• geçen yaz arkadaşla ankara'ya gezmeye gittik. hunharca sokaklarda dolanıp, atpazarı'nda turlayıp ''ankara'da gezilecek yer varmış lan baya'' nidaları eşliğinde gezerken dilimiz dışarı sarktığından bir şeyler yiyelim dedik. cepte de fazla para kalmamış, lokantalara girmeden fiyatlara bakıp göt olup uzaklaşıyoruz derken bir esnaf lokantasına denk geldik, oley lan bura ucuzdur diyerekten daldık.
    girmemizle birlikte filmlerdeki gibi içerideki müşterilerden çorba dolduran emmisine kadar herkesin fijjjuuv diye dönüp bize bakması bir oldu. nasılsa iki dakika yiyip çıkıcaz diye yapılan uzaylı muamelesini siktir edip bir şeyler alarak oturduk. biz çorbaları hüpletip bir yandan da günün kritiğini yaparken yan masadan gelen kart ses üzerine sesimiz kesildi.

    -şuna bak amuğa koyiym... şorta bak... amını ayırıp oturmuş... [küfürler...]
    -lan sus tamam.
    -şuna bak şuna... [küfürler...]
    -lan sanane sus.
    -[küfürler...]

    kan beynime sıçradı. bize mi dedi o, dedim arkadaşıma suratım sinirden patlıcan rengine dönüşürken. mekanda zaten eser miktarda kadın var, tek şortlu da biziz. çüş lan! mına koyiym şort da öyle ne biliym transparan, ne biliym leopar desenli, ne biliym krokodil derili dikkat çeken bir şey değil ki, bildiğin normal kot şort. gayet normal ayak ayak üstüne atmışım çorbamı içiyorum, amuda kalkmış veya esnek balerin oturuşu yapmış da değilim. bu neyin nefreti?! üstüne üstlük bunu diyen kadın, susturmaya çalışan adam...

    ağzımda çıkmaya hazır laflarla bir hışımla çevirdim kafamı yan masaya. kolları ve boynu acemi dövmelerle kapatılmaya çalışılmış ama pek saklanamamış bir sürü jilet iziyle dolu; boyu 2 metreyi rahatlıkla bulacak, omuz genişliği 3 kilometreyi zorlayacak izbandut gibi bir ablayla göz göze geldik. öyle bir nefretle bakıyordu ki, eğer ablamın telekinezi yeteneği olsaydı kaburgalarımı o an yalnızca bakarak kırabilir, çatırtıları istanbul'dan duyulabilirdi. yanındaki zavallı adamsa sesini çıkarmadan oturuyor, suratı 'bir siktir olup gideydik iyiydi' diyordu. dönüp kadına:

    - hanfendi utanmıyor musunuz böyle konuşmaya?! size ne zararım var? şortumun ya da oturuşumun nesi var, nasıl bir terbiyesizlik, yobazlık? üstelik siz de bir kadınsınız, yazıklar olsun!
    - sikerim ulan senin hanfendini!
    diyip yan masadan bizim masaya atlaması, kendi cüssesinin yarısı kadar olan şahsımı sekize katlayıp mercimek çorbalarında ve nohutlu pilavlarda hunharca zıplatması bir oldu. yaklaşık bir saat süren yoğun dayak seansı sonrasında birinin gelip iki boyuta inen bedenimi kaldırmasına gerek yoktu zira zaten buharlaşıp jesus christ'ın yanına yükselmiştim.

    hayal dünyamdan kopup gerçekliğe döndüğümde hala kadına dik dik bakıyordum. hem jilet izlerine zum yapıp tırsmak hali hem de bir laf dediğimde alacağım karşılığın gözlerimin önünden film şeridi gibi geçmesi yüzünden kadına bir şey demekten vazgeçtim tabii ki. öyle hanfendilerle, kadınlığın onurlu direnişiyle filan olacak iş değildi bu. kadın da hala bakmaya devam ediyordu, bir diğeri bakışını çekmeden kendi de çekmeyecek kadar inatçı ve eyleminin arkasındaydı belli ki. pes ettim; bu denli büyük nefreti, literatürdeki hangi sözcükle ifade edeceğimi şaştığım cehaletle hayatımda savaşmış değildim. siktir edip arkadaşa döndüm:

    - tuzu uzatır mısın? bu arada burası hangi semtti?
    - ulus.
    - bir daha da gelmeyiz.

    edit büdüt: imla, anlam kayırtmaları, ses büzüşmeleri vs.
  • cumhuriyetin ilk yıllarında moğolcadan ithal edilmemiştir. uydurma da değildir.

    ulus sözcüğü türkçede ilk kez orhon yazıtlarında kullanılır. burada insan topluluğu değil, coğrafi bölge anlamındadır.

    daha sonra bir insan topluluğunu anlatmak için de kullanılmıştır. osmanlı arşivlerinde örnek: bozulus türkmânı.

    modern anlamına ise tabii, modern zamanlarda bu anlamın ortaya çıkışı ile kavuşmuştur.

    özetle, türkçe "ül-" kökünden geliyor olması kuvvetle muhtemel olan, türkçeye moğolcadan alınmış olsa bile en geç 8. yy'da alınmış olan, türkiye türkçesinde de yüzyıllardır kullanılan bir kelimedir ulus.

    tam olarak bugünkü anlamıyla kullanılmıyordu tabii, ama doğal olan da budur. kelimelerin anlamı değişir.
  • öncelikle yazacaklarım ankara'daki ulus'la alakalı...

    işim dolayısıyla bir seneden uzun bir süredir ulus semtiyle yoğun olarak haşır neşir olmaktayım. nerdeyse her gün gidip geliyorum buraya. ancak turist ruhiyetiyle dolaşmak şu vakte kadar nasip olmadı. bundan dolayı bu semtten edindiğim hissiyata günlük koşuşturmaların tadı sinmiştir ister istemez.

    yıllarını istanbul'da geçirmiş birisi ulus'u hemen tarihi yarımada'daki eminönü, sirkeci gibi yerlere benzetecektir. doğrudur, bu yerler arasında benzerlik mevcuttur lakin şahsıma göre ulus çok daha başkadır istanbul'daki emsallerinden. öncelikle, ulus'un kendine has bir eğlence atmosferi vardır. genelde pavyon ve birahanalerle çevrilidir bu atmosfer. nezih midir? kesinlikle değildir. hatta insanı korkutan bir yanı bulunmaktadır. bahsettiğim eğlence mekanlarına hiç gitmediğimden hakkında yorumda bulunamıyorum ancak her sabah yerlerde görülen kartvizitlerden ki benzerlerine başka bir yerde hiç rastlamamıştım, insan çıkarımlarda bulunabiliyor. ayrıca, ulus'un sakinleri memlekette sıklıkla görebileceğiniz fıtrat ve görünümlere sahip değildir. kasketli, ayhan ışık tarzı bıyığı olan amcalarla yolda defaatle karşılaşabilirsiniz. fıtrat olarak da kabadırlar ne yazık ki. bunu öncellikle insanların size yönelttiği bakışlardan sonra da ulus esnafının size olan davranışlarından anlarsınız. çankırı, çorum, yozgat gibi şehirlerden gelenler işlerini genelde ulus'ta hallettikerinden etrafta bu şehirlerden pek çok insan vardır. sanırım ulus'ta yoğun olarak hissedilen orta anadoluluk bundan kaynaklanmaktadır. şu anda ulus'ta hakim olan genel havayı ben gemi enkazlarını kaplayan deniz canlılarına benzetiyorum. cumhuriyet kurulduktan sonra ulus'a tiyatrolar, parklar yapılmış. önemli devlet kurumları buraya konumlandırılmış. ancak ilk dönem devlet yöneticilerinin küçük gördüğü anadoluluk mercanların enkazı çevreleyip yutması gibi semte sonradan eklenen çıkıntıları yontmuş. sonuçta eski meclisin önünde bul karayı al parayı oynatılan bir yer ulus. bir yandan da tepeden ne kadar değiştirilmek istenirse istensin, halkın ancak kendi istediği zaman değiştiğinin de bir göstergesi.

    orada çektiğim bir kaç fotoğraf:

    http://www.flickr.com/…zkbs/sets/72157632728029446/
  • bugünkü kalitesizliğine ve itilmişliğine rağmen, itici, zevksiz cam binaların yükseldiği kızılay'dan daha estetik, daha güzel bir semttir ankara'nın ulus'u...

    bu semtte dolaşırken, rastgele serpiştirilmiş büfeleri, yeni yapılan binaları ve insanları görmezden gelmeyi başarabilirseniz o güzel mimarisini seyrederek, kendinizi biraz olsun st. petersburg'da hissedebilirsiniz.

    düşünüyorum da, doğduğu şekilde büyümeye devam etseydi, zevk sahibi ve ehil ellerde yükseltilse idi ulus, bugün belki dünyadaki sayılı yerlerden olacaktı. ama cumhuriyetin ideali gibi, simgeleri de birer birer yozlaştırıldı... ve elimizde kalan, bir tarafta "beş milyona tüm markalar burada." çığlıkları, diğer tarafta modern olma iddiasındaki dev cüsseli siyah camlı hilkat garibeleri...

    -selpak lazım mı?

    lazım tabii.
  • insanlarin tasaklarini özgürce kasiyabildigi, türkiye'nin geneline kiyasla asiri modern bir yer, ne de olsa cumhuriyetin temelleri atildi burada. ayrica kaldirim tasi basina 3,5 balgam düsüyor bu semtte. dilenciler arasi uzaklik ise maksimum 13 metre...

    tüm bunlara ragmen gelismis ülkelerdeki özgürlük seviyesinin yakalanamadigini düsünüyorum ulus'ta... insanlar rahat rahat iseyemiyor sokaklara, sagina soluna bakiyorlar ayip bir sey gibi. halbuki gelismis ulkelerde insanlarin cekinmeden yolun ortasina sicabildigini görüyoruz. bu da türkiye'nin karin agritici sorunlarindan.
  • her türlü pis adamın bulunduğu, sokaklarda utanmadan korsan porno film satan tezgahların açıldığı, havada her türlü küfrün savrulduğu, caddelerin ortasında çöp yığınları olan, kızlara sanki hiç görmemişçesine bakılan ve yalnız görüldükleri anda laf atılan ankara semti. burda çalışmak bir kadını*isyanlara sürükler, "ne güzel otantik bir semt, binanız da ne kadar hoş, tarihi" diyenler yanılıyorlar; eski ankara ancak böyle bozulabilirdi.
  • türkiye'nin teksas'ıdır. bir yıl boyunca istisnasız her akşam tarlabaşı'ndan geçti yolum ve ulusta güpegündüz yaşadığım tedirginliği yaşamadım orda. postmodern bir mekandır hem turistik mekanları binaları, müzeleri,tiyatroları ile hem de pavyonları, fahişeleri, travestileri ile bilinir. yerler yarı çıplak travesti kartvizitinden geçilmez.
  • ankaradaki butun dedelerin piyasa mekanidir. her gun ugramazlarsa rahat edemezler. her gun ne yapiyor bu dedeler anlamiyorum. illuminati gibi bir gizli orgutleri var herhalde.
  • yıllar sonra ulusa gittim bugün, kuzenimi 19 mayıs stadyumuna götürdüm. dönerken otobüse bindik. ulusun içinden geçtik, ankara'nın karanlık yüzünün kalbinden. yedi yaşındaki kuzenim ''bu evlerde insanlar yaşıyorlar mı,'' ''neden burada yaşıyorlar, yeni evler yapmıyorlar'', ''korkmuyorlar mı buradan'' dedi.

    üst üste binmiş evler, sıkış tepiş, eski, köhne ve karanlık evler. insanı mutsuz, agresif, sinirli, ruhu çirkin insanın. gülmüyor insan, gülümsemiyor, kavga, gürültü, küfür peşinde arka manzarasındaki evler gibi insanı. yüzü sert insanın, asabi yüzü, öfkeli ama niye öfkeli bilmiyor sebebini. koşuşturuyor hep, sabah kalkıyor kızgın, akşam eve dönüyor yine kızgın, sinirli. aynaya bakmıyor belki de, yüzünü görse aynada, o köhne evleri görecek yansımasında ama bakmıyor aynaya. kıyafetleri, duruşu, bakışı kaybolup gidiyor ulus'ta, uyumlu o karanlıkla, farkında değil, öyle kanıksamış, öyle benimsemiş kendini. öteki değiller, ötekileştirmek değil bu. çoklar artık onlar, normaller, olağanlar. yıllardır hiç değişmeden duruyorlar, hep aynılar. değişmeleri istenmiyor zaten. verilen imkanlar, sunulan şartlar, yardımlar, makarnalar, kömürler yetiyor onlara. o evler nasıl değişmiyorsa yıllardır, insanlarda değişmiyor. çünkü o insan değişirse, o evler değişirse, o insanlar farklılık isterse ülkenin başındakiler değişecek. her iki kişiden ikinciyi arıyor ya herkes oradalar, herkesin ikincisi orada, çoklar, mutsuzlar yüzlerinden belli ama değişmiyorlar, değişmeleri istenmiyor. ankara' da ulus' talar, istanbul'da oradalar buradalar, türkiye'deler, her yerdeler. biz görmüyoruz, görsek de umursamıyoruz. bebekleri oluyor onların, küçücük bebekler, bebekler bilmez karanlığı ama o bebekler büyüyor o sokaklarda, o evlerde. o bebekler de o evler gibi oluyor sonunda. oysa o bebek doğsaydı boğaz yalısında, o yalı gibi olacaktı sonunda. dünya adaletsiz, tanrı çok daha adaletsiz.
  • millet istanbulun yazında sıcaktan uyuyamaz, evde duramazken ulus parkında hırkasız duramayacağınız semttir. yüreyerek akmerkeze, ortaköye hatta isterseniz beşiktaş ve levent metroya bile gidebilirsiniz. kesinlikle güvenlidir. istanbulun yaşamak için en güzel yeridir, havası temiz, rüzgarı bol, manzarası güzel, ulaşımı kolay, sakin ve refahtır ve verdiğiniz paralara değer.
hesabın var mı? giriş yap