• bu filmin bizim evimiz için anlamı çok derin ve buruk.

    filmi kanser hastası kardeşim, hasta yatağında yatarken, annem, ben ve o birlikte izlemiştik.

    bu filmi izlerken, kardeşim 'ahh anne keske böyle bir sihir olsa' demişti.

    bu film can demek.
  • ben bu filmi yaklaşık 15 senedir izlenecekler listemde tutuyordum. hep içimden bir ses sanki izlemem için doğru zamanı bana hissettirecek diye bekledim, öyle de oldu. filmdeki olayları ve karakterleri şu anki hayata bakışımla çok daha sağlam bir zemine oturtarak izlediğimi düşünüyorum. bu filmi 15 sene önce izleseydim de etkilenirdim ama yüksek ihtimalle bugünkü etkiyi yapmazdı. sinema tarihinin en iyi yılı olan 1999'dan efsane bir film çıkmaması mümkün değildi zaten.

    hapishane ortamıyla filmin atmosferine giriş yaptıktan sonra kamera açıları ve kurguyu görünce ilk düşündüğüm şey "ne kadar da shawshank redemption'a benziyor" oldu. filmi durdurup imdb'ye bakınca, iki filmin de stephen king kitabından uyarlama olduğunu ve iki filmde de yönetmenin frank darabont olduğunu gördüm. daha sonra iki filmin müziklerini de yapan kişinin thomas newman olduğunu fark ettim. bunlar yetmezmiş gibi iki filmin editörü ve set dekoratörü de aynı, hatta bazı oyuncular iki filmde de oynamış. atmosferi ve kurgusu bakımından bu iki filme kardeş filmler diyebiliriz ama shawshank redemption'da sert bir gerçekçilik varken, the green mile fantastik ve doğaüstü bir zemine oturtulmuş. her iki filmin konusu da üzerinde bulunduğumuz dünyayı ve yaşadığımız hayatları sorgulamamızı sağlıyor ama bunu farklı pencerelerden baktırarak yapıyor. bir de shawshank'deki hapishane izleyiciyi germek üzerine kurgulanmışken, the green mile'daki hapishaneyi izlerken o ortamın içinde olmak istiyorsunuz. gardiyanlar arasındaki ilişki ve ortamın dinamikleri çok güzel dengelenmiş.

    the green mile hakkında en çok takdir ettiğim şeylerden biri izlemenin kolay olması. kafanızdaki her soru işareti sizi salak yerine koymadan ve gözünüze çok sokulmadan tek tek cevaplanıyor. konunun işlenişi ve hikaye örgüsü sizi hiç yormuyor. tahminler ve komplo teorileriyle boğuşmuyorsunuz. her şeyi bizim hayalgücümüze bırakan, sonu da dahil olmak üzere hiçbir şeyi doğru düzgün açıklamayan filmler izlemek bazen insanı çok yoruyor. bu film izlerken hiç yormuyor. 3 saatin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz, hatta film bitmesin istiyorsunuz.

    --- spoiler ---

    filmin konusu, hapishanede idam mahkumlarının son günlerini geçirdiği bir blokta yaşananlarla alakalı. buraya getirilen mahkumlardan john coffey, 2 kızı öldürmekle suçlanıyor ve idama mahkum ediliyor ama filmin sonunda masum olduğunu görüyoruz. kızları asıl öldürenin kim olduğunu anladığımız sahne bence filmin en etkileyici yerlerinden biriydi, gerçekten hiç beklemiyordum. john coffey'nin nereden geldiğini bilen yok, geçmişi tam bir muamma. bu yüzden kendisi için “sanki gökten inmiş gibi” deniyor. isim soyad baş harflerine bakarsak da john coffey / jesus christ benzerliği görüyoruz. incil'e göre hz isa'nın dünyaya bir gün döneceğine inanılır. filmdeki ipuçlarına bakarsak, hz isa'nın dünyaya john coffey olarak geri geldiğini net bir şekilde söyleyebiliriz. bu teoriyi destekler şekilde, john coffey doğaüstü bir iyileştirme ve ölü diriltme gücüne sahip. 3 saatlik film boyunca bu gücünü 3 kez kullanırken, 3 de idama tanıklık ediyoruz. gücünü ilk kez paul'ün idrar yolu iltihabını iyileştirmek için kullanıyor. sonra fransız mahkum del'in ölen faresi mr jingles'ı canlandırarak hayata döndürüyor. son olarak da hapishane müdürü hal'in karısı melinda'nın beyin tümörünü yok ediyor. melinda bu iyiliğin karşılığında john coffey'e aziz christopher kolyesi veriyor. aziz christopher, ömrünü yoksullara yardım etmeye adamış bir aziz. bir gece omzunda bir çocuğu nehrin karşısına geçirirken, çocuğun olması gerekenden çok daha ağır olduğunu fark ediyor. çocuk da kendisini dünyanın günahlarını taşıyan hz isa olarak tanıtıyor. dolayısıyla aziz christopher kolyesi, hz isa'yı ve dünyanın günahlarını taşımayı sembolize ediyor. john coffey'nin hz isa olduğunu destekleyen başka bir ipucu da paul'ün bunu anladığı zamandan itibaren değişen tavrı. paul, john coffey'nin hz isa olduğunu anladığı andan itibaren tanrı'nın oğlunu idam etmek zorunda kalacağı için cehenneme gitme korkusundan başka bir şey düşünemez oluyor.

    hz isa'nın bu filmde sıradışı irilikte bir zenci olarak tasvir edilmesi gerçekten dikkat çekici. iriliğinin sebebi bence hz isa'nın dünyaya ilk gelişine kıyasla dünyadaki günahların, dolayısıyla taşıması gereken günahların çok daha fazla olması. zaten film boyunca o iriliğine rağmen john coffey, dünyadaki günahları taşımaktan yorulduğunu, bunun kendisine çok fazla geldiğini dile getiriyor. karakterin zenci olarak yazılma sebebinin de john coffey'nin hz isa olduğunu başlarda bize belli etmemek ve bizi ters köşe yapmak için olduğunu düşünüyorum. aşırı iri, uzun kumral saçlı, herkesi iyileştirme gücü olan biri olsaydı, john coffey'nin hz isa olduğunu filmin daha en başında anlayacaktık, aynı tadı ve heyecanı vermeyecekti. john coffey'nin elektrikli sandalyede idam edildiği sahne için de hz isa'nın çarmıha gerilmesinin modern zaman versiyonu diyebiliriz.

    filmde oyunculuklar muhteşem ama karakterler de çok iyi yazılmış. her bir karakterin sizde iz bırakan ayrı bir havası var. başrolde tom hanks'in oynadığı blok müdürü paul'ün tatlı sert mizacı, paul'ün kankası brutal'ın babacan tavırları, idam edilen ilk mahkum olan kızılderili arlen bitterbuck'un cenneti “bizi geçmişte en mutlu eden anı tekrar yaşamak” şeklinde hayal etmesi, karısının beyninde tümör olan hapishane müdürü hal'ın çaresizliği, kompleksli yeni yetme gardiyan percy'nin sizi kendisinden nefret ettirecek pislik karakteri, benzer şekilde psikopat mahkum wild bill'in sınır tanımayan iğrençlikleri, john coffey'nin saf, yardımsever ama her an kötü bir şey yapabilirmiş gibi şüphe uyandıran gizemli halleri, fransız mahkum del'in hayattaki son günlerine bir fareyle tutunması... mr jingles adındaki bu fare neredeyse bütün karakterler için bir kesişim kümesi oluşturuyor.

    filmde cevabı direkt olarak verilmediği için azıcık havada kalan tek bir kısım var, orayı açıklamak istiyorum. john coffey doğaüstü gücünü kullanarak birini iyileştirdikten sonra kötülüğün ağzından kül gibi parçacıklar halinde havaya salındığını filmde 2 kere görüyoruz ama melinda'nın beyin tümörünü yok edip kendine çektikten sonra bu kötülük ağzından bir türlü çıkmıyor. hapishaneye dönmek üzereyken brutal'ın da sesli olarak dile getirdiği gibi, film bize burada john coffey'nin içine çektiği tümörü/kötülüğü bu sefer dışarı çıkaramadığı için öleceğini işaret ediyor. hikaye bizi burada kasıtlı olarak yanlış düşünmeye ve ters köşe yapmaya itiyor. aslında john coffey'nin içine çektiği kötülüğü salamaması gibi bir durum yok. kötülüğü kasıtlı olarak dışarı salmıyor çünkü bunu birazdan ilahi adaleti sağlamak için kullanacak. john coffey'i hapishaneye geri götürüyorlar, sonra da percy'yi özel hücreden çıkarıyorlar. percy koridorda yürürken john coffey parmaklıklar arasından kolunu uzatıp percy'yi kendine çekiyor ve içindeki kötülüğü percy'ye aktarıyor. biz burada john coffey'nin percy'ye beyin tümörü verdiğini düşünüyoruz ama bundan daha fazlası var. hatırlarsanız aynı gecenin öncesinde john coffey'i melinda'yı iyileştirmesi için hapishaneden gizlice çıkarırlarken, wild bill parmaklıklar arasından uzanıp john coffey'i kolundan tutmuştu ve bu şekilde bir süre kalmışlardı. john coffey'nin, temas ettiği insanların kalbini ve içini okuma gücü de var. bu sahnede john coffey, wild bill'in yaptığı tüm kötülükleri ve 2 kızı öldüren kişinin wild bill olduğunu görüyor. wild bill'in, boyacı olarak çalıştığı evin 2 küçük kızını kaçırdığını (her ikisine de "ses çıkarırsan diğer kardeşini öldürürüm" diyerek tehdit ediyor), sonra da ormanda tecavüz edip öldürdüğünü anlıyoruz. ardından john coffey kızların cesedini ormanda buluyor ama ölmelerinin üstünden epey zaman geçtiği için onları diriltemiyor. köylüler de john coffey'i 2 kızla birlikte bulunca o öldürdü sanıyorlar. john coffey, wild bill'e temas edip olayın aslını anladığı andan itibaren sürekli wild bill'in ne kadar kötü bir insan olduğunu, dünyada böyle insanlar olduğuna inanamadığını söylüyor. tekrar ileri dönersek, john coffey içindeki kötülüğü percy'ye aktardıktan sonra percy'yi bir süre kontrol etmeye başlıyor ve percy'nin tabancayla wild bill'i öldürmesini sağlıyor. burada percy'nin ateş etmeden önce 2 damla gözyaşı dökme sebebi de o an percy'yi john coffey'nin, yani hz isa'nın kontrol ediyor olması. insan öldürmemesi gerektiğini bildiği halde, hem insanlara kötülük yaptığı için hem de 2 kızı asıl öldüren kişi olduğu için wild bill'i öldürerek ufak da olsa dünyaya huzur ve ilahi bir adalet getiriyor. john coffey benzer şekilde percy'nin de kötülüklerle dolu birisi olduğunu biliyor. percy içindeki kötülüğü mr jingles'ı ezerek öldürmesi ve del'in idamı sırasında başına ıslak sünger koymayarak elektrikli sandalyede acı çekmesine sebep olmasıyla kanıtlamıştı. john coffey bu yüzden wild bill vurulduktan sonra percy'nin akıl sağlığını düzeltmedi. istese onu da iyileştirebilirdi. john coffey melinda'nın beyin tümörünü percy'ye aktardı mı filmde onun cevabı verilmiyor ama percy'nin hiçbir şeye tepki vermeyen hal ve hareketlerine bakarsak gayet muhtemel görünüyor. bahsetmeden geçemeyeceğim, percy'nin yüksek maaşlı bir müdür olarak tayin olmayı planladığı briar ridge akıl hastanesine filmin sonunda akıl hastası olarak yatırılması, film boyunca hepimizin nefret ettiği bu karakter için yazılmış muhteşem bir finaldi.

    filmin en sonda verdiği mesaj beklenmedik şekilde depresif ama filmin bütünü düşünüldüğünde tamamlayıcı diyebiliriz. paul, uzun yaşamanın herkesin sandığı kadar güzel ve çekici bir şey olmadığını, uzun bir hayat yaşayanlar sevdikleri insanların ölümüne bir bir tanık oldukları için bunun aslında acılı bir süreç olduğunu söylüyor. john coffey idamdan önce hem paul'ü hem de fare mr jingles'ı uzun bir hayatla ödüllendiriyor ama paul, john coffey'i idam etmek zorunda kaldığı için uzun bir hayat yaşayıp sevdiği insanların ölümlerine tanık olmayı çekmesi gereken bir ceza, ödemesi gereken bir bedel olarak görüyor. benzer şekilde john coffey de ölüme korkulacak bir şey olarak değil, huzura kavuşmak ve dünyadaki acılardan kurtulmak olarak bakıyor çünkü bu dünyada çok fazla kötülük olduğu için bununla başa çıkamadığını söylüyor. incil'e göre hz isa, insanlığın tüm günahları affedilsin diye kendini feda ederek tanrı katına çıkmıştı. hz isa bu hikayede de dünyaya john coffey olarak dönüyor ama insanlığın tıpkı eskisi gibi birbirine karşı zorbaca davrandığını görüyor ve bu ona büyük bir acı veriyor. bu yüzden de paul'den kendisini idam etmesini istiyor. özetle filmin sonunda bir bakıma ölüme övgü yapılarak dünyanın ne kadar çekilmez bir yer olduğu vurgulanıyor. bu açıdan değerlendirince sonu en depresif biten filmlerden biri diyebiliriz.

    filmle ilgili sık sorulan 2 soru var

    1) john coffey, mr jingles ve paul'e uzun ömür verirken melinda'ya neden uzun yaşam vermedi?: john coffey normal iyileştirme yaparken kimseye uzun ömür vermiyor, sadece hastalığı iyileştiriyor. paul'ün idrar yolu iltihabını iyileştirdiğinde ona uzun ömür vermemişti. john coffey sadece bir canlıya kendinden bir parça aktardığı zaman o canlı uzun ömre sahip oluyor. paul'e "elimi tut. wild bill'in yaptığı kötülükleri görmen için sana kendimden bir parça vereceğim" dediği an ona uzun ömür vermiş oldu. benzer şekilde mr jingles'ı hayata döndürmek için yine kendinden bir parça vermesi gerekti. mr jingles da bu şekilde uzun yıllar yaşayabildi.

    2) john coffey neden fare mr jingles'ı canlandırdığı gibi filmin en başında ölen 2 kızı canlandırmadı?: john coffey'nin canlandırma gücü sadece ölümün üzerinden çok zaman geçmemişse çalışıyor. percy ayağıyla mr jingles'ı ezerek öldürdükten sonra john coffey'nin gardiyanlara "mr jingles'ı çok geç olmadan çabuk bana getirin" deme sebebi bu. yine aynı sebepten dolayı 2 kızın ölümüyle ilgili sürekli "denedim ama yetişemedim. çok geç olmuştu" diye üzülüyor.

    film hakkında bazı ilginç bilgiler şu şekilde

    • filmin uyarlandığı kitabın yazarı stephen king, tom hanks'in paul rolüne cuk oturduğunu, the green mile'ın da orijinal hikayeye sadık kalma açısından filme en iyi şekilde adapte edilen kitabı olduğunu söylüyor. stephen king'in, tüm zamanların en iyi gerilim filmlerinden biri olan, yönetmenliğini de stanley kubrick'in yaptığı the shining'den nefret ettiği gerçeğini düşünürsek, the green mile'ı bu şekilde övmesi film ve yönetmen için ne kadar değerli siz düşünün.

    • stephen king'in filme uyarlanan 30'dan fazla kitabı var ama the green mile uzun yıllar boyunca gişede $137 milyon hasılat yaparak $100 milyon'u geçen ilk ve tek filmi oldu. bu rekoru önce 2017'de it filmi $327 milyon hasılatla kırdı, sonra da 2019'da it chapter two $211 milyon hasılat yaptı. bunun dışındaki diğer tüm filmleri $100 milyon altında (kaynak).

    • stephen king kitabı tek baskı halinde çıkarmak yerine sırayla 6 fasikül halinde çıkarmış. bunu yapma sebebi de kitaplarını alır almaz hemen en sonda ne oluyormuş diye bakan hayranlarına ayar vermek istemesi. aynı şeyi annesi de yapıyormuş. the green mile'ı seri halinde basınca, hikayenin sonunu görmek için hayranlarının son baskıyı beklemesi gerekiyordu. basılan her bölümün sonunda dizilerdeki sezon finalleri gibi minik finaller koymuş. kendi itiraf ettiğine göre en son finali nasıl yapacağını kendisi bile önceden düşünmemiş.

    • filmin yapımcıları john coffey rolü için uygun bir aktör bulmakta zorlanınca, 1998'de armageddon filminde birlikte oynayan bruce willis rol arkadaşı michael clarke duncan'ı önermiş. michael clarke duncan filmdeki duygusal sahneleri sırasında çocukken terk ettiği babasını düşünmüş. 2012 senesinde de geçirdiği kalp krizi sonucu 54 yaşında maalesef vefat etmiş.

    • john coffey'i oynayan aktör michael clarke duncan'ın 196cm olan boyu aslında hal rolündeki james cromwell'den (198cm) kısaymış, brutal rolündeki david morse'dan da (193cm) sadece birkaç santim uzunmuş. john coffey'nin cüssesi iri gözüksün diye özel kamera açıları kullanılmış, yatağı da kasıtlı olarak boyuna küçük gelecek şekilde seçilmiş.

    • yönetmen frank darabont, 1994 senesinde çektiği shawshank redemption'da andy dufresne rolü için tim robbins'den önce ilk olarak tom hanks'i düşünmüş ama tom hanks aynı sene çekilen forrest gump'da oynadığı için reddetmek zorunda kalmış. 1999'da the green mile çekilecekken de frank darabont'a jest yaparak filmin ana karakteri olan paul edgecomb rolünü oynamayı kabul etmiş. paul edgecomb rolü ilk olarak john travolta'ya gitmiş ama kendisi bu teklifi reddetmiş. wild bill rolü için de josh brolin'le de görüşülmüş ama rolü sam rockwell kapmış.

    • yönetmen frank darabont, tüm kariyeri boyunca içine en çok sinen filmin bu olduğunu söylüyor. shawshank redemption'ı da çektiğini düşünürsek ilginç ve tartışmaya açık bir iddia diyebiliriz.

    • filmde mr jingles'ı 15 farklı fare oynamış ve film boyunca yaptığı numaralar hepsine tek tek eğitim verilerek öğretilmiş. filmdeki oyuncular da fareye baktıkları sahnelerde aslında film ekini tarafından yere tutulan bir lazere bakıyormuş.

    • tom hanks'in omzundaki fareyi john coffey'e verdikten sonra mendille omzunu silmesi rol icabı değil, fare gerçekten tom hanks'in omzuna kaka yapmış.

    • "i'm in heaven" şarkısı söylenerek dans edilen siyah beyaz film, 1935'de çekilen top hat. bu filmi senaryoda kullanabilmek için kitapta 1932'de geçen hikayeyi 1935 olarak değiştirmişler.

    • filmin başında ve sonunda gördüğümüz paul edgecomb'ın yaşlı halini, makyajla yaşlandırarak tom hanks'in oynamasını düşünmüşler ama makyaj yeterince inandırıcı ve güzel olmamış. bu yüzden de paul'ün yaşlılığını oynaması için gerçekten yaşlı olan başka bir aktör seçilmiş.

    • stephen king film setini ziyareti sırasında old sparky lakaplı elektrikli sandalyeye bağlanmak istemiş ama hoşuna gitmeyince hemen çözmüşler.

    • yönetmen frank darabont, kitabı filme uyarlama çalışmalarına başladığında kedisinde tümör tespit edilmiş. kedinin öleceği kesinleşmiş ama sağlığı iyi olduğu için kediye ötanazi yaptırmamış. filmi yazarken masasında ona eşlik eden kediyi gördükçe "tıpkı green mile'da her gün ölüme yaklaşan mahkumlar gibiydi. gözlerimin önünde her gün ölüme yaklaşan kedim filmi yazarken bana hem arkadaş hem de ilham kaynağı oldu" diyor. kedisi 2 ay sonra neredeyse senaryonun bitişine denk gelen bir zamanda ölüyor.

    • stephen king kitabı yazarken gerçekte yaşanmış bir olaydan ilham almış. 1944 senesinde george stinney adında 14 yaşındaki siyahi bir çocuk, south carolina'da ailesiyle yaşadığı evin yakınlarında betty (11) ve mary (7) isminde iki kızın cesedi bulunduğu için bu kızların ölümünden sorumlu tutuluyor. idamdan önce 81 gün boyunca, yaşadığı yerden 80km uzakta bir yerde hapse atılarak annesini ve babasını görmesine izin verilmemiş. ifadesi alınırken yanında avukatı ya da annesi babası olmasına izin verilmemiş, hep tek başınaymış. şerif, george'un suçunu ispatladığını bile söylemiş ama buna dair yazılı ya da imzalı hiçbir belge yok. george masum olduğunu göstermek için idam edileceği güne kadar elinde hep incil taşımış. george'un mahkemesi yalnızca 2 saat sürmüş ve o dönemde sadece beyazlardan oluşan mahkeme jürisi idam kararını 10 dakika içinde vermiş. annesi ve babası george'a son kez hediye vermek istemişler ama mahkeme buna izin vermediği gibi aileyi tehdit ederek yaşadıkları şehirden kovmuşlar. george 1944 senesinde henüz 14 yaşındayken elektrikli sandalyede idam edilerek 20. yüzyılda abd'de yaşı en küçük idam edilmiş kişi oluyor. 70 sene sonra bir yargıç, george'un masumiyetini ispatlıyor. küçük kızları öldürmek için kullanılan çubuk yaklaşık 19kg ağırlığında ve yargıç bunun george'un kullanması için çok ağır olduğunu söylüyor. george'un o yaşta 16kg'lık bir çubuğu kaldırması bile zorken, silah olarak kullanması ve kızları öldürmesi imkansıza yakın deniyor. böylece sadece zenci olduğu için insanların önyargısına kurban giderek 70 sene önce idam edilen george'un masumiyetine karar veriliyor.

    --- spoiler ---
  • kitaplardan uyarlama filmler icinde belki de en basarilisi. kitabin hemen hemen aynini yapabilmisler. isin ilginc yani bence bunda o kadar basarili olmuslar ki kitabi okurken kafamda canlandirdigim mekanlar, karakterler filmde ayni olmus. alla alla sanki filmi ben yonetmisim gibi.
  • stephen king'in nadir dramalarından biri ve eserle aynı adı taşıyan 1999 yapımı frank darabont ( fahrenheit451 geliyor..) filmi..

    sıradan gibi görünen bir hapishanede ( hapishanenin e bloğunda -idam mahkumlarının kaldığı yeşil yolda-) ( (bkz: yolda olan yolda kalır) etiği sorgulayan, vicdanımıza hitap etmeye çalışan bir film...

    karekterlere gelince:

    john coffey: soyadı kahveden biraz farklı olan, nerden geldiği belli olmayan... zenci bir aziz.. ( kafalardaki melek sembolünü tamamen kırıyor... melek güzel beyaz bir kadın veya yakışılı beyaz bir erkek olarak da gözükmüyor bize... meleklerin şekli olmaz...
    kilisenin ortaçağın karanlığında başlattığı ırkçılık kavramına büyük bir göndermeyi de barındırıyor bu karekter..)

    --- spoiler ---
    coffey: karanlıktan korkuyorum patron lütfen ışığı kapatma..
    --- spoiler ---

    -karanlık-aydınlık kavramları iyi-kötü kavramı savaşında -filmin temelini aldığı mücadelede- çıkıyor azizimizin ağzından...

    --- spoiler ---
    coffey: kalbinde olanı gizleyemezsin
    --- spoiler ---

    sizce de hissettiklerimizi dışa vurmamız doğru olmaz mı herzaman, iyisiyle kötüsüyle?.. yapılan bir araştırmaya göre içinde tuttuğunuz her düşünce sizin ömrünüzden 1 gün eksiltmekle beraber, çok ciddi hastalıklara yol açabilirmiş... (bkz.ülser,bkz.mide kanaması,bkz.beyin kanaması,bkz.ritim bozukluğu..)

    --- spoiler ---
    coffey: onlar sevgileri yüzünden ölüyorlar.. bu hergün, her dakika oluyor.. hissediyorum...
    --- spoiler ---

    dev zenci forma bürünmüş bir melek bile bu dünyadaki acımasızlıktan yorulmuş.. yaratıcısının merhametine.. diyarı olan cennetine kavuşmak istiyor... tablo o kadar korkutucu ki...

    paul: e bloğun baş gardiyanı... prostat ona çok şey çektiriyor.. coffey ile tanışmadan tanrıya olan inancında belirgin kopukluklar olan, fiziksel ve ruhsal olarak acı çeken bir kul...

    --- spoiler ---
    paul: tanrı böyle bir çocuk katiline verir mi?
    --- spoiler ---

    tezata inanmayan kilit bir soru...

    --- spoiler ---
    iç ses paul: cehenneme o kadar yakınım ki.. (allah vergisi yeteneklere sahip olan bir azizi ölüme gödermek üzereyken..)
    --- spoiler ---

    billy the kid: filmin kötülük timsali.. canisi..(o kan kırmızısı boyayı çiftlik duvarlarına sürerkenki çocukları süzmesi ve boyanın duvardan süzülüşü herşeyi daha olmadan anlatıyor coffey'nin paul'a yaptığı küçük gösteride.. )
    vahşi bill diye çağrılmaktan nefret ediyor... onun aptal bir iyi kovboy olduğunu söylüyor.. vahşi batıda iyiler fazla yaşamaz... (bkz: warren barton)

    fare(mr jingles): gökten zembille inmiş coffey'ye oranla nispeten(!) küçük dostumuz... gelişiyle beraber devreye giren tatlı müzikle yüzleri gülümsetiyor.. güzellikleri simgeliyor.. yoktan var edilebilecek olan...
    fareli köy cennetin küçük bir simgesi olarak geçiyor filmde... şeytan( billy) cennetin olmadığıyla bizleri kandırmaya çalışsa da..

    percy: kötülüğün adolescence'ı (bkz: buluğ cağı) .. uslu durmasını bilmeyen şımarık bir velet.. briar ridgehastanesindeki görevinde rahat bir hayat onu bekliyordu; ama neden olduğu acılar cezasız kalmadı.. aptal çocuk aklını yitirdi...

    yeşil yolda 'hayıflanma' fayda etmiyor, hayatlarının sonu olacak o yolda... mahkum-gardiyan ilişkisi son derece iyi aslında.. mahkumlar gardiyanları aslında düşman olarak görmezler... bu anlatılıyor aslında biraz da...

    kötülük cezasız kalmıyor klasik bir şekilde iyilik kazanıyor; ama en belirgin şey bir meleğin daha yeryüzünü terk edişi, insanların kirli yüzleriyle baş etmekten bıkan...

    --- spoiler ---
    iç ses paul: herkes zamanı gelince kendi yeşil yolunda yürüyecek, bunun başka yolu yok ; ama bazen yeşil yol çok uzun gelebiliyor...
    --- spoiler ---

    gözyaşlarınızı tutmayın, tıpkı hisleriniz gibi salın gün yüzüne... belki bazınızın yeşil yolu çok kısa olacak kim bilir?..
  • george stinney jr., abd'de 20. yüzyılda ölüme mahkum edilen en genç insandı.

    elektrikli sandalye tarafından idam edildiğinde sadece 14 yaşındaydı.

    duruşması sırasında, infaz gününe kadar, masum olduğunu iddia ederek her zaman elinde bir incil taşıdı.

    11 yaşındaki betty ve 7 yaşındaki mary olmak üzere iki beyaz kızı öldürmekle suçlandı, gencin ailesiyle birlikte ikamet ettiği evin yakınında bulundu.

    o sırada tüm jüri üyeleri beyazdı. duruşma sadece 2 saat sürdü ve ceza 10 dakika sonra verildi.

    çocuğun ailesi, mahkemeye hediyeler vermesi ve ardından onları o şehirden kovması nedeniyle tehdit edildi ve engellendi.

    infazdan önce george, ebeveynlerini görmeden 81 gün geçirdi.

    şehrinden 80 km uzakta, yalnız bir hücreye hapsolmuştu. ebeveynlerinin veya bir avukatın varlığı olmadan yalnızdı.

    kafasında 5,380 volt ile elektrik verildi.

    70 yıl sonra, masumiyetinin nihayet güney carolina'da bir yargıç tarafından kanıtlandı. iki kızın öldürüldüğü alet 19.07 kilogramdan daha ağırdı.

    bu nedenle, stinney'in onu kaldırabilmesi imkansızdı, iki kızı öldürecek kadar sert vurabilecek kadar gücü de yoktu. çocuk masumdu, biri onu sadece siyah olduğu için suçlamak için her şeyi bir araya getirdi.

    stephen king, bu davadan 1996 yılında tur greenmile (yeşil yol) adlı kitabı yazarken bu hikayeden ilham aldı. daha sonra filmi çekilen hikaye tüm dünyada bilinir oldu.
  • aradım lakin bulamadım.

    kitabın, dolayısıyla filmin de, konusu kendisinden yıllar evvel tv'de yayınlanan ve bir spielberg prodüksiyonu olan "amazing stories" serisinin bir bölümüne hayli benzemektedir.

    'life on death row' adlı bu bölümde patrick swayze, iyileştirme gücüne kavuşan bir idam mahkumunu oynar. idam edileceği gece, bir kaç gardiyan ve mahkumu sağlığına kavuşturur. olayı öğrenen müdürün -karısını değil de- kızını iyileştirir. lakin, müdürün valiye her türlü yalvarmasına rağmen idam kararından dönülmez.

    king bu bölümü izlemiş midir, böyle bir hikayeden haberi var mıdır, kendisine uzatılan mikrofonlara bu konuda bir açıklamada bulunmuş mudur bilemiyorum. sırf genel kültür olsun diye yazıyorum, stephen king'e bir yakıştırmada bulunacak halim yok. gecenin bir vakti, televizyonda aniden karşınıza çıkarsa şaşırmayın diye. böyle de bir şey varmış.
  • üç saat süren üç yüz saat sürse de izleyebileceğim film. bu kadar uzun bir filmde insan sıkılmıyor ise bu filmin ne kadar iyi olduğunu gösterir.hem gerçekçi bir film aynı zamanda bilim kurguya da kaçıyor. hele oyunculuklara laf bulunmaz.

    --- spoiler ---

    "yoruldum, patron. yollarda yağmurdaki bir serçe kadar yalnız olmaktan yoruldum. yanımda hiç arkadaş olmamasından bıktım. nereye gideceğimizi, nereden geldiğimizi söyleyecek biri. insanların birbirine kötü davranmasından bıktım. her gün dünyada hissettiğim ve duyduğum acılardan bıktım. çok fazla var, sanki her an için kafama cam parçaları batıyor. anlıyor musun?"
    "karanlıktan korkuyorum patron lütfen ışığı kapatma…"

    --- spoiler ---
  • (bkz: son istek)

    --- spoiler ---

    john coffey
    -köfte güzel olurdu. bir de et soslu patates püresi. bamya. belki bir de eşinin yaptığı o güzel mısır ekmeğinden. zahmet olmazsa.

    paul edgecomb
    -peki... ya bir vaiz? dua ettirecek biri?

    john coffey
    -vaiz istemiyorum. istersen sen dua et.

    paul edgecomb
    -ben mi? sanırım gerekirse ederim. john... sana çok önemli bir şey soracağım.

    john coffey
    -ne söyleyeceğini biliyorum. söylemene gerek yok.

    paul edgecomb
    -hayır, var. söylemeliyim. john... ne yapmamı istediğini söyle. seni buradan çıkarmamı ister misin? kaçmana izin vermemi ister misin? ne kadar kaçabileceksin deneyelim mi?

    john coffey
    -neden böyle aptalca bir şey yapasın?

    paul edgecomb
    -hesap vereceğim gün tanrı’nın huzuruna çıktığımda bana neden gerçek mucizelerinden birini öldürdüğümü sorarsa ona ne cevap vereceğim? bunun işim olduğunu mu? bu benim işim...

    john coffey
    -tanrı babamıza, bana iyilik yaptığını söyle. acı çektiğini ve endişelendiğini biliyorum. bunu hissediyorum. ama artık vazgeçmelisin. artık sona ermesini istiyorum. gerçekten. yoruldum, patron. yağmur altında, yollardaki bir serçe gibi yalnız olmaktan yoruldum. yanımda asla arkadaş olmamasından yoruldum. nereye gideceğimizi, nereden geldiğimizi ya da nedenleri söyleyecek biri. çoğunlukla da insanların birbirine kötü davranmasından bıktım. her gün dünyada hissettiğim ve duyduğum acılardan yoruldum. çok fazla var. sanki kafama sürekli olarak cam parçaları batıyor. anlayabiliyor musun?

    paul edgecomb
    -evet, john. sanırım anlayabiliyorum.

    --- spoiler ---

    işbu entry;
    başyapıt mertebesini başından sonuna hak eden stephen king romanından bir diyalog içerir.
  • --- spoiler ---

    film tam olarak 3 saat sürüyor ve coffey yeteneğini 3 kez kullanıyor. ayrıca 3 kişi idam ediliyor. yani saatte bir defa.

    --- spoiler ---
  • agızda senaryo bakimindan steinbeck'in fareler ve insanlar, cekim bakimindan kizarmis yesil domatesler tadi birakan bir film.
hesabın var mı? giriş yap