• gormekten cok gormus olmaktan heyecan duyan gezgine denir. gercek seyyahin yuzu baktigi seye donuktur. bakmaya, icsellestirmeye, anlamaya, kesfetmeye calisir. turist ise gormeye gittigini iddia ettigi seye sirt cevirip yuzunu orada oldugunu digerlerine ispatlayacak objektife doner.
  • tur inancinina sahip kimse.
  • ailem 1980lerin ortasında antalya'ya taşındı. ertesi yıl da ben antalya anadolu lisesinde okumaya başladım, ablam da ankara'da üniversiteye gitti. öğretmen olan annem ve babam, ankara'da çocuk okutup bir yandan da ev taksidi ödediklerinden, yeni bir dil öğrenmeye başlayan beni ingiltere'ye, abd'ye... göndermelerinin mümkün olmamasına yanarken, kendilerince bir çözüm buldular: kızı onlara gönderemiyorsak, onlardan buraya gelenler ne güne duruyor?

    o zamanlar yurtdışından gelenler, şimdiki gibi doğrudan kundu'da, belek'te, beldibi'ndeki otellere, tatil köylerine atılıp, sonra geri toplanaraktan ülkelerine gönderilmiyorlardı. kaleiçi'ndeki pansiyonlarda, konyaaltı'ndaki çadır kamplarında... kalır, antalyalılar nerede yiyip içiyorlarsa, oturuyorlarsa, onlar da yan masada bitiverirlerdi. üstelik genelde turla değil de kendi kendilerine gezdiklerinden, babamın ve annemin kaş göz ederek gösterecekleri yavru ceylanlara usulca yaklaşır, küçük olmanın avantajıyla tanışıverirdim.

    her hafta yeni birileriyle tanışmaktan olsa gerek, tanıştığım bu yeni insanları, yabancıları kendi kafamda iki gruba ayırmıştım:

    - kaşifler: bu gruptakiler geri kalmış bir ülkeye giderek tevazu gösteren medeni ülke evlatları olmanın heyecanını yaşıyorlardı. bu geri halkın biraz zekice bir çocuğu olarak ingilizce konuşabilmem hoşlarına gidiyor, büyük bir lütufta bulunarak bana medeniyetin neye benzediğini anlatıyorlardı heyecanla. gizem arıyorlardı, "keşfedilmemiş" yerler arıyorlardı... ama belki de medeniyetten nasibini almamış bir halktan olduğumdan, kapısında turizm ve kültür bakanlığı'nın atadığı bekçinin durduğu tarihi eserlerde, çarşambaları annemin fasulye ve patlıcan aldığı teyzenin köyünde, o köyün 200 metre ötesinde gizemi nasıl buldukları beni hep şaşırtırdı. halihazırda bizim yaşadığımız yeri nasıl olup da keşfettiklerini anlayamazdım bi türlü. eminim ki bıdı bıdı konuşacağıma, arabalarıyla yanımdan geçerlerken peşlerinden koşsam, "hellooo helloo" diyerek arabalarının kaportalarına vursam beni çok daha fazla severler, daha çok fotoğrafımı çekerlerdi.

    - neden ingilizce konuşmakta ısrar ettiklerini anlamadığım insanlar: bunlar da birinci gruptakilerle aynı yerlerden gelmişlerdi ve bunlar da ingilizce konuşuyorlardı, ama sanki türkçeyi unutmuş gibi bi halleri vardı. ev oturmasına gelir, ayakkabılarını çıkararak içeri girer, ikinci tur çayı da onlar doldururlardı. erkekleri, dalıp bağdaş kurmuş babama özenip bağdaş kurar, sonra ayakları uyuşunca ters dönmüş kaplumbağa gibi kalmalarına kahkahalarla gülerlerdi. kadınlarıysa askılı bluzunun altından kol altı kıllarının çıkmasını garipseyen annemi haklı bulur, onun gösterdiği mahalle kuaförüne gidip cillop gibi dönerlerdi, gözleri yaşarmış halde. benle birlikte biber dolmasının kabuğunu ayıranlar da, annemin menekşelerinden bir dal çalıp gidenler de, sonra o menekşeler tutup da çiçek açtığında fotoğraflarını gönderenler de bunlardı. evlerinden, arkadaşlarından, annelerinin yaptıkları yemeklerden bahsederlerdi. komşunun manisa'dan gelmiş gelininden çok farkları yoktu açıkçası. onlarla da aynı tarihi eserlere gider, aynı köylere varırdık. nasıl isteneceğini benden öğrendikten sonra bakkaldan su alır gelirler, mangalı yanlış yellediklerinden babamdan azar işitirlerdi. sonra ya garip enstrümanlarıyla bi şeyler çalar, ya kendi yemeklerini yapar, kendilerine beceriksiz muamelesi yapan babamı göt ederlerdi... ve annem ve babam, bir anda türkçeyi hatırlayacaklarını sanarak suratlarına türkçe konuşurlardı durmadan. bazen anladılar, bazen anlamadılar... her durumda hep beraber gülerdik, çok gülerdik.

    zaman geçti, ekonomiye bi şeyler oldu, istanbul'dan uçakla bir yerlere varabilir hale geldik. yeri geldi çador giydim, yeri geldi kaynamış suya kahve atıp bir taşım kaynatarak kahve yapanların elinden kahve içtim, lahana dolmasını lahana turşusundan yaptıklarını fark ettiğimde lahanaları ayırdım... hiç gizemli bir şey göremedim, hiçbir şey keşfetmedim. suratıma kendi dilleriyle uzun uzun anlattıklarının bir kısmını anladım, bir kısmını hiç anlamadım ama kafamı sallayıp anlamış gibi yaptım. bazı yerlerde şarkı söylediklerinde, aynı şarkının türkçesinin sözleriyle eşlik ettim. yine güldük, çok güldük.

    ve hep hayret ettim, bundan 20-30 yıl öncesinde o ilk grup turistin keşfettikleri bu ülkenin evlatlarının, gizemli yerler keşfetme heveslerine.

    başkasının çoktan ev kurduğu yerin gizemi mi olur lan?
  • bu yıl seyrettiklerim arasında beni en çok etkileyen film. 2014 isveç yapımı.

    cannes'da un certain regard bölümünde oynamış ve jüri ödülünü almış. bana kalsa ana yarışmada olması gerekirdi. dram diye geçiyor ama komedi de dense çok itiraz olmazdı herhalde. cannes da komediler hep daha az ciddiye alınır, ama buna haksızlık edilmiş.

    hani "pek ciddi" yönetmenlerin artık iyice ağırlaşıp boğucu olmaya başlayan filmlerinin "gereken" yerlerine koydukları espriler "hadi biraz da gülelim" gibisinden iğreti durur ya, bu filmde komedi, mutsuz hikayenin organik bir parçası gibi.

    --- spoiler ---

    karakterler dağılmak üzere olan ailelerine salya sümük ağlarken, izleyici buna kıkır kıkır gülebiliyor. dediğim gibi bu iğreti ya da vıcık vıcık değil, derinden derine sinsi bir komedi.
    her babayiğidin harcı değil bu iş.
    --- spoiler ---

    ingmar bergman bu filmi görse, yurtdaşı yönetmen ruben östlund'un oldukça ağır ve boğucu olacak bu ikili ilişki-evlilik hikayesinin içine komediyi böylesine orjinal biçimde ve ustaca yedirmesine imrenirdi kesin. artık bundan daha öte de methiye olmaz herhalde.

    filmin sinematografisi göz alıcı. filmi stilize etmekle gerçekci çekmek arası gayet güzel bir tarz bulmuşlar. sinematografi ciyak ciyak "bak bunlar böyle dizayn edildi" diye bağırmıyor, ama bir kayak merkezinin havası kartpostallara benzer bir biçimde derinden derine stilize edilmiş.

    oskarlarda kendinden bahsettirmesi pek süpriz olmaz, akademi üyeleri janrları eğip büken bu tür filmlere bayılır. yanlız:

    --- spoiler ---

    **bundan sonrası hakikaten ağır spoiler; seyrettikten sonra okuyunuz**

    anne karakterinin filmin sonunda yaptığını gerçekçi bulmayanlar, karakterin kendi içindeki tutarlılığını yerle bir ettiğini düşünenler olabilir. öyle ya, tüm film boyunca kocasının bir tehlike karşısında çocuklarını ve kendini bırakıp kaçmasını hazmedemeyen bir kadının, çok daha az aciliyetli bir durum karşısında (çığ düşmesine oranla) çocuklarına ve kocasına dönüp bakmadan kaçmak istemesi... en azından yanındaki küçük oğlunu kolundan tutup götürebilecekken onu bile kenara itip kapıya yürümesi... eğer akademi inanmazsa buna inanmaz, bu filme biraz dudak bükerse bundan büker.

    ancak bence kadının bu bencilliği (ya da ruh yanlızlığı diyelim) filmin içinde ince ince işlenmişti. bana da beklenmedik geldi kadının böyle birşey yapması, ancak sonra düşünüp düşünüp kadının bu yaptığının daha önceden geleceği belli olan bir çığ düşmesi gibi birşey olduğunun anladım, ya da filmi çok sevdiğimden kafamda öyle kurdum belki.
    --- spoiler ---

    umarım bu film hakketiği yeri bulur.

    bir fırsatını bulup seyretmenizi şiddetle salık veririm.
  • bazen beyoğlu sokaklarında kedi fotografı peşinde koştuklarını görüyorum. genelde avrupalı turistler böyle. çok değişikler.

    bugün de bir grup arap din kardeşimiz metro istasyonunda hevesle birbirlerinin fotografını çekiyordu. ama metronun olduğu katta değil. hatta daha turnike katına bile inmeden. 1 kamera, 3-4 tane de fotograf makinesi vardı ortamda. düğünde gelin damatla fotograf çekimini kaçırmak istemeyen 2. derece akraba aile fertleri gibi panik yapmışlardı.. metro istasyonu kaçıyor gibiydi.

    ya buraya gelen yabancılar bizimle dalga geçiyor ya da buraya gelince onlar da kafayı yiyorlar.
  • ruben östlund tarafından hem senaryosu yazılan hem de yönetilen 2014 yılı yapımı isveç filmi.

    tomas ve ebba çifti çocuklarıyla birlikte tatillerini geçirmek üzere alpler'de bir kayak merkezin gelirler. bir sabah kahvaltısı sırasında kontrollü olarak yapılan çığ düşmesi tüm otel herkesi çok endişendirir. bu korku ve kargaşa sırasında tomas yanına cüzdanını ve telefonunu alarak kaçınca ebba evliliğini sorgulamaya başlar.

    2014 cannes film festivalinden jüri özel ödülünü kazanan film biraz uzun olsa da bana kalırsa izlenmeli.
  • türban taktığı iddia edilen yazar. sayın servicio arkadaşım, pembe saç bandım ve ben ayrılmaz bir ikiliyiz, öperim!
  • ilkokul yıllarında yazılıda sorulmuş hayat bilgisi dersi sorusuna konu olan gezgin kişiliktir.
    bu soruya verilen cevaplardan en şahanesini sözlük ahalisiyle paylaşmaktan mutluluk duyarım.

    soru 1) turistlere nasıl davranmalıyız?
    cevap1) arkalarından gavur diye bağırmamalıyız.
  • duyarlı. ilk gordugum o kendisinde.
    cok yok boyle insanlar. alip müzeye koymali.
  • turizm dusuncesine inanmis, tur atmak icin urasan kisi...
hesabın var mı? giriş yap