• 8 gün önce babam öldü.

    25 senedir yatalak olan, bana "anne" diyen, kardeşim gibi büyüttüğüm, altını temizlediğim, insülin iğnelerini yaptığım, hastanelere taşıdığım, varken yokluğuna alıştığım öldü. yok artık. çürüyor toprak altında. elime tonlarca ağırlığında bir vicdan azabı torbası tutuşturup gitti. kendime edeceğim sonsuz küfürlerimin müsebbibi oldu, gitti. sağlığında kesilen ayaklarının yerini toprak doldurdu şimdi. yok artık. ve ben uyuyamıyorum.

    uyuyamıyorum çünkü deliksiz uykuları haketmiyorum.
    kanıksamak korkunç bir şey ve ben kanıksamıştım onun durumunu.. evin ayrılmaz bir parçası gibiydi. lamba gibi, halı gibi, annemin yirmi senelik dolabı gibi bir parçasıydı evin. hiç ölmeyecekti. sonsuza kadar yaşayacaktı. beni bile gömecekti de torununa miras kalacaktı. son bir yıldır ağırlaşan durumuna inat, her seferinde toparlanıyor, tutunuyordu sırt üstü senelerdir yattığı yatağından ibaret olan hayatına.

    insanın içi nasır tutuyor bilir misiniz?
    böyle bayaa bayaa nasır tutuyor bazı acılar. uyuşuyor. hissetmez oluyorsun.
    babasızlığım da benim nasırımdı. alışmıştım ona. babamı, bir bahar gününde, 8 yaşımda kaybetmiştim ben zaten ve oturma odasının demirbaşı olan o adam başka bir şeydi artık.

    son birkaç senedir yanaşamıyordum yanına eskisi gibi. kendi dertlerim, içinde boğulduğum sorunlarım, tek başıma büyüttüğüm çocuğum, ödemekte zorlandığım faturalarım, yalnızlığım, kafa karışıklığım, korkularım ensemdeydi hep ve önem listemin çok gerilerinde kalmıştı oradaki adam.. odasındaki kesif idrar, dışkı ve hasta kokusu beni girmekten alıkoyuyordu. boş bakan gözleri ve söyleyebildiği 3-4 kelimeyle sürekli aynı cümleleri kurup duruşu sıkıyordu içimi. evlerini ziyarete gittiğimde, odasını teğet geçtiğim, içeri bile girmeden döndüğüm oluyordu. ona karşı artık hissedemediğim şefkat kendimden tiksinmeme sebep oluyordu. söyleyecek bir şey yoktu. konuşacak bir şey yoktu. yapılacak bir şey yoktu. ve ben yok sayıyordum onu. yokmuş gibi. zaten hiç olmamış gibi.

    babasız büyüyüşümün, oradan oraya savruluşumun, teselliyi hep yanlış erkeklerde arayışımın, hatalı eş seçimimin, kendimde sevmediğim ne varsa hepsinin sebebi oydu çünkü. sanki hür iradesiyle 40 yaşında yatağa düşmüş gibi, beni bile isteye terk etmiş gibi suçladım onu senelerce.

    şimdi gitti işte. öldü babam. babanın ölmesi diye başlık açmışlar şurada.. oraya yazacak şeyim bile yok benim. çünkü bir anım yok babama dair. hatırlamıyorum onu. birlikte sinemaya gitmedik, baş başa yemek yemedik, hiç sohbet etmedik, sevdiklerimle tanışmadı, evlenirken kırmızı kuşağımı belime bağlamadı, yaşadığım zorluklarda elimi tutup "ben yanındayım" diyenim olmadı.. sesini bilmiyorum. adımı nasıl söyler bilmiyorum. neleri severdi, ayakta dururken boyu nereme gelirdi, torunuyla neler yapmak isterdi, hangi parfümü sürerdi, tanısa şu halimi sevip de benim gibi bir kızı olsun ister miydi bilmiyorum..

    bildiğim şu ki ben uyuyamıyorum. çünkü sırt üstü yatamıyorum. göğsümün üstüne çöküyor vicdan azabım.

    son 4 gününde, evimden sadece 550 metre ötede bir evde, ciğerlerinin yettiğince kesik nefesler alırken; annem "ağırlaştı durumu, gel gör" derken, "yine toparlar, bir şey olmaz, merak etme" dedim ve gitmedim ben.. sayısız kez gördüğüm bir filmdi bu; yüzlerce kez doktorlara gidilmiş, onlarca kez hastanelere girip çıkılmış, 3-5 kez de bu sefer gerçekten ölüyor dediğimiz noktadan geri dönüp dirilmişti o. yine dirilecekti. vakti zamanında söylediği gibi 102 yaşını devirecekti.

    inanmadım. gitmedim. ve öldü işte.
    babamı son kez, ölümünden 11 dakika önce bir whatsapp aramasında gördüm ben. çok saçma değil mi? işte 25 senenin sonunda, yanıma kala kala bu vicdan azabı kâr kaldı ki bana da müstahaktır..

    umarım vardır öte taraf diye bir yer. umarım bekliyordur. umarım helallik isteyebilirim bu kez. ve umarım başka bir hayatta tanıma fırsatım olur burada hiç tanıyamadığım babamı.
  • sabahattin ali şöyle yazmıştır hakkında:

    "...fakat herhalde ikinci bir aşka atlamak, senin için o kadar güç olmamıştır. insan evvela kendi kendisinden utanır gibi olur ama, bilir misin, bizim en büyük maharetimiz nefsimizden beraat kararı almaktir.
    vicdan azabı dedikleri şey, ancak bir hafta sürer. ondan sonra en aşağılık katil bile yaptığı iş için kafi mazeretler tedarik etmiştir."
  • karsısındakıne acı verip hayatına kaldıgı yerden devam edebilecek sogukkanlılıkta ınsanları gordukce su dunyada eksik oldugunu dusundugum sey. ınsanlar mı kendısıyle hesaplasmaktan bu kadar korkuyor bu zamanlarda yoksa sadece onemsemıyorlar mı.

    çocuk katilleri nasıl uyuyor yataklarında ben anlayamıyorum. karınca oldurdugum ıcın oturup gozlerı kurayana kadar ağlayan aptal bir çocuktum ben, gerçekten anlamıyorum. beynım patlayacakmıs gıbı oluyor. o savaşlar, o kadar katliam, siviller, masumlar.

    bebeklere tecavuz eden sapıklar, kopeklerı ıskenceyle olduren ınsan demeye dilimin varmadıgı yasam formları. bunların hepsı hemcınsımız dı mı? hepsının yemek yemeye, su ıcmeye, uyumaya ıhtıyacları var. nası oluyor da yasamaya devam edebılıyorlar?
  • genelde biri öldüğünde ona yaptığınız en ufak bir yanlışın bile gelip boğazınızda düğümlenmesi durumu..
  • insanın, dünyadaki cehennemidir.
  • eğer gerçekten hissedilmişse; kişiyi terbiye eden, olgunlaştıran bir duygudur.
    kişinin inandığı değerleri yeniden cesaretle sorgulamasına, hayatında önem verdiği şeylerin değerini yitirirmesine, onların yerine farklı şeylerin değeri hakkında yargılar geliştirmesine sebep olabilir.
    kısaca... insanın ruhunu altüst edebilir!
  • insanı öldürebilecek bir duygu.
  • sürekli aklının bir kösesinde her dakika sizi yiyip bitiren, geceleri yatağa girip uykuya dalmaya calısırken yaptıklarınızın düzelmesi için size dua bile ettiren hayatın çift yüzlü öğelerinden biri...
  • hiçbir fiziksel acıyla karşılaştırılamayacak azaptır. ateş ne ki, kor ne ki.
  • bu aksam yedi civari rektorlukteki taksi duraginda en fazla bir haftalik bir kedi, ne aglamak ama. saga sola bayaa baktim ne anne ne kardesler var. hic yapmadigim sey, elime alip kortlara yurudum, kalbi duracak ama. sut aldim, tabaga dokmek icin biraktigim an ayaklari kicina vura vura kacti. tellerden kolayca sigip yol kenarina gecti, neyse bir saat baska kedilerden koruyucam diye badigardlik yapip sutu icmesini bekledim. oyle ki adimimi ona dogru attigim an tellerden iceri kaciyor. ilginc son bekliyorsaniz, son yok. sutu gire cika bi saat icti, sonra ben cekip eve geldim. simdiyse vicdan azabindan resmen kivraniyorum, acaba annesi yakinlardaydi da ben bok mu yedim bunu kortlara getirerek. cikip yuruyucem, bulursam eve getiricem ki boka batayim dedim ama bulamadim da. sokakta boyle binlercesi var diye avunmasan ve unutmasan, tanimin hakkini vererek azap cekersin zaten.

    neye zaafiniz varsa o konuda sizliyor caanim vicdan. her tipi de gercek bir azap degil -iyi ki- allahlar korusun azap seviyesinden.

    edit: bugun kediyi -eger yanilmiyorsam ama sanmam- anasiyla birlikte cimlerde yuvarlanirken gordum. sanirim mutluluktan ustumu basimi yirticam
hesabın var mı? giriş yap