• "devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi" cümlesiyle başlayan bir ağır roman. ve bu giriş cümlesiyle türk edebiyatındaki en iyi roman ilk cümleleri milli takımı aday kadrosuna girer şahsi bir değerlendirmeyle.
  • dili, anlatımı ve kurgusuyla muhteşem bir murat uyurkulak romanı..
    delice ve dahice bir hesaplaşmanın romanı..
    deliler, devrimciler, sarhoşlar, fahişeler ve şairlerle örülü yarım asırlık bir hikaye..
    duygu sömürüsünden, ağlak betimlemelerden uzak, en ilginç olayların bile “öylesine” bir sunumla verildiği, olağanüstü bir sıradanlık.. ya da olağanüstü olanın başarılı bir sıradanlıkla sunulması..

    benzer yaşantılardan geçmişseniz, kah kendinizden tiksinmenize, kah kendinizi sevmenize neden olan bir kitap bu.. ve bazen kendinden tiksinmenin eşiğinde bulabiliyor insan kendisini..
    ölmek istemiyorduk ama ölecektik.. dahası ölümlü olduğunun bilincinde olan tek canlı türüydük.. devrim ihtimali boyunca yaşadığımız en büyük travma buydu sanırım.. şairin birinin dediği gibi; “ ben öldüğümde siz bir kişiyi kaybedeceksiniz, bense hepinizi”.

    insanı nihilizme sürükleyecekmiş gibi görünüyor bu haliyle roman.. ancak yazar, devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi sözlerini romanın böğrüne paslı bir hançer gibi öylesine ustalıkla saplamış ve bunu roman boyunca öylesine ustalıkla sürdürmüş ki böylelikle nihilizmin eşiğinden kurtarmış romanı da okuru da..

    yaşadıklarımın bütün köşelerimi nasıl yonttuğunu gördüm ve yuvarlanan yerlerimden tiksindim bu romanı okurken.. ve yuvarlanan yerlerimi sevdim bu romanı okurken.. onulmaz zayıflıklarımla ve olağanüstü gücümle yüzleştim..

    neyse ki sorularıyla hayatta kalabilen bir canlı türüyüz ve bu romanda olduğu gibi beynimize yüklenen sorular sayesinde hayattayız hala.. o sorular tarih boyunca hiç durmadan devam edecek, insan denen canlı türünün devam edebilmesi buna bağlı..
    ve neyse ki romanda anlamsız olana bir anlam uydurmak gibi sunulmamış devrim ihtimalinin kaybedilmesi.. yazar devrim fikrini tüm kaybedenlere delice bir anlatımla geri vermek istemiş adeta.. dahice bir yöntem bu..

    her keşif bizi yeni sınırlara götürüyor..
    her yenilgi yeni bir cengin habercisi..

    referans noktalarımız kırıldı, enlemlerimizi – boylamlarımızı yitirdik.. ama dönencelerimiz hala yerinde.. ve kolektif bilincin haritasını yeniden çizebiliriz belki de, kim bilir..

    teşekkürler murat uyurkulak..
  • 80 öncesinin güçlü,
    80 sonrasının yorgun anne ve babasına sahip,
    80 sonrası türkiye'sine ait bir çocuk olarak,

    bardağını bardağıma uzattı, kadeh tokuşturduk, "pıt" diye.

    "devrim," dedi.
    "devrim," dedim.
  • şiir, bira, rakı, votka, devrim olduğunda içilecek viski, tekrar rakı, toz, ihtilal, kan, gözyaşı, cigara, ter, otuz bir, aşk, sevişme, tekrar rakı, delilik, kaybediş ve her şeye rağmen ve hep kaybediş, devrim, ama en çok da devrimle ilgili roman.

    fazlasıyla iddialı olmasından çekinerek söylüyorum ki, türk edebiyatında, pamuk'un formdan düşmesinden sonra, şimdilerdeki büyük yazarı anar'ın 1900 ve öncesini mesken edindiğini düşünürsek, 1900 ve sonrasını, büyük yazar uyurkulak'a bırakabilirim rahatça(*). bu benzetmeler ne kadar doğru olur bilmiyorum, lakin iki büyük yazarımızdan 'toplum algısındaki' atay'dan beri 40 yıldır beklenen mehdi, uyurkulak profiline daha fazla uyuyor. (anar, daha ziyade, nevi şahsına münhasır bir devasa hikaye anlatıcısı.)

    (*) hasan ali toptaş, sema kaygusuz, murat menteş için bir parantez açmak gerekebilir. ukteyi bırakalım.

    [dipsos kıvamlı dipnot olsun; oğuz'un delirip ahmet olduğu bölümleri, oğuz'la ahmet'i karşılıklı yorumlama gibi incelikli ve müphem konulara tam olarak eğilemediğimi düşündüğüm için, hakkını yerim düşüncesiyle, kitap üzerine yorumlarımı ikinci bir kez okumamın akabine saklıyorum.]

    ***

    roman hakkında -doğruluklarından tam olarak emin olamadığım- birkaç ayrıntı.

    => 10. bölüm, (bölüm ismi balıklar, sf.71)
    genç şair'in aşık olduğu, devrimci dostunun eşinin ismi asya. kitaptakine benzer bir aşk hikayesi, turgenyev'in asya isimli novellasında da geçiyor. bu, muhtemelen turgenyev'e bir saygı duruşu. emin olamadığım bir durum olduğu gerçek lakin, uyurkulak'ın turgenyev seviyor oluşu, hatta dostoyevski'yi kendine tolstoy'dan daha yakın buluyor oluşu filan tahmin edilmesi zor şeyler değil.

    => ermeni kıyımı da sessiz geçilmemiş. kitap, devrimler-ihtilaller tarihini "ata kemal"den başlatıyor olsa da (ne osmanlı'daki isyanlara, ne fransız devrimine*, ne de tanzimata doğrudan atıf var) uyurkulak, talat'ı özel olarak anma ihtiyacı hissetmiş.
    /şair'in ağzından, sf.139/
    "gölde tam teşkilat amâne var.
    kan talât, ata kemal, kulak ismet, milyon adnan, kuru bülent, gerdan süleyman var...
    ama şükür ki varna nâzım, çelik hikmet, ak behice, güzel deniz, deli mahir, ince sinan da var."
    kan talat, nazım'bahsinden[**] çok daha * hartkor olmuş.

    [**] http://www.kuyerel.com/…php?storytopic=108&start=50
    sayfanın en altındaki iki yazıya, özellikle "nâzım, ermeni kıyımı, bir kolej hikâyesi" isimli olana bakın.

    => 6-7 eylül 1955 olayları öncesi, şair ile trendeki adamın konuşmaları da ilginç. adam, "atatürk'ü sever misin?" diye soruyor, buraya dikkat. şimdi bu, atatürksever'in sevgi ve eylem (binlerce gayrımüslim'i yağmalamak-kovmak) korelasyonuna, ve "o tip atatürksever neslin" günümüzde de maalesef sonlanmadığına dair düşülen bir şerh. şair'in ilk anda cevap verememesi de, "bu ülkedeki ezilenler olarak, o tip atatürkseverlerden kaynaklı olacak, başımıza bir şey gelmeyecekse, kendisiyle bir derdimiz yok, seviyoruz" demek ister gibi geldi bana.

    ***

    => asıl kurgunun devam ettiği 9. bölümde (sf.67)

    "üç kuruş telif veriyorlardı. ama benim için hatırı sayılır bir para. öylesine çiziktirdim işte..."
    kalkık kaşları dayanılmaz, gazete karıştırması daha da dayanılmaz şekilde, "fena yazılar değildi," dedi.
    tuzağa düşmeyecektim bu defa.
    o yazıları okuyanın, okuyup de beğenenin aklına şaşardım.

    bu alıntının izdüşümünü, samimiyetini ve yazarlık serüvenini pek gizlemeyen uyurkulak düşünüldüğünde, onun şimdiki milliyet sanat yazılarında da görebiliriz. en somut örneğiyle şunu demek istiyorum. milliyet sanat dergisi temmuz ve ağustos sayılarındaki, uyurkulak öyküleri, ihsan oktay anar'la birlikte, yaşayan en büyük iki romancıdan birinden değil de, iyi bir öykücüden çıkmış gibiler.
    aynı alıntıdaki gibi, - öykülerin ciddi bir öykü veya edebiyat dergisi yerine sanat dergisinde yayımlandığı da düşünülünce- biraz telif için yazılmış gibiler. en azından ben, uyurkulak'ın, bazı yazarlarımız gibi milyon tl ler kazandığı takdirde, üzerinde ziyadesiyle, ayrıntılıca çalışılmış ve iki kuşe kağıdı sayfayla sınırlama zorunluluğuna tâbiî tutulmamış öyküler, çok çok daha iyi öyküler yazabileceğine inanıyorum.
  • romanı okurken aklıma sık sık kaan arslanoğlu’nun kitabı devrimciler geldi. benzerlikten değil de farklılıktan. arslanoğlu’nun her şeyi çok net, ayrıntılı olarak anlatmasına, uzun, çoğunlukla da yapay gibi duran karakter analizlerine karşılık uyurkulak ima ediyor, değinip geçiyor, sonra tekrar dönüyor; önce eksik bırakıyor, sonra tamamlıyor, ya da tamamlamıyor. bilinç akımına başlıyor, sonra değiştiriyor, düpedüz hikaye anlatmaya başlıyor, ya da tersi.

    benim için romanın en etkileyici tarafı, keskin bir şiirsel dil bir toplumsal gerçekçiliği aktarması. iddialıca bir şey söyleyeyim: ikinci yeni orhan kemal’le buluşmuş gibi.

    tol’un siyasi (mesajı demeyeceğim, siyasi mesaj olması kötü olduğundan değil de yazar istemezmiş gibi geldiğinden) yönü, yani işaret ettiği yön aslında açık. sadece aranılan deli devrimci diyarbakır’da olduğu için değil. sadece tren diyarbakır’a doğru gittiği için de değil.
    diyarbakır’a tren gittiği için; otobüs gibi kararsız değil, kararlı, istikameti belli ve güçlü bir tren gittiği için: “diyarbakır meselesine neden sıcak bakmıyorsunuz, anlamıyorum. ne demek onların olayı başka, bizim olayımız başka? ortada başka olay mı var?”

    öte yandan, baş kahramanlardan birinin sürekli türkiye’nin 5 kasım’ını beklemesi, ‘faili mechul’ bombalamaların halk kalkışmasını öncelemesi de dikkate değer.

    eylül öncesi kurtarılmış mahallenin anlatıldığı bölümler gerçekten göz yaşartıcı. burada, george sorel’deki ‘bir mit olarak devrim’ fikrine yakın bir anlayış var sanki: “hepsi öyle hızlı ve çabuk yazılıyor ki aklıma, herhalde her şeyi unuttuğumdan şimdi hiçbir şeyi unutmuyorum artık. mesela devrimi, devrimin neden güzel olduğunu, devrim için neler yapmamız gerektiğini sorsanız belki hepinizden iyi anlatırım. sanki kafamda zaten yatağı vardı da, oraya rahatça yerleşiverdi devrim. devrim.” (180-181)

    (...)

    şunu okuyup da gözlerin dolmaması olur mu?
    “peru’daki kardeşimizi yakaladılar.
    hemen bir dayanışma kartı yolladım kendisine.
    ‘metin ol’ dedim, ‘yolumuz her şeye rağmen açık ve aydınlıktır.’
    valla asmaya kalkarlarsa bizzat ben gider dağıtırım lima’yı.” (251)

    (...)

    komünizme dair, orijinal marksist anlamında komünizme, yani sosyalizmden sonraki komünizme dair, çok güzel bir tasvir var kitapta, onunla bitireyim:

    “...yine de en güzel bayrak bizimki, kızıl olan, siyah da güzel mesela, ama kızıl apayrı, beyazı da seviyorum aslında, ama beyaz bayrak olmaz, var mı, ben kitaplarda görmedim beyaz bayrak, belki en son, en nihayetinde, yani devrimden bile çok sonra, tek ve yegane bir bayrak, ne kızıl ne siyah ne mavi. beyaz bir bayrak.” (175)
  • t, o, l harflerinden olu$an 3 bolume sahip bir intikam romani.
    kitabin ba$langici, saving private ryan filminin ba$langici kadar akici, $a$irtici ve seruvenin icine alici.
    t - 14 / santimler bolumu kitabin en nefaset bolumudur. yazar, bu bolumde butun hunerlerini gozler onune sermi$tir.
    kitabin vurucu paragrafindan ve vurucu sorularindan biri "bir yurt tuvaletindeki bir tugla ne anlama gelir sence mehmet? gri, sikintili gokler gibi bir yurdun, le$ gibi kokan tuvaletinde, kapinin arkasinda, dunyadan habersiz duran, turuncu, uzeri yosun baglami$ bir tugla ne anlama gelir sence?" sorusudur.
    l - 8 / mektuplar bolumu ise devrimcilikteki nesil farkinin orneklerini verir. bu bolumde eski devrimcilerle mi yoksa postdevrimcilierle mi dalga gecilmi$ bu okurun baki$ acisina bagli.
    henuz 32 ya$indaki genc yazar murat uyurkulak ' tan tadindan yenmez, asi, kabina sigmaz bir roman. uslubu, dili, kurgusu, ana karekterleriyle harika.
  • bir intikam romanı."devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi" cümlesiyle başlayan bu roman insanı nereye götüreceği bilinmez bir giz taşıyor.
  • ayrica tol sanirim kurtce intikam demekmi$.
    kitaptan bir bolum ise:

    "çözüldün ve utancından ölecek haldesin. adın, ancak dünyanın yarısı havaya uçarsa temizlenir diye düşünüyorsun. zaten durmadan bunu planlıyorsun. birbirinden nafile intikam planlarıyla oyalanıyorsan. kafana kurşunu sıkana kadar da bundan başka bir şey yapacağın yok. geçen sene aldığın o allahlık kırıkkale tutukluk yapmazsa tabii."
  • saf öfkedir tol. ve bu öfkeyi çok iyi dile getirir murat uyurkulak. bir bakarsınız "ulan ankara sende bir sevdiğim yok" diye bağırır. bir bakarsınız doğumgünü kutlamasından rahatsız olan biri olarak şöyle cümleler kurar:

    "her yaşın kendine göre bir güzelliği yoktu. emin olduğun, farkında olduğun hiçbir yaşın güzelliği yoktu. yaş öyle bir şey olacaktı ki, sen bilmeyecektin. sana yaşını sorduklarında şaşıracaktın, şöyle bir durup hesaplamak zorunda kalacaktın. yaş günü hediyesi verenlere ajan provokatör gözüyle bakacaktın. "benim yıllarımı paketlemeyin ulaan, bırakın dağınık kalsın!" diye bağıracaktın."

    sonra sıkıntının tanımını ve yol açabileceği dertlerin boyutunu öyle bir açıklar ki bunun üzerine söylenecek tek sözünüz kalmaz. şöyledir sıkıntı tolda:

    "çünkü sıkıntı öldürür. ve ama sıkıntı öldürüyor. acı ve öfke değil, ama sıkıntı öldürüyor. çok geçici, anlık, masum, makul olabiliyor sıkıntı, ama öldürüyor. sıkıntı eğlence istiyor, tatil istiyor çünkü. tatil çoğulluğa, çoğulluk gövdelere, yeni kelimelere, yeni yüzlere yol açarak öldürüyor. sıkıntı davet ediyor, açıyor. acı ortak olmayanı defediyor, kapatıyor. sıkıntı çözüyor, öfke bağlıyor. sıkıntı plan program demek çünkü. program yazlıklara savuruyor, sayfiyelere, yumuşak içkilere, pahalı yemeklere yol açarak çözüyor. acı kendi yasasını durmadan fısıldıyor, öfke hatırlatıyor oysa : dağılmayın, unutmayın, yetinin, oturun oturduğunuz yerde. ama sıkıntı savuruyor, parçalıyor, gebertiyor. sıkıntı kutlamalar, şenlikler istiyor çünkü. sıkıntı ille de dans diyor, kahkaha diyor, acının da öfkenin de içini boşaltıyor. acı ve öfke korkuyu yeniyor, sıkıntı okşuyor. sıkıntı arzuyu kaşıyor, acı ve öfke terbiye ediyor. acı değil, öfke değil, sıkıntı öldürüyor."

    tol öyle bir kitaptır ki öfke ve küfür şiir gibidir.
  • ben en çok aşağıdaki kısmı "oha oha" nidalarıyla okudum. daha güzel anlatılabilir miydi bilmiyorum.

    "ülkeyse, üç vakte kadar bırakıp gideceğini bilmeden şeker bir delikanlıya abayı yakan ve bir yığın git gelle karar bozduğu anda dokunulup okşanılmadan kalan bir bakire misali, önce bunalıma girdi, bir müddet sustu. sonra gözü sokaktan geçen ite uğursuza takılmaya başladı, kendini bir iki öptürdü, sonra üzerine bir hafiflik geldi, dillendi de dillendi, sonra da her şeyi unuttu, kötü yola düşüp bir fahişe kadar özgür oldu. özgürlüğünü de istibdatla pekiştirdi.

    ülkenin önündeki kuyruklar uzadıkça uzadı. onun uğruna katliamlar yapıldı, gazeteler alınıp satıldı, televizyonlar, radyolar kuruldu, büyük girişimlere girişildi, barajlar dikildi, ordular dizildi, ihracatlar ithalatlar ihaleler aldı yürüdü, ona benzeyen kadınlarla dillere destan alemler yapıldı. velhasıl ona girip çıkanlar toplandılar, şenlik ateşleri yaktılar, birbirlerine kenetlendiler, ülkenin kapısının önünde her yerinden irinler saçan, çürüyüp dökülen etlerini korkunç seslerle toplamaya çalışan garip bir mahlukat vücuda geldi. ama onun gerçek, saf aşkı hep o şeker delikanlı olarak kaldı. kendi hatırasına, kelimelerine, yoksulluğuna sahip çıkan ayrılıkçı bir aşk halinde, uzunca bir süre yüreğinin sağ alt köşesinde yandı durdu."
hesabın var mı? giriş yap