• bugün tek seferde izlediğim dizidir.

    romanını da yıllar önce okumuş biri olarak aklıma takılan bazı noktalara gelince:

    1. 1979 yılı için sanat yönetimi çok başarılı. giyim-kuşam-saç-arabalar filan çok incelikle planlanmış.

    2. charlie için oyuncu seçimi yanlış. romandaki charlie kimsenin kayıtsız kalamayacağı kadar güzel bir kız. florence pugh tombalak, ablak suratlı, orta sınıf bir ingiliz kızı tipinde, hele de perukla gözlüğü takınca bakılacak hali kalmadı. iki adamı ilkelerinden saptıracak bir kadın değil. romanı okuduğum yıllarda aklımda o zamanlar henüz genç olan nicole kidman vardı.

    3. gadi becker rolünü alexander skarsgard'ın almasına itirazım vardı, romanda becker esmer çünkü. kitabı okurken becker benim için genç bir george clooney idi. ama alexander skarsgard heykel gibi adam, her role yakışıyor, becker rolünde de koyu boyanmış saçlarıyla iyi oynuyor. yalnız çizdiği becker portresi romana göre daha duygusal ve kırılgan, romandaki becker daha sertti ve tam bir asker disipliniyle içi gittiği halde charlie'nin tüm yaklaşma çabalarını reddediyordu. aralarındaki bağ sadece duygusal düzeyde kalıyordu, çünkü görev adamıydı.

    3. sabra ve şatilla katliamı romanda tüm dehşetiyle aytıntılı olarak anlatılıyor, dizide geçiştirmişler. john le carré bu katliamı anlattığı ve filistinli tarafı masum gösterdiği için israil lobisinin etkisiyle çok sert eleştirilmişti o zamanlar. dizi gösterim imkanı bulabilmek için olsa gerek, israil eleştirisinin dozunu iyice düşürmüş.

    --- spoiler - - -
    4. romanın sonunda charlie böyle rahat rahat becker'ın yanına dönmüyor. kamplardaki katliamlar ve khalil'in öldürülmesinden sonra zaten iki tarafın arasında kaldığı, kim suçlu kim masum anlayamadığı için iyice yıpranmış olan akıl sağlığı bozuluyor, dizide sonda tatil yaptığı yerde aslında ruhsal tedavi görüyor ve becker ne kadar arasa da görüşmesine izin vermiyorlar. romanın sonunda charlie iyileşip ingiltere'de tiyatroya dönüyor, bir oyununda becker onu seyircilerin arasında gizlice izlerken roman bitiyor.

    --- spoiler---

    5. kurtz rolündeki michael shannon müthiş şekilde köstebek'te smiley'yi oynayan gary oldman'ı örnek almış.

    6. john le carré yapımcılığını hugh laurie'nin üstlenip, yine hikayenin sonunu değiştirdiği the night manageriçin "sürekli bir şeyler bam bam diye arka arkaya oluyordu, bu dizide olay akışı yavaş olsun istedik" diyor. yapımcılardan ikisi zaten yazarın oğulları. o yüzden bu dizide 1980'de çekilen köstebek'teki stil ve tempo benimsenmiş ama biraz eski moda ve bayat kalmış.

    her şeye rağmen israil zulmünü bir israil askeri olan gadi becker'ın ağzından anlatan ve "şiddet şiddeti doğurdukça kan bitmez, iki taraf da kaybetmeye devam eder" fikrini savunan güzel bir dizi, izlenir.
  • kaliteli dizi.

    love is the antidote to death, not pleasure.

    ölümün panzehiri aşktır, zevk değil.

    --- spoiler ---

    charlie- gadi arasındaki bir diyalogta, charlie ben ingilizim benimle ne ilgisi var dediğinde, aslında her şey seninle ilgili diye cevap veriyor gadi.

    gerçekten de her şey ingiltereyle ilgili. gadi-charlie-khalil aslında ülkelerin metaforları gibi.

    bir ingiliz dizisi olmasına rağmen israil-filistin konusunda ingiltere'nin rolü çok iyi eleştirilmiş.
    --- spoiler ---
  • filmi kitabına oranla müthiş başarısız olduğundan dizisinin çekilmesine sevindiğim (bkz: john le carré) romanı.

    kitabı okurken gözümde charlie rolünde nicole kidman, becker rolünde de george clooney canlanmıştı, tabii o yıllarda ikisi de gençti. becker rolü için alexander skarsgard biraz sarışın olsa da karizmasının diziyi götüreceğini tahmin ediyorum. charlie rolüne seçilen florence pugh umarım bu rolün altından kalkmıştır. heyecanla bekliyorum.
  • gerçekten de çok çok iyi bir dizi. chan-wook park gibi bir yönetmenin elinden çıktığı belli. bu nedenle atmosfer olarak farklı bir ağırlığı var. yine bir yönetmen işi olmasından dolayı mindhunter’la aralarında ton ve yapı bağlamında çok benzeşen noktalar var bence. kesinlikle imdb’deki 7,2’lik puana aldırmayın, ilk iki bölümdeki hızına-temposuna bakıldığında en az 8 puanı hak ediyor.

    başroldeki florence pugh rolüne epey yakışan bir isim olmuş ki kendisinin işi zor, keza oyun içinde oyun oynayan bir karakteri canlandırıyor. alexander skarsgard da kötü olmamakla beraber karakteri itibariyle donuk bir tip, ilerleyen bölümlerde neler yapacak merak ediyorum. michael shannon ise her zamanki gibi döktürmekle meşgul.

    dizinin avrupa’nın farklı noktalarında geçmesi sinematografisine çok şey katmış, yunanistan’ın sahil kasabalarından, atina’ya derken bir anda tel aviv’e, münih’e gidiyorsunuz. mekanlardaki çekimlerin güzelliği yanı sıra diziye ayrı bir hareketlilik katıyor bu mekan değişiklikleri. bir mini-diziden çok, büyük prodüksiyonlu bir film izliyormuş havası yakalıyorsunuz diyeceğim ama diziler günümüzde zaten ciddiyet hususunda filmleri çoktan geçmiş durumda. chan-wook park dizi yapıyor ya, hala inanamıyorum böyle şeylere.

    tek üzücü noktası altı bölümcük olması. bu kalitede bir şey yakalamışken birkaç sezon olmasa bile en azından 10-13 bölüm sürsün isterdim.
  • diana keaton'un hafif saf salak aşık casus rolüyle insanın içini baydığı, ilginç konusuna rağmen yeterli heyecanı veremeyen, buram buram 1980'ler kokan bir film.
  • tesadüfen karşıma çıkan, the night manager sonrası keyifle izlediğim dizi.

    romanı okumadığım için nasıl bir uyarlama olduğu konusunda bir yorumum yok ancak dizi kendi başına oldukça sürükleyici. 8 bölüm tek sezonu 12 saatte bitirdim ve yorgunluktan uykum gelmese daha kısa zamanda bitirirdim.

    sanat yönetimi inanılmaz başarılı, oyuncuların hepsini de beğendim. bu filmden önce aynı dönem ve benzer konunun işlendiği munich filmini öneririm. o filmi yıllar önce bir kez izlememe rağmen sahneleri hala aklımdaydı, bu dizinin bunu bir kaç adım öne götürdüğünü düşünüyorum. dizi diye uzun metrajdan daha değersiz olduğunu düşünen oluyor ama bu sanat değilse, nedir diye insanın sonrası geliyor.

    edit: imla
  • izlenmesine izlenir de bir the night manager olmayan dizi.
  • akıp gidiyor maşallah.

    dizi inanılmaz başarılı. görüntü kalitesinden mekanlara, renklere, müziklerine, uyandırdığı merak duygusuna.

    imdb'de 6 bölüm gösterirken blutv 8 bölüm olarak veriyor. bölüm dakikalarını bölmüş gibi o kısmı çok anlamadım ama.

    bide, alexander bey napıyorsunuz allah aşkına.
  • the night manager'dan daha güzel ,keyifle film gibi izlediğim aşırı underrated mini dizi, konu ,her şey mükemmel,kitabı okumayı dört gözle bekliyorum. jenerik müziği de ne güzel ,müziğin full ismini bilen yeşillendirebilir.
    edit: kitabın sonunda da dizinin sonunda da kavuşuyorlar ama farklı şekillerde keşke kitabın sonu gibi diziyi bitirselerdi daha vurucu olacaktı,charliel ingiltere'ye sahneye geri dönüyor ve oyunun sonunda kalabalığın içinde gadi'yi kendi deyimiyle joseph'i görüyor, perde kapanınca kendini sokağa atıyor,yağmur yağmakta, jose ona doğru geliyor,ben ölüyüm,beni vurdun jose ,hatırlamıyor musun diye soruyor ona,gadi ona satılıyor ve sokakta uzaklaşıyorlar.kitabı genel olarak iyi uyarlamışlar,ikisini de tavsiye ederim.
    young-wuk cho bestesiymiş açılış müziği,old boy'un müziklerini yapan besteci.
  • alexander skarsgard sen insan mısın canım kardeşim? senin yüzünden konuya odaklanamadım. dizi ile ilgili yazacak bir şey bulamıyorum. lanet gelsin.

    the night managerdan da bir bok anlamamıştım.

    (bkz: tom hiddleston)

    zor durumdayım. allahını seven üzerime yakışıklı ajan atsın.
hesabın var mı? giriş yap