• 2007'de nokta'da yayınlanan darbe günlüklerinde bir espriye konu olmuş ve kendisine hasan mutlucan rolü biçilmişti.

    özden örnek ve diğer kuvvet komutanları günün birinde tolga çandar'ın konserine giderler. orada generallerden biri "yahu bu adamın sesi çok güzel, adresini alalım. darbe yaparsak radyoda türkü söyleriz" der. özden örnek bunun için "güzel espriydi" diye not düşer.
  • egenin incisi aslında izmir değil bu adamdır.

    ...londrada verdiği bir konserden sonra yanına bir kız gider. ağlayarak yanına gelen bu kız, yıllar önce erkek arkadaşının saz taşımasından rahatsız olduğu için onunla gezmekten bile utanan bir odtü mezunudur (bu tutumun, odtülü olmayla bir alakası elbette yoktur). tolga çandar, kızı tanımıştır; okuduğu okuldan bir arkadaşıdır. kız, verdiği konserden çok etkilenmiştir ve son olarak o'na şunu söyler: "öğrenciliğimde rahatsız olduğum bu sazla, şimdi tüm londra sokaklarını gezebilirim."
  • kendisine çalgıcı benzetmesi yapan akp'lilere cevabı: ''mecliste o kadar dansöze bi çalgıcı lazım o da benim"
  • bölgesinde önseçime girmiş, parti üyeleri tarafından zirveye çıkarılmış, seçime girmiş, seçilmiş. nereye isterse imza atar, yanındayım.
  • 2 mart tarihinde yayinlanmak uzere birgün gazetesine gonderdigi "yok oyle yagma" baslikli makelenin yayın politikalarına aykırı bulunduğu gerekçesiyle gazete yonetimi tarafindan yayimlanmamasi nedeniyle, ilgili yayindan ayrilan sanatci.

    ilgili makelenin linki ve tum metni asagidaki gibidir:

    http://www.tolgacandar.com/makale.asp?id=77

    yok öyle yağma!

    sizin bir şeyler vermeye hazır olduğunuz anlaşılırsa, vereceğinizin ne olduğuna bakmaksızın almaya hazır birilerini bulmak hiç de zor değildir. vereceğiniz şeye ihtiyaçları var mıdır, yok mudur diye düşünmeden, ganimete saldıran aç kurtlar gibi üşüşürler başınıza.

    hem kişisel ilişkilerde böyledir bu, hem de uluslar arası ortamda.

    ilk yurt dışı konserlerine gittiğim yıllarda hayretler içinde kalırdım:

    tabelaya bakıyorum, “grek doner”, (aslında döneri bizim arkadaşlarımızın hazır döner fabrikalarından alıyorlar,) menüye bakıyorum, “grek kahve”, bizim güzelim ege mezelerimiz olmuş, “caciki”, “haydariki”, “borülje pilaki”…

    “bilader bunlar bizim mezeler değil mi yahu?” diyecek oluyorum,
    “yok hocam. biz yunanlılardan almışız.”
    kim demiş?

    kimsenin bir şey demesine gerek yok ki; biz kendimize olan güvenimizi, sevgimizi, saygımızı, inancımızı kaybetmişiz, kaybettirmişler. “biz iyi bir şeyler yapamayız” düşüncesini yerleştirmişler kafamıza sistematik bir propaganda ile. “iyi bir şeyler yapılıyorsa, mutlaka dışarıyla bir ilişkisi vardır.”

    grek taverna’ya götürülüyoruz akşam. çiftetelli önünde göbekler atılıyor. yanımdaki hollandalıya, “bu aslında bizim geleneksel bir türkümüzdür, köy düğünlerinde çalınır ege’de,” demeye kalkıyorum, “sen milliyetçisin…” diye tersliyor beni.

    yani, yunanlıların benim türkülerimi, efsanelerimi, masallarımı, oyunlarımı, yemeklerimi, yani kültürümü gasp etmeleri milliyetçilik olmuyor da, benim kendime ait bir kültürel değere sahip çıkmam milliyetçilik oluyor, öyle mi?

    ben de, “aman ha, milliyetçilik olur, dostluğumuz bozulmasın,” deyip, buna göz yumacağım, öyle mi?

    yok öyle yağma!

    bu tavır, kendi köklerini eski yunan’da aramayı entelektüellik sayan ve dünyada başka kültürler yokmuş gibi davranan avrupalı entelektüellerin klasik tavrıdır.

    felsefenin köklerinin de avrupa’da olduğunu savunan, isa’dan 600 yıl önce iran’da zarathustra, hindistan’da guatama-buddha, çin’de konfiçyüs gibi filozofların varlığı bilindiği halde, ünlü varoluşçu heideger, “felsefe özünde grek’tir” dememiş midir? (bakınız: haluk erdem, karl jaspers felsefesi’nde hakikat, iletişim ve siyaset, s.20,21,ebabil yayınları,2007.)

    bir kesim, insanımızın elinden kültürünü bu şekilde çalmaya ve onu köksüz bırakmaya çalışırken, diğer bir kesim de, arap-islam sentezi’ni üstümüze yıkmaya çalışıyor.

    ben her iki deli gömleğini de giymeyi reddediyorum. anadoluluyum, türküm ve bağımsız bir yurtseverim. üstelik ne “döner”i, ne “kahve”yi, ne türkülerimizi, ne güzelim anadolu masallarını, destanlarımızı, efsanelerimizi, ne çağdaş yaşama biçimini, ne de anadolu’nun tüm uygarlıklarını vermeye hiç niyetim yok.

    yani işi, “türklerin de bu ülkede kendi kaderlerini tayin hakkı vardır” noktasına mı getirmek istiyorlar, anlamıyorum.

    halka rağmen siyaset olmaz. olur diyenler, 27 şubat günü doğumunun 60. yılını kutladığımız deniz gezmiş ve arkadaşlarının, samsun’dan 19 mayıs’ta başlayan yürüyüşlerini, ellerinde türk bayrakları, dillerinde türkülerimiz, sol göğüslerinin üstünde mustafa kemal’in sol yumruğu havada rozetiyle yaptıklarını unuttular mı, yoksa hatırlamak işlerine mi gelmiyor.

    bu şekilde düşünmenin bir hastalık olduğunu düşünüyorsanız, tamam; bunun da tedavisine, toz duman dağılıp, kavramlar yerine oturduktan sonra bakarız.

    ama ihanetin ve halk düşmanlığının tedavisi olduğunu hiç sanmıyorum.
  • imza attığı metinin illegal örgüte ait olduğu iddiası komiktir. zira gözaltı süresi ve gözaltında tutulanların tedavi hakkından bahsedilmektedir. kim olursa olsun farketmez, bunun adı haktır.

    tanım: benim de bugün imzaladığım metine imza atmış kişi.
  • baya baya politik bi' sanatçıydı, birgün'de arada yazıları çıkardı, eski kurtuluş ekolünden geliyor ve fakat hikayenin sonunda chp'den muğla milletvekili oldu ve meclise girdi lakin etkin olamadı, bir sonraki dönem de tekrar kontenjandan giremedi ve siyasi hayatına en azından mecliste noktayı koydu.

    diğer taraftan ege türkülerinin bahsi geçince aklıma ilk gelen seslerden olması, ege ve bilhassa da muğla yöresi eserlerindeki muazzam başarısı nedeniyle pek bi' sevmekteyim kendisini. tonla zeybek havasını derledi-toparladı. ege gırtlağıyla söyleme kabiliyetinin yanında derlediği parçalarla bile nezdimde hayranlık duyulası bi' iş yaptı. bir de konserlerinde enteresan hikayeler anlatır, dinlemesi keyiflidir.

    seçmese sevdiklerim, dinlemeden geçilmeyeceğini düşündüklerim;

    çay benim çeşme benim vur rakıya. sniff.
    karaova düğünü lann! sniff.
    deniz üstü köpürür rinna nay rinna rinna naaaay!
    çalın davulları
    kerimoğlu zeybeği
    mezarımın taşı

    lan bi' tane parçasına da "öehh" diyeyim, yok anacım yeminle. iyisi mi ben bi' duble koyayım, spotif'dan açıp baştan sona ağlaya ağlaya dinleyeyim madem. şerefine atam!
  • yakinda dogu turkuleri albumunu cikararak yine guzel bir surpriz yapacak olan usta. konserlerinde izleyicilerle kurdugu iletisim, eski okul arkadaslarinin toplanip yaptiklari muhabbet kadar sicaktir. fi tarihindeki bir konserinden sonra ferhan sensoy'un soyledigi "tolga, sen ege sivesini ne guzel taklit ediyormussun" sozune, "abi benim normal konusmam bu. istanbul sivesini 18 yasindan sonra taklit etmeye basladim" seklinde yanit vermistir.
  • çok içten hikaye anlatan adammış bunu gördüm, odtü'de ege şivesi yüzünden başından geçen bi macerasını trt türkte anlatmış . izlemek isteyenler buyursun http://www.facebook.com/…/video.php?v=1642021979009
  • çaktığı imzayı en içten selamımla karşıladığım güzel insan.
hesabın var mı? giriş yap