smiling above me with a rock in his fist...

    on the last day i took her where the wild roses grow
    and she lay on the bank, the wind light as a thief
    and i kissed her goodbye, said, "all beauty must die"
    and lent down and planted a rose between her teeth..
  • klibinde kylie ve nick börtü böcek, ıssız bir göl ve çiçekler arasındadır. kylie tüm güzelliğiyle bir gölün içerisinde, beyaz elbisesiyle ölü halde yatar. nick cave onun güzelliğinden öyle etkilenmiştir ki bozulmasın ister, all beauty must die demiştir. lolita'daki humbert humbert gibi bir nevi kelebeği saklamak güzelliği ölümsüzleştirmek ister. zaman onun düşmanıdır. sonra nick cave in ellerindeki kanı gölde temizlediğini görürüz ve şarkı başlar. şarkı söylenir en sonunda nick cansız kylieye bir gül bırakır.
  • bir nick gave ile kylie minogue şarkısı.

    yerel bir efsaneye göre; yıllar önce irlanda'da elisa day isimli bir kız yaşarmış. arkadaşları ona vahşi gül derlermiş çünkü elisa aynı nehir kenarında yetişen kıpkırmızı vahşi güller kadar güzelmiş.

    sonrasında kasabaya gizemli bir adam gelmiş ve elisa'ya aşık olmuş,

    ilk gün, elisa'nın evine gitmiş ve ona kendini tanıtmış, hatta elisa'yı omuzlarından tutarak dudağına bir de öpücük kondurmuş.

    ikinci gün, gizemli adam elisa'nın evine tekrar gitmiş ve elisa'ya tek bir gül vererek "hayatında gördüğü en güzel kadın" olduğunu söylemiş ve elisa'ya nehrin aşağısında vahşi güllerin yetiştiği yerde buluşmak istediğini söylemiştir.

    üçüncü gün, elisa ve gizemli yabancı nehrin aşağısında buluşmuşlar ve adam elisa'nın dudaklarına son bir öpücük kondurmuş, sonrasında da elisa'yı kafasına taşla vurarak öldürmüş. elisa son nefesini vermeden önce ise gizemli adamın elisa'nın kulağına "bütün güzeller ölmeli"* diye fısıldadığı anlatılır.

    gizemli adam, elisa'yı öldürdükten sonra, onun vücudunu çiçeklerle süsleyerek, dişlerinin arasına tek bir kırmızı vahşi gül koymuş ve elisa'yı nehire bırakmıştır.

    elisa'nın cesedi asla bulunamamış ve zamanla gerçek adı da unutulmuş, bu olayı hatırlayanlar ondan "vahşi gül" diye bahsederlermiş.*

    ilerleyen yıllarda bir çok insan, elinde tek bir kırmızı gül ile kanlı bir beyaz kıyafet içinde onun hayaletini gördüğünü iddia etmiş ve zamanla bölgeye gelen meraklılar kasaba halkına "vahşi güller nerede yetişir?" * diye sorar olmuşlar.

    şarkı güzel şarkıdır, klibi zaten bu yerel efsaneden esinlenerek çekilmiştir. şarkıyı daha önce duymayanlar hikayeyi okuduktan sonra klibi izlesinler derim.

    edit:imla
  • kylie minogue denen götten bacakli, "bu düet, müzikal kariyerimde en üst yeri tutuyor" diyerek afferim yorumlarimi kazanmistir.
  • they call me the wild rose
    but my name was elisa day
    why they call me it i do not know
    for my name was elisa day

    from the first day i saw i knew she was the one
    as she stared in my eyes and smiled
    for her lips were the colour of the roses
    that grew down the river, all bloody and wild

    when he knocked on my door and entered the room
    my trembling subsided in his sure embrace
    he would be my first man, and with a careful hand
    he wiped at the tears that ran down my face

    on the second day i brought her a flower
    she was more beautiful than any woman i'd seen
    i said, "do you know where the wild roses grow
    so sweet and scarlet and free?"

    on the second day he came with a single red rose
    said, "will you give me your loss and your sorrow?"
    i nodded my head, as i lay on the bed
    he said, "if i show you the roses will you follow?"

    on the third day he took me to the river
    he showed me the roses and we kissed
    and the last thing i heard was a muttered word
    as he stood smiling above me with
  • klipte kylie minogue'un bu kadar hoş/masum/etkileyici (neyse artık) çıkmasının tek bir sebebi olabilir: ophelia! evet, hamlet'e aşık olan kadın. hatta, öyle ki, suyun içinde yatma pozisyonu bile (kollar dirseklerden bükük ve yana açık) ophelia'nın ölüm pozisyonudur: ya!

    *: nick cave, hzog, muhteşemdir.
hesabın var mı? giriş yap