• çarpık türk modernleşmesinin yaygın ürünlerinden biridir. özellikle sosyal bilimci akademisyenlerimizin çoğunun bırakın arapçayı, farsçayı, osmanlıcayı, ikinci bir batı dili bile bilmemesi sorunsalıdır. hele bunların bir de hödük uluslararası ilişkilercileri vardır ki hangi bölgeye eğilirse eğilsin o sonradan görme ingilizcesi ile eğilir. amerikalılar bile ortadoğu çalışacaklarsa en azından bir arapça öğrenirken bizimki batılılardan daha batıcı olduğu için filistin-israil meselesini ingilizceden okur. hatta utanmadan türk modernleşmesini bile ingilizceden okuyanlar mevcuttur.
    bu yapısal sorunun içinde kendini bulan biçare akademisyenler de vardır tabii. bunlar da alt sınıflardan gelmiştir. üniversiteyi bitirdiğinde elinde ancak çat pat bir ingilizcesi vardır. bir burs bulur, amerika'ya gider, 30 yaşında ingilizceyi öğrenir. elimden ancak bu kadarı geldi der. ama sızlanmayı kesmelidir. hemen osmanlıcaya başlamalıdır en azından.

    edit: bu çarpıklığın bir diğer alandaki örneği için (bkz: israil'deki türk büyükelçisinin ibranice bilmemesi)
  • türk akademisyenlerinin % 50si oranında bile en azından ingilizce bilinip, alanlarındaki güncel uluslarası literatür takip edilseydi de bu tek boyutluluğa hayıflansaydık dediğimiz bir bilmedir.

    (bkz: nerde o günler)
  • oldukça iyimser bir yaklaşım.
  • gayet olağandır. türkçe'yi bile ne kadar bildiği tartışılan bir grubun derme çatma ingilizceden başka bir dil bilmesini arzulamak ütopiktir.
  • türk akademisyenlerini majör ve minör olarak ikiye ayırmak lazım öncelikle. minörler, bırakın başka bir dil bilmeyi, anadillerindeki yayınları takip ettikleri bile şüpheli güruhdur.

    majörlere gelince bunları istanbul ve diğerleri (ankara, izmir belki eskişehir) olarak bir kez daha ayırmak gerekiyor. burada evet, hepsi ingilizce bilmektedir. ama daha tuhafı istanbul güruhu, özellikle vakıf üniversitelerinden olanlar anadillerinde yayın yapmayı ve hatta anadillerini kullanmayı bile bırakmışlardır. her hangi bir sempozyumda sunumlarını sadece ingilizce yapar ve hatta kahve molalarında bir birleriyle ingilizce konuşurlar.

    akademisyenliğin ön koşulları arasında komplekslerinden arınmak, ülkene, toplumuna sahip çıkmak gibi bugün basit ya da banal görünen bir takım ahlaki boyutları da vardır. dil sadece bir araçtır, araştırmanın alanına göre, o alanın totalini kavramak için bir zorunluluktur. ama malesef türk akademisyenleri dili bir gösterge olarak, kendisi ve "geri kalmış" toplumu arasında bir ayraç olarak kullanıyorlar. bu nedenle de ingilizce yetiyor hepsine, neden arapça ya da farsça öğrensin ki?
  • türkiye'de akademisyen olmak için gerekli şartlardan biri, üds'den en az 65 almaktır (doçentlik sınav yönetmeliğinde bu böyledir). bu sınava girenler bilir ki, sınav zaten en az 65 almak üzere planlanmış, yurdum orta okul ya da liselerinden birinde ingilizce'yi çat-pat sökmüş birisi biraz da çabayla zaten 70-80 alabilsin istenmiştir (çabalamaya gerek yok; çok az ingilizce bilen iki arkadaşım, piyasadaki kurs ve kitaplardan 6 ay çalışıp bu sınavı verdiler). yani sınavın amacı elemek değil, öğrenmeye teşvik etmektir. çünkü zaten elemek için çok zayıf bir sınavdır bence. o yüzdendir biraz da, türk akademisyenlerin yabancı dillerinin bu kadar zayıf olması. sen bunu en başta bir "gerek şart" görmemişsin ki. öyle olduğunu düşünsen yaparsın adam akıllı bir sınav, doğru dürüst öğrenmeyen geçemez.
    ha buna rağmen hala akademisyen olmak isteyenler "üds'yi geçemediğimiz için doçent olamıyoruz, doçentlik için üds'yi vermeye çabalayan binlerce kişi var "diye ağlamıyorlar mı, anlamak mümkün değil. e kardeşim peki sen o kadar bile yabancı dil bilmezken, konundaki yabancı literatürü nasıl takip ettin? etmedin! doçent olmak için gerekli diğer şartlardan olan "bilmem ne kadar yabancı yayın yapmak" şartını nasıl gerçekleştirdin? tercümana para vererek ya da asistanlara çevirterek. e oldu mu şimdi? olmadı değil mi?
    bizim üniversitelerimiz biraz da bu yüzden tırttır. bu yüzden hocalarımız burunlarından kıl aldırmazlar, eksik yanlarını kendilerini çoook üstün göstermeye çalışarak kamufle ederler. yurt dışına çıktıklarında kalacakları otele gidecek kadar bile yabancı dil bilmez pek çoğu (bu sahne birebir yaşanmıştır). yani bizim üniversitelerimizde yer alan anlı şanlı, kelli felli pek çok hoca, japonya'dan kalkıp gelmiş emekli otomobil fabrikası işçisinin "where is the sultanahmet?" sorusunu yanıtlamaktan bile acizdir.
    haa, iyi hocalarımızın da zaten ayağı yere basar (belki de yabancı literatürü adam gibi takip edebildiklerinden, dünyada neler olup bittiğini öğrendiklerindendir bu) ve alçakgönüllüdürler çoğu zaman ki bu başka bir konudur zaten.
  • iş arayacağıma akademisyen olurum diyen emme basma tulumba ineklerin, hocalarla yakın ilişkileri sayesinde yada varolan manevi dayıları ile üniversite kadrosuna ayak bastıktan sonra ilerleme anlayışıdır. üniversite kadrosuna giren birinde anında einstein zekasına sahibim ben, bilim adamıyım ideolojisi vuku bulduğundan ingilizce ile tüm insanlık ile anlaşabileceğini düşünmektedir, osursam teori kurarım ben mantığı ile debeleşen beyinlerde aslında ingilizceye gerekte yoktur çünkü ingilizce kitabı aldırıp türkçe ders anlatmak onun için yeterlidir ne de olsa iq 160.
  • bütün üniversiteler adına bir genelleme yapamam ama kendi üniversitem için maalesef geçerli olmayan önermedir. maalesef dememin sebebi uzun yıllardır akademisyenlik yapan hocaların (ki bunların içinde bölüm başkanı bile var) yabancı kaynakları, makaleleri veya dergileri öğrencilerine dönem içerisinde yada bitirme tezi esnasında çeviri olarak verdiklerine şahit olmamdır. keşke en azından ingilizce bilinsede bölüm başkanı olan ve bölümün en baba derslerinden birini anlatan koskoca profesör 25 sene önce şimdinin doçentine anlattığı notlarla gelip bize ders anlatmasa.
hesabın var mı? giriş yap