• dünya ve biz durmaksızın değişirken tutarlı olmak çok meşakkatli bir iş. bir gün kendine dönüp baktığında usulca dökülebilir dudaklarından: "içimdeki sazlar başka, söz başka."

    galiba insan en çok sustuğunda tutarlı oluyor.
  • emek isteyen bir erdemdir.
    çok okumak, çok dinlemek, çok düşünmek ister. öyle ha deyince olmaz.
  • neden tutarlı olmak?

    tutarlı olmak bile göreli bir şey. yani kim, neden, niçin tutarlı olacak? tutarlılık iyi bir şey mi? neye göre iyi, neden iyi? yahut tutarsızlık kötü mü? hah haah.. gülüyorum, ama keyfimden değil, yaram var, gocunuyorum. gözüm mikrop kapmış zaten. gözümün içine kadar girdiler yani bu mikroplar.

    tutarlılık, sözler ve davranışlar arasındaki uyumdur. yani bugün ağızından çıkan lafla, yanrınki çelişirse ya da bugün yaptığın bir şeyle yarınki çatışırsa tutarsız bir adam olursun.

    gelin görün ki, bugün insalar farklı olmayı, bugün söylediğinden yahut yaptığından ayrılmak olarak algılıyor. işte bu tutarsızlık kardeşim. ister kabul et, ister etme, ister ne edersen et!

    tutarlı olmak ..t ister. kafana göre bir öyle, bir böyle takıl, sonra neden tutarlı olacakmışım, o da neymiş ayağına yat, kerteriz.

    işimize gelen şeyleri nasıl da kılıfına uyduyoruz değil mi?
    insaların birçoğu tutarsız bir hayat yaşıyor ve tutarlılık umurlarında bile değil; kafası çalışan da böyle, inanan da, mendil satan da. tutarsızlık, ara sıra başa gelebilir ve fakat bunun bir yaşam biçimine dönüşmesi ve bir felsefeyle temellendirimesi namussuzluktan başka bir şey değil.

    tutarsızlık, af dilenmesi gereken bir şeydir. ama birtakım ukala namussuzlar tutarsılıkta tutarlılık bulmaya çalışarak piçliklerini pekiştiriyorlar. o piçlerle işimiz yok.
    insan olmak için emek vermek gerek. öyle ben insan doğdum, insan olarak kalırım, insan olarak yaşarım herzelerini geç. etten kemiktensin, diğer canlılardan farkın ne? sahtekar!

    insan, doğulmaz arkadaşım anlayın şunu yahu! bir canlı olarak dünyaya gelinilir, sonradan insan ya da başka bir şey olunuverlir. kendinizi kandırmayı bırakın artık. etrafınızdaki yarmalarla düşe kalka hakikaten koptunuz iyice.
    şimdi insan olmak bu kadar zorsa, meşakkatliyse, emek istiyorsa eğer, bunun sağlayacağı şeylerden biri de tutarlılıktır. insan olma yolunda ilerlersen, tutarlılık gibi bir derdin olur.

    yani içinden geldiği gibi yaşayan kişiye karşı tetikte olmak lazım. doğru yaşayan içinden geldiği gibi değil, aklının, hakikatin ibresinin gösterdiği şekilde yaşar. bunu yaparken de yok efendim bu benim içimden gelmiyor, canım istemiyor, zor, güç teranelerinden uzak durur. ölçütlerine uyamıyorsa bir zaaf içindedir ama ölçüsüzlüğü ölçü ediniyorsa tam bir döndektir, namussuzdur.
    gece gece canımı sıkmayın.
  • "personal integrity." yaban ellerde karşıma sık sık çıkan bir kavram, truthfulness ile birlikte. "kişisel tutarlılık" diye çevrilebilir. insanın başarısızlığıyla, ezilmişliğiyle, kaybetmişliğiyle alakası yoktur. bir tutumdur. karaktere dair bir göstergedir. türkiye'de ve türk insanında çok zor rastlanır. üniversitede ortalığı kasıp kavuran radikallikte bir arkadaşınızın daha sonra bir bankada, şirkette, akademide şurada burada, alakasız, bambaşka şekillerde, tanınmaz bir halde karşınıza çıkması misal. bu bizde ne kadar sık rastlanan bir örnektir değil mi? siyasetçileri zaten geçiyorum ama şu toplumun eğitimli kesiminde bu kadar tutarsız olması, insanı düşündürüyor. foucault'un dediği gibi, hayatını sanat eserine çevirsin bir insan mesela, bu tutarsızlıklarını da sanatsallaştırdığı yaşamına katsın - ama orada da tutarlılık gerekir, ki foucault, kendisi bunun en iyi örneğidir.

    bugüne kadar tutarsız yaşamadım, hesabını veremeyeceğim bir söz vermedim, bir eylemde bulunmadım. bu yüzden empati kurmakta zorlanıyorum bu insanlarla. vicdansızlar mı, ahlaksızlar mı, yoksa ikisi birden mi, karar veremiyorum. devrimci dergilerde, gazetelerde halkı eyleme çağırıp 10 sene sonra büyük şirketlerde finans müdürü olan mı istersin; ya da insanları vicdani redde çağırıp, 5 sene sonra paşa paşa askere giden, akademide köşe kapan mı; gençliğinin en asi hippisi olup, birkaç senede takım elbiseyle, altında porsche ile instagram'da poz keseni mi istersin?

    o yüzden memlekette yaşlı anarşist, rocker, hippi, devrimci, isyankar yok, çok az. neredeyse bir elin parmakları kadar. 70 yaşında polise diklenen anarşist ingilizi, nükleer atık transferini engellemek için trenin altına yatan 50lik çevreci fransızı, karargahın kapısına kendini zincirleyen yaşlı pasifist almanı görünce şaşırmamak gerek. ama bu ülkeler, tam da bu insanlar sayesinde böyleler.

    işin komiği, bu tutarlılık muhasebesini şimdi müslüman kesim kendi içinde yapıyor. onlarda da hata yok, toplum karaktersiz, yapacak bir şey yok.
  • tutarlılığı bir regülatif ideal olarak benimsemekten başka çaremiz yok, ama duygularımızın uzun bir zamana yayılan seyrini retrospektif olarak tutarlı bir anlatıya oturtmaya çalışmak da kendimizi kandırmaktan başka bir şey değil.

    insan kendisini anlamaya çalışırken kaçınılmaz olarak bir kurgu faaliyetinin de içine giriyor. bu kurgusallık kendimizi anlama çabamızın, bir başkasını anlama çabamızda olduğundan daha bile baskın olan bir yönü belki de. özellikle hislerinizi kronolojik olaylar paralelinde cümlelere döktüğünüzde farkediyorsunuz bunu (bu hikaye tutmadı, baştan al!). kendimizi kendimize bir meddah gibi anlatıyoruz.

    a olayı oldu, haliyle b hissettim, sonra da tabi ki c eyledim tutarlılığında muntazam betonarme yapılardansa ayşe'ye kızılıp veli'ye bağırıldığı, iki kere ikinin beş ettiği, altıyla yedinin eşit çıktığı hatalar ve çelişkilerle örülü derme çatma toprak evler henüz ilk bakışta hakikate daha yakın hikayeler olacaktır gibi geliyor bana. yeraltından notlar'ın militanca örneklediği, freud'un inatla açıklamaya çalıştığı insanlık hallerinden biri buydu.

    bu elbette çelişkileri ve hataları kutsayan bir ultra-hümanist romantizm doğurmamalı. insanın, insan ruhunun, eylemlerimizin tutarlı bir biçimde açıklanamayacağını da öne sürmüyorum. "ya hu, ben veli'ye niye bağırdım?" sorusuna doğru ve rasyonel bir cevap verebilmek için fenomenoloji ile gerçek arasında bir kot farkı öne sürmek, eleştirel ve gerçekçi olmak, otobiyografilerimizin kurgusal boyutunu ve ruhumuzun akıl mantık tanımayan karmaşıklığını hep kendimize hatırlatmak zorundayız demek istiyorum. kendimizi (ve dünyayı?) anlamaya ve açıklamaya çalışırken hakikat ve kurgu, akıl ve akıldışı arasındaki bu gerilimle yaşamaya mahkumuz.
  • dile getirilen ile yapılan arasında doğru orantı olması durumu.
  • bilimsel metotda güvenirlik ispatinin bir asamasidir tutarlilik (homogenity). insanoglunun ise karsi taraftan sikca bekledigi ancak pek azinin bunyesinde barindirdigi, kisisel gelisim icin ise son derece zararli olabilecek durumdur.

    icsel tutarlilik (internal consistency), dissal tutarlılık (external consistency) olarak ayrilir.

    icsel tutarlılıgı split-half teknigini kullanarak test etmeniz mumkundur. elinizdeki olcegi, arastırmayı olmadi kisiyi alınız ikiye ayirip, parcalari karsilastiriniz, icsel tutarliligi saglanmamis olan olcum aracinin gecerliliginden de söz edilemeyeceginden durumu ya da kisiyi yadsımaniz da kolay olacaktir...

    ha yok elimde tutarliligin olmadigina dair istatistiki veriler de olsun diyorsaniz; "kuder richardson 20 (kr-20)" ve " cronbach coefficient alfa " tekniklerini kullanmanizda hicbir sakinca yoktur. lakin spss paket programlarinda zaten bu katsayiyi hesaplayan "reliability-alpha" secenegi mevcutken siz neden ugrasasiniz, yok zoru sevenlerdenseniz buyrun ustune bir de "pearson momentler çarpımı korelasyonu formülü" kullanın ki mustahaktir artik size.
  • kant amca "bir bilgenin sahip olması gereken en temel özelliktir, lakin günümüzde çok nadir rastlanır." demiştir tutarlılık için.
  • istatistikselliğinin yanında bir beklenti, ulaşılmak istenen bir sonuç, bir amaç ve de hedeftir bazen.

    fakat beşerî boyutta aklı çelen bir çelişkisi var.

    hani hiçbir şeyin aynı kalmadığı, her şeyin aktığı, aynı suda iki kere yıkanamadığın, değişmeyen o tek şeyden kaçamadığın, hislerin düşüncelerin durmaksızın yön ve boyut değiştirdiği, kimi zaman derinleşip kimi zaman yüzeysellikten öte gidemediği, değişimlerle, başkalaşımlarla dolu tüm o sığ ve derin suların kıyısında, hangi tutarlılık bizim amaçladığımız?

    yüzeye doğru buharlaşıp uçmasın diye derinde tutmaya çabaladığımız bütün duygular, bir kere bizi kendisine alıştırmış ve değişmesinden korktuğumuz o davranışlar, sözler ve temaslar, tutarlı kalabilir mi?

    bir dokunuşun yarın da dün ile aynı hissettirmesini beklemek, bu, olabilir mi?

    değişimin süregelen ansızlığından korkuyorum.

    içimde ısınan suların yükselişinden, boyumu aşan dalgalardan, nereye döküleceğimi bilememekten, korkuyorum.
hesabın var mı? giriş yap