• gördüklerimizi nasıl algıladığımızı açıklamaya çalışır bu kitap, "man act women appear" şeklinde bir algılayış vardır der (bak bunu türkçeye çeviremedim, çevirisinin kötü olması doğal, ehehe) örneğin bir adamı bağırıp çağırırken, abartılı jestler yaparken gördüğümüzde gerçekten kızgın olduğunu ve bunun doğal bir reaksiyon olduğunu düşünürüz ancak aynısını bir kadın yaptığında kızgın olduğunun anlaşılması için sesini bilinçli bir şekilde yükselttiğini ve abartılı davrandığı izlemine kapılırız gibi bir açıklaması vardır bunun. kadınların edilgen olarak algılandığını savunan ve çünkü, belki de, öyle olduklarına kanaat getiren bir gender yorumu var bunun ardında. yenilip yutulması kolay olmasa da doğruluk payı var gibi, cinsiyetlere toplumda öğretilen roller sahiden de az çok bu yönde.
  • görme biçimleri' nde john berger, kadınlar ve erkekler üzerine yaradılışsal, toplumsal, davranışsal betimlemeler ve birbirini tamamlayan zıtlıklar buluyor. bu öznellikler hakkında, pek çok birey farklı perspektiflerden bakıyor olabilir. lakin yazarınıza kadınların ve de tabi ki erkeklerin içsel simyası üzerine muktesebat dolu gelen bu konsept, farklı bir bakış açısından görebilmek için gereklidir. -tabi ki anlayana-

    buyurunuz, buradan (y)akınız;

    "bugün artık irdelenmeye başlayan ama hiçbir çözüme ulaşmamış olan uygulama ve törelere göre kadının toplum içindeki varlığı erkeğinkinden çok başkadır. erkeğin varlığı kendinde saklı yetkelilik umuduna bağlıdır. bu, büyük ve inanılır bir umutsa erkeğin varlığı çarpıcı olur. küçük ve inanılmaz bir umutsa erkeğin varlığı da önemsizleşir. bu yetkelilik umudu ahlaksal, bedensel, yaradılışa göre değişen, parasal, toplumsal ya da cinsel bir umut olabilir. neyse ki yetkelilik umudunun yöneldiği nesne her zaman erkeğin dışındadır. bir erkeğin varlığı o erkeğin yapabileceklerini, sizin için yapabileceklerini gösterir. üretilebilir bir varlıktır onun varlığı, çünkü erkek gerçekte yapamayacağı şeyleri yapabilecek yetkedeymiş gibi davranır. bu yalancı davranış her zaman onun başkaları üzerinde etkili olmak için kullandığı bie yetkeye yönelmiştir.

    bunun tersine bir kadının varlığıysa, onun kendine karşı olan tutumunu gösterir; o kadına karşı nelerin yapılıp nelerin yapılamayacağını belirler. kadının varlığı hareketlerinde, sesinde, fikirlerinde, yüz ifadelerinde, giysilerinde, seçtiği çevrelerde, zevklerinde ortaya çıkar. gerçekten de kadın kendi varlığına katkıda bulunmayan hiçbir şey yapmaz. varlığı, kadının kişiliğiyle öylesine içiçedir ki erkekler bunu bedenden çıkan bir tütsü, bir koku, bir sıcaklık olarak algılarlar.

    kadın olarak doğmak, erkeklerin mülkiyetinde olan özel çevrelenmiş bir yerlerde doğmak demektir. kadınların toplumsal kişilikleri, böylesine sınırlı, böylesine koşullandırılmış bir yerde yaşayabilme ustalıklarından dolayı gelişmiştir. ne var ki bu, kadının öz varlığının ikiye bölünmesi pahasına olmuştur. kadın hiç durmadan kendisini seyretmek zorundadır. hemen hemen her zaman kendi imgesiyle birlikte dolaşır. bir odada yürürken ya da babasının ölüsünün başucunda ağlarken bile ister istemez kendisini yürürken ya da ağlarken görür. çocukluğunun ilk yıllarından başlayarak hep kendi kendisini gözlemesi, bunun gerekli olduğu öğretilmiştir ona.

    böylece kadın içindeki gözleyen ve gözlenen kişilikleri, kadın olarak onun kimliğini oluşturan ama birbirlerinden ayrı iki öge olarak görmeye başlar.

    kadın, olduğu ve yaptığı herşeyi gözlemek zorundadır. erkeklere nasıl göründüğü, onun yaşamında başarı sayılan şey açısından son derece önemlidir. kendi varlığını algılayışı, kendisi olarak bir başkası tarafından beğenilme duygusuyla tamamlanır.

    erkekler kadınlara karşı belli bir tutum edinmeden önce onları gözlerler. bu yüzden bir kadının bir erkeğe görünüşü, kendisine nasıl davranılacağını da belirler. bu süreci bir ölçüde denetleyebilmek için kadın bunu kabul etmeli ve benimsemelidir. kadın benliğinin gözleyici yanı, gözlenen yanını öylesine etkiler ki sonunda tüm benliğiyle başkalarından nasıl bir tutum beklediğini gösterir. böylece kadının, bir eşi daha bulunmayan ve kendi kendini etkileme süreci onun kişiliğini oluşturur. her kadının varlığı, kendi içinde nelere "izin verilip nelere verilemeyeceğini" düzenler. eylemlerinin her biri -amacı ya da dürtüsü ne olursa olsun- o kadının kendisine nasıl davranılmasını istediğini gösteren birer simgedir. bir kadın tutup bardağı yere atarsa bu o kadının kızgınlığını nasıl ele aldığını, bu yüzden başkalarından nasıl bir davranış beklediğini gösterir. erkek aynı şeyi yaparsa bu, yalnızca onun öfkesini dışa vurmasıdır. kadın güzel bir fıkra anlatırsa bu, onun kendi içindeki fıkracıya nasıl davrandığını, elbette fıkracı bir kadın olarak başkalarından ne beklediğini gösteren bir örnektir. fıkra anlatmak için fıkra anlatmak ancak erkeğin yapabileceği bir şeydir.

    bunu şöyle yalınlaştırabiliriz. erkekler "davrandıkları" gibi, kadınlar "göründükleri" gibidirler. erkekler kadınları seyrederler. kadınlarsa seyredilişlerini seyrederler. bu durum, yalnız erkeklerle kadınlar arasındaki ilişki için değil, kadınların kendileriyle ilişkilerini de belirler.

    kadının içindeki gözlemci erkek, gözlenense kadındır.

    böylece kadın kendisini bir nesneye -özellikle görsel bir nesneye- seyirlik bir şeye dönüştürmüş olur."
  • "görme konuşmadan önce gelmiştir. çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir. (7)

    düşündüklerimiz ya da inandıklarımız nesneleri görüşümüzü etkiler. insanların cehennem'in gerçekten var olduğuna inandıkları ortaçağda ateşin bugünkünden çok değişik bir anlamı vardı kuşkusuz. gene de onlardaki bu cehennem kavramı -yanıkların verdiği acıdan olduğu ölçüde- ateşin her şeyi yutan, kül eden bir şey olarak görmelerinden doğmuştur. (8)

    bir şeyi gördükten hemen sonra, aynı zamanda kendimizin görülebileceğini de fark ederiz. karşımızdakinin gözleri bizimkilerle birleşerek görünenler dünyasının bir parçası olduğumuza bütünüyle inandırır bizi.

    karşıdaki tepeyi gördüğümüzü kabul edersek o tepeden görüldüğümüzü de kabul etmemiz gerekir. görüşün iki yanlılığı konuşmaların iki yanlılığından daha baskındır. çoğu zaman karşılıklı konuşma bu görme-görülme işlemini dille getirme çabasıdır. “sizin her şeyi nasıl gördüğünüz”ü benzetmeyle ya da doğrudan açıklama çabanızla, “onun her şeyi nasıl gördüğü”nü anlama çabanızdır.(9)

    bir doğa resmi “gördüğümüzde” kendimizi onun içine koyarız. geçmişte yapılmış sanata “bakıyorsak” o zaman kendimizi tarihin içine koymuş oluruz. bu sanatı görmemiz engellendiğinde aslında bizim olan tarihten yoksun bırakılmış oluruz. bu yoksunluktan kim yarar sağlar? sonuçta geçmişin sanatı, mutlu azınlığın kendine bir tarih yaratmaya çabalamasından dolayı bulandırılmaktadır. bu tarih, geriye bakıldığında yönetici sınıfların oynadığı tarihsel rolü haklı gösterebilir. böyle bir haklı çıkarmanın çağdaş dilde hiçbir anlamı yoktur. bundan ötürü ister istemez bulandırıcıdır. (11)

    fotoğraf makinasıyla anlık görünümler birbirinden ayrıldı; böylece imgelerin zamana bağlı olmadıkları fikri ortadan kalktı. başka bir deyişle makine geçen zaman kavramının (yağlı boya resim dışında) görünen şeylerin algılanışından ayrılamayacağını gösterdi. görüşümüz neyi nerede gördüğümüze bağlıydı. gördüğümüz şey de zaman ve yer içinde bulunduğumuz duruma bağlıydı. her şeyin kayma noktası olarak kabul edilen insan gözü üzerinde toplandığını düşünmek olanaksızdı artık.

    (...) oysa perspektifle görsel alan sanki ideal olan buymuş gibi düzenleniyordu. perspektifle yapılmış yapılmış her taslak ya da yağlı boya resim seyirciye dünyanın biricik merkezinin kendisi olduğunu söylüyordu. fotoğraf makinası – ondan daha çok da sinema makinası- aslında böyle bir merkezin bulunmadığını gösterdi. (18)

    (...) kadın hiç durmadan kendini seyretmek zorundadır. hemen hemen her zaman kendi imgesiyle dolaşır. bir oda da yürürken ya da babasının ölüsünün başucunda ağlarken bile ister istemez kendini yürürken ya da ağlarken görür. çocukluğunun ilk yıllarından başlayarak hep kendi kendisini gözlemesi, bunun gerekli olduğu öğretilmiştir ona. (46)

    bunu şöyle yalınlaştırabiliriz: erkekler davrandıkları gibi, kadınlarsa göründükleri gibidirler. erkekler kadınları seyrederler. kadınlarsa seyredilişlerini seyrederler. bu durum, yalnız erkeklerle kadınlar arasındaki ilişkileri değil, kadınların kendileriyle ilişkilerini de belirler. kadının içindeki gözlemci erkek, gözlenense kadındır. böylece kadın kendisini bir nesneye - özellikle görsel bir nesneye – seyirlik bir şeye dönüştürmüş olur. (47)

    çıplak kadın resmi yapılıyordu çünkü çıplak kadına bakmaktan zevk duyuluyordu; kandının eline bir ayna veriliyordu ve resme kendine hayranlık deniyordu. böylece çıplaklığı zevk için resme geçiren kadın ahlak açısından suçlanıyordu.

    oysa aynanın gerçek işlevi çok daha başkaydı. ayna, kadının kendisini her şeyden önce ve her şeyden çok seyirlik bir şey olarak gördüğünü anlatmak için konuyordu resme. (51)

    çıplak olmak insanın kendisi olmasıdır.

    nü olmaksa başkalarına çıplak görünmektir; insanın kendisi olarak algılanmamasıdır. çıplak vücudun nü olabilmesi için bir nesne olarak görülmesi gerekir. (vücudun nesne olarak görülmesi nesne olarak kullanılmasına yol açar. ) çıplaklık kendisini olduğu gibi ortaya koyar. nü'lükse seyredilmek üzere ortaya konuştur. (54)

    ilk soyunma anındaki sıradanlığa gereksinme duyarız çünkü bu sıradanlık bizi gerçeğe indirger. aslında bundan da öte bir şey yapar. cinselliğin tartışılmaz, atalardan gelme mekanizmasını taşıyan bu gerçeklik cinselliğin herkesçe paylaşılma özelliğini de birlikte getirir.

    gizemliliğin kayboluşu, ortaklaşa gizem yaratma yolunun ele geçirilmesiyle aynı anda olur. süreç şudur: öznel -> nesnel -> öznel – bu sürecin karesi alınır. (59)

    durağan bir cinsel çıplaklık imgesi yaratmanın ne denli güç olduğunu şimdi anlayabiliriz. yaşanırken çıplaklığın algılanması bir durum değil, bir süreçtir. (60)

    yağlı boya resimde nesneler çoğu zaman oldukları gibi gösterilir. gerçekte bunlar satın alınabilir nesnelerdir. bir nesnenin resmini yaptırıp aldığınızda onu beze geçirtmek o şeyi satın alıp evinize koymaktan pek de değişik bir şey değildir. böylece bir resmi satın aldığınızda o resimde gösterilen nesnelerin görünüşünü de satın almış olursunuz. (83)

    göz kürkten başlayarak ipeğe, madene, tahtaya, kadifeye, mermere, kağıda ve keçeye doğru kayar. her kaymada gözün resimde gördüğü şey dokunma duygusu diline çevrilir. (90)

    reklamlarla her birimize bir nesne daha satın alarak kendimizi ya da yaşamlarımızı değiştirmemiz önerilir.

    aldığımız bu yeni nesne der reklam, sizi bir bakıma daha zenginleştirecektir – aslında o nesneyi almak için para harcayarak biraz daha yoksullaşacak olsanız bile!

    reklam, yüzeysel görünüşü değişmiş, bunun sonucu olarak kıskanılacak duruma gelmiş insanları göstererek bizi bu değişikliğe inandırmaya çalışır. kıskanılacak durumda olmak, çekici olmak demektir. reklam çekicilik üretme sürecidir. (131)

    (...) alıcıya satmaya çalıştığı ürünle ya da olanakla çekicilik kazanmış olan kendi imgesini yansıtır. bu imgeyle alıcıda, kendisinin gelecekte olabileceği durumu özleten bir kıskançlık uyandırır. bu kıskanılası ben'i yaratan nedir öyleyse? başkalarının duyduğu kıskançlıktır elbette. reklam, zevk değil mutluluk vaat eder bize: dışarıdan, başkalarının gözüyle görülen bir mutluluk. kıskanılmanın getirdiği bu mutluluk da çekicilik yaratır. (132)

    seyirci – alıcının, ürünü edindiği zaman erişeceği durumuna bakarak kendini kıskanması beklenir. o ürünle, başkalarının kıskanacağı bir nesne durumuna dönüştüğünü düşünmesi amaçlanır. bu kıskançlık onda kendini beğenme duygusunu güçlendirecektir. bunu başka türlüde anlatabiliriz: reklam imgesi alıcıdan, aslında onun kendisine karşı duyduğu sevgiyi çalar; sonra da bu sevgiyi ona, alacağı ürünün fiyatına yeniden satar. (134)

    bütün reklamlar huzursuzluk duygusunu işler. her şey paraya dayanır; parayı ele geçirmek huzursuzluğu yenmek demektir. (143)

    reklam, bir tür düşünsel dizge olup çıkar sonunda. her şeyi kendi diliyle açıklar. dünyayı yorumlar. (149)"
  • "reklamcılık rönesans resminin can çekişmesidir" gibi iddialı yorumları da içinde barındıran, basit görünen, bir ağır kitap. bir yerinde van gogh'un bir mısır tarlasını resmettiği tablosu, arka arkaya iki sayfada veriliyor mesela. ön sayfada altına hiçbir şey yazmamış, arka sayfada ise resmin altına el yazısıyla "bu van gogh'un kendini öldürmeden önce yaptığı son resimdir" demiş, buyrun buradan yakın diye ilave etmiş. diyebiliriz ki, john abi de minübüs edebiyatımızın efsanevi repliklerinden birine paralel bir iş yapmış; efendiler "gözler, gören gözleri özler" demiş, "eyvallah abi!" diyoruz biz de, böyle ağır kitaba böyle saçma bir entry yazmış olmanın utancıyla.
  • görsel sanatlarla uğraşan yahut ilgilenen kişilerce okunması elzem olan john berger kitabıdır.

    - bir bayan ayna karşısına geçip süslenmeye veya hazırlanmaya başladığında kendisine bir erkek gözüyle bakar hakeza bir erkek için de aynı doneler zıt şekilde sıralanmaktadır.

    - bir çalışan aynaya baktığında kendisine bir patronun gözüyle bakar.

    - bir öğrenci aynaya baktığında, kendisini bir hoca gözüyle süzer.

    - ilgi odağında olan bir bayan aslında kendisinin izlenilmesinden hoşnut değildir. izlendiğini izlemek ona daha büyük haz verecektir.
  • bu modası geçmiş kitapta görme biçimi olarak sunulanlar yağlı boya resim ve reklam ile tüketim kültürü ve kapitalist dinamikler arasındaki yatay ilişkilerdir. bugün için ilgi çekici olan hiçbir şey yoktur yani. erkeğin bakan, kadının ise bakılan olarak kurgulandığı klasik mizansen ise freud ve lacan karşıtı olup kesinlikle anti-feministtir. bu dar vizyon aslında kitabın hazırlandığı 1972'de de çoktan iflas etmişti.

    yüzeysel bakışla kabataslak geçilen rönesans, barok dönem ve klasik tablolardaki derinliğin çalakalem irdelendiği çalışmanın başlığı da iddialıdır. bbc için ve ortalama tv izleyicisi hedef alınarak hazırlanan çalışma batı sanat tarihindeki görme ve alımlama biçimlerini değil, kitabı hazırlayan beş ayrı kişinin görüşlerinin cisimleşmiş hâlidir.

    sanata yüzeysel bakış ve sanatçının genel olarak zanaatkâr kimliğinde okunması nadide eserlerin anlaşılmasında ciddi bir kriz doğurmaktadır. kitapta bu açıkça hissediliyor. rastgele kimi resimlerin kitaba ilave edilip yorumun okura havale edilmesi zaten derinliksiz olan fikirlerin havada kalmasına neden oluyor.

    bu minvalde amaç tüketim kültürünü, reklam endüstrisini, burjuva sınıfını eleştirmek ve işçi sınıfının gözünü açmaktan başka bir şey değil, diyebiliriz. televizyon için hazırlanmış olması ancak bununla açıklanabilir. sanata veya resim sanatına giriş mahiyetinde bile anlaşılamaz bu. beş ayrı kişinin görüşü sanat tarihine nasıl bir giriş olabilir? balıklama giriş de tatmin edici değil hâliyle.

    gerçekten sıkı bir giriş için daha önce incelediğim sanatta anlamın görüntüsü adlı kitabı öneririm. ayrıntı yayınları'ndan çıkmıştı. görme biçimi neymiş, anlayalım işte o zaman!
  • arterde yarın son günü olan sergidir. istanbul için gayet hoş heyecan verici bir modern sanat buluşması olmuş. tarihin ilk dönemlerinden picassoya, salvador dali'ye herkesin aşinalığı olan güzel bir çalışma olmuş.

    önyargının, yorumlamanın, sanatın ve sanatçının ne'liğinin kavranması için, modern sanatlara en uzak olanların bile 45 dakikasını ayırmasını dilediğim sergidir. dalga geçerek değil anlamak için gezen herkes için -sanatla en alakasız olanlar dahil- öğretici, her seviyeye hitabeti olmuş. tüm cehaletimle sevdim. bizle beraber tedirgin ama öğrenmeye açık meraklı istanbullular umutlandırdı.

    görme biçimlerimizde algılama yöntemlerimizde değişken değiştiren, etmen ilave edip, etmen kaldıran beyin yakan eserler var. fularsız girilebilir.

    --- spoiler-1 ---

    "yalnızca birer kişi giriniz" gibi bir uyarı yazan bir kapının önünde uzun bir kuyruk oluştu, içeridekinin çıkmasını uzunca süre bekledik kuyruk arttı. tam"acaba kapı yok da sanat eserinin kendisi biz mi olduk; ama yok o sergi temasına uyar mı ki" diye düşünürken sonra anladık ki içeride kimse yok. sıranın en önündekiyle şakalaştık falan. içerde ne mi var? süprüz.
    --- spoiler-1 ---

    --- spoiler-2 ---

    sonraki her koridor, video gösterisinde ve her kapıda tedirgin insanlar gördük. "bi çapanoğlu var kapıdaki tufaya gelip cehaletimizi belli etmeyelim" diyen tedirgin ziyaretçiler vardı. bazı ziyaretçilerin bizzat enstalasyon olmasından şüphe edenler oldu. herkes bi tedirgin...bu açıdan sergi bence çok işlevseldi.
    --- spoiler-2 ---

    --- spoiler-3 ---

    şaşırmalara devam ederken adını hatırlamadığım sanatçının picasso guernicası önündeki çığlıklaşma eseri aniden çığırarak insanları yerinden hoplatadursun tam yanındaki mona hatoumun silikon bastonu çılgınca dikkat çekiyordu. eğri büğrü baston üzgünce duvara dayanmış, kendi işlevini sorgularken ziyaretçiler genelde doğrudan varlığını sorguluyordu. zira çevresinde hiçbir uyarı, bir numaralandırma, çerçeve,yazı, görevli, özel aydınlatma vs. hiçbişey yok. civarımda oyuncak sananlar, unutulmuş sananlar dokunmaya çekinirken kendime dedimki "tifarhad kahramanlık günü sende. belliki orta kapıdan yediğimiz zoka burda da var. bu bastonu bi kurcukla da herkesi enstalasyona dahil et hadi koçum" aldım elime bastonu, tam elden ele gezdirecektik ki uzaklardan saç baş yolarak gelen bi çığlık oluştu yine. nitekim görevliye yakalandım. "görevli de sanat mı lan acaba" derken tam cehaletimin içimdeki sanat vandalını ortaya çıkarmışım :( çevremdeki kalabalık bi anda toz oldu. pislikler sattı anında. ulan demin hepiniz gazlarken iyiydi nerdesiniz? halkı aydınlatayim "bahın mona hatoum diye bi abla var, onun bastonuna gönderme yapmışlar" diyecektim ki yine cehaletimle rezil oldum :( bastonun kendisi çıktı. neyseki bu olayda hiçbir baston zarar görmedi.
    --- spoiler-3 ---

    --- spoiler-4 ---

    en üst kat galeride tabureye oturmuş güvenlik görevlisini sanat eseri sanan bi teyze vardı. görevli ona bakıyo o görevliye bakıyo. yavşak görevli uyarmıyo da "abla bende bi olay yok, zorlama beynini, resimlere bak sen" demiyo. bu sefer cehaletimle rezil olmadığım için mutluydum ama teyzede kendimi gördüm. onun yerinde olabilirdim :(
    --- spoiler-4 ---

    --- spoiler-5 ---

    büyük fotoğraflara çok yakından bakmaya zorlayan örtüler altında eserler var. bu eserler çok eğlenceli. utanmayın girin bakın sürünün, örtüler altındakileri anlamaya çalışın. ha benim götüm mötüm hep açıldı sürünürken ama olsun bakan olmaz ortamda. örtüler altında neler mi var? süprüz.
    --- spoiler-5 ---
  • bircok kisi tarafindan kücümsenen john berger kitabı. genellikle "bunlari ben de biliyorum zaten" diye yorumlanir. düsüncelerini savunmak ve hakli cikarmak icin sacma teoriler atsa da ortaya tarafimca sevilir sayilir. ozellikle ciplaklik ve nu arasindaki farklar guzel yorumlanmistir.
  • insana farklı bakabileceği ne çok şey olduğunu gösteren, etrafındaki bakışlardaki ve kendi gözlerindeki pek çok şeyi fark etmesini sağlayan güzel bir john berger kitabı. ne yazık ki metis çevirisi çok başarısızdır.
    sonundaki "to be continued by the reader..." cümlesi kitabın amacını ve etkisini gösterir. gerçekten de okurun okuduktan sonraki bakışları kitabın devamı olacaktır artık.
  • ikinci bölümünden:

    "you paint a naked woman because you enjoy looking at her, you put a mirror in her hand and you call the painting vanity. thus morally condemning the woman you have depicted for your own pleasure, and incidently repeating the biblical example of blaming the woman".

    "bakmaktan hoşlandığınız için çıplak bir kadın resmediyorsunuz, eline bir ayna verip resme kibir/gösteriş adını veriyorsunuz. kendi zevkiniz için tasvir ettiğiniz kadını ayıplayarak zaten müthiş yaygın olan kadını suçlama örneğini tekrar ediyorsunuz."

    erkeklerin ikiyüzlülüğünü gösteren bir bölüm olmuş. kadınların akıcı konuşmaları ve özüne inmeleri ise ayrı güzel.
hesabın var mı? giriş yap