• buradan sadece çıkan insanları görebilirsiniz. bu yaşıma geldim daha bu cafeye giren birini görmedim, sadece çıkıyorlar.

    arka taraftan gizli bir girişi falan mı var diye işkilleniyor insan.
  • değiştirilen tabağa ücret ödeniyor ise, noodle'ı başka bir tabakla değiştirmek kendilerine 30 tl kaybettirmez. zira o noodle'ın maliyeti 30 tl değildir.

    ayrıca makarna için 30 tl talep eden bir işletme zaten beğenmediğiniz tabağı değiştirecektir, bu bir lütuf değildir, heyecanlanmaya gerek yok.
  • önce tanım : gidilmemesi gereken, üçüncü sınıf, kötü bir lokanta.

    neden mi?

    caddebostan şubesinde başımdan geçen şudur :

    bir şişe kavaklidere selection beyaz şarap ısmarlanır. bu, şişesi 80 tl olan bir şaraptır. garson şişeyi getirir, tribüşonu takar, çekerken tapa kırılır. aslında buraya kadar herşey normaldir. herhangi bir şarabın tapası kırılabilir, hele kavaklıdere mantar seçiminde kötü bir firma olduğu için kavaklıdere'nin tapaları sık sık kırılır, hatta bazen şarap bozulmuş bile olabilir. dediğim gibi bu doğal olan kısmı.

    the house cafe faktörü bundan sonra devreye girer.

    garson, belli ki eğitimsiz, hiç bir şey olmamış gibi kırık tapayı kazıyarak çıkarmak sureti ile şarabı servis etmeye teşebbüs eder. müşteri (ben) garsonu durdurur. der ki : bu şişeyi değiştirin lütfen. tapası kırılmış bir şarabın içinde mantar tozu/tanecikleri olur ve şarabın bozulmuş olma ihtimali yüksektir. dolayısı ile yapmanız gereken yeni bir şişe getirmek ve bunu üreticiye iade etmektir.

    garson da peki der ve gider. barın önünde bir toplaşma olduğu müşterinin gözünden kaçmaz. neredeyse tüm ekip toplanmış bir şeyler tartışmaktadır. bir süre sonra bu sefer bir barmen gelir masaya. elinde bulunan (güya) yeni şişeyi açmak üzere tribüşonu tapaya batırır. ama her ne hikmetse şişeyi normal olarak boynundan değil, ağzından, tam kapüşonun (şarap şişesinin ağzını kapatan folyo) olması gereken yerden tutmaktadır. müşteri "elinizin altına bakabilir miyim" der ve görür ki şişe çıplak, kapüşon yok. hmm.. ilginç !

    barmen hiç bir anormallik yokmuş gibi tapayı çıkarır ve servis eder. müşteri "mantar tapaya bakabilir miyim" der. barmen çaresiz tapayı uzatır. müşteri tapanın kıpkırmızı kıçını barmenin gözüne doğru uzatarak : "bak kardeşim bu tapa daha önce bir kırmızı şarap şişesinden çıkarılmış ve buraya takılmış. şişeyi değiştirmediğiniz açık, üstelik beni kandırmaya kalkıyorsunuz yalan söylüyorsunuz" der. müşteriyi kazıklamaktan çekinmeyen bir mekan olduğu belli, ancak tabi yöntem çok sefilce. başka bir şişenin tapasını buna geçirip bana itelemeye kalkıyorsun be adam hiç mi bakmıyorsun o tapa ne tapasıdır diye ? beyaz şarap tapayı kırmızıya boyamış, vay be!

    yalan ve hile o kadar açıktır ki barmen ve garson(lar) bir şey diyemezler. ekip şefi olan genç çocuk gelir utana sıkıla "özür dilerim diyecek söz bulamıyorum" der.

    şarap değiştirilir, müessese müşteri ile barışmak için birer ücretsiz kahve ikram eder, hesapta biraz iskonto falan yapar. müşteri de teşekkür eder çıkar gider.

    e adamlar hatanın telafisi için uğraştıysa bu müşteri niye yazıyor bunları ? çünkü buradaki hadise bir hata değil, kasıtlı olarak yapılmış bir üçkağıt, bir hile. ve bir kişinin basit bir hatası değil müessese kültürünün bir parçası olduğu açıkça belli olan bir tezgah. tıpkı bu şarap örneğinde olduğu gibi the house cafe'lerde bozuk yiyecek, içine tükürülmüş çorba, bekletilmiş şarap vs. satın alıyor olabilirsiniz.

    müşterisini böyle pişkin pişkin kazıklayan, şarap ve yemek kültüründen habersiz bir mekanın yeri tarihin çöplüğüdür. bu zihniyetle ancak köşe başında dönerci açabilirler. kendilerine bunu öneriyorum.
  • istanbulda sayısı giderek azalan iç bahçeli eski apartmanlardan birini daha acımadan mahveden işletmedir. adına restorasyon denilemeyecek derece açgözlülükle bahçeye tecavüz eden yeni ek salonda oturup yemeğinizi yerken, betonla kaplanmadan önce o bahçede yaşayan ve şimdi yerinde yeller esen koca dut ağacını bir sorun. olay "dallanıp budaklanmasın" diye belki size dut aromalı bir detox kokteyli ikram ederler ("on the house" diye espri bile yaparlar). ya da en iyisi; masalarını ağaçların yerine değil ağaçların çevresine dizen, parayı da bu kadar sevmeyen başka bir restoranı da tercih edebilirsiniz tabi.
  • kanyon şubelerinde yaklaşık bir ay önce telefonumu şarja vermiştim, çıkmadan önce garsondan geri istedim. telefonumla beraber gelen şarj pislikten kahverengi olmuş, eski, saçma sapan bir alet... "bu benim değil, yanlış şarj getirdiniz" demem üzerine hızlıca kontrol edip baktılar ki başka bir müşteri telefonunu şarjdan alırken benim şarjı da götürmüş. garsonlar cidden perişan oldular ve çat diye yandaki apple store'dan sıfır şarj alıp bana teslim ettiler. cidden beklemediğim kadar büyük bir nezaket ve kriz yönetimi gördüm... tebrikler.
  • parayı gormemiş türk halkından kazanır.

    misal, -no offese- görmüş geçirmiş paris'de yaşayan bir arkadasınız olarak diyebilirim ki oyle pahalı, luks gecinip, o dusuk kalitede burgeri burda verecekler çok agır laflar yerler ve 1 sene surmez batmaları. bak cok ciddiyim oyle ayar icin falan yazmıyorum.

    gecen yaz bira istemiştim, ılık geldi ve "daha sogugu var mı" diye sordugumda sanki gorevli kıza donunu cıkar demişim gibi bir tepkiyle karşılaşmıtım.

    velhasıl, emin olun parayı görmemişlerden kazanır.

    bak aklıma geldi limonata diye uludag sekersiz getimişlerdi.. içine de elma dogramıs.. sağol şekerim ben onu bakkaldan da alıyorum.
  • sularının içinde salatalık olan cafedir. nasıl bir entellik yada elitlik neyse işte ondansa düz su getiremezler. amk.
  • geçenlerde su istedim getirdiler ama "bok gibi bu musluktan mı koydunuz :(" dedim hemen ardından ödediğim 10 tl'ye ek ücret istemeyip yerine bira getirdiler. birayı 50 liraya satmalarına rağmen (düşünün 40 lira zarardalar!!!) benim gibi savurgan müşteri kazandılar üstüne sözlüğe girip reklamlarını yaptım. müthişler gidin savurun.
  • merak ettim, sozlukte ne yazdilar acaba diye sabirla 8 sayfadir okuyorum. anladigim su ki, parayla neyi satin aldiklarini unutan insanlardan olusan bir kitleye hitap ediyorlar. oyle de lanet birseydir ki bu para, sahip olup da keyifli bir sekilde harcamak bile belli bir gorgu, zeka ve kultur birikimi ister, ki bu birikim maalesef para kabul etmemektedir. bir iddia sonucu nispeten guzel bir aksam yemegi yedigim yerdir. iddia iste, gulduk eglendik o kadar para soktugumuz icin karsi tarafa. bi de havaliydi tabagi falan, eti de guzeldi. bu kadar.

    ha, bir de bir arkadasim calismisti. o zilyonlar verilen taze portakal suyunu ben her sabah bodrumda, halden gelen kasa kasa portakallari curuk carik ayirt etmeden sikarak yapiyorum demisti. her sabah belirlenmis bir miktar sikiyoruz, kalan ertesi gune harmanlaniyo falan diye buyurdu. oyle kaldi house cafe benim gozumde. buyutmeye gerek yok yani. akdeniz'in buz gibi sularindan, pardon agaclarindan masaniza gelmiyor o portakallar.

    gidecek olanlara duamiz, iceri girdiginizde tanri sizi bir az zengin den, bir de gorgusuz den korusun.
hesabın var mı? giriş yap