• üst edit: başlığı açan ben değilim. ilk entry sahibi sonradan kaçtığı için başlık üzerime kaldı.

    yarı yarıya doğru bulduğum önerme. şahsî kanaatim, en az para kadar toplum içinde getireceği prestijdir. ülkede "mesleğin ne?" sorusuna cevaben "doktor" dediğin zaman inanılmaz saygı görürsün. istersen multiverse teorisine katkılarda bulunmuş bir fizikçi ol, doktorun gördüğü kadar hürmet göremezsin.
  • tıp fakültesinin tercih edilme nedeni para olabilir lakin tıp fakültesine girilmesini sağlayan şey kafadır. kafası çalışan, on sene okumak için ebesi sikilen ve hayat kurtaran adamlar da para kazanıversin müsaadenizle.
    edit: doktor değilim
  • bir salağın önermesi olabilir. çünkü ilkokul mezunu sıradan bir emlakçı veya ikinci el otomobilci, bir uzman hekimden daha fazla kazanmaktadır.
  • bir çok hayalperest doktor olmak ister gençlik yıllarında bunu para kazanmak için söylemezler mesleğin karizması ve toplumun beklentidir çocuğu buna iten. ama gel gör ki gerçekler sınavlarda başarısızlık ve gerçek hayat bunu engeller.
  • topluma faydam olsun;
    hayat kurtarmak istiyorum doktor olacağım,
    iyi bir mimar olup yüz yıl sonra bile hatırlanmak istiyorum,
    harama dokunmadan yaşamanın mümkün olduğuna inandığımdan siyasete atılıyorum,
    gençlerin, benden sonra gelecek kuşakların daha iyi eğitim almaları için, parası önemli bile değil sırf kutsal olduğu için öğretmen olacağım,

    vs. vs. vs.

    bu tip yaklaşımlar cumhuriyetin ilk yıllarında gerçekleşti ve o insanlar artık ya rahmetli yada bir huzur evinde yetiştirdiği insanlar dan dua ve hediye bekliyorlar.
    herşey dezenformasyona uğruyor.
    yaşam geçinme odaklı ve hayatın standartları en kısa yoldan yükseltme telaşı.
    artık mantıklı ve doğru olan bu.
    işini sevmeyenden devlete ve millete trilyon da alsa fayda gelmeyeceğini tüm sistem biliyor.
    ve bu sistemde yapılacak en mantıklı önerme bile 7 yaşındaki çocuğun hayal gücünün alamayacağı bir mantıksızlık doğuruyor.

    birey yaşamını idame ettirmek zorunda, ya sisteme uyup yüksek gelirle robot gibi yaşayıp mesleki anlamda yükselme ve tecrübe edinmeyi çokta yararlı görmeyecek, yada insan odaklı bir şekilde değerini bilinmeyen insanların yaşam standartlarını yükseltecektir.
  • ülkemizdeki kaç tane genç üniversiteye girerken "üniversite eğitimi alayım, kendimi geliştireyim, ilgilendiğim alanda bilgi sahibi olayım" diye düşünüyor ki?

    sınav sonuçları açıklandıktan sonra rehberliklere koşanların büyük bir kısmının kafasındaki soru şu oluyor; bu alandan mezun olduğumda iyi bir iş bulabilir miyim. rehber öğretmenler ya da aileler de aynı şekilde öğrencileri yönlendiriyor. örneğin felsefe okumak isteyen birisine yöneltilen ilk sorulardan birisi de şu oluyor "oradan mezun olunca ne iş yapacaksın". felsefe tercih ettiğin çoğu kişinin gözünde enayi bile oluyorsun...

    tercih döneminde özel üniversitelerin reklamlarına bir bakın. eğitim kadrosu, akademik başarılar, uluslarası alanda sunulan akademik imkanlar falan tanıtımın neredeyse en sonunda geçiyor. öncelikler arasında hep "mezun olunca iş imkanı" var.

    tıpçı değilim ama en azından tıp tercih edenlerin hedefleri en baştan belli oluyor. puanların yüksek olduğunu bildiği için sınava ona göre hazırlanıyor, 6 sene okuyacağını üstüne tus'a gireceğini, nöbet tutacağını, uykusuz kalacağını biliyor.

    bu düşünceleri için geçerli olan motivasyon her tıp öğrencisinde farklı olabilir. kimisi için paradır, kimisi sosyal statü nedeniyle tercih eder, ailenin yönlendirmesi olabilir vs. tıp okuyan bir sevgilim olmuştu, o gerçekten de insanlara yardım etmek için tıp seçmişti ama aynı sınıftaki arkadaşı gerçekten ileride alacağı maaş için doktor olmak istiyordu.

    işletme okuyan gençlerden kaçı işletme alanında bilgi sahibi olmak için bölümü tercih ediyor? işletme okuyanların tercih nedeni de para sonuçta.

    sosyal bir devlet olmadığımız ve genç nüfusun kafasındaki en büyük kaygılardan birisi ileride işsiz kalır mıyım sorusu olduğu için herkes üniversiteye girerken ister istemez para ve iş konularını düşünüyor. doktora, avukata, öğretmene bulaşacağımıza sistemi eleştirip, düzeltmeye çalışırsak bence onun maaşı, bunun parası diye birbirimizi yememize gerek kalmaz.
  • karın renginin beyaz olmasının tespiti kadar anlamlı tespit.
    tıpkı mesela mühendislik tercihinin de maddi kazanca bağlı olması gibi.
    acı falan da değil normal bir gerçek. insanlar yetenek sahibi oldukları ve kendilerine iyi bir kazanç sağlayacağını düşündükleri mesleklere yönelirler. ben de mesela doktor değilim ama mesleğimi öyle seçtim.
  • sen o kadar ineklik yap, çalış çabala, sayısaldı, sözeldi hayvani net çıkar, sonra biri gelsin herşey para için desin.
    bu kadar kalın görmemek lazım. oysa biraz daha ince düşünülse, ülkemizdeki tıp fakültesi tercihinin sebebinin araba satarken zorluk yaşamamak olduğu kolaylıkla anlaşılabilir.

    o değil de, daha iki gün önce "doktordan temiz yelkenli" diye ilan gördü bu gözler. aga sizin bu tıp müfredatında neler var tam olarak? bilelim de ona göre alışveriş yapalım.

    tanımı atlamayalım: her ne kadar istisnai örnekler mevcutsa da, hakkında asla genelleme yapılamayacağından dolayı yanlış bir önermedir.
  • kapitalizmde değerin ölçüsü para olduğu için normal durumdur. öğretmenliğin de görmesi gereken değerdir, ama onu hallettiler sayılır. yakında tıp da 'halledilecek' anlaşılan. kötü olan 'çok para' değil, ticarileştirme ve değersizleştirmedir.

    basit bir örnekle anlatayım. bildiğiniz gibi işçi ve memur farklıdır. memur kamu hizmeti görür, işçi ise emeğini satar. işçinin 'iş piyasasındaki değeri' üzerinden satılan emeği (emek/zamanı) patrona ait sayılır, ondan çıkıp ürüne dahil olur. ürün, kendisi üzerinden oluşmuş piyasadaki ihtiyacı karşıladığı oranda işçi değil patron bu işten kar eder. memur ise toplumun ihtiyacı olan bir şeyi karşılar. bu ihtiyaç kamu idaresi tarafından belirlenmiştir. kamu idaresi memura emeği (emek/zamanı) karşılığında para ödemez, gördüğü hizmet karşılığında geçimini sağlar.

    peki maaş/ücretle gördükleri iş arasındaki bu fark ödemeye nasıl yansır? ücret farkıyla değil, kimi memur az kimi memur çok alır, işin değerine göre. ha keza, işçi de emek piyasasına bağlı olarak az veya çok alır. aradaki fark, çok basittir: memur ücretini ayın başında peşin olarak alırken, işçi ücretini ayın sonunda alır. yani memur emeğinin karşılığını almıyor, o yüzden önce emeğini vermesi gerekmiyor. onun çalışmasının değeri kamu idaresi tarafından belirleniyor, diğerininki patron bile değil, piyasa tarafından.

    şu anda bütün hizmetler ticarileştirilerek bu ilişki bozuluyor. doktorun da, öğretmenin de verdiği hizmet değil, harcadığı emek/zaman alacakları ücreti belirliyor. bu atmosferde kamu hizmeti bekleyen vatandaş emek piyasası tarafından belirlenmiş bir çalışma düzeniyle karşılaşınca hayal kırıklığına uğruyor. sonra 'öğretmenler çok tatil yapıyor' lafları dolaşıma sokuluyor, doktorlar dövülüyor, alo şikayet hatları devreye sokuluyor. yani ki, kamu idaresince temsil edilen toplumsal ilişki tarafından terbiye edilemeyen doktor, öğretmen emek piyasası tarafından, işten atılma tehdidiyle, ücretle ve değersizleştirmeyle terbiye edilmeye çalışılıyor. yani ki, yakınmayın insanlar tıbbı parası için tercih ediyor diye. kötülüğün kaynağına bakın.

    memurluğu yüceltiyormuşum gibi olmasın, kendi 'kamusal hizmet tahayyülümü' de ifade edeyim: efenim, katılımcı ve toplumsal bir hizmet sunumunun geliştirilmesi gerekiyor. kamu iradesi, iradesini kamu idaresine de devretmemeli, eline almalı. yani 'patron' gerçekten ve doğrudan halk olmalı. ütopik bir şeyden bahsetmiyorum ama çok uzun oldu, burada ayrıntısını anlatmaya kasamam, kusura bakmayın. bir küçük ipucu vereyim: (bkz: özyönetim)
hesabın var mı? giriş yap