• rolling stone'un 5 üzerinden 2, nme'nin ise 4 verdiği, dinleyicileri ikiye bölen yeni arctic monkeys albümü. yazılardan bazı alıntılar yapıp kendi yorumumu da katarak bir değerlendirme yapmak istiyorum. alex turner'ın yaşadığı kuşağın damon albarn'ı (blur'un frontman'i) olduğu söyleniyor. bu iki adam da belli bir tarz müziğe sıkışıp kalamıyor ve sürekli olarak yeni şeyler deniyorlar. damon albarn ve blur'un müzikal çeşitliliğine örnek: song 2 blur'cularına blur'dan parklife da dahil olmak üzere herhangi başka bir şarkı dinletirseniz genelde beğenmezler. song 2 ve parklife'tan başka blur şarkısı bilmiyorsanız hemen deneyin, rastgele bir blur şarkısı açın, ne demek istediğimi anlayacaksınız.

    her ne kadar müzikler grupça yazılsa da alex turner'ın arctic monkeys üzerindeki ağırlığı tartışmasız. o yüzden bu adamın müzikal çeşitlilik konusundaki deneysel tavrı arctic monkeys albümlerine de yansıyor. 2005'te çıkardıkları whatever people say i am that's what i'm not albümüyle punk rock/brit rock tarzında ortalığı kırıp geçiren grup 2013'teki am albümüyle daha da olgunlaşmış, müzik tarzı olarak da turner'ın diğer projesi the last shadow puppets ile yan yana konabilecek kadar hizalanmıştı. alex turner da vokal tarzını bularak duyulduğu zaman "alex turner'ın sesi bu, o söylüyor" denecek kadar karakteristik bir noktaya oturtmayı başardı.

    tranquility base hotel & casino'yu henüz dinlemeyenler için tarif etmek gerekirse: müzikten çok sözlerin ön planda olduğu, sözlerin de akılda kalıcı herhangi bir vokal melodisinden bağımsız, serbest ölçülerde söylendiği bu son albümle tarz olarak saykodelik salon müziği civarında dolanıyorlar. 1960-70'lerdeki yeni akım fransız sineması dönemine damgasını vurmuş bass gitar ve sözlerin ön planda olduğu serge gainsbourg ve leonard cohen gibi kent ozanlarının tarzını david bowie'nin saykodelik uzay müziğiyle birleştirin, serbest gezen vokal melodisi olarak da the doors'un son zamanlarından serpiştirin, tabi ki olaya bir de ingilizlik katın; alın size tranquility base hotel & casino. eğer bu tarzlardan çok hoşlanmıyorsanız ve arctic monkeys'in eski hızlı şarkılarına bayılıyorsanız bu albümü sevmeyeceksiniz. "konuşmak için daha çok erken" de demeyin, zaman verseniz de sevebileceğiniz bir tarz değil. bu albümü sevebilmeniz için kulağınızın az önce bahsettiğim tarzlara aşina olması, o tarz müziği sevmeniz lazım. albümün bu tarz bir şey olacağı olgunlaşmış, uzun saçlı, sakallı yeni imajlarını, albüm tasarımını ve hatta albüm ismini ilk yayınladıklarında az çok belli olmuştu zaten.

    arctic monkeys tıpkı muse gibi çıtayı kendi belirleyen bir grup ve şu anda ingiliz müziğinin tepesinde muse ile birlikte en yakın rakiplerinden açık ara yukarıda lider konumda oturuyorlar. yani istedikleri müziği denemek açısından yeteri kadar kredileri var. o yüzden bu albümü beğenseniz de beğenmeseniz de arctic monkeys'in sürücü koltuğunda alex turner'ın oturduğunu ve müzikal olarak yerinde sabit duramayan bir yol izlediklerini kabul etmekte fayda var. bu açıdan the beatles'a benzetilmeleri aslında abartılı değil. john lennon'ın da dediği gibi ilk kurulduklarında tek yapmak istedikleri elvis presley'in müziğini taklit etmek olan the beatles da piyasaya yıldırım gibi çaktığı sadece 7 senelik 1963-70 döneminde özellikle son albümlerde farklı tarzları deneyerek dinleyenlerini şoka uğratmıştı. en son ortaya koydukları saykodelik tarz müzikte yepyeni bir boyut açarak pink floyd gibi bir efsanenin başlamasına sebep oldu. arctic monkeys'in de benzer şekilde müzik tarihine yön verecek şekilde ilham vermesini beklemek biraz abartılı olur ama yeni ve yükselen gruplara ilham kaynağı olduğu açıkça ortada.
  • tekrar dinledikçe bir şey daha fark ettim: bok gibi albüm olmuş.
    baterist nerde birader? köyüne mi gönderdiniz?

    when the sun goes downspor.
  • yalan söylemeyeceğim, arctic monkeys'in herkes gibi beni de şaşkınlığa uğrattığı altıncı stüdyo albümü.
    ben doğrusu sakin sularından, yıllarca -hak ederek- yarattıkları konfordan, gitar sevdalısı ateşli hayranlardan geçip de böyle inanılmaz bir işe imza atacaklarını, ya da bu kadar erkenden, ne biliyim bu derece yeri göğü inletecek şekilde olabileceğini düşünme(z)dim. çok iyi, çok çok iyi.

    sağda solda yazılanları gördükçe kahkahalarla gülüyorum. yüzyıllarca sürsün istenilen kalıp sound beklentileri, tlsp ile asla ilişki kuramadığım kıyaslamar, alex'e ölüm fermanları falan. tüm bunlar bana, eski dönem müzik yapımcılarının ağzında puroyla; "yok olmaz yavrum pop yapacaksınız, kıçını başını da aç biraz, hıh oldu satar bu albüm, rök, mök olmaz sen popçusun"cu yaklaşımlarının hiç de öyle boşa yorumlar olmadığını, insanların müziğe yaklaşımının alışkanlıklarından bir parça öte bile derinlik taşımadığını gösteriyor. neyse ki şimdilerde bağımsız müziğin de etkisiyle müzisyenlerin biraz daha elinde güç var da, gönlümüzce dinleyip mest oluyoruz. eski zaman kalıplarını kıran kimseye aldırmadan kendi müziğini yapan bir radioheadimiz vardı, ada bize bir de arctic monkeys verir belki.

    benim albüme yönelik en net cümlem şu;
    humbug'la ergenlik dönemini öldürüp delikanlılığa adım atan arctic monkeys, bu sefer çok çekici bir yetişkine dönüşüyor.

    merak edenler olmuş, albüm kapağındaki maketi elleriyle yapmış, menajeri piyano hediye etmiş de başına oturup, bu doyulmaz şarkıları yağdırmış adamın müzisyenliğine başta matt helders olmak üzere grup üyelerinin tamamı saygıyla eğiliyordur. çünkü başka yapılabilecek bir şey yok.

    albümün en çok vurulduğum şarkısını arıyorum günlerdir, ama bulamadım. bu baska bir bakışla bulduğum anlamina da geliyor olabilir tabii.`::)`
  • bu albümde riff yok riff!
    arctic monkeys albümleri genel olarak cool yürüyüş, deri ceket ve konserlerde sağa sola takla atmayı bana kazandırdığı için bu albüm bana am 'in b tarafı gibi geldi. hepsi aynı tempo, geçişlerde hiçbir sıkıntı yok ancak pek numara da yok. bu albüm net ego ve kişisel arzuların yansıması. bu albümdeki şarkılar konserlerinde dinlenmek için çalacakları ara geçiş şarkıları olucak. tamam kimse bir i bet you look good on the dancefloor beklemiyor ama mardy bum vari bir yükseliş, hızlanma olabilirdi, o da yok kardeşim. neyse sindirmeye çalışacağız. tek tesellim konserlerine 400 pound vermekten son anda vazgeçmem.
  • garage, stoner ve post-punk revival hareketlerinin 2000'lerin başındaki öncülerinden olan arctic monkeys'in, alex turner'ın yüksek egosu sayesinde grubun bütün kimyasını bir anda "otel lobisinde viskisini yudumlayan kodamanlar için fon müziği olarak çalınan lounge - elevator müziğine" çevirdiği, maalesef vasat albüm. çoğu kişi the last shadow puppets benzetmesi yapmış ama yanından bile geçemez. o ikilide unutulan bir miles kane faktörü var çünkü. ikilinin bestelerindeki o old-school gitar tonunu ayakta tutan, niş riffler ile şarkıların bütün anlam bütünlüğünün üzerinden kadife kıvamında geçen bir anomali resmen kane'in yaptıkları.

    yahu sen stoner - garage - punk kırması gitar tonunla bir tarz yakalamışsın, hasbelkader kaç albümdür bunu sürdürüyorsun, nedir bu deneysel hipster olma çabaları? bir kere tamamen tabiatına ters bir hamle. 2000'lerde bu yaramazlıkları yapan ve tarihin tozlu sayfalarına kendisini büyük bir hızla gömmüş muadilin olan grupları da mı hiç örnek almadın diye sorarlar adama. reading'de headliner olarak çıktığında çal bakalım bunları canlı olarak, sıkıştır setlist'e de görelim bakalım nasıl bütünlüğü bozup saçma bir hal alıyor konserler.

    not: bu arada grubun yeni image-maker'ı kimse acilen mesleği bırakmalı. grubu tam anlamıyla maymuna çevirmiş.
  • beklendiği gibi arctic monkey's hayranlarını ikiye bölen, çok sevenler ve nefret edenler olarak ayıran albümdür. alex abi her albümünde yaptığı gibi müziğini geliştirmeye, yeni şeyler denemeye oynamış ve güzel bir iş çıkarmıştır benim gözümde. ilk dinleyişte "bir dakika kim ya bu" dedirtip eski tınıyı bir miktar özletse de kulaklıkla sakin bir şekilde enstrümanları ve sözleri sindire sindire dinlendiğinde ne kadar deha ürünü olduğu ortaya çıkmaktadır. zira the ultracheese ile hüzünden ve güzellikten neredeyse ağlatır, four out of five ile eski am fanlarına "hala burdayız bak" mesajı çakar, batphone'un inanılmaz derinlikte sözleriyle sisteme eleştiri yaparken gitarın* hala orada olduğunu hatırlatır vs. vs. (örnekler çoğaltılabilir).

    genel olarak, atmosferik gitarlar, tamamen doğal vokaller, zekice sözler, güçlü baslar, alışıldığının aksine bol miktarda tuşlu çalgı nağmeleri, tame impalanın cam avery'si, mini mansions'ın zach dawes'ıyla tyler parkford'ı ve klaxons'ın james righton'ının katılımıyla ortaya çıkan deneysel farklı müzikal bir şölendir. am'in deneyselliğine ve her albümde farklı sound yakalamasına laf edenler de am'i zaten tanımıyordur. sound'u sevmeyen sevmeyebilir ama itiraf etmem gerekirse amkadar radio friendly ve kendini tekrar eden ticari bir albümle karşılaşsaydım da ben hayal kırıklığına uğrardım.

    arctic monkeys değil alex turner albümü olmuş eleştirisine katılmakla beraber zaten önceki albümlerdeki şarkıların %90'ının da alex turner tarafından yazılmış olduğunu hatırlatmak isterim bir yerde. bu albümde farklı olarak tamamen onun kafasının içine bilinç altı serbest çağrışımlarına tanık oluyoruz. albüm kapağındaki maketi dahi kendi tasarlamıştır zira. kendisi de farkındadır aldığı riskin. çağın müzik (ve özellikle de söz) dehalarından biri olmak da bunu gerektirir. science fiction şarkısında kendi kendine ve dinleyiciye bunu kendi sözleriyle mükemmel bir şekilde itiraf da etmiştir. buyurunuz aşağıda:

    “i tried to write a song to make you blush, but i’ve a feeling that the whole thing may well just end up being too clever for its own good, the way some science fiction does.”

    söylemesem olmaz. alex'ciğimin ropörtajlarından da görülebileceği (veya duyulabileceği) üzere kendisinin saç jölesi, zorlama amerikancı tarz, sürekli kokain etkisi altındaymış gibi tavırları ortadan kalkmış ve yorkshire aksanı ile birlikte, doğal hafif utangaç halleri geri gelmiştir. (bkz: yerim)

    ps: "aman alex osursa seveceksiniz"ciler için de her albümde olduğu gibi bu albümlerinde de sevmediğim iki şarkıyı buraya bırakayım:

    golden trunks
    the world's first ever monster truck front flip
  • the last shadow puppets'a benzeten müzik gurularının kbb'den randevu alması gerektiğini gösteren garabet. müzik zevkinizde mi yoksa kulaklarınızda mı bir sıkıntı var bilmiyorum ama benim bildiğim bu tlsp ikilisi asla bu felaketi albüm olarak yayınlayamazdı. varoluş sancılarına, girdiğin mid-life crisise sokayım alex.
  • (geldi...) *
    entry'yi göndermeden önce fark ettim ki oldukça uzun, çooook uzun bir entry olmuş.

    literatürde var mı bilmiyorum ama bilim insanları hayranlarda bir albüm sonrası oluşan hayal kırıklığını load sendromu olarak tanımlalılar bence. metallica'nın o zamana kadarki çizgisinden sıyrıldığı load, dünya çapında olaya dönüşmüş ve herkesi ikiye bölmüştü.

    arctic monkeys'in tbh&c albümü de benzer bir şeyi yaptı.

    ama olağanüstü başarılı bir albümden sonra kariyerinde farklı, hatta neredeyse bambaşka bir uca savrulmak yeni bir şey değil.
    biraz global, biraz yerel örnekler üzerinden gideceğim.

    adele'in 21 albümünü hatırlamayan yoktur muhtemelen. başarı düzeyini "efsanevi" olarak niteleyebileceğimiz albüm, dünya çapında 30 milyondan fazla satış yaptı.
    21'deki kalbi kırık adele, albüm sonrasında dünya çapında üne kavuşan birine dönüştü. yeni bir ilişkiye başladı ve bir çocuğu var. ilişkisi de son derece iyi gidiyor.

    adele diyor ki:
    "benim müziğim birinin kalbini iyileştirebilirse, bu, şimdiye kadarki en tatmin edici şeydir. albümün* "woohoo, tümüyle mutluyum" havası olduğunu düşünmüyorum. ama aşk hayatımla daha parlak bir yerdeyken, benimle olan hayranlarım, kırık kalplerini üzgün bir şarkıyla onaramadığımda hayal kırıklığına uğrayacaklar mı? onları hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum. ama aynı zamanda, diğer herkes için, üzgün bir albüm yazamam. o gerçek bir albüm olmaz, ta ki ben üzgün olana kadar."
    röportajın orijinaline rolling stone web sitesinden ulaşabilirsiniz.

    25'te daha "farklı" konulardan bahseden bir adele vardı, hatta erotik şeyler bile söyleyebilen bir adele. (bkz: i miss you/@ug tek)

    türkiye'de ise gülümse ile türk pop müziğine damga vuran* sezen aksu, bu albümden sonra deli kızın türküsü ve ışık doğudan yükselir gibi kariyerinin o zamana kadarki en "farklı" iki albümünü peş peşe yaptı.
    sektörün (ve hayranlarının) beklentisi muhtemelen ikinci bir "hadi bakalım"dı, ancak o başka bir rotaya yöneldi.
    örnekler çok: reign in blood ile ortalığı dağıtan slayer, sonraki albümünde yavaşlamayı tercih etmişti.
    ilk iki albümüyle olay yaratan sertab erener'den "sertab gibi" bir albüm bekler miydiniz?
    like a prayer ile popüler müziğin zirvesinde kendine çok özel bir yer açan madonna'nın "erotica" gibi bir albümle piyasaya dönüş yapmasında nasıl bir motivasyon olabilir?

    örnekleri çoğaltmak mümkün elbette, burada sadece birkaç örnek verip başka bir noktaya geçeceğim:
    arctic monkeys'in halihazırda albümden albüme değişen tarzı, onları (alex turner'ı kastediyorum daha çok, elbette) biraz björk-vari bir perspektiften algılamama sebep oluyor: bunu sadece müzikal yaratıcılık bazında düşünmemek gerekiyor bana kalırsa. kişisel hayatlarındaki dönüşümler, belki o dönemde okudukları, izledikleri ve diğer pek çok şey yaratım süreçlerine doğrudan katkıda bulunuyor.
    björk örneği önemli, zira kariyerinin başında mainstream'e de hitap eden işler yapan kadın, uzun süredir sadece kendisi için müzik yapıyormuş gibi bir izlenim bırakıyor bende. ve her yeni albümüyle dinleyicilerini daha da zorluyor.

    bunun yanı sıra, ticari açıdan kariyerleri boyunca hiçbir risk almadan kendini tekrar edip duran binlerce şarkıcı/grup var. çok çok sevdiğim halde, ilk aklıma şebnem ferah geliyor mesela, metal dünyasında deicide var, popüler rock müzikte avril lavigne var, pop müzikte kylie minogue var.
    (gerçi kylie bile son albümüyle country-pop yapmayı denedi.)
    bu isimlerin sıfır risk politikasına da bir şey diyemeyiz. hatta, ticari açıdan böyle olmak son derece avantajlı bile olabilir. (ki, büyük ölçüde öyledir.)

    arctic monkeys'e gelebiliriz artık.
    11 sene önce alex turner hakkında "yetenek konusuna ise hiç girmiycem..." diye bir entry yazmıştım: (bkz: alex turner/@ug tek)
    o entry'yi yazdığımda gencecik bir çocuktu, ama yeteneği konusunda hiç şüphem yoktu.
    kariyerlerinin başından itibaren takip ettiğim grubun şimdiki durağı olan tbh&c'nin ilk dinleyişte hayranları itmesi çok normal.
    çünkü, beklentimiz, bir öncekine yakın bir şey olması (load sendromu...)

    am gibi ticari ve eleştirel açıdan çok başarılı olan bir albüm sonrası, alex turner'a hemen yeni arctic monkeys şarkıları yazması ve albüm çıkarması önerilmiştir muhakkak. oysa o last shadow puppets albümünü çıkarmayı tercih etti.

    2016'da kendisine hediye edilen piyano da müzik yapmasını son derece etkilemişe benziyor. tbh&c'deki şarkıları piyanoda yazdığını söylüyor, hatta albümün basın bülteni bile bu cümleyle başlıyor.

    tbh&c, dinleyeni kendi evrenine çağırıyor: bu evrende, ironik, eğlenceli, belirli bir mezürü takip etmeyen sözler ve hepsinden daha önemlisi alex'in de itiraf ettiği gibi "düşünce zincirini kaybetmiş"* sözler var.
    kimi şarkılarda baslar, normal gitarın yapması gerekeni yaparak ana melodiyi taşıyor.

    müzikal açıdan albümdeki lo-fi havayı çok sevdim.
    ayrıca vokallerin çoğunu alex kendi evinde kaydetmiş.

    bana kalırsa albümdeki bütünlüğü bozan tek şarkı she looks like fun. nedense bu şarkı, albümde en az sevdiğim şarkı oldu.
    american sports, tbc&h, dancing in my underpants*, golden trunks, four out five (bu şarkıdaki kesif ironi türkiye kıyılarına da uğrayabilir mi en yakın zamanda lütfen?), batphone, science fiction filan hepsi harika şarkılar.

    bas gitar aşığı olduğum için albümdeki basları dinlemeye doyamıyorum, doyamıyorum.
    arctic monkeys'in bu "yeni" tarzı, pek çok kişiyi gruptan uzaklaştıracaktır muhakkak ancak yeni dinleyiciler kazanacaklarına da eminim.

    müziğin değişimi, değişimin müziği her zaman beni cezbettiği için bu albüm hakkında bu kadar uzun yazdım.
    keyifli dinlemeler.
  • yukarıda bi vatandaş şunu etmeden, bunu yapmadan, sözleri düşünmeden, alex'in dünyasına girmeden, konsept albüm kavramını hesaba katmadan vs vs dinlerseniz begenmezsiniz tabi demiş. kusura bakma ama zırvalıyorsun dostum. dediğin şeyler takdir edilebilir, sevdiğin bir sanatçının yaptığı bir albüm ile ilgili ilginç bilgiler olarak hafızanda yer edebilir. ama müzikte "sevmeyi öğrenmek" diye bir şey yok. içime işledi mi, dinlemeyi bıraktıktan sonra bile kafamda döndü mü, çoklu çağrışımlar yaptı mı, duygudan duyguya geçirdi mi... ben bunlara bakarım. maalesef çok cılız bu albüm o açıdan. bu haliyle de farklı bir kitleye hitap edebilir tabi. bana etmez. bunda da bir sorun yok. millete ne seveceğini öğretmek gibi bir densizliğe girişmeyin.
  • başıma bir iş gelmeyecekse ben beğendim. müzikler, altyapı çok kaliteli. dinledikçe de daha çok sarıyor pek çok şarkı. evet bir önceki albüme göre epey şaşırttı değişim ama güzel olan da bu değil mi zaten? eski albüm gibi bir albüm dinlemek isteseydim zaten açar onu dinlerdim.

    benim favorilerim one point perspective, four out of five, tranquility base hotel & casino ve batphone.
hesabın var mı? giriş yap