• ölenler türk olduğu için katliam gibi sözcüklerle tanımlamanın yanlış olduğu küçük bir tatsızlık.
  • william st. clair de bu konuda şunları söylemiştir;
    "10 bin üzerinde türk öldürüldü. paralarını sakladığı şüphe edilen tutsaklar işkence edildi. kolları ve bacakları kesildi ve ateşin üzerinde yavaş yavaş kızartıldılar. hamile olan kadınların karınları kesildi, kafaları kesildi ve köpek kafaları bacaklarının arasına sokuldu. cumadan pazara kadar hava cığlık sesleriyle doluydu. bir yunan 90 kişiyi öldürdüm diye övünüyordu. yahudi topluluğu sistemli bir şekilde işkenceden geçirildi. haftalarca aç bırakılan türk çocukları çaresiz yıkıntıların arasında koşarken yunanlar tarafından yere atıldılar sonra vuruldular. su kuyuları cesetlerle dolduruldu."
    "yunanistan'daki türkler arkalarında az iz bıraktılar. 1821 ilkbaharında dünyanın geri kalanı tarafından arkalarından gözyaşı dökülmeden ve farkedilmeden aniden yok oldular. bir zamanlar yunanistan'ın bütün ülkenin etrafına dağılmış büyük bir türk nüfusuna sahip olduğuna bile inanmak zordu. bu ailelerin arasında varlıklı çiftçiler, tüccarlar, memurlar yaşıyordu ve yüzlerce yıl boyunca burada yaşamış ve buraları kendi yurtları olarak kabul etmişlerdi. kasıtlı ve acımasızca öldürüldüler ve hiçbir zaman pişmanlık gösterilmedi."

    ayrıca steven bowman, yahudilerin de çok fazla sayıda katledildiğini belirtti: "böyle bir trajedi, yahudilere karşı özel olarak uygulanmamıştır. tripolis'teki türk katliamlarından sonra güneyde kalan son osmanlı kalesine de yahudiler sığınmıştı. öyle görünüyor ki, yahudilerin de katledilmesi, türklerin katledilmesinin diğer sonucudur." der.

    şimdi, bir bizim kurtuluş savaşımıza bakalım bir de bu haydut yunan'ın savaşına. aradaki hukuksal, vicdani, meşru ve insani farkı görmemek abes olacaktır. evzonlar gibi intikam alayına sahiptir yunan. giydikleri foustanella 400 şeritlidir ki türk himayesi altındaki 400 seneye tepki olarak bu şekildedir.

    yunan komutan teodoros kolokotronis ise anılarında 32.000 kişinin katledildiğini yazmış ve cesetlerin çokluğundan atının şehir duvarlarından saraya kadar toprağa basmadığını iddia etmekteydi. 11 şubat 1821 günü, abd'de yayınlanan the american mercury gazetesi, şehirde yaşanan katliamda 20.000 türk'ün öldürüldüğünü yazdı; ama şehirde bundan önce altı yüz yunan ile yedi papazın da öldürüldüğünü de bildirdi. justin mccarthy'ye göre the american mercury öldürülen yunanları, tripoliçe'de yaşanan katliam için bahane olarak göstermeye çalışmasıdır.
  • bir soykırımdır. uygulayıcısı theodoros kolokotronis anılarında vahşeti gerine gerine anlatmış, "türkleri katletmekten onur duydum" demiştir. soykırımdan sonra şehri yağmalayan kolokotronis yamyamlığının haricinde bir hırsızdır. tripoliçe katliamını anılarında ayrıntılarıyla işler. bugün hakkında ne bir kınama ne bir yüzleşme vardır. hatıralarını okumak için http://ia600401.us.archive.org/…sklep00kolorich.pdf
  • yunanlıların bağımsızlık savaşının bir parçası olan tripoliçe kuşatmasının sonrasında yapılan katliam. içinde arnavutların da bulunduğu osmanlı ordusu 8000 kayp verip yenildikten sonra etrafta büyük bir türk kıyımı başlamış. katliam süresince bölgedeki tüm türkler ve yahudiler öldürülmüş.

    yunanlılar kazandıktan sonra hemen bölgeye gelen ingiliz askeri memurların belirttiğine göre 8000-15000 arası türk sivil öldürülmüş. ingiliz tarihçi w. alison philips'in yazdıkları şöyle:

    "for three days the miserable inhabitants were given over to lust and cruelty of a mob of savages. neither sex nor age was spared. women and children were tortured before being put to death. so great was the slaughter that kolokotronis himself says that, from the gate to the citadel his horse’s hoofs never touched the ground. his path of triumph was carpeted with corpses. at the end of two days, the wretched remnant of the mussulmans were deliberately collected, to the number of some two thousand souls, of every age and sex, but principally women and children, were led out to a ravine in the neighboring mountains and there butchered like cattle."
  • auschwitz bunun yanında daha masum kalır, öyle bir vahşet.

    ha endüstri devrimi, dünyada iletişim hızlanmadan önceki dönemde çeşitli milletler arasında benzer vakalar olmamış mıdır derseniz, oldu elbette... yani bir türkler bir yahudiler bunu yaşamadı... (arapların bize müslüman olalım diye yaptıkları bunlardan beter mesela...)

    ama bu gibi bir vahşeti yahudi o kadar iyi pazarlıyor ki, olay 1x ise, insanların aklına 10x kazınıyor.

    sen de yapacaksın... film, dizi, belgesel ne varsa çekeceksin...

    ama biz türkler ticarette de, politikada da pazarlama alanında çok ama çok kötüyüz maalesef...

    mesela dünyanın en iyi dört zeytinyağı üreticisinden biriyiz, ama zeytinyağımızı toptan alıp kendi markalarını basıp başkaları satıyor....

    tarihimiz konusunda da aynı başarısızlık mevcut.

    her şeyin kendini pazarlama üstüne olduğu günümüz dünyasında büyük bir kayıp.
  • olur öyle. katledilenler türk ve müslüman oldukları için önemi yoktur. ne öyle katliam falan deyip tarihi intikam alanı olarak kullanıyorsunuz. çıkçık yazık yahu.
  • vikipedi'de yazılanlara göre yunan bağımsızlık savaşı'ndaki tripoliçe kuşatması esnasında 23 eylül 1821 günü şehrin düşmesi ile müslümanların (türk) ve yahudilerin katledilme olaylarıdır.

    ingiliz tarihçi walter alison phillips tripoliçe katliamı hakkında:"üç gün boyunca şehrin sakinleri, bir vahşi çetenin kötülüğüne ve keyfine bırakıldı. yaş ve cinsiyet ayrımı yapılmadı. kadınlar ve çocuklar, öldürülmeden önce işkencelere tabî tutuldu. katliam o kadar büyüktü ki, kolokotronis kapıdan hisara kadar atının ayaklarının yere hiç dokunmadığını söyledi. şehirdeki yunan zaferinden sonra yol kenarları cesetler ile doldu. kadınların ve çocukların bulunduğu müslüman kitleleri, yakınlardaki dağlarda sığır gibi doğrandı. " yazmıştır.
  • ülkemiz televizyonlardaki sayısız tarih programının bir tanesinde bile denk gelmediğim, binlerce türk’ün vahşiçe ve sistematik biçimde katledilmesi vakası. aynı balkan savaşı’nı kaybettikten sonra sivillerimizin yaşadığı mezalim gibi. duyamazsınız pek bunları.
  • bir sürü tatlı su hümanisti ve liberali unutmasına rağmen, 100 yıl önce izmir ankara arasında bütün türk köy ve kasabalarının yakılıp 100 binlerce insanın vahşice katledilmesi, ellerine geçirdikleri bütün kadınlara kızlara hatta çocuklara tecavüz edilmesiyle karşımızda ordu değil, nasıl bir it sürüsünün olduğunu daha iyi anlatan bir durumdur.

    500 yıl her türlü özgürlüğünü vererek yaşatılanların ellerine en ufak fırsat geçtiğinde yapabileceği bilinç altı işte budur. aşağılık kompleksinin yaptıracağı aşağılıklara bir örnek.
  • yunanlar’ın türklere yaptığı sayısız katliamlardan sadece bir tanesidir.

    (bkz: anadolu balkan ve kıbrıs’ta yunan zulmü)

    rumen tarihçi ve devlet adamı nicolae jorga şöyle diyor:

    “kendilerinde disiplinden eser bulunmayan rumlar korkunç bir şekilde ortalığı kan ve ateşe verdiler. yalnız fidye umdukları kimselerden başka, kadın ve çocuklar da dâhil olmak üzere herkesi parçaladılar. elebaşılardan biri, tripoliçe ve civarında öldürülen türklerin sayısını 32 bin olarak tahmin etmektedir. tripoliçe şehrinden yalnız duman tüten harabeden başka bir şey kalmamıştı.” (nicolae jorga, osmanlı tarihi. çev. b. s. baykal, cilt v, ankara: ankara üniversitesi yayınları, 1948, s. 270)

    prusyalı bir subay şöyle diyor:

    "trova'nın kraliçesi helen kadar güzel, genç bir türk kız, kolokotronis'in erkek yeğeni tarafından vurularak öldürüldü: bir türk çocuk, boğazına halat takılarak çevrede dolaştırıldı; bir çukura atıldı; taşlandı, bıçaklandı ve sonra, hala hayatta iken, bir tahtaya bağlanarak ateşte yakıldı; üç türk çocuk, anne ve babalarının gözleri önünde, bir ateşin üzerinde yavaşça yakıldı. bütün bu çirkin olaylar olurken, ayaklanmanın elebaşısı ipsilantis (? aleksandros mavrokordatos) seyirci kalıyor ve asilerin bu davranışlarını, 'savaştayız; herşey olur' şeklinde mazur göstermeye çalışıyordu.” (william st. clair, that greece might still be free - the philhellenes in the war of independence, londra, 1972, s. 75 vd)

    ingiliz tarihçi walter alison phillips şöyle diyor:

    "üç gün boyunca şehrin sakinleri, bir vahşi çetenin kötülüğüne ve keyfine bırakıldı. yaş ve cinsiyet ayrımı yapılmadı. kadınlar ve çocuklar, öldürülmeden önce işkencelere tabî tutuldu. katliam o kadar büyüktü ki, kolokotronis kapıdan hisara kadar atının ayaklarının yere hiç dokunmadığını söyledi. şehirdeki yunan zaferinden sonra yol kenarları cesetler ile doldu. kadınların ve çocukların bulunduğu müslüman kitleleri, yakınlardaki dağlarda sığır gibi doğrandı." (walter alison philips, the war of greek independence, 1821 to 1833. london, 1897, s. 61)

    iskoç tarihçi george finlay şöyle diyor:

    “1821 nisanında, 20.000 kişi toplamına yakın bir müslüman nüfus, yunanistan’da dağınık olarak yaşıyor ve tarımda çalışıyordu. [ayaklanma çıkmasının üzerinden] daha iki ay geçmeden bunların çoğu kıyımdan geçirildiler; adamlar, kadınlar, çocuklar, hiç acımadan ve sonra da pişmanlık duyulmadan öldürüldüler. [günümüzde] yaşlılar hala, taş yığınlarını parmakla gösterip, gezginlere, ‘işte şurada ali ağa'nin pyrgos'u, kulesi, vardı; burada hem onu, hem eşlerini ve hizmetkarlarını öldürdük’ diye anlatırlar ve bunu anlatan yaşlı adam, yolu üzerinde bir öç alıcı meleğin bekliyor olabileceğini aklına bile getirmeden, bir zamanlar ali ağa'nın olan tarlaları sürmek için yürür gider. işlenen suç bir ulusun suçu idi ve onun vereceği sıkıntılar ne olursa olsun bu sıkıntılar, bir ulusun vicdanında duyulmak gerekir; bu günahı bağışlatacak davranışlar da o ulusça yapılmalıdır.” (george finlay, history of the greek revolution, london 1861, s. 172)

    ingiliz tarihçi william st. clair, katliam sırasında tripoliçe'de bulunan yabancı subayların gördüklerini şöyle aktarıyor:

    “10 bin üzerinde türk öldürüldü. paralarını sakladığı şüphe edilen tutsaklar işkence edildi. kolları ve bacakları kesildi ve ateşin üzerinde yavaş yavaş kızartıldılar. hamile olan kadınların karınları kesildi, kafaları kesildi ve köpek kafaları bacaklarının arasına sokuldu. cumadan pazara kadar hava cığlık sesleriyle doluydu... bir yunan 90 kişiyi öldürdüm diye övünüyordu. yahudi topluluğu sistemli bir şekilde işkenceden geçirildi... haftalarca aç bırakılan türk çocukları çaresiz yıkıntıların arasında koşarken yunanlar tarafından yere atıldılar sonra vuruldular... su kuyuları cesetlerle dolduruldu... yunanistan'daki türkler arkalarında az iz bıraktılar. 1821 ilkbaharında dünyanın geri kalanı tarafından arkalarından gözyaşı dökülmeden ve farkedilmeden aniden yok oldular. bir zamanlar yunanistan'ın bütün ülkenin etrafına dağılmış büyük bir türk nüfusuna sahip olduğuna bile inanmak zordu. bu ailelerin arasında varlıklı çiftçiler, tüccarlar, memurlar yaşıyordu ve yüzlerce yıl boyunca burada yaşamış ve buraları kendi yurtları olarak kabul etmişlerdi... kasıtlı ve acımasızca öldürüldüler ve hiçbir zaman pişmanlık gösterilmedi." (william st. clair, that greece might still be free the philhellenes in the war of ındependence. london: oxford university press, 1972, s. 43)

    abdli tarihçi justin mccharty şöyle diyor:

    “üç gün boyunca zavallı türk yerleşimciler, bir vahşîler güruhunun şehvetine ve zulmüne teslim edildiler. ne cinsiyet ne de yaş yönünden bir esirgeme yapıldı. kadınlarla çocuklar dahi öldürülmeden önce işkenceden geçirildiler. kıyım öylesine büyük ölçekteydi ki, çetecilerin sergerdesi kolokotrones'in kendisi bile, ‘kasabaya girdiğimde yukarı hisar kapısından başlayarak atımın ayağı hiç yere değmedi’ demektedir. ilerlediği zafer kutlama töreni yolu, cesetlerden bir örtüyle döşenmişti. iki gün geçince, müslümanlardan sağ kalabilmiş perişan durumdaki insanlar, her yaştan ve cinsiyetten aşağı yukarı iki bin kişi, çoğunlukla da kadınlar ve çocuklar, gaddarca toparlanıp bitişik dağlardaki bir dere yatağına götürüldüler ve orada koyun gibi boğazlandılar. işlenen cinayetler, görülüyor ki, sırf bir nefret patlaması değil, hesaplı kitaplı siyasal eylemler niteliğinde idi. yunanistan’daki türkler, sadece yunanlılara ait ve bağımsız bir yunanistan yaratma amacına bir engel olarak görülmekte idiler. ayaklanmacılar, yunanistan’daki türklerin bağlılığının ‘yeni bir yunanistan'a değil, osmanlı imparatorluğuna yönelmiş olacağını, isabetle, varsayıyorlardı. bir türk azınlığının varlığı, gelecekte osmanlı’dan yana duyguları bulunacak bir odak oluşturacaktı ve belki, yine gelecekte, osmanlı’nın bir saldırısı için, yunanistan türklerine yardıma gelmek bahanesini sağlayacaktı. türkler hiç kuşkusuz yunan ayaklanmasına karşı bir beşinci kol işlevini göreceklerdi. bu sorunları çözümleyecek çare, kökten kazıyıp yok etme idi. işin sonunda, avrupa’nın büyük devletleri, osmanlıyı (1830 yılındaki londra protokol'ü ile) mora'da bir yunan krallığının yaratılmasına razı olmak zorunda bıraktıklarında, bu ortaya çıkan, orada yüzyıllardır yaşayan türklerden arınmış bir yunan krallığı idi. her ne kadar ölümlerin sayısı hakkındaki hesaplamalar kesin belirlilik göstermiyor ise de, yunan ayaklanmacıları tarafından öldürülmüş müslümanların sayısının 25.000'i geçtiği anlaşılmaktadır.” (justin mccharty, ölüm ve sürgün, çeviren: bilge umar, inkılap yayınları, istanbul, 1998, s. 8-12)

    ingiliz tarihçi david armine howarth, 1821 isyanını yerinde izlemiş ingiliz, italyan, fransız, alman subay ve gazetecilerin ülkelerine döndükten sonra yazdıkları kitap, makale ve günlükleri tek tek inceleyerek hazırladığı kitabında şöyle diyor:

    “1821 yılı yazında yunanistan’da türklere karşı ihtilal patlak verdi. alev etrafı o kadar hızlı sardı ki, hiç kimse, ilk türklerin nerede, niçin ve kimin tarafından öldürüldüklerini söyleyemez. resmi kayıtlara göre ilk önderliği kilise yaptı. savaşın ilk nedeni, kutsal dini bir savaş olarak açıklanabilir. patras (balyabadra) piskoposu germanos, haçını havaya kaldırarak halkı silahlanmaya çağırdı. patras o günlerde zengin ve güzel bir şehirdi. dış dünyaya açıktı. burada yunanlılarla birlikte bir hayli de türk yaşıyordu. türkler, dağlardan bir kalabalığın geldiğini duyunca, kendilerini korumak için kentin kalesine çekildiler. daha piskopos germanos ile ihtilalciler şehre girmeden hıristiyanlarla müslümanlar caddelerde birbirlerini öldürmeye başlamışlardı. rumlar, germanos’u bir kurtarıcı gibi karşıladılar. gelenler, türklerin boş evlerini yağmalamaya başlamışlardı bile. ihtilalciler, şehrin ana meydanına törenle bir haç diktiler. liderlerinin ağzından çıkan tek söz “hıristiyanlara barış, konsoloslara saygı, türklere ölüm” idi. durum mora’da da aynı oldu. bütün yarımadada yunanlılar ayaklanmış müslüman komşularını öldürmüşlerdi. bunu belki hıristiyanlık adına yahut özgürlük adına daha fazlası, onları soymak, öç almak için kilisenin kıskançlığından yahut kişisel kinleri sonucu yapmışlardı. bu katliamlara sonra bir sebep aramalarına gerek kalmamıştı. hepsi çılgınca kana susamışlar, bunun için öldürüyorlardı. o yılın mart ayında mora’da 25 bin müslüman ailenin şehrin dışında yaşadıkları ve çiftçilik yaptıkları biliniyordu. nisan ayında paskalya şenliği yapılırken, bunlardan tek kişi canlı kalmamıştı. cesetler, ilkbahar güneşinin ısıttığı topraklar üzerinde, tarlalarda çiçekler arasında terk edilmişti. yaz sıcakları başlayınca, buralarda kuruyup çürüdüler... yunanlılar avrupa orduları gibi ne bir savaş düzenini benimsiyorlar ne de düşmanla göğüs göğse savaşıyorlardı. savaşmak için önce kendilerini koruyacak siper arıyorlardı. tesadüfî bir kurşunla biri vurulup öldü mü, savaşı unutup vurduklarını soymak için yanına koşuyor, ceplerini boşaltıyor, sonra kafasını kesip gövdesinden ayırıyorlardı. ihtilalcıların ekonomik kaynakları şeflerinin yaptığı soygun ve yağmalardan oluşuyordu... avrupa’da, “yunan mucizesi” diye duyurulan zaferin gerçek yüzü buydu. ancak, avrupalıların inandığı anlamda, yunan silahlarının ve hıristiyanlığın bir zaferi değildi... yunanlıların, tripoliçe kalesine saldırırken barbarlıklarına 20 kadar avrupalı tanık olmuştu. bunlardan biri de iskoçyalı albay thomas gordon’du. albay, aklı başında, tecrübeli ve dürüst bir askerdi ve rumcayı iyi biliyordu. tripoliçe’de gördüğü olaylar o kadar dehşet vericiydi ki, utanç verici bu olayların, sonsuza değin bilinmesini istedi: iki gün içinde, on binlerce türk’ün yaşadığı şehirde tek canlı kalmamıştı. bunların çoğu, kafası, kolları ve bacakları kesilerek öldürülmüşlerdi. bu katliamdan sonra binlerce rum kendi ölçülerinde birer varlıklı kişi olarak yaptıkları soygundan elde ettikleri ganimetleri saklamak için köylerine dönmüşlerdi. esirlerin değeri o kadar düşmüştü ki, artık kimse onları elinde bulundurmak istemiyordu. ölüleri kimse gömmediği için, tripoliçe şehrinde dayanılmaz pis bir koku her yanı sarmış, içme suları zehirlenmiş, kolera salgını baş göstermişti. gerçekte herkesin bildiği, gördüğü ve inandığını bir yunanlı kabul etmeyip, böyle bir şeyin hiçbir zaman olmadığını iddia edebilir. ama hepsi, milli kahraman olarak tanıtılan eşkıya ve korsanların gerçekte, uyuz, pis, doymak bilmez, kaşarlanmış hırsızlar olduklarını tecrübe ile bilirler. lord byron’un dediği gibi “yunanlılar gerçeği kavrama yeteneğinden yoksundurlar. her yunanlı yunanlılar hakkında abartılmış düşüncelere sahiptir”. 1821 ihtilali döneminde, yunanistan’da yaşayan yabancıların sayısı, parmakla sayılacak kadar azdı. bu yüzden avrupa ülkeleri yunanistan’da neler olup bittiğini bilmiyordu. yunanistan dışına gönderilen raporlar savaşa katılmamış, atina’da yaşayan aydın romantikler tarafından hazırlandığı için, yunanlıların ideallerine uygun ölçülerde kaleme alınıyordu. bu avrupalılar türkleri kınarlarken, barbarlık edenin ve katliamı başlatanın rumlar olduğunu bilmiyorlardı.” (david howarth, greek adventure, lord byron and other eccentrics in the war of ındependence. new york: atheneum, 1976, s. 27-32, 52-56)

    mora’ya gönüllü olarak gelip yunan isyanına katılan avrupalılar gördükleri vahşet karşısında şaşkına dönmüştü. bu batılılardan biri geri döndükten sonra şöyle diyor:

    “başkalarının, benim işlemiş olduğum hataları işlememesi için bu yazıyı kaleme alıyorum. modern yunanistan, eski yunanistan gibi değildir. grekler, şükran bilmeyen, gaddar ve barbar bir soydurlar.” (william st. clair, that greece might still be free - the philhellenes in the war of independence, londra, 1972, s. 12)
hesabın var mı? giriş yap