• hollywood'un etkisinin neden bu kadar büyük olduğunun yegane göstergesi olan film. sinemanın emekleme döneminde sen kalk öyle sahneler çek ki matrix yanında hava civa kalır. dikkatinizi çekerim o zaman ne bilgisayar var ne özel efekt. o köprünün yıkılma sahnesinde gerçekten yıkılıyor köprü yani çektin çektin çekemedin bi daha köprü inşa etmen lazım. o kadar kovalamaca sahnesi ki arabayla değil trenle yapılıyor.
    yani diyeceğim şu ki amerika başından beri bu sektöre destek veriyor. sebebi tabiki sadece sanata katkı değil. adam 2014 te bile bütün dünyaya özgürlük heykelini satıyor. biz de alıyoruz.
    savaşların artık topla tüfekler yapılmadığının kanıtı, öncüsü film.
    artık para ve düşünceler var savaşmak için.
    ha bazı 8. dünya ülkelerinin elinde hala silah savaşıyorlar o ayrı.
  • filmin militarizme ince ayar döşediği gayet su götürür bir kritiktir.buster keaton'ın canlandırdığı karakterin esas mesleği makinistliktir,kendisi bu meslekle güneye daha faydalı olacağı düşünülerek askere alınmamıştır oysa film ilerledikçe keaton john rambo'ya rahmet okutacak kadar faydalı işler yapar ve teğmen ilan edilir,nihayet asker kaydı yapılacakken kendisine mesleği sorulur,kahramanımız kızı kurtarıp düşmanı helak ederken her nevi inceliğine başvurduğu esas mesleği makinistliği bir kenara atar,mağrur bir pozda cevap verir:"asker!"...bu sahnede yunus bülbül'ün "ben de asker oldum anne" isimli sevimli çalışmasına benzer bir estetik sezdirilmektedir.

    ayrıca kadın ve erkek arasındaki ilişki erkek lehine cinsiyetçidir.döver de sever de yaklaşımının olumlandığına yer yer tanık oluruz.trendeyken buster'ın kadına -şaka yollu veya sinirlenerek,belirsiz- tokat atıp sonra sarılıp öptüğü sahne buna örnek gösterilebilir.

    filmin kuzey güney savaşıyla ilgili tarafsız anlatımı sözkonusudur,lakin militarizm eleştirisi yapmakla uzaktan yakından alakası yoktur.
  • bol bol tren görüntüsü izleyebileceğiniz, kuzey güney savaşında bir makinistin aşkını ve hikayesini anlatan, nostaljik -siyah beyaz, sessiz-, hafif bir film.
    bugün film festivali bağlamında atlas'taki gösterimi, müziklerini orkestra * canlı çaldığından keyif vericiydi. yer yer sıkıcı olmakla beraber siyah beyaz ve sessiz filmler, bu filmlerde abartılı oyunculuğun ve mimiklerin, sürekli müziğin kullanımı bence çok hoş. insanı olduğu zamandan alıp başka bir zamana götürüyor.
    film festivalinin orkestra ile siyah beyaz film gösterimleri bence kaçırılmamalı, gerek geçen sene damgalı kadın, gerekse bu yıl general müziğin canlılığının verdiği ayrı, biraz büyülü ve nostaljik bir ruh hali içerisinde izlendiler ve bence çoğu filmden bu farklılık yüzünden daha güzeldiler.
  • buster keaton'ın bu filminin bir önemi de epic bir film olmasıdır. film gerçek bir olaydan yola çıkmıştır. bu film o zamana kadar yapılmış en nesnel tarih yaklaşımına sahiptir. işin garibi de tabi ki bu yaklaşıma sahip olan filmin aslında komedi, dünyanın en komik filmlerinden biri, olmasıdır.

    tarihi irdeleyen başka bir yönetmen için (bkz: d w griffith) , her ne kadar yanlış olsa bile.
  • buster keaton'ın simetrik filmi. sessiz sinema tarihinin en pahalı sahnesi, bu filmdeki trenin yıkılan köprüyle beraber nehrin dibini boylaması sahnesidir.

    iç savaş sırasında, gözü sevdiği kızdan ve lokomotifinden başka bir şey görmeyen, ipimle kuşağım sikimle taşağım felsefesiyle yaşayan bir makinistin hikayesini anlatır. savaşa, militarizme ince ayar döşer.
  • buster keaton hakkindaki su videoyu izledikten sonra basina oturdugum ve kahkahalara boguldugum saheser.

    oyunculuk tarzi olarak bir baska usta charlie chaplin'le arasinda ciddi fark varmis. (sadece bu filme dayanarak konusuyorum elbette.) chaplin buyuk oynar, jestlerini ve mimiklerini gosterirken keaton daha sade ve dogala yakin bir oyunculuk sergiliyormus. ornegin filmin basinda keaton'un oynadigi johnnie, pesinde iki cocuk oldugu halde sevdigi kizin evine gider. bu arada sevgilisinin yanindan gecer ama fark etmez. (cunku kiz bir kose basindadir, goremez.) kiz da takip eder sevdigi adami. johnnie kizin evine gelir, kapinin onunde ustune basina ceki duzen verir, kapiyi calar ve tam o anda arkasindaki sevgilisini fark eder. tepkisi, boyle bir durumda verilebilecek bir tepkidir, abartisiz. chaplin ayni sahneyi cekse, kizi gordugu anda korkudan yerinden sicrar, yanindaki cocuklardan birinin kucagina ziplar, sonra sicacik gulumsemesiyle zarif bir sekilde yere iner.

    keaton'un ifadesiz surati, ciddi gorunusu de komedi unsurunu korukleyen baska bir etkendir. ornegin keaton'un trenle kendi lokomotifini kovaladigi sahnelerde kuzeyliler arkadaki treni durdurmak icin once vagonlardan birini cozerler. johnnie bir sure onunde vagon oldugu halde gider, sonra bir makas yardimiyla vagonu diger hatta alir. tekrar lokomotife biner, yola cikar fakat vagon ilerdeki makastan tekrar onune gecmistir, fark etmez. tekrar onun baktigindaysa ayni hatta ilerledigi vagonu gorur. buradaki bakis inanilmazdir. ondekiler, bu sefer arkadaki treni yoldan cikarmak icin raylara kutuk atarlar. johnnie kazana odun attigi sirada ondeki vagon bu kutuge carparak devrilir. johnnie tekrar onune baktigindaysa bu kez vagon yoktur. ayni surat ifadesiyle seyirciyi tekrar guldurur.

    sessiz sinemayi seviyorsaniz ve bu filmi izlemediyseniz kacirmamaniz gerekir.
  • 1926 tarihli bu filmin bir diğer özelliği de sinema tarihinin en pahalı sahnelerinden birini içeriyor olmasında. kuzeylilerin güneye ulaşmak için kullanması gereken köprüden buharlı trenle geçtiği sırada köprü çöker ve koca tren nehire düşer. tek seferde ve tek planda çekilen bu sahne toplam 20 saniye kadar sürer ama etkisi halen devam eder. hatta öyle ki trenin enkazı 1940'lara kadar dere yatağında kalır ve turistlerce akın akın ziyaret edilir.

    işte o sahne https://www.youtube.com/watch?v=xlgl8aetnqc
  • keaton'ın güneyli komedisidir.
    doğrusu benim amerikan iç savaşına dair izlediğim, sanırım, ilk komik güneyli filmdir.
    kuzeyli ve komik olanlara, güneyli ve trajik olanlara alışkınım ama doğrusu güneyli ve komik olanını ilk kez izledim.

    keaton'ın filminde griffith in bir ulusun doğuşu filminde olduğu gibi traji komik bir güneylilik ve ırkçılıktan söz etmek mümkün değil elbette fakat filmde hiç siyah yoktur.

    üstelik keaton chaplin gibi savaşla dalga geçmemiş onun bir parçası olmak için çaba sarfetmiş.
    keaton ırkçı mıydı eğer öyleyse yıllar sonra beckett'la nasıl çalıştı? bunlar aklıma gelen ilk sorular.

    amerikan iç savaşı iki sermaye grubu arasında bir savaş olduğuna göre acaba the general olan tren, kapitalizm ve teknolojiyi temsil ederek savaşın arzu nesnesini mi sembolize etmektedir?

    peki ya dreamers'da chaplin ve keaton karşılaştırmasının anlamı nedir?
  • ya kardeşim sen 1926'da bunları nasıl çektin lan!
    dedirten filmdir.
  • buster keaton'un 1927 tarihli meşhur filmi. sessiz sinema için bir doruk noktası imiş. iç savaş'ı güneylilere kazandırmak ve sevdiği kadının aklını almak üzere treni ile yola çıkan bir makinistin hikayesi. bir çok müthiş trenli takip sahneleri mevcut ve bu sahnelerin nasıl çekildiği de bir muamma.

    tüm kalabalık savaş sahneleri, atlar, trenler nasıl ayarlanmışsa artık, kusursuz işliyor. şunu söylemeliyim ki charlie chaplin'in hiç bir filmi bu kadar komik olamaz, çok kurnazca, gelişini tahmin edemediğiniz, slapstick tabir edilen espriler hem de karakterler üzerine yapılan buluşlar acaip.
hesabın var mı? giriş yap