• türkiye cumhuriyeti, dilini bilmediği bu ülkeye yedi yaşındayken gelen babama kucak açmış; onun uçak fabrikasında jet motoru teknisyeni ve teknik eğitmen olmasını sağlamış, benim dışımda mühendis, profesör, beyin cerrahı, devlet sanatçısı çocuklar yetiştirmesi için gerekli imkanları vermiş, benim sadece devlet lisesinden aldığım eğitimle microsoft'ta windows ekibinde mühendis olarak çalışabilmemin altyapısını kurmuştur.

    biliyorum ki bu cumhuriyetin her ferdi benim gibi nispeten modern ve kozmopolit olan eskişehir'de orta halli ama "makbul" bir azınlıktan "makbul" bir ailede bir erkek çocuk olarak büyüyecek kadar şanslı olmadı. nice çocuk, siyasi aktörlerin muhteris politikaları yüzünden öldürülmüş, önleri kesilmiş veya sadece hevesleri kursaklarında bırakılmış, "sen şusun" ve "busun" diyerek bastırılmış, nihayetinde hayallerine kavuşmaktan mahrum bırakılmıştır. orta anadolu'da göçmen bir işçi çocuğu olmama rağmen ne kadar şanslı ve ayrıcalıklı olduğumun farkındayım.

    tüm bu ayrıcalıklarıma ve eleştirebileceğim tüm kusurlarına rağmen, alternatifi olabilecek bir saltanat kalıntısı yerine bu ilerici, demokratik, laik, modern cumhuriyette yetiştiğime ve bana sağladıklarına müteşekkirim. kurucusu mustafa kemal atatürk’ten başlayarak bu ülkeyi kuruluş ilkelerinin üstünde ayakta tutan, hatta bu ilkeleri yaşayan, damarlarında taşıyan her ferdiyle de gurur duyuyorum. bundan çok daha iyisine ulaşabileceğimizi de biliyorum.

    türkiye cumhuriyeti'nin 100. yılı kutlu olsun ve nice yüzlerce yıl boyunca çağdaş ve kucaklayıcı haliyle var olsun. bu en içten dileğimdir.
  • 2020 itibari ile kabak tadı veren, ağızlarda sakız olan, düşük profilli ülke.

    ne zannedildiği gibi başkentine bayrak dikmek isteyen düşmanları var ne de zannedildiği gibi dünya'ya yön veren bir ülke.

    klasik bir orta doğu, batı asya ülkesi;

    * otoriter, totaliter bir devlet yapısı.

    * şeklen hukuk devleti, en azından kağıt üzerinde kanun devleti.

    * yüksek vergiler. düşük hayat standartı. işsizlik. kalıcı fakirlik.

    özeti budur. biz bu durumu sürekli olarak allayıp pullamak istiyoruz. çoğunlukla da allah'a ait olan denizle, dereyle, dağla, ovayla yapmaya çalışıyoruz.

    hani sanki karadeniz'i, akdeniz'i ve diğer doğal güzellikleri biz yaratmışız gibi bakın burası cennet vatan diyoruz. hani sanki türkiye'de doğal güzellikler var da başka memlekette yokmuş gibi bu yaşanan rezillikleri ağaçla, dereyle falan kapatmaya çalışıyoruz.

    türkiye kabak tadı vermiştir çünkü dünya'da bir çok benzeri olan başka memleket var.

    kazakistan, türkmenistan, afganistan, iran, azerbeycan, ırak gibi yakın ülkeler var.

    uzak ülkelerden de kamerun, brezilya, meksika gibi örnekler var.

    hepsinin ortak özelliği failed state olmasıdır. yani sadece fiilen hayatına devam eden; iktisat, hukuk, sosyal yaşam gibi alanlarda çökmüş devletlere failed state deniyor.

    çökmüş devletlerin hemen hepsinde sürekli olarak ''düşman kapıda...'' algısı pompalanır. bu devletleri işgal etmek ekonomik değildir. hiç bir devlet, failed state haline gelmiş bir ülkeyi işgal etmek istemez ama sürekli olarak ''bu asker olmasa, bu polis olmasa vallahi başkentimize bayrağı dikerler...'' propagandası yapılır.

    yani içine düştüğümüz durum bize has değil. dünya'nın 3. sınıf ülkeleri ile beraber aynı kaderi paylaşıyoruz.

    (bkz: geçmiş olsun)
  • kurulduğunda, gerçekten büyük bir ulus devlet projesiydi.

    bizim millet şunu tam olarak anlamıyor, birinci dünya savaşı sona erdiğinde kurulan yeni dünya düzeni, batılı devletlerin hegemonyasında kurulmuş bir çeşit güç ve bölge paylaşımı düzeniydi. hani lise tarih kitaplarında bize ezberletilmiş bir çıkarım vardır, birinci dünya savaşının sonunda imparatorluklar (habsburglar, osmanlılar ve çarlık rusyası kast edilerek) yıkıldı, ulus devletler kuruldu denir. elbette bu tam olarak doğru değil. çünkü böyle bir bilgiyi verirken birleşik krallığın dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birine doğrudan ya da dolaylı olarak hükmettiğine, fransa'nın da afrika'nın önemli bir bölümünü gayet sistematik bir şekilde sömürmeye devam ettiğine, osmanlı'nın kontrolünden çıkan orta doğu'nun ingilizler ve fransızlar tarafından gayet de güzel pay edildiğine değindiğiniz anda bu bilgi çöp oluverir.

    işin aslı şudur. batı'da ve bazı istisnai doğu ülkelerinde (japonya gibi, çin gibi) ulus devlet anlayışı gayet güçlenirken, müslüman coğrafya'da ve afrika topraklarında ingiliz ve fransız hegemonyası daha da güçlenmişti. bu açıdan bakarsanız, türkiye cumhuriyeti, müslüman coğrafya'da kurulan dört başı mamur bir ulus devlet projesi olarak kayda değer bir istisna idi hemen her açıdan.

    biz bu hikayenin özelliğini ve arkasındaki fikirleri, politik ajandayı tam olarak anlayamadığımız müddetçe, bunu anlayacak ve hakkını da verecek nesiller yetiştiremediğimiz müddetçe asla cumhuriyeti daha ileriye götüremeyeceğiz. şimdiye kadar bunu çoktan anlamış olmamız lazım.

    tarih konuşurken, anlatırken, ya da dinlerken sürekli olarak kendimize gömülüyoruz. etrafta neler olmuş, neler bitmiş, mesela o dönemin iktisadi fikirleri nelermiş, biz hangi kamplarda yer almışız, ya da ideolojik kamplar neymiş, yanı başımızdaki topraklarda ne oluyormuş, bitiyormuş... hiç birisi umurumuzda olmuyor. öyle olunca da tarih anlatımız her daim yavan kalıyor.

    halbuki cumhuriyetin kurulduğu o dönemin şartlarında, bir ülkenin zenginleşebilmesi, "medeni ve müreffeh" ülkeler seviyesine yükselebilmesi ancak ve ancak endüstrileşebilmesiyle mümkün olabilirdi. ama endüstrileşme süreci, eğer ingiltere gibi, abd gibi bu sürecin göbeğinde yer alan bir ülke değilseniz, öyle kendiliğinden gerçekleşebilecek bir süreç de değildi. yeni şartlara uyum sağlayabilmeniz ve küresel sistemde etkin bir oyuncu olabilmeniz için reformlar yapmanız, yer yer endüstrileşmiş ülkeleri taklit etmeniz, yer yer de kendi modelinizi ortaya çıkarabilmeniz gerekiyordu.

    hani sıklıkla duyarsınız, yok enver paşa alman hayranıymış, yok falanca paşa fransız aşığıymış, filan da ingilizlere manyaklık derecesinde saplantılıymış... meselenin aslı şudur. eğer "gelişmiş medeniyetler seviyesi" dediğimiz seviyeye çıkabilmek istiyorsanız, model alabileceğiniz hepi topu bir kaç tane ülke var o dönemde. bunlardan en önemlisi de prusya/almanya örneği. bu modelde askeri bir mantıkla devlet tepeden aşağıya (top-down) reformlar yapar, ülkenin endüstrileşmesine, politik birliğini sağlamasına, dolayısıyla da modern bir ulus-devlet inşasına öncülük eder. devlet tam anlamıyla kollektivist değildir ama tam olarak individualist (bireyselci) de değildir. örneğin sermaye vardır, sermayeyi elinde bulunduranlar da vardır ama devlet bu sermayeyi başı boş bırakmaz. kendi tanımladığı "ulusal çıkarlar" doğrultusunda yönlendirir, gerekirse de yönetir. sıradan vatandaşlar, yine devletin tanımladığı ulusal çıkarlara göre tedrisattan geçirilir. çünkü modern ulus devlet anlayışında "tebaa" diye bir şey kalmamıştır artık. her vatandaş, aynı zamanda devletin barış zamanı refahına, üretkenliğine katkıda bulunur; savaş zamanında da ülke savunmasında görev alır. yani toplumu ve kurumlarıyla birlikte makine gibi işleyen bir devlet aygıtıdır modern ulus devletler.

    benzer bir atılımı yine benzer bir dönemde uzak doğuda japonlar başardı. 19. yy başlarında osmanlı tebaasından daha da geride, daha arkaik, daha feodal bir yapı içerisinde yaşayıp giden japonlar aynı yüzyılın ikinci yarısında müthiş bir değişim geçirmiş, hızla endüstrileşmiş ve modernleşmişti (bkz: meiji restorasyonu).

    elbette örnekler bunlarla sınırlı değil. benzeri reform hareketlerini çarlık rusyasında da görürsünüz, iran'da da görürsünüz, osmanlı döneminde de benzer çabalar olmuştur. kimisi daha başarılı oldu, kimisi hedeflerine ulaşamadı. ama osmanlı döneminde modern bir ulus devlet yapısı inşa edilemedi. osmanlı tebaasını "osmanlı vatandaşlarına" dönüştürerek bir çeşit ulusal birlik oluşturma projesi de (bkz: osmanlıcılık) kısa sürede hüsranla sonuçlandı.

    cumhuriyet reformlarını da bu örnekler vesilesiyle değerlendirmek gerekir.

    düşünün, cumhuriyeti kuran kadrolar bir yandan ülkenin iktisadi yapısını kurmakla uğraşırken, siyasi düzeni baştan tesis ederken; bir taraftan atatürk baş öğretmen olarak yeni alfabeyi tanıtıyor, şapka kanunu çıkarılıyor, milletin kılık kıyafeti düzenleniyor, diğer taraftan tarih çalışmalarına el atılıyor, tekke ve zaviyeler kapatılıyor, elmalılı hamdi'ye kuran'ın türkçe tefsiri yaptırılıyor falan... neden? çünkü ulus devlet kurma süreci tam olarak böyle bir süreç. tepeden tırnağa bir uluslaşma, millet olma hikayesi bu. dünyanın hangi ülkesine bakarsanız bakın, bu süreç her zaman kapsayıcı ve sancılı olmuştur.

    çünkü modern anlamda ulus, yani millet dediğimiz yapı; tarih kitaplarında okuduğunuz milletlerden, kavimlerden, politik örgütlenmelerden çok daha farklı bir yapı. çeşitli aşiretlerin belirli bir hiyerarşik yapılanmaya göre örgütlenmesiyle; modern devletin örgütlenmesi birbirinden çok farklı. orta çağın klasik devlet yapılanmasında devlet dediğiniz yapı, soylu ailelerden ve onların elde ettiği güç paylaşımından hariç bir şey değil. modern devlet ise büyük ölçüde kişilerden, ailelerden, soydan sopdan bağımsız, ulus diye tabir edilen bir cemiyete atfedilen bir kurum veya aygıt. ve bu kurum her yerde. demir yolları döşemiş, limanlar kurmuş, ülkenin her köşesine ulaşabiliyor. anayasası var, kanunları var, bu kanunları ve anayasa maddelerini belirleyen organları var, o kanunları tatbik etmekle görevli memurları var... orta çağın klasik devlet yapılanmasının çok daha ötesinde, çok daha kapsayıcı ve bir o kadar da bağlayıcı bir yapı bu.

    peki cumhuriyet projesi türkiye'de başarılı oldu mu? cevap hem evet, hem hayır.

    evet, başarılı oldu. çünkü yukarıda bahsettiğim üzere, osmanlı'nın idaresinde asırlar geçirmiş ortadoğu ve kuzey afrika ülkelerine bakıp da bir mukayese yaparsanız eğer, bağımsız bir devlet statüsünde istisnai bir yapı olarak tarihte yerini aldı. düşünün, koskoca hindistan'ın (buna bugünkü pakistan'da dahil) ingiliz hakimiyetinde olduğu, anadoludaki türklerden çok daha geniş bir alanı ve nüfusu kapsayan arap coğrafyasının ingiliz ve fransız mandası altında olduğu, orta asyadaki türki kavimlerin kısa sürede sovyet hegemonyasına döndüğü bir dönemde türkiye cumhuriyeti kendi ulus devletinin temellerini atmıştı. bu başarı değilse nedir?

    ama aynı zamanda hayır. çünkü bu tek aşamalı, bir kaç on yıllık bir proje değildi. türkiye'nin "gelişmiş medeniyetler seviyesine" ulaşması için endüstrileşmesi, gelişmiş batılı ülkelerle rekabet edebilmesi (tıpkı almanya ve japonya örneklerinde olduğu gibi), kendi modern medeniyetini inşa etmesi gerekiyordu. cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda kurulan fabrikalara bakın, açılan demir yollarına bakın, yapılan eğitim reformlarına, kurulan okul ve hastanelere bakın. hepsi birer ulusal projedir aslında. kurulan ulus devletin, iktisadi bağımsızlığını elde edebilmesinin ilk adımlarıdır.

    hani diyorlar ya bazıları, devlet şeker mi üretir, kağıt mı üretir diye? evet efendim, o dönemin koşullarında bir ulus devlet, şeker de üretir, pamuk da dokur, çarık da üretir, kağıt da, tayyare de üretir ya da bu girişimlerde de bulunur.

    fakat bu işin ilk ayağıydı. yoksul bir orta çağ toplumundan, adeta aşiretler ve kabileler halinde örgütlenen bir politik yapıdan, merkezi bir ulus devlet yapısı inşa edilmişti. ya sonrası? biraz diplomatik zekamızla, biraz da talihimizin yardımıyla ikinci dünya savaşını kazasız belasız atlattığımızda, bu sefer de iki zıt ideolojik kamp arasında bir taksim yapıldı. bir tarafta abd önderliğindeki liberal ülkeler, diğer tarafta sovyet rusya önderliğindeki sovyet bloğu. işte tam bu noktada, türkiye'nin yeni bir atılım yapmaya ihtiyacı vardı. kendi sermaye sınıfını oluşturacak, kendi girişimcilerini çıkaracak (ki bunun altyapısı atatürk zamanından itibaren hazırlanıyordu zaten), kendi aydınlarını çıkaracak, kendi atılımını yapacak ve gelişmiş medeniyetler seviyesine ulaşacaktı. ya da en azından öyle olmalıydı.

    işte biz tam bu noktada cortladık. aslına bakarsanız, okyanusu geçip derede boğulduk resmen.

    üretiminizle, üretimdeki etkinliğinizle, yani verimliliğinizle, inovasyon kabiliyetinizle gelişmiş dünya ülkeleriyle rekabet edemediğiniz müddetçe gelen her türlü zenginleşme dalgası, kısadır ve aldatıcıdır. serbest piyasa ekonomisinde kısa süreli krizler, kriz sonrası yeni bir büyüme ve genişleme dalgası olması çok normaldir. ancak türkiye bir türlü üretken, verimliliği yüksek, genç ve dinamik nüfusuna yakışır bir şekilde istikrarlı bir şekilde dünyayla rekabet edebilen bir ülke konumuna gelemedi maalesef.

    bir de bunun üstüne çok partili demokrasiye (yani aslında kısaca demokrasiye) geçişimizden beridir, siyasetçilerin ülke çıkarlarını odağına alarak genel bir strateji üretmek yerine sürekli olarak popülizme kayması, bir parça yiyip bir parça yedirerek iktidarda kalma mücadelesi vermesi, halkın da cumhuriyetin kuruluşundaki modernleşme ve gelişme çabalarını unutarak bu iptidai politikalara alışması/alıştırılması neticesinde bugünlere geldik.

    şahsen beni en çok üzen, hayal kırıklığına uğratan mesele de tam olarak bu. cumhuriyet kurulduğunda, gerçekten ayakları yere çok sağlam basan, çok zor reformları kısa sayılabilecek bir sürede ve çok zor şartlar altında gerçekleştiren, temeli sağlam bir zemin yarattı. tek yapmamız gereken, bunun üzerine inşa etmek, o doğrultuda gösterilen hedefe doğru emin adımlarla yürümekti. bu süreci demokratik bir rejimle yönetecektiysek eğer, öncelikle yapılması gereken şey, o demokrasiyi ayakta tutacak ve hedefinden de şaşmaması için gerekli olan kurumsal yapılanmayı tesis etmekti. neticede bu ülkenin toplumu, hiç bir zaman demokrasi geleneğine sahip olamadı maalesef. aslına bakarsanız, dünyanın kahir ekseriyeti için de geçerli bu durum. almanya'da naziler iktidara geldiğinde, ülkedeki demokratik altyapı eksikliğinin getirdiği her türlü fırsatı kullanarak koskoca ülkeyi bir parti devleti haline getirdiler. aynı dönemde, italya da benzer bir süreçten geçti. sovyet sonrası rusya'da putin, polonya'da ve macaristan'daki mevcut hükümetler... hepsi bize şunu gösteriyor ki, demokrasi kırılgan bir rejim. hele de onu ayakta tutmaya yetecek kadar güçlü demokratik kurumlar gelişmemişse, check and balance sistemi kurulamamışsa, demogogların elinde oyuncağa dönüşüyor.

    şimdi geldiğimiz noktada, elimizde demografik yapısı ciddi şekilde bozulmuş bir ülke var. hem bir yandan kısa süre içerisinde müthiş bir mülteci akınına uğramış, hem kendi vatandaşlarının doğurganlık oranı hızla dibe vurmuş, e zaten kaldırabileceği maksimum nüfus yoğunluğuna da ulaşmış (nereden baksan doksan milyonluk bir nüfusa ulaştık mültecileri de dahil edince) ve bu muazzam nüfusa rağmen nüfusu kendisinin yarısı kadar olmayan ispanya kadar üretemeyen, italya'nın yarısı kadar da üretemeyen bir ülke. kişi başı milli gelir seviyesinde durum hepten fecaat. hızla yoksullaşıyor olmamız cabası. ülkenin en okumuş, genç, en üretken olması gereken kesimleri mevcut sistemden nefret ediyor. nasıl etmesin ki? ülkenin ekonomisi adeta bir haydutluk düzenine dayanıyor. üretenden çalıp, üretken olmayana transfer üzerine kurulu. bu kafayla nereye gittiğimiz çok bariz ama onu da ben söylemeyeyim artık.
  • bu cumhuriyette son 24 saatte gerçekleşenler:

    1- polise astımlı olduğunu söylemesine rağme biber gazı yiyerek ölen gencin hastane önünde eylem yapan ailesine biber gazı sıkıldı.
    http://www.ntvmsnbc.com/id/?25353901/

    2- sağlık bakanı "tecavüze uğrayan kadının bebeğine devlet bakar" dedi.
    http://www.cumhuriyet.com.tr/??hn=341508

    3- kürtajı yasaklayacak kanunun haziran'da meclise sunulacağı açıklandı.
    http://www.ntvmsnbc.com/id/?25353702/

    4- havayolu çalışanlarına grev yasağı getiren yasa meclisten geçti.
    http://www.ntvmsnbc.com/id/?25353976/

    5- 150 thy çalışanı grev yaptığı için işten çıkarıldı.
    http://www.radikal.com.tr/…d=1089487&categoryi?d=77

    6- tütün ve alkole %15 zam geldi.
    http://www.cnnturk.com/…eliyor/?663017.0/index.html

    7- emniyet güçlerinin copları demire çevrildi.
    http://www.ntvmsnbc.com/id/?25353755/

    8- kck davasına katılan 103 avukat hakkında soruşturma başlatıldı.
    http://www.ntvmsnbc.com/id/?25353982/
  • türkiye cumhuriyeti, tarihinin en karanlık, en hazin dönemini yaşıyor. bir tarafta, türkiye cumhuriyeti'ni koşulsuz savunan, atatürk ilke ve devrimlerinin sahibi ve takipçisi, aydınlanmacı, tam bağımsızlıkçı, sömürünün her türüne karşı, evrensel barıştan yana, yurtsever, ilerici, ulusalcı kesim var. ancak, ne bir siyasal partiye, ne basın ve yayın kuruluşlarına, ne de kendilerini destekleyecek ulusal sermaye gücüne sahipler. ülkenin elden gidişini sessiz çığlıklarla izliyorlar. işlerini ve işyerlerini kaybedenler, üniversite kapılarında bekleyenler, sefalet sınırının altında yaşayanlar, ülke güvenliğini sağlamaya çalışırken baba ocağına tabut içinde dönenler, mumcular, üçoklar, aksoylar, kışlalılar ve olup-biteni izleyen milyonlarca örgütsüz, dağınık türk yurtseveri!.. karşı tarafta ise, ülkeyi etnik ve mezhepsel esasa dayalı olarak bölmeye, yer altı-yerüstü ekonomik kaynaklarını pazarlamaya, din devleti kurmaya ve halkın dinsel inançlarını sömürmeye, hatta cumhuriyet'in başına numara koymaya kararlı, zengin, güçlü, dış destekli, örgütlü vatan hainleri ve işbirlikçileri ile peşlerinden sürükledikler ulusal bilinçten yoksun diğer kesim!…

    yukarıdaki paragraf tam 20 yıl önce yazıldı. 2000'lerin başında türkiye cumhuriyeti'nin içindeki durumu o şekilde kaleme aldı necip hablemitoğlu. öldürüldü. devleti fethullah gülen cemaati'ne karşı uyardığı için öldürüldü. değer verip saygıyla bahsettiği uğur mumcu ile, bahriye üçok ile, muammer aksoy ile ve ahmet taner kışlalı ile aynı çizgide yürüyüp maalesef aynı kaderi paylaştı hablemitoğlu. kendisi günümüzün fetö'sünün o zamanki ismiyle fethullah gülen cemaati'nin devlet içindeki yapılanmasını kaleme aldığı köstebek adlı kitabı henüz basılmadan suikaste uğramış cumhuriyetçi bir yurtsever, aydın, tarihçi ve yazardır. onu öldürenler, ona karşı cephe alanlar, uyarılarına kulak asmayanlar unutuldu belki. ama necip hablemitoğlu unutulmadı. bugün bu paragrafı okuyup 20 yıl önce yazılanların şu an dahi geçerliliğini koruduğunu görebiliyoruz.

    pkk biter, fetö biter başka bir oluşumla karşımıza çıkarlar. bizim savaşımız emperyalizme karşı olmadığı sürece bu tarz kukla örgütler ve operasyonlar hep olacaktır. günümüzün problemi suriyeli ve afgan sığınmacıları başımıza musallat edenler, türk milletinin refah seviyesini düşürmeye, halkın çağdaş ve modern düşünce yapısına sahip olmasını engellemeye çalışanlar aynı zihniyete mensuplardır.

    devlet yönetiminin atatürk ilke ve inkılapları'na bağlı, bağımsız yargıya inanan, cumhuriyetçi, yurtta barış dünyada barış anlayışına sahip olması bu bataklıktan çıkış için birincil çözümdür.

    tekrar hatırlatmakta fayda olduğunu düşündüğüm, mustafa kemal atatürk'ün yüzyıllar boyunca aklımızdan çıkarmamamız gereken sözü:

    türkiye cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. en doğru, en gerçek tarikat medeniyet tarikatıdır.

    edit: yazım yanlışı
  • taliban'la aramız hoş, ülkeyi yönetenler öve öve bitiremiyor, karşılıklı iltifatlar, komplimanlar falan.. neticede iyiyiz.

    ilginçtir, taliban'dan kaçan afganlara da kucak açtık, din kardeşlerimizi bir başına komadık, kol kanat gerdik. onlarla da iyiyiz.

    abd ile de müthişiz şu ara, kaçıp gittikleri afganistan'ı bize zimmetlediler resmen. oradaki yandaşlarına da biz sahip çıktık. aramız çok iyi nitekim.

    avrupa desen, hepten güzeliz. mülteci akınında gördüğümüz tampon vazifesi ile çok gözlerine girdik. almanya, fransa falan "aynen devam kanka" diye sırtımızı sıvazlıyor bildiğin. hatta "parası neyse verelim" diyen bile oldu. avrupa ile de iyiyiz yani.

    rusya ve çin de afganistan'da amerika'nın başına gelenlerden aşırı memnun zaten, oradaki amerikan işbirlikçilerin silah bırakıp ülkemize kaçmasına seviniyorlar. buradaki ajanları bile taliban övmeye başladı, onlarla da iyiyiz..

    yani herkes mutlu mesut amk. tam bir "ben paşayım, sen de paşasın, hadi hep beraber paşa olalım. gel öpiim.. " durumu

    hakikaten, ülke dış politikasını tellioğullarından lütfü kurgulayıp yönetiyor gibi geliyor bazen. başkaca mantıklı açıklama bulamıyorum.
  • cahil cühela tarafından yönetilmektedir.

    yöneten hükümet, verdiği kararlarda zerre kadar etraflıca düşünmüyor.

    "ara tatilde olan okulları 31 aralık 2020'ye kadar uzaktan eğitime aldık." diye genelge yayınlıyor fakat anaokulları ara tatilde değil. anaokulları / gündüz bakım evleri ve kreşler meb'e bağlı değil. bunlar sosyal hizmetlere ve aile bakanlığa bağlı.

    çocuğunu anaokuluna gönderen veliler çaresizce haber bekliyor. okul yarın açık mı, değil mi diye. cevap alabilecekleri yetkili bir merci yok. açıklama yapıldığından beri 3 saat geçti. anaokullarının akıbeti belirsiz. bilinmiyor.

    eğitim öğretimi bu insanlar nasıl olur da yönetir... aklım almıyor.

    edit: imla ve gündüz bakım evleri.
  • tarihte küllerinden doğmayı başaran sayılı devletlerden. bu cümleyi daha da anlamlandırmak için osmanlı imparatorluğu'ndan kalan mirasa sayılarla bakmak gerekmektedir.

    * istanbul'a adapazarı'ndan gelen patatesin fiyatı, marsilya'dan gelenden daha pahalıdır. tarihte böyle bir şeyle pek karşılaşmazsınız.

    * karayolu denilen bir şey yoktur. istanbul-izmit arasında bile karayolu yoktur ki gerisini siz düşünün.

    * yol olmadığı için dolayısıyla motorlu araç sayısı da çok azdır.

    * misak-ı milli sınırları içerisinde yer alan demiryollarının total uzunluğu 4637 kilometredir. ankara'da sona eren bu hat, karadeniz-akdeniz-doğu anadolu'yu birbirine bağlamaktan çok uzaktır. kaldı ki, bu demiryolları üzerinde yabancılar söz sahibidir.

    * ağırlığı 50 bin ton olan bitik bir donanma/ulaşım araçları geriye kalır. benito mussolini'nin 1930'lardan itibaren akdeniz'e göz dikmesi bizleri çok zorlayacaktır.

    * denizlerimiz üzerindeki sözümüz nispeten 1926'daki kabotaj kanunu ile sağlanır.

    * ülkenin en büyük ihracat ürünlerini yetiştiren ege, çukurova ve trakya gibi yerler kurtuluş savaşı boyunca elimizde olmadığı gibi pek çok yer yakılıp yıkılmıştır. üretime başlamaları da hemen olmamıştır. 1923'te bütçe yaklaşık olarak 60 milyon lira açık verir.

    * 1928 senesine kadar gümrük tarife sisteminden yararlanamamıştır. büyük bir gelirden mahrum kalınmıştır.

    * osmanlı ekonomisi 20 aralık 1881'de iflas eder. osmanlı'dan kalan borçlar, henüz emeklemekte olan bir devlet için çok ağırdır. bu borcun son taksiti ancak 1954'te ödenecektir. yani ilk dış borcun alındığı tarihten tam bir asır sonra.

    * 1927 ziraat sayımına göre ülke nüfusunun %75'i köylerde yaşamaktadır.

    * 1928 nüfus sayımına göre sanayide çalışanların oranı sadece %2.1'dir. 1915'te sanayide çalışanlar rahatlıkla bir günde sayılabilir çünkü sadece 14060 kişi. sanayi derken de ağır sanayi gibi düşünmeyelim. dokuma, bez fabrikaları...

    * 1923'te ülkenin şeker ihtiyacı 50 bin ton olarak hesaplanır ve bunun hepsi dışarıdan alınmaktadır. daha sonra bu bağımlılık kurulan fabrikalar ile kapatılacaktır.

    * ekilebilir arazinin, total arazideki oranı %32'dir. 1927-28 yıllarında bu ekilebilir arazi içinde ekip-biçtiğimiz oran ise sadece %4.86'dır. ektiklerimizin %86'sını da tahıl ürünleri oluşturmaktadır. buna rağmen un ihtiyacının bir kısmı dışarıdan temin edilmektedir. ekmek bile yapamayacak durumdayız.

    * balkan savaşları, birinci dünya savaşı ve kurtuluş savaşı hayvan sayısını azalttığı gibi birtakım göçlere sebebiyet vermiştir. (yine de 1926'da 12.8 milyonu koyun olmak üzere 31.6 milyon vergiye tabi hayvan kayıtlara geçirilmiştir.)

    * 1923 itibariyle okuma yazma bilmeyenlerin oranı %90'ın üzerindedir.

    * yine 1923 itibariyle ülkede -modern olmayan- sadece 9 sanat okulu bulunmaktadır.

    * tek üniversite vardır: darülfünun. bugünkü adıyla istanbul üniversitesi.

    * tüm ülkede yani belediyelerimizin elinde sadece 6 adet hastane vardır. yatak mevcudu ise 6335'dir.

    * bütün ülkede tek bir çocuk doğumevi var: 50 yataklı.

    * sıtma ve frengi neredeyse her yerde milli hastalığımız olmuştur.

    "uçurumun kenarında yıkık bir ülke... türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar... yıllarca süren savaş... ondan sonra, içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet... ve bunları başarmak için aralıksız devrimler..." - mustafa kemal atatürk

    -----

    * daha kapsamlı istatistiklere şevket süreyya aydemir'in ikinci adam'ından ulaşabilirsiniz.
  • siyaset bilimi açısından türkiye cumhuriyeti'ni sosyalizm, liberalizm, sağ, sol merkez vs gibi söylemlerle, batılı bir dille değerlendirmek çoğu zaman yanlış çıkarımlara sebep oluyor.

    çünkü batılı kavramlar genel olarak fransız devrimi, sanayi devrimi ve kapitalizmin tüm batıyı ele geçirmesi ile olan süreçte ortaya çıktı ve anlam kazandı.

    biz ne kadar sanayileştik, ne kadar kapitalist bir ülke olabildik fiziken tartışılır. düşünsel olarak ise o noktaya çok uzak olduğumuz aşikar.

    aslında bu ülkede batılı düşünceleri siktir edip temele inmek gerekiyor.

    osmanlı'nın son dönemindeki fikir akımları hala bu batılı kavramlardan daha etkili bizde.

    neydi onlar sayalım:

    osmanlıcılık
    federalcilik
    islamcılık
    türkçülük
    turancılık
    batıcılık

    bu fikir akımlarından federalcilik osmanlı sınırları ile ilgili bir kavram olduğu için bugün eskisi gibi önemli değil, konuşmaya değmez.

    türkçülük, turancılık ve batıcılık noktasında ise türkçü ve batıcı olanlar bu cumhuriyeti kurmuştur. bu bizim tarihimizdir.

    turancılar her zaman bu iki grubu yeterince türkçü olmamakla suçlamış, genelde ayrı takılmışlardır.

    islamcı, osmanlıcılar ise devrimin kaybedenleridir.

    en azından 100 yıl önce.

    oysa bugün iktidar islamcı ve osmanlıcı olanlara geçti. mevcut yönetim turancılara da yanıma gel diye göz kırpıyor.

    ülkeyi yönetenleri 150 yıl geriye götürsek hepsi ya osmanlıcı ya islamcı olacaktı. zaten bugün ülkeyi yönetenlerin çoğu da en büyük islamcılardan birisi olan necip fazıl'ın öğrencileri.

    türkiye'de politik değerlendirmeler yaparken bu gerçeği asla göz ardı etmemeli, nerede durduğunuzu kime karşı savaştığınızı bilmelisiniz.

    türkiye cumhuriyeti devrimleri bitmiş değil. çünkü jöntürkler ile islamcı,yeni osmanlıcı insanlar arasındaki savaş bitmiş değil. gelir böyle bir politik iklime alman tornasından çıkmış lib-left fikirleri kullanarak müdahil olmaya çalışırsan destek olmaya çalıştıklarına köstek olursun ancak.

    türkiye cumhuriyetinin genetik kodu bu ideolojilerdir. komünizm falan ancak marjinal beyaz yaka eğlendirir. bu sizin tarihiniz. bu sizin sosyolojiniz. bu sizin 100 yıllık savaşınız.

    safınızı bilin.

    düşmanınız hangi safta olduğunu ve karşısında kimler olduğunu çok iyi biliyor, siz de bilin.

    türkiye cumhuriyeti için bir umut bu saatten sonra olacaksa eğer, batıcı ve türkçülerin tekrar bir araya gelip birleşmesiyle bu mümkün olacak.

    ve adres kesinlikle chp olmayacak.

    chp 100 yıl önce osmanlıcı ve islamcıların üstünden geçti. 100 yıllık nefretle, 100 yıldır propaganda yapıyorlar chp hakkında. atatürk devleti ve kurumlarını ele geçirmişti ama halkın genel duygu ve düşüncesini kazanamamıştı.

    atatürk sağlığında bir seçime girip aday olsaydı muhtemelen kaybederdi. bu durumdan korktuğu için serbest cumhuriyet fırkasının bile seçime girip kazanmasına izin vermemişti.

    bu bağlamda, chp'nin kusurları değiştirilebilir kusurlar değildir. 100 yıllık propaganda kadro ve lider değişikliğiyle ekarte edilemez. chp'nin tabelasına karşı 100 yıllık bir antipati var anadoluda. 100 yıldır propagnada yapıyorlar bu halka karşı devrim için.

    o zamanlar halkın nabzı hala islamcı, ümmetçi, osmanlıcıydı. bugün de aynı.

    devrimlerin tamamlanması, bu kitlenin seküler milliyetçi hale gelmesi gerekiyordu. inönü başarısız oldu, bu gerçekleşmedi.

    bugün türk genci bir umut arıyorsa aradığı umut kurucu ideolojidir. batıcı milliyetçiliktir.

    turancı enver paşa asyada bir yerde turan ülküsüne mitralyöze yürürken atatürk burada kurtuluş savaşı veriyordu.

    turancılar her zaman fazla romantik olmuş, bu sebeple irrasyonel kararlar vermişlerdir.

    islamcılar ve osmanlıcılar gericidir.

    türkiye cumhuriyetinin tek umudu çağdaş, batılı düşünen rasyonel milliyetçilerdir.

    özetle seküler milliyetçilerdir.

    kaldı ki bugün turan coğrafyası da tamamen rusya kontrolündedir ve herhangi bir turancı adım bizi batıdan uzaklaştırıp asya diktatörlüklerine yakınlaştıracak, geri götürecektir. sinan oğan'ın bu iktidara ek olma kararı şaşırtıcı değildir. turancı adam demokrasiyle çok da ilgilenmez.

    türkiye cumhuriyetinin kurucu kodları batıcılık ve türkçülüktür.

    buna göz yumup, kürt oylarıyla bir seçim kazanmayı başarmış olsaydınız bile islamcılar ve osmanlıcılar bu mağlubiyeti bir hile olarak görür, size altın tepside, inönü'nün menderes'e bıraktığı gibi bırakmazlardı iktidarı.

    kılıçdaroğlu kazansa bile iktidarı hiç alamayabilir, türkiye çok başka yollara girebilirdi.

    türk genci,

    bir umudun olsun istiyorsan ilk hedefin chp. chp'ye siktir çek. onu reelde olmasa bile kafanda müzeye kaldır.

    milliyetçi ve batıcı siyasetçileri takip et. seküler milliyetçilerin örgütlenebilmesi için çalış.

    seküler milliyetçilikten başka bir umudu kalmadı bu ülkenin. yapılan her türlü başka analiz farklı seviyelerde romantik bir palavra bu saatten sonra.

    benim pek milli duygum kalmadı bu ülkede. milliyetçiliğe son derece uzak bir insanım. vatan haini olduğumu bile iddia edebilirsiniz. bugün bu halka bir umut vermeye çalışıyor, politikayla kafamı meşgul ediyor, bir çıkar yolu arıyor, kendimce bir mücadele veriyorsam sadece ve sadece atatürk'ün gençliğe hitabesinden dolayı. borçlu hissetmemden dolayı.

    yaptıklarını yapmasaydı bugün afganistanda doğmuş olabilirdim, yani burası aşağı yukarı öyle bir yer olabilirdi. bugün çağdaş bir işim var, iyi ingilizce biliyorum ve bir kaç yıl sonra dünya'nın her yerinde mesleğimi icra edebilir, yüksek bir refah sahibi olabilirim.

    bu halkı umursamak zorunda değilim.

    ama bunu bir yerde atatürk'e borçluyum.

    kendi yoluna giden sıradan bir kapitalist olmak yerine biraz da olsa bu açıdan milli şuura sahibim.

    milliyetçilikle hiçbir alakası olmayan, gayet çıkarcı, pragmatik bir liberal olarak bu sözleri yazıyorum. türkiye'nin tek rasyonel çıkış yolu artık seküler milliyetçiliktir. bunun haricinde yapılan çıkarımlar ne tarihsel bağlamda ne günümüz dünyasında emin olun sosyolojik olarak oturmaz.

    anadoluyu tanımayan insanların yaptığı çıkarımlarla romantik işlerin peşinden koşmayın.

    chp'ye siktiri çekin, seküler milliyetçi bir cephe yaratmak için mücadele edin. bu saatten sonra başka hiçbir çıkar yolu yok.

    edit : ya kürtler ne olacak?

    taraf seçecek. ümmetçi ve osmanlıcılar mı, seküler türkçüler mi. ilk etapta birine destek olacak, bu savaşı dışarıdan izleyecekler. kürtler amasız fakatsız gericilere karşı ilerici türkler ile yan yana gelirlerse, kürt hareketi ile her nasıl bir kimlik ya da kültür arayışında iseler, her neyse amaçları, ancak ve ancak bu savaş bittikten sonra elde edebilirler.

    kürtler önce karar versin.

    geri mi gitmek istiyorlar, ileri mi.

    bu karar verilmeden, bu savaş bitmeden sıra kürtlere gelmeyecek. kendiniz çalar kendiniz oynarsınız.

    kürt genci bugün kazım karabekir'in yolundan gitsin. ülkeyi gericilerden alsın, biz tarihsel hataları tekrar etmeyiz. en azından ben kendi adıma söz veriyorum. belki babanız ya da amcanız öcalan'ı, belki dedeniz şeyh sait'i takip etti. lider arıyorsanız kazım karabekir'dir. bu adamlar değil.

    bu adamları takip edenler ne kürtlerin ne türklerin hayatlarını güzelleştirmedi.

    hem türklerin hem kürtlerin hayatını güzelleştiren bir kürt arıyorsanız ilk akla gelecek isim kazım karabekir'dir. onun haricinde bir lider arayan gericidir, gericinin safı bu savaşta bellidir.
  • en demokrat illeri, sırasıyla şu şekilde:

    1- ağrı
    2- siirt
    3- batman
    4- bingöl
    5- şanlıurfa

    (bkz: yersen)
hesabın var mı? giriş yap