aynı isimde "tutunamayanlar (dizi)" başlığı da var
  • sahip olduğu feysbuk fan sayfalarında kitaptan yapılan alıntılarla, kitaptan olmadığı halde kitaptanmış gibi gösterilen bazı cümlelerle insanlara kitabı yalan yanlış tanıtan ve hatta insanlara 'ulan ben bu kadar okudum okuyacak daha ne kaldı ki' dedirten ve insanların kendisini bu kitabı okumuş saymalarına sebep olan, bu sayede de ülkemizdeki çoğu kişi tarafından okunmuş gibi kabul edilen; aşk, isyan, melankoli dolu feysbuk sayfalarında vazgeçilmezler arasında kendisine yer bulan oğuz atay'ın bir eseri.
  • kendi adıma çok şeyler bulduğum depresif roman. ama popüler olması canımı sıkmıyor değil. popüler kültür herşeyi sulandırıyor. mümkünse meraklıları dışında kimse bilmesin.
  • çok isteyip bir türlü okuyamadığım kitap. gerçekten defalarca başladım zorladım ilerlemeye çabaladım ama olmadı. insanların çok şey bulduğu çok bağlandığı bu kitap okutmadı kendini bana. sayfalarca süren durağanlığa dayanamadım. ama oğuz atay'a hayranlığımdan denemeye devam edeceğim okuyana kadar. belki zamanı gelmemiştir belki ileri ki yaşlarda kaptırabilirim kendimi kitaba.
  • okuyamadim ben bunu. babam vermisti okuyayim diye, okuyamayinca da karizmayi cizdirdim kendisine karsi... babam sagolsun cocuklugunu sahaflarda gecirmenin getirdigi kitap okuma askini bana da bulastirdi, ama zamanla bu hangimiz daha süper, derinlikli hatta kastiran kitaplar okuyacak yarisina dönüstü. iste tutunamayanlar babamin bana bu yarista attigi ilk gol.

    peki ben ne yaptim, göze göz dise dis mantigiyla baslayip baslayip okuyamadigim diger kitap olan ulysses'i tutusturdum eline "bak süper mutlaka oku" diye. kendisi de karizmayi cizdirmemek adina kasti da kasti ama bir türlü layigiyla okuyamadi bunu... sonra birgün döndü bana "simdi sen bunu okudun öyle mi?" dedi. ben yalan söylemeyi sevmem dürüstce "yoooo okuyamadim ben onu" dedim siritarak. sandim ki birbirimizle olan bu yaris burada biter. gecen skype'dan konusuyoruz elinde bir kitap. bak dedi ne buldum sahaflardan. baktim ulysses'i anlamak icin yardimci kitap almis. simdi bununla okuyarak kitabi sindirirse bittim demek... tutunamayanlar'i okumak icin de rehber kitap vardir diye umuyorum su an...
  • ne yazık ki internet ortamlarında, okurları tarafından değil "fanları" tarafından savunulan büyük roman. şavkar altınel'i "gösteriş düşkünü entel" olarak tanımlayacak kadar edebiyatla alakasız adamlar, tutunamayanlar ve oğuz atay üzerinden "katmanlı roman, postmodernizm, joyce" gibi klişeler saçarak kendilerinin nasıl edebiyat gurmeleri olduğunu, bu romanı okumanın da ne kadar zor olduğunu falan anlatmaya bayılıyorlar sanırım. tabi onlar gibi romanı okumuş olan "elit" kesim de bu yorumları zevkle sahipleniyor.
    şavkar altınel bu romanı neden sevmemiş, açıkçası ben anlamadım. yaptığı yorumları okudum, ama bunlar romanın kendisinden çok okurun romanı sahipleniş biçimini eleştiren görüşler gibiydi. bu romanı okuyan herkesin "ben de bir tutunamayanım" deme eşiği var ya, bence onu eleştiriyor gibiydi romanın kendisinden çok. kaldı ki "sığ ve yapay" oğuz atay hakkında ağıza alınacak son sözler, bu anlamda şavkar altınel'i savunacak değilim.
    öte yandan, şavkar altınel'in eleştiri yazılarını okursanız, edebiyat temeli en sağlam entelektüellerimizden olduğunu görürsünüz. yani bu, kafka diye nick alıp joyce'lu entryler girip "oğuz atay'ı ben bilirimcilik" oynamaya benzemez. şavkar altınel'in tutarlı bir edebiyat görüşü vardır, çok geniş bir okuma yelpazesi vardır ve en önemlisi pek çok kişinin sandığının aksine sessiz ve derinden giden bir adamdır, bu ülkede en değeri bilinmeyecek adam tipidir yani. kendisinin de bu oğuz atay kavgası çıktığında söylediği bir şey vardı, "bana hakaretler saçanlar daha önce adımı duymuşlar mıdır acaba?" diye. gerçekten de ne şair ne eleştirmen olarak pek tanınmayan bu adamın birden reklam yapmak için oğuz atay'ı eleştirdiği iddia edildi.
    insanın en sinirini bozan ne biliyor musunuz, bu adamı şair olarak seviyor ve takip ediyordum, yazdığı eleştiri yazılarını okuyor ve bazen fikrine katılıyor bazen katılmıyordum vs.. ama kesinlikle bu çakma edebiyat dünyasının çakma starlarından olmaya heves etmeyen, kendi bildiği gibi yazan, okuyan ve düşünen bir adam olduğunu biliyordum. yaygara koparmayı pek sevenler onunla pek ilgilenmiyordu, o da onlarla. ama sonra tutunamayanlar hakkında kendi edebiyat görüşü dahilinde ve benim de katılmadığım bir laf etti, ve birden tutunamayanlar "fanları", salyalarını saçarak onu reklamcılıkla, trollükle, gösterişçilikle suçlamaya başladılar.
    ve bu romanla ilgili en çelişkili durum da şu, oğuz atay -yıldız ecevit'in biyografisinden ayrıntılarıyla bildiğimiz gibi- bu cemaat toplumunda farklı bir duruş sergilemenin bütün zorluklarını yaşamış, bu dışlanmadan payını almış bir adamdı. aslında tutunamayanlar, tehlikeli oyunlar, hikayelerinden bazıları doğrudan bu meseleyle ilgiliydi, cemaat toplumuna entegre olamamak. şimdi oğuz atay tapınıcıları tam da kendi cemaatlerini kurmuş gibiler, karşı gelen en ağır şekilde yaftalanıyor. bakın eleştirilmiyor, fikrin doğru değil, sana katılmıyorum denmiyor, doğrudan reklamcılıkla suçlanıyor, hakaret ediliyor. bu yüzden "fan"kelimesini kullanıyorum. çünkü bence bir oğuz atay "okuru", "başıma bir iş gelmeyecekse oğuz atay sevmiyorum" denmek zorunda kalınacak bir edebiyat çevresinin oluşmasını istemezdi. farklı görüşlere karşı bu kadar saldırgan olmazdı.
    en azından ben oğuz atay'ı da, tutunamayanları da böyle anlıyorum.
  • sözlük o kadar bok yoluna girmiş ki, birakin yazdığınız kulturel içerikli entryleri, artık nickinize bile tahammulleri yok. halbuki 6 sene önce ben bu nicki aldigimda sozluk sloganina uygun olarak " kutsal bilgi kaynağı'"ydi. sol framde aynı konuyla alakalı (mesela marmaray, bu arada yeter ulan) onlarca başlık bulunmuyordu. şimdi herkesin bildiği üzere troll ve ergen yuvası. daha önce bircok eski yazar aynı problemi dile getirmişti, ama nafile. ssg kaliteyi değil, parayı tercih etti. sözlükten kaçan kaçana. kimsenin umrunda olmayabilir ama bu gidişle ben de kaçarım.

    bir de şöyle bir durum var. ben bir yazarı suçlamadan önce eski entrylerine bakarım. sonuçta tek bir entry gösterge değildir. oysa şahsıma hakaretler yağdıran yazar eski entrylerime değil nickime bakmış. ama ben onun eski entrylerine tek tek baktım. gerçek hayatta çok entellektüel biri olabilir, ama sözlüğe gram katkısı olmayan bir adamın, abuk sabuk konularda yazmış bir adamın beni böylesi önemli bir başlıkta eleştirmesini kabul edemem. immanuel tolstoyevski , linuswithnoblankets ya da kedu gibi yazarlar isterse ağzıma sıçsın, ama ona dur derim. çünkü kendisi yazdığı entryleriyle, "kutsal bilgi kaynağı" sloganlı bir sözlükte gereksiz duruyor.

    bu uzun girizgahtan sonra romana dönersek eğer, tutunamayanlar üstüne söyleyecek pek fazla bir şey yok. hemen her şey dile getirilmiş. ben de roman hakkında kendi görüşlerimi yukarılarda bir yerde ifade etmiştim. kim ne derse desin türk romanının zirvelerinden biridir ve hep öyle kalacak.

    not: sözlüğe böyle forum misali cevaplı entry girdiğim için özür diliyorum herkesten.
  • internette gezen "olric" diyaloglarının onda birinin bulunmadığı kitap. olric bir nevi mevlana, bir nevi can yücel'dir.
  • meltem gürle'nin bugünkü yazısıyla gördük ki zamanının çok ötesindeymiş, bugüne ışık tutuyormuş. yine.

    "oğuz atay, tutunamayanlar’ın sona yakın bölümlerinden birinde uzun uzun hayal ürünü bir enstitüden söz eder. “aşk sağlığı enstitüsü” adını verdiği bu kurumun türkiye’nin bozuk ve sağlıksız aşk hayatını düzeltebileceğinden dem vurur. her zamanki müstehzi diliyle, beş senelik kalkınma planları yapılsa bir miktar da olsa mesafe kaydedilebileceğini iddia eder. sonra da bu düzmece kurumun ağzından ülkedeki aşki meşki faaliyetlere dair raporlar yazar, istatistikler verir.

    “aşk sağlığı enstitüsünün bültenine göre, bir yıl içinde sadece on iki bin yedi yüz on altı muhallebicide buluşma, yedi bin sekiz durakta buluşma (bunun bin sekiz yüz yirmi beşi gerçekleşmemiş), bin dört yüz altmış iki çeşitli açık yer gezintisi (parklar, kırlar, adalar v.s.) ve yalnız altı yüz on iki sinema locası olayı tespit edilmiş. buna gizli aşkları da ekleyin (bültende selim’in adına rastlanmadığı için, bunu gizli aşk olayları arasında düşünebiliriz.) gizli aşk sayısının da, ihtimal hesaplarına göre dört bin altı yüz kadar olduğu tahmin ediliyor. emniyet genel müdürlüğünün tespit ettiğine göre de (yuvarlak olarak) yüz yirmi altı bin sekiz yüz bakıp da iç geçirme, kırk dört bin otobüs ya da dolmuşta hafifçe temas, dört bin iki yüz peşinden gidip de vazgeçme, sekiz yüz elli eve kadar izleme ve on beş bin yedi yüz uzaktan âşık olma ve sadece(bu sayı kesin) sekiz yüz on dört ümitsiz aşk olayı kaydedilmiş. bu arada, park bekçileri, seksen iki bin kadar çifti düdük çalarak, tabanca çekerek ve benzeri tehditlerle korkutmuş. parklar, bahçeler ve kırlar genel müdürlüğüne göre de, altmış bin papatya sevgi falı için koparılmış ve âşıkların üzerinde uzandığı yirmi sekiz bin metrekarelik bir sahanın çimleri ezilmiş. tahmini zarar, yarım milyon lira civarında.”

    başbakan erdoğan’ın gezi’nin en büyük bileşeni olan öğrencilere bir sürpriz hazırlığında olduğunu uzun süredir hissediyorduk. kendisi de bunu ima etmiş, aşk ve umut içinde geçirdikleri yazın hesabını gençlerden soracağının işaretlerini vermişti. onun için belki de başbakan’ın ve içişleri bakanı’nın “kızlı erkekli” durumlara dair açıklamalarına şaşırmamamız gerekiyor. mademki, binlerce papatya sevgi falı için koparılmış ve âşıkların üzerinde uzandığı çimler ezilmiş, o zaman yapacak bir şey yok! bu aşklar meşkler ve kızlı erkekli ortamlar böyle devam edemez. devlet halkın ahlakını ve bir de çimleri korumak zorundadır.

    düpedüz komik aslında. yine de muammer güler “kızlı erkekli evlerin terör örgütleri tarafından kullanılması”ndan söz ederken insanın neşesini koruması zor oluyor. bu açıklamaların üzerimizde en hafif ifadesiyle “bunaltı” yarattığını söylemek lazım. haberin bütün televizyonlarda bangır bangır yayınlandığı günün ertesinde bir arkadaşım şöyle dedi: “en kötü kabuslarımın saklandıkları köşeden çıkmış üzerime geldiğini hissediyorum.”

    bu konuşmanın üzerine, ben de aynı şeyi düşündüğümü fark ettim. öğrenciliğimin kötü anıları birbiri ardından kopup geliyordu. erkeklerle konuşuyorum diye beni babama şikayet etmeye kalkıp sonra kendisi “çıkma” teklif eden mahallenin delikanlı abisi. okula giderken bindiğim belediye otobüsünde edep yerlerini hayasızca orama burama dayamaya çalışan adamlar. (aynı adamlar, sevgilinizle kol kola oturuyorsanız sizi ayırmak için ellerinden geleni artlarına koymazlardı.) önce “öğrenciye ev yok!” diyen, sonra “buluruz bir yolunu,” diye göz kırpan emlakçı. “kaç kişi kalıyorsunuz?” bizi sorguya çeken kapıcı. eski kiracısının açtığı davayı düşürebilmek için, bizi polis çağırmakla tehdit ederek korkutup kaçırmaya çalışan ev sahibi. ikametgah almak için gittiğimde, “isminiz ‘gururlu kadın’ anlamına geliyor, ama bir bakmamız lazım gerçekten gururlu musunuz,” diyerek yılışan mahalle muhtarı.

    hepsini birden hatırlayınca hastalanır gibi oldum. bir süredir ufak ufak yoklayan mide bulantısı iyice kendini hissettirdi.

    anladım ki arkadaşım haklıydı: bu adamlar ve onların temsil ettiği zihniyet hep oradaydı aslında. yüzeydeki medeniyet cilasının hemen altında. biraz kazıdığınız zaman hemen görebilirdiniz onu. biz kadınlar görmek için pek uğraşmadık. zaten gözümüze sokuldu. hissetmek için alim olmaya gerek yoktu. çarşılarda, mağazalarda, sokaklarda sürekli fırsat kollayan eller, kollar, bacaklar, bizi bekliyordu. hiçbiri olmasa üzerimize yapışan bakışlar peşimizi bırakmıyordu.

    öfkemi bir tarafa bırakıp sakin bir şekilde düşünmeye çalıştım. sonunda şu karara vardım: bu vakte kadar kuytularda gizlenmiş bir canavar artık bütün cüssesi ile karşımızdadır. bu hükümetin yalnızca kadınlara değil, iyi ve güzel olan hiçbir şeye (aşka, umuda, neşeye) tahammülü yoktur. üstelik artık bunu açık açık beyan etmektedir.

    dahası, kimilerinin sandığı gibi, bu müdahalenin ve onun yüreklendirdiği taciz hikayelerinin nesnesi “bazı” kadınlar değildir. aslında sadece kadınlar bile değildir. hangi koşullarda yaşarsa yaşasın, hangi sınıfın ayrıcalıklarından yararlanıyor olursa olsun, ya da bedenini ne kadar örterse örtsün, bu zihniyet sürdükçe her kadın tacize maruz kalabilir. bunu bütün kadınlar bilir. ama bu müdahalenin etki alanı bundan daha geniştir. erkekler de ondan paylarını alacaklar ve yaşam alanlarının daraldığını fark edeceklerdir.

    başbakan erdoğan’ın “kızlı erkekli” hamlesinin açılımı bence budur. hükümet bu vakte kadar gizli gizli tutucu olmuş bu topluma kendi işini kolaylaştıracak bir şekil vermeyi aklına koymuştur. bu vakte kadar sokaklarda gelişigüzel bir şekilde yaşanan bu başıbozuk muhafazakarlık, anlaşılan artık devlet eliyle ve birtakım kurumlar marifetiyle derlitoplu bir şekilde icra edilecektir.

    hayatın edebiyattan esinlendiği söylenir. buna her gün biraz daha inanasım geliyor. aşk sağlığı enstitüsü’de, beş senelik kalkınma planları da, “muhafazakar demokrat” hükümetimizin bundan sonraki icraatları arasında olacak gibi görünüyor.

    yukarıda alıntıladığım bölümün sonunda, gözaltında yaşanan bu aşkları bir bir sıraladıktan sonra şöyle der oğuz atay: “ uzun sözün kısası, nefes alışın bile izleniyor selim.”

    hakikaten öyle be, selim! nefes alışımız bile izleniyor. "
  • ya bu tutunamayanların filmi neden yok
hesabın var mı? giriş yap