• --- spoiler ---

    - çok geç değil.
    - senin için mi? benim için mi?

    neye karşı savaştığını bilmek kolaydır. ne için savaştığını bilmek zordur.

    --- spoiler ---
  • ezilenlerin iktidara geldiğinde nasıl ezene dönüştüğünü (de) anlatır. ezilenlerin mücadelesiyle karşılaştırılırken, bu yönü ısrarla görmezden gelinir.
  • ne ola ki, neden arpa? ve bu motif neden irlanda milliyetçileri tarafından sürekli kullanılıyor?

    --- spoiler ---

    ingilizlere karşı gerçekleşen 1798 irlanda isyanından sonra doğan efsaneye göre, irlandalı direnişçiler, uzun yürüyüşler ve gerilla savaşının zor şartlarında kolay muhafaza edilip yenebilen bir gıda kaynağı olarak, ceplerinde avuç avuç arpa taşırlarmış. isyan boyunca ingilizlerin öldürdüğü irlandalı direnişçiler, başında herhangi bir haç, taş gibi nişane bulunmayan çukurlara atılarak gömülmüşler, birçok aile evlatlarının nereye gömüldüğünü bile öğrenememiş. fakat bahar geldiğinde, irlanda’nın geniş, yemyeşil kırlarında yer yer arpa başaklarının boy verdiği görülmüş. direnişçilerin ceplerindeki arpalar, nişansız gömüldükleri yerleri filizlenip yeryüzüne çıkarak ele vermiş. arpa, o günden sonra irlanda’nın milli kimliğinin, direniş ruhunun ve ingiliz karşıtlığının simgesi olmuş: insanlar biçilse bile filizlenen arpa tohumları, nesillerini kaybetse de nihayet 20. yüzyılda bağımsızlığına kavuşan irlanda’nın kararlılığı ve ölümsüzlüğüyle özdeşleşmiş. robert dwyer joyce’un “arpa tarlasında rüzgar” şiiri ve o şiirin adını taşıyan film, bu motife gönderme yapar.
    --- spoiler ---

    milleti arayan milliyetçilik
  • başı, sonu ve her yönüyle yüze vurulan tokatların sadece, kendi içeriği ile sınırlı kalmadığı film. hikayesi anlatılan dönemin, hikayeyi anlattığı dönemde yarattığı etkinin ötesinde; anlatılmasının ne kadar münasip olduğu da tokat gibi sarsan film. ama anlayana.

    bir bayram günü taksim'de, hem de alkazar sineması'nda, iklimler gibi, ve gene cannes üzerinden gelen ve salonu dolduran yapıt. salonda, en şıkından, en "entelektüel"ine; gevezesinden, pür dikkatine tam bayramlık bir seyir. filmin künyesi ekrandan akmaya başladığı ilk andan itibaren neredeyse tamamı dolu salondan bir iki kişi hariç herkes kaçarcasına ayrılıyor. kimse, film boyunca sineye çektiklerini akan yazıyla bile bütünlemeye yaraşmayacak. "güzelmiş" ler, gülüşmeler, "alacağımı zaten aldım" snoblukları da değil kaçanlarınki; ya da yazıların akmasını beklemeliyim güdüsü ile de hareket etmiyor kalanlar. bu seyircinin almak istediği bu. 1.5 saatimiz ve birkaç ytl'lerimizi tükettik, evimize gidelim. sokağa çıkacağız, istiklal caddesi'nin keşmekeşinde; bayram sebebiyle bağcılar'dan avcılar'a kadar istanbul'un her türlü varoşu ve varlıklı semtinden akan insanların arasına karışacağız. sinema perdesinden iliklerimizin içine kadar inen o kutsal görüntüler çoktan yerlerini, sokağın ortasına sereserpe yatmış dilenci; ve az önce yanından geçen bayana laf attığı yetmiyormuş gibi üzerine bir de "öyle götü sikeyim" diyen herifin salyalarına bırakacak. bunların hiçbiri, kardeşin kardeşi öldürebileceği raddeye gelecek kadar bölün(dürül)müş ve kafası karıştırılmış bir hareketin bile yerini dolduramayacağı kadar içi boşlaştırılmış ve özenle manasından arındırılmış zihinleri şaşırtmayacak, etkilemeyecek.

    kaçan, kaçtığı ile kurtulacak. babam ve oğluma (kendince) bilgili ve entelektüel bir çevreden "çok ağlatıyor ama" diye tepki göstermiş bir seyirci bu. sadece kendi nostaljisine tahammül edebilen, onu bile içine sindiremeyen bir grup belki de. "korkuyorum damien" diye ağlayan çocuğu; etinden zorla ayrılan tırnakları, kesilmeyen silah gürültülerini ve uğruna savaşacaklar için aşk ideallerini geride bırakanları hiçe sayacaklar (hayır, burada, filmde emeği geçenlerin isimlerinin akmasını bekleyerek onlara gösterilecek saygının hiçe sayılmasından bahsetmiyorum. o, bizi sarmalayan sinemanın büyüleyici ışığının, ve beynimizi salamura eden o gerçekliğin (kurgusal da olsa) hakkını vermemekten bahsediyorum.) belki de bunları yaşadıkları, yüzleşemedikleri için. belki, yaşamamaları gerekip yollarına devam etmeleri öğütlendiği için. postmodernitenin, anlamları daralttığı, idealleri manasızlaştırdığı, kafaları allak bullak ederek sinema salonundan insanları kaçırdığı o kaotik ve kabullenilemez kaçış bu. damien'ın, uğruna öz kardeşinden ve aşkından bile vazgeçebildiği; beni yanında sinemaya götüren ve yıllarca bakan, büyüten babamla çatışmak durumunda kalacağımız gibi.

    manaları (sorgulasın, sorgulamasın) algılamayarak ucuzca kaçanlara inat, hisleri körü körüne tetikleyen film.
  • ingiltere doğumlu ken loach'un emperyalist ingiltere'yi yerden yere vurduğu, sonra alıp duvardan duvara savurduğu filmdir. sanırsın adam irlandalı. ama aslında böyle bir film çekmenin ingiliz veya irlandalı olmakla alakası yok. yani loach ingiliz ama ingiliz'den önce bir insan ve her ne kadar ingiltere vatandaşı da olsa ülkesinin geçmişte yaptığı bütün kötülükleri gösterebilecek kadar vicdanlı birisi. orada yaşananlara kayıtsız kalmak mümkün değil. mesela bir yönetmen olsam ileride ben de şu an suriye'de türkiye'nin yaptığı katliamları anlatmak isterdim. bunun vatandaşlıkla alakası yok. loach zaten her daim ingiltere'nin hükümetlerini, politikalarını eleştirmiş bir isim. burada kamerasını ingiliz işgali altındaki irlanda'ya çeviriyor ve irlanda'da başlayan özgürlük mücadelesine odaklanıyor. başka bir ingilizin elinde heba olması yüksek ihtimal olan bu proje loach'un elinde oldukça kaliteli ve sürükleyici bir filme evrilmiş. daha önce de belirtilmiş. film bizim kurtuluş savaşımızı verdiğimiz dönemde geçiyor. irlandalılar churchill ve köpeklerine saydırırken gülümsememek ve hak vermemek mümkün değil. irlanda ile türkiye birbirinden çok uzakta iki ülke ama o dönemde benzer şeyleri yaşayıp aynı kişilere küfrediyorlardı.

    savaş filmi ama bir hollywood savaş filmi değil bu. zaten hollywood'taki çoğu savaş filminden daha kaliteli olmasının nedeni de bu. savaşın acımasız yüzünü çekinmeden gösteriyor loach, elini korkak alıştırmıyor ama hollywood'taki prodüksiyonlar gibi bombalar patlamıyor ya da binlerce kişi arasında bir savaş sözkonusu değil. gerek de yok, loach'un da tarzına uymaz zaten. o her zaman yaptığı şeyi yapıyor. tür hiç fark etmez onun için. loach bu filminde de sosyalizmi sorguluyor, karakterlerine odaklanıyor. tabi sosyalizmin yanına özgürlüğü, vatanseverliği de koyuyor. film bitince izleyiciyi sorularla başbaşa bırakıyor. ingilizler ülkeden çekildikten sonra bu kez irlandalılar arasında bir savaş patlak veriyor. bir taraf irlanda'nın hala ingilizler'in kontrolünde olmasını doğru bulmadığından silahlı mücadeleye devam kararı alırken, diğer taraf ingilizler ile yapılan anlaşmaya riayet edilmesi gerektiğini belirterek mücadeleyi bırakıyor. ingilizlerin gidişi ingilizler ile sırt sırta savaşan arkadaşları karşı karşıya getiriyor. tabi ki damien'a hak veriyoruz. ingilizler, irlanda'yı terk etmiş olabilirler ama yapılan anlaşmada irlanda hala ingilizlere aitti ve bunu bağımsızlık olarak okumak malca. o yüzden bağımsızlığa kadar savaşmak gerekir. yoksa çok geçmeden ingilizlerin buraya tekrar ayak basacakları ve katliam yapacakları bir gerçek. ama loach, teddy'e düşman etmiyor bizi, daha doğrusu teddy'i şeytani bir karaktere dönüştürmeyerek iyi ediyor. zira teddy her ne kadar yanlış tarafta da olsa onun da haklı tarafları var. daha fazla kan dökülmesin, ingilizler tekrar buraya ayak basıp insanlara acılar çektirmesin istiyor. özgürlükten feragat ediyor teddy bir kaç ay/yıllık rahatlık için. ingilizleri pek tanımadığı aşikar. filmin sonunda izleyici teddy'e kızmak yerine onları birbirine düşüren emperyalizme saydırıyor.

    bu arada loach filmin bir yerinde kiliseye de verip veriştirmekten çekinmiyor. sürekli yüceltilen, "tanrının evi" denilen kilisenin sürekli zenginlerin tarafında olduğunu dillendiriyor loach. haklı tabi ki. aynı eleştiriyi diyanet için de yapabiliriz. hepiniz aynısınız amk. mevcut iktidarın yalamaktan başka bir şey yapmıyorsunuz.

    neticede başarılı bir film. loach'un bu filmden iki sene sonra route irish ile bu kez ırak'ı anlattığını hatırlatayım.
  • damien*'in okuduğu hapishane duvarına kazınmış dizeler william blake'in the garden of love şiirinden alınmıştır.
    (bkz: the garden of love/#16817862)
  • --- spoiler ---

    yaşlı kadının ne denirse densin "ben tavuk kümesini düzenleyeyim" diye defalarca cevap verdiği sahnede, gördüğüm çaresizlik ve kabulleniş karşısında ağlamamak için kendimi çok zor tuttuğum film.

    --- spoiler ---
  • çok yakın bir süre önce sessiz sedasız cnbc-e'de yayınlanan ve ken loach'ın fazla gerçekçi tarzından genellikle rahatsız olmama rağmen çok etkilendiğim film. etkileyici olmasını sağlayan iki başlıca neden var; mekan algısı, tarihi filmlerde çok zor başarılan bir düzeyde diyalektik bir şekilde kurulmuş, bir de karakterler ve öykü tarihi olguları bireysel gerçekliğe indirgemek konusunda didaktiklikten çok uzak, adeta psikanalitik yaklaşmış.

    --- spoiler ---
    mekanların en ilgi çekici olanı sinead'ın evi; ilk cinayet, büyükanne, işkence sahnesi ve final sahnesi hep aynı eve başka türlü bakmanızı sağlıyor ve ev de bütün bu süreçte çok ciddi bir dönüşüm geçiriyor. ev, adeta filme konu olan iralıların iç dünyasında çöküşün sembolü haline gelmiş bir mekan. evdeki bu dönüşüm, bir süreç olarak, gerek damien'da, gerek sinead'da, gerek dan'de görülebiliyor. bu evin dönüşümü adeta bir frp oyunu oynarken hissettiğiniz mekan algısına yaklaşmış ve ken loach'ın sinemasında artık ne denli ustalaştığını çok iyi anlatıyor kanımca. sinead karakteri filmin başından beri saçlarıyla ilgili bir soru işareti yaratıyordu. (bkz: sinead o connor) ne zaman kazıtacak diye beklerken ingiliz askerlerinin kazıması orada uygulanan şiddeti daha bir iyi anlattı.

    hegemonya'nın ne kadar rezalet bir hal alabildiğini anlatırken, beni rahatsız eden olgu ise savaşların, çatışmaların gayet yumuşak geçmesi oldu. filmde insaniyet düzeyini yukarıda tutmak adına bulunmuş bir çözüm olarak düşündüğüm, çatışma düzeyinin ve askeri gücün yumuşatılması durumu, yan etki olarak ingiliz otoritesinin küçümsenmesi sonucunu doğurmuş ki bu o zaman mücadele veren insanların nasıl zorluklar yaşadığını ve bunu aşmakla nasıl bir iş başardıklarını anlatmayı zorlaştırmış.

    dan karakterinin entelektüel düzeyi ise işçi sınıfı aydını kavramına çok sağlam bir gönderme olmuş. çok tanıdım böyle adamlardan buralarda ve hepsini çok sevdim, aynen onu sevdiğim gibi.
    --- spoiler ---
  • bazilarinin yaptigi gibi, oyuncuların guzelligi ya da yakisikliliklari, reklamlari, harcanan paralar, kullanilan son model ucan, kacan, orumcek gibi tirmanan kameralar ya da teknolojinin son boyutlarda kullanildigi platolari ile konusulacak bir film yapmamis ken loach. adina yakisir bir sekilde bagimsizlik mucadelesinin, direncin, sadakatin, birlikteligin filmini yapmis. iyi de yapmis.
  • michael collins ile başlayan tartışmayı farklı bir boyuta taşımış filmdir. hadi bakalım çık işin içinden çıkabilirsen. michael collins bir vatan haini miydi yoksa bir vatansever mi? her ne koşulda olursa olsun kardeşin kardeşe silah sıkması haklı olabilir mi?

    sinemadan çıktığınızda kafanızda onlarca soruya ve kesinlikle düşmüş bir yüze sahip oluyorsunuz... sinemadan çıkıp aklına underground'u getirmeyen bir bünye var mıdır acaba...

    bazen olayları yargılamaya tarih bile yetmiyor. sanırım nihai kararı insanların vicdanı veriyor... ve herkesin vicdanı farklı olduğu için tarihi olaylarda doğru, kişilere göre o kadar çok değişiklik gösteriyor ki...

    okkalı bir tokat yiyerek çıktık sinemadan ve o acı halen geçmedi... kesinlikle ajite edici bir film değildi... ingilizlere karşı bir nefret duyuyorsunuz filmin başında ama sonrasında birbirlerine yaptıklarının daha acımasız olduğunu görüyorsunuz... kimseye kızamadan, içinde derin bir boşluk duygusuyla öylece kalakalıyorsunuz...
hesabın var mı? giriş yap