• rahatsız edici bir kadındı.
    sadece kendisine inanmayanları değil, inananları da rahatsız edici bir yönü vardı.
    o böyle büyük bir şevkle azimle bir şeyler yapmak için kendini heba ederken 20li yaşlarında bir insan için onu seyretmek rahatsız edici olabiliyordu.
    "eh ama iyi para kazanıyor, yapacak tabii" desen, kazanmıyordu.
    "sağlığı yerinde, yapsın" desen kanserdi. daha ne olsun.
    "bu yaşta yapmayacak da ne zaman yapacak" diyemezdin çok yaşlıydı.
    "ne olacak ki iki yıl ben de takılırım öyle" desen kadın 40 yıldır yapıyordu.
    "elin adamı gelip yapacak değil ya, işi ne, türkün türkten başka dostu mu var" desen esassında annesi türk bile değildi. zaten türkiyeyi hakkıyla sevebilmek için türk olmamak daha bir hayırlı sanki.
    "işi gücü yok bununla kendine meşgale arıyor" desen. aynı anda uğraştığı işleri üst üste koysam altında boğulursun.

    sonuç itibariyle "öldü" demiş ya birisi, "öldü" evet. bu kadar basit. sıradan insanlar için yaşaması büyük bir sorundu. evde otururken, gezerken, eğlenirken varlığı bile rahatsız ediyordu. öldü, rahatladık. aynen kaldığımız yerden devam, vur patlasın çal oynasın.
  • lisedeyken maddi olarak baya sıkıntı içerisindeydim. hani öyle bir sıkıntı ki, geriye başka düşünecek hiçbir şey bırakmıyordu. küçük bir ilçenin, az öğrenci alan bir lisesinde olduğum için, az çok biliniyordu durum ama ben hiç öyle bir şey yokmuş gibi davranıyordum. gurur saçma bir duygu durumu yaratıyor insanda.

    müdür yardımcıma her sene başından başlayarak o zamanın parasız yatılı bursluluk sınavlarının zamanlarını bana da söylemesi için hatırlatmalar yapmaya başlardım. ne hikmetse herkese haber verir, bana haber vermeyi unuturdu. zaten beni pek sevmediğini düşünürdüm, lise mezuniyetim esnasında yanıma gelip "ya senin derslerin baya iyiymiş ben hiç bilmiyordum" dediğinde bu düşüncem tescillendi. sevmezsen sevme. sana kaldık sanki.

    baya sıkıntı dedim ya, işte harçlıksız okula gitmek, dershaneden bedava gitme hakkı kazanamadığım senede dershaneye gidememek, kitap alamamak falan gibi standart parasızlık hikayeleri. bir yaz canıma tak etti, yine pybs sınavlarına müdür yardımcım yüzünden girememişim, bir seneyi daha parasız geçiremem deyip, vakıflara derneklere başvurmaya başladım. dünyanın en saçma sebepleriyle red yedim. cidden baya saçmalardı, yazmak ve durumu başka bir polemiğe çevirmek istemiyorum.

    bir öğretmenimin yönlendirmesiyle çağdaş yaşamı destekleme derneği'ne başvurdum, %100 eminim de kabul göreceğimden. standart özgeçmiş yazmalar, bursu niye istediğini anlatmalar falanlar filanlar. ilk olarak kabul edildiğim söylendi. sonra 3. ve 4. sınıf öğrencilerine burs verilmediği bu yüzden kabul edilmediğim söylendi. sonra tekrar aranıp tekrar kabul aldığım söylendi, ben "aa hani alamıyodum" dediğimde "aa alamıyodun evet bb" dendi. en son tekrar "hani belgelerin" diye aranıp olay yeniden "aa evet almıyodun"a bağlanınca dedim siz de istiyorsunuz bana burs vermeyi açık konuşun. demedim tabii. genel merkeze mail attım.

    az önce işe gelirken bulup okudum o maili. tane tane anlatmışım meramımı, aferin bana. içinde bulunduğum durumu, kabulde yaşanan saçma süreci... 7 sene önceki ben bugünkü bana minibüste ağlama şansını verdi, bir o eksikti istanbul ulaşım araçları içi listemde, aferin bana.

    o mailin sonucunda bursu aldım. üç ayda bir, şimdi söylesem baya kahkaha attıracak kadar az gelen bir para, ama nasıl bereketliydi anlatamam. o parayla o esnada üniversitede okumakta olan ablama da para yolladım, kesildi kesilecek olan elektriği telefonu da kurtardım, kendime döner de ısmarladım, harçlık bile çıkarttım.

    her kuruşu harcanırken o paranın, deliler gibi dua ettim. o gün hayatta olmayan bir kadının çabasıyla hayatıma belki herkes için küçük ama benim için devasa bir sihirli değnek değdi. o sıralar üniversiteye gitmemeyi, durumları toparlayana kadar ailemin yanında kalmayı falan düşünüyordum. sonra da okunurdu üniversite. her neyse, sayesinde kendimde güç buldum, bir şeyleri değiştirebileceğime olan inancım yerine geldi. kimse için değil önceleri, kendim için. belki bir gün, yeterince güçlendiğimde de başkaları için.

    sözün özü, türkan saylan hakkında istediğinizi söyleyebilirsiniz. "cehenneme mi gidecek?" tartışmaları yapmayı bile kendinizde hak görüyor olabilirsiniz, o da sizin midenize kalmış. ben söyleyeyim, cennetini cehennemini bilmem ama, hayatta olmadığı günlerde bile benim hayatımda devrim yaratabildiyse bir insan, kötü biri olmasına imkan yok.

    bir kez de bu gözle bakın.
  • 14 yaşımdayken başıma bela bir hastalık musallat olmuştu. bütün vücudum kabarıyor, kaşınıyor ve ben onları kaşıdıkça da koca koca yaralar açılıyordu. sonradan çok cildiye mütehassısının kapısını çaldık annemle ama ilk gittiğim doktorun koyduğu yanlış teşhis yüzünden sıkıntım kat be kat artmıştı bu arada. doktor uyuz demişti, şöyle bir karşıdan bakıp. salgın mıymış neymiş o günlerde. uyuz ilaçlarını kullandığım gece bir insanın kaşıntıdan ölebileciğini de öğrenmiş oldum. acile zor yetiştirdiler. o zaman allerjik hastalıklar için ilaçlar da fazla gelişmemişti. damardan kalsiyum iğneleri ve çok sıkışınca kortizon. ha bi'de işe yaramayan bir incidal vardı.

    kortizonun verdiği sıkıntı, kortizonu bırak yine kaşıntı gibi bir kısır döngü içinde biz doktor doktor gezerken anneme bir arkadaşı çapa tıp fakültesine gitmemizi tavsiye etmiş. o zamanlar çapa'nın polikliniklerinde en alt kademeden başlıyordunuz muayene olmaya. tuhaf aksanla konuşan bir asistan doktor vardı, hiç unutmuyorum, kocaman kocaman açarak bakmıştı gözlerini; ellerimdeki, kollarımdaki, yüzümdeki yaralara. "hart hart mı kaşınıyosun?" diye abuk bi'de soru sormuştu.( sonradan duyduğumuza göre iranlıymış) hastalığımı ilginç bulmuş olacak, kattı beni önüne hocasına götürdü. hocası doç.dr. oğuz lav'dı. lav bana birkaç tahlil yaptırdıktan sonra dr. türkan hanımı çağırdı ve beni ona emanet etti...

    türkan hanımın karşıdan gelişi bugün gibi gözümün önünde. sarımsı kızıl, kısacık saçlı, burnu ve yanakları minicik çillerle kaplı, güler yüzlü, çıtı pıtı gencecik bir doktor. ilk görüşte kanım kaynamıştı kendisine. önce yalnız görüşmek istedi benimle, şöyle bir yaralarıma ve tahlillerime baktıktan sonra başladı uzun boylu bir sohbete. allah alah demiştim, hiç mi işi yok bu doktor hanımın, benimle havadan sudan konuşmaya bu kadar vakit ayırıyor. halbuki türkan hanım o yaştaki bir çocukta psikosomatik olarak böyle bir tepkinin oluşmasının nedenlerini arıyordu. ama ben bunu anlayacak yaşta değildim tabii. yanından ayrılırken "bir daha bana ihtiyacın olacağını zannetmiyorum, bütün gerekenleri annenle konuşacağım ama sen de ne olur kaşıntın azalana kadar çok kaşınsan bile sabret kaşıma, bu yaraların izlerini ömür boyu taşır üzülürsün, kıyamam sana..." demişti. ilaç da vermemişti... gerçekten de bir daha yirmili yaşlarıma gelene, kendimi anarşi batağında bir üniversite hayatı içinde bulana kadar kaşınıyorum diye doktora gitme ihtiyacı hissetmedim.

    o gün anneme ne tavsiye etti türkan hoca hala bilmem. ama annem o günden sonra birkaç sevdiğim arkadaşımın bize gelmesine izin vermeye başladı. haftasonları aldı bizi sinemaya götürdü. türk filminden başka filim bilmeyen ben needle park, general patton, straw dogs gibi yabancı filmlerle tanıştım. louis de funes, yavru ile katip filimleri vardı o yaşta bir çocuğu gülmekten öldüren. annemin canı sıkılsa da bana arkadaşlık etti o filimlerde.. sonra arkadaşlarımın evlerine de gittim. hoş bu arada annem de arkadaşlarımın annelerini ziyaret ediyor, onlarla tanışıyordu ama olsun ben hayatımdan memnundum. her ağzımı açtığımda çocuklar her şeye karışmaz, kızlar fazla konuşmaz gibi azarlanmamın da bitmesi galiba o seneye rastlar. o yaz ilk defa florya'nın altın kumundan istifade ettim. annemle birlikte günübirlik sepet içinde nevalemiz, havlumuz, güneş yağımız güneş plajı keyiflerimiz başladı. sonra yine o yaz babam da beni görmeye geldi birkaç defa.

    ve daha kimbilir ergenlik sıkıntısı üzerine eklenmiş sırtımdaki yüklerden bugün hatırıma gelmeyen kaçı çekip gitti hayatımdan o yıl. ertesi sene okul açıldığında kaşınmayı unutmuştum...

    sonra seksenler geldi. genç doktorum türkan hanımı cüzzam hastalığını ülkemizden defetmek amacıyla verdiği başarılı mücadele haberiyle televizyonda gördüğümde "benim doktorum, benim doktorum bu..." diye heyecanla eşime gösterirken soyadının da saylan olduğunu öğrenmiş oldum...

    türkan saylan hanımefendiye bundan otuz dokuz sene önce çapa tıp fakültesinde baş asistanken sağlığıma ve hayatıma değen sihirli dokunuşu için yaşadığım müddetçe duyacağım minnet duygularımla...
  • "yoksul olmaları, çaresiz olmaları koşuluyla, hiç ayrım yapmadan, türk, kürt, süryani vs. demeden, kırsalın evlere hapsedilmiş kızlarına kapıları araladım, ışık tuttum yollarına. beni hırpaladılar, yerden yere vurdular, ne gavurluğum kaldı, ne kürtçülüğüm ne de komünistliğim. şu son aramayla da darbeci yerine kondum. umurumda bile olmadı. çünkü ben gavur, kürtçü, komünist veya darbeci değilim. ben sadece, yüreği insan sevgisiyle dolu bir hekimim. ülkemi, insan haklarına ve hukuka saygılı, demokrasiye inanan hükümetlerin idare etmesini isteyen bir vatanseverim. hayatım boyunca tek isteğim, iyi ve dürüst bir insan olmaktı. iyi ve dürüst insanlarla birlikte yaşamaktı."

    türkan saylan.
  • bu ülkede cüzzamı tamamen kurutmuştu. anadolu'da cüzzamla ilgili yaptığı araştırmalarda anadolu halkının yaşadığı sıkıntıları ve eğitimsizliği gördüğü için çydd'yi kurdu. 36 bin kişinin okumasını sağladı, bunu türkiye'de kaç kişi yaptı. ama bazı kişiler tarafından hep nefret edildi çünkü 13-14 yaşlarındaki kızların evlenmelerine engel olup onların okumasını sağladı.
  • dün geceki spor krizinde kemalistlerin tepkisinin manşetini atan yüce isim.

    hatırlar mısınız, geçen sene katar'da oynanan dünya kupasında almanlar lgbt sembolü olan kol bantlarıyla maça çıkmak istemiş fakat katar buna izin vermemişti. krizin üstüne katar resmi hesabından durumu "katar ile almanya arasında gaz anlaşması imzalanınca da lgbt'ye destek verebilecek misiniz" tweetiyle duyurunca almanların gururu ikinci kez ayaklar altına alınmıştı.

    işte dün gece maçı oynamaktan vazgeçmemiz bu yüzden çok önemliydi. biz almanlar kadar zengin değiliz. hatta türk devletinde türk milletinin haklarını koruyan bir hükümet bile yok. buna rağmen suudi rejimine avrupa'nın yapamadığını yaptık. çünkü türkan saylan'ın dediği gibi: biz asılız.

    dün gece türk milleti tepkisini her ne şekilde gösterdiyse bunu esasında "biz asılız" diyerek gösterdi. çünkü "biz asılız. bu ülkede bizim istemediğimiz bir şey olmaz."

    edit: türkan saylan aynı zamanda fetöcüleri tespit etmede bir turnusoldür. "biz asılız" sözü kim tarafından söylenirse söylensin tehlikelidir diyenler olmuş. kemalistler dışında kimse söyleyemez zaten bunu. ama kemalistlere, vatanı işgalden kurtaran oldukları ve memleketin sahipleri oldukları için, analarının ak sütü gibi helaldir.
    (bkz: fetöcüleri tespit etme yöntemleri/@ffemmefatalee)

    debe edit: (bkz: pkk/@ffemmefatalee)
    (bkz: sözlükteki pkk'lılar/@ffemmefatalee)
    (bkz: selahattin demirtaş/#160051313)

    iyi seneler dilerim.
  • eline fırsat geçince hep öykündüğü, onun gibi olamadığı için kudurduğu kişiye/kişilere içindeki tüm ilkel dürtülerle beylik taslayan zavallıların varlığını bir defa daha hatırlamama sebep olmuş kişi, türkan saylan hoca.

    "ne okuyosun okuya okuya alim mi olacan ha?" derken nasıl koydum lafı dercesine tüm cehaletiyle sırıtanların,

    ıslak ayaklarına giydikleri çorabın halıfleks kaplı cemaat yurdu odalarında yarattığı rutubet kokusundan beyni sulanmış, pür dikkat abi'sinin zikrettiği zırvaları dinleyenlerin,

    amerika'da kıçının keyfine bakıp din sömürgeciliğinden para kıran bir meczupun kaleme aldığı "gözyaşının mucizeleri ve yüce dinimiz" minvalinden saçmalıkları başucu eseri kabul edenlerin,

    "padişahım, başbakanım, şunum, bunum çok yaşa" demeden, bir tiran tarafından aşağılanmadan içi rahat edemeyen, bir hazretin eteğini öpmezse gözüne uyku girmeyenlerin,

    "şimdi içki içmiyorum, zina yapmıyorum, dinin emrettiği gibi giyinmeyen zındık bir kadın gördüğümde "orospu tövbe tövbeee" diyorum(giderken götüne bakmamazlık da edemiyorum) ama cennette karının kızın içkinin alası benim olacak!" hayalleriyle yarı deli halde zikir çekenlerin,

    hiçbir zaman kesip attığı tırnak bile olamayacakları, şimdi ellerine geçen fırsatla el ve dil uzatmaya cüret edebildikleri değerli insan.
    umarım fazla örselenmez.
  • okuttuğu binlerce kızdan biri değil yangında ölmek, tacize uğramak burnu bile kanamadı. amaç eğitim olunca böyle oluyor. doğumgünün kutlu olsun kardelenlerin annesi.
  • din düşmanı imiş.
    ölürken baş örtüsü takmak zorunda kalmış.
    bakın, değerli romalılar..
    işte bu mantık.
    bunu çözdüğümüz an, birileri, tek bir vatandaşımız, bu mantıkla hareket etmeyi bıtaktığında, işte o zaman, bu ülkede çok şey değişir.
    çok acı ama, işte bu kadar uzağız..
    lütfen, bakın bir daha okuyun.
    alemlerin rabbi bir allah var.
    dünyayı geçtim, alemlerin rabbi.
    her şeyin sahibi, mutlak kudret sahibi.
    bu varlık, sana ortalama 70/80 sene ömür veriyor.
    sonrası sonsuz.
    sonsuz.
    işte bu varlık, zamanın ve mekanın ötesindeki varlık, zerre kadar nezdinde önemi olmaması gereken bir kişiyi, dine küfretti diye, baş örtüsü takmakla cezalandırıyor.
    öte yandan, birileri çocuklara tecavüz ediyor, cinayetler işliyor, milyonları aç bırakıyor, ve hiç bir cezalandırma almadan bu dünyadan göçüp gidiyor. çoğunda. haberimiz bile olmuyor.
    ama türkan saylan için adalet hemen tecelli ediyor ve baş örtüsü takmakla cezalandırılıyor.
    çok komik değil mi ya?

    ya, inandığınız ve yukarıda tanımlamaya çalıştığım varlık, bu işlere girer mi?
    lütfen biraz düşünün.
    gerçi kime ne anlatıyorum..
    bitirirken, çok değerli tıp insanı.
    baş örtüsü de çok yakışıyordu.
  • kendisi hakkında ileri geri, anlamsız konuşan cahil insanlar için küçük bir olay anlatayım.

    babamla taaa ben doğmadan önce tanışmışlar. hatta ben doğarken yanımda o varmış. neyse bunlar konumuz değil. zamanında evde yemek yerken bana paristeki konferansını anlatıyordu. çydd için konferansta neler konuşulduğunu, türkiye için neler yapılması gerektiğini... ben daha salak yani küçük oluğum için ona kaldığı oteli sormuştum. o da bana 3 yıldızlı basit, küçük ama temiz bir otelde kaldığını söylemişti. belki boşbeyinliliğimle ona neden büyük, lüks ve iyi bir yerde kalmadınız, zaten yaşlısınız ve hastasınız hem çydd öderdi parayı sorun olmazdı demiştim. cahilliğime acımış olsa gerek o zaman bana öyle bir otelde kalması bir öğrencinin bir aylık eğitim ücretine denk geldiğini söylemişti. o parayla bir öğrenci bir ay daha okutulabilirdi.

    hani ne biliyim kendisi hakkında cahil cahil yorumlar yapanları görünce çok merak ediyorum.acaba hangisi hasta ve yaşlı haliyle kalacağı yerin parası başkalarının tarafından karşılanmasına rağmen lüks ve güzel bir otel yerine ortalama, küçük bir otelde sırf bir öğrenci bir ay daha fazla burs alsın diye kalırdı.
hesabın var mı? giriş yap