• arka planda top tüfek sesleri yükselirken bir adada varoluş krizine giren entelektüel bir adamla ot gibi yaşayan düz bir adamın dostluğu da bir anda son bulur. bulmakla kalmaz, dostluk bir düşmanlığa hatta savaşa dönüşür. ada sakinlerinin de onayladığı üzere böylesine iki zıt karakterin bu kadar yakın dost olabilmesi zaten en başta tuhaf olandır.

    yine de bu dostluğun nedensizce bitmesi ve akıl almayan zararlara yol açması aslında sadece sesini duyduğumuz iç savaşın bir metaforudur. bir ülkeyi de bir arada tutan bu zıt değerlerin birbirlerine tahammül edebilmeleri, bir arada yaşayabilmeleri değil midir? ortada tahammül kalmayınca ise çatışma kaçınılmaz olur. fakat film, bu çatışmanın da kendilerine verdikleri zararın da ne kadar absürt, gereksiz olduğunu vurgulamaktan geri durmaz. tıpkı bir iç savaşta yok yere insanların ölmesi gibi. tehdit unsuru olarak kullanılan makasın bile esasında iki bıçağın bir araya getirilmesiyle oluşturulan bir alet olduğunu unutmamak gerekir. makasın bir ucu padraic, diğer ucu calm.

    bu gibi çoğu alegorik filmler alt metniyle öne çıkarken yüzeydeki hikayeyi es geçer; sembolik dilin altında ruhsuz, dışa kapalı bir yapıya bürünür. the banshees of inisherin'de durum tam tersi, hem gösterdiği hem de ima ettiği ile aşırı zevk veren, hatta bu konuda el laberinto del fauno'dan bu yana izlediğim en iyi örnek olabilir.

    uzun zamandır parlatılan filmler en iyi ihtimalle "iyi ama nesi bu kadar övülmüş" sorusunu sorduruyordu. nihayet martin mcdonagh sinemadan uzun zamandır alamadığım o keyfi, izlerken böyle kıpır kıpır heyecanlı ve dört köşe olma hissini yaşattı bana. ancak 2022 yılında izleyebildiğim three billboards outside ebbing, missouri de aynı şekilde çölde bir vaha gibi gelmişti. sahi, bu adam niye bu kadar az film yapıyor? neyse, peşinen söylüyorum bu filme oscar vermeyen akademi üyelerinin parmakları kopsun!
  • içimi acıtan film oldu.

    --- spoiler ---

    dikkat ettim, filmde insanların dışında hayvanlar bile yalnız. filmde bir karı koca ya da en azından iki tane inek ya da tavuk bile görmüyorsunuz. her birey yalnız
    --- spoiler ---
  • yorumları çok iyi olan, ama pek beğenmediğim filmdir. öncelikle filmin sonundan bir 30 dakika kırpmışlar gibiydi. hiçbir yere bağlanmadı. kara mizah desen o da yok. karanlık olduğu yerler var ve mizah yaptığı yerler var. ikisini birlikte göremedim. varsa da in bruges seviyesinde bir iş kesinlikle değildi.

    --- spoiler ---
    tartıştığı konu ise hoş. "iyi bir insan olup unutulmak mı, yoksa kaba olup arkanda ölümsüz işler bırakmak mı?"yı dost olan iki arkadaşın irlanda iç savaşı gibi kendi içinde çatışmasına yedirmişler. kesilen parmaklar da idam edilen irlandalıları temsil ediyordu adeta. colm'un kendi parmağını kestikten sonra gelen umursamazlığı, siobhan'la hiçbir şey olmamış gibi konuşması da bir nevi polisin "kimi asarlarlarsa assınlar, bana ne" tavrı gibiydi. elbette eksilen her parmaktan sonra elin bir müzik çıkarması imkansızlaştı. "biz bütünken güçlüyüz" demeye getirmiş.

    biraz da iskoç mitolojisine girmişler. "ölüm perisi" dedikleri banshee'yi temsil eden yaşlı kadın nehrin karşısından "gel gel" yapıyordu mesela. burada siobhan üstüne alınsa da arkasındaki dominic'e yapıyordu hareketi. yaşlı kadının cesedini çekerken kullandığı sopayı "bu ne işe yarıyor" diye gezdiriyordu dominic filmin başında. banshee'nin görevi ölümü haber vermek ve dominic baştan mimlenmişti anlayacağınız.

    bu arada hiçbir yerde görmediğim bir detay var. posta kutusu, filmin başındaki tarla kapısı falan turuncu renkteydi. irlanda'nın bayrağında turuncu renk william of orange'ı destekleyen protestanlar'ı temsil ediyor. unionist gelenek, yani birleşik krallık'a girelimciler bunlar. yeşil ise katolikleri, yani milliyetçi geleneği temsil ediyor. filmin sonunda da posta kutusu yeşile boyanıyor. bağımsız irlanda yani.
    --- spoiler ---
  • martin mcdonagh'dan kötü film çıkması zor. lakin bu film çok dramatik. bazı komik diyaloglar ve durumlar olsa da gerçek bir drama.

    insanın az olduğu küçük yerlerde insan ilişkileri nasıl garipleşir çok iyi anlatmış.

    ayrıca oyuncuların da dozunda performans göstermeleri filmi çok daha iyi bir noktaya götürmüş.

    özellikle türk oyuncuların bu filmi izlemesi gerek. çünkü bizde iyi oyunculuk algısı başka, dramada kendini yerden yere atıp uzun bir tiratla ağlayana, ya da şive yapabilene iyi oyuncu deniyor. iyi oyunculuk böyle bir şey değil, bu filmi izleyin, iyi oyunculuk böyle bir şey.
  • birden fazla alt metin barındıran bir şaheser. fakat kapalı bir pazar günü izlenmemesi tavsiye edilir. karanlığa yakınsanız sizi daha da derine çekiyor.

    --- spoiler ---

    adanın azıcık ilerisinde bir iç savaş varken yaşadıkları adada olmaması filmin en başında garip gelirken, aslında adanın da iç savaşın metaforik bir yansıması olduğunu görünce o gariplik bir mantık düzlemine oturuyor.

    filmdeki ''cadı'' net şekilde ingiltere'yi temsil ediyor. ortalığı karıştıran, kimin ölüp ölmeyeceğine neredeyse karar verebilen ve bundan dolayı da haber de veren bir cadı. hayatlarına mutlu mesut devam ederlerken padraic ve colm anlamsız sebeplerden ayrı düşüyorlar ve birbirlerine düşman oluyorlar. aslında arkadaş, dost olan fakat iç savaştan dolayı birbirlerini öldüren irlanda halkı gibi.

    filmin başlarında elinde ucunda kanca olan bir sopa bulan ve onunla gezen dominic, ki bu sopa için; ''bu sopa ne işe yarıyor acaba? bir sopa uzaklığında bir şeyi tutup çekebilmek için mi kullanılıyor?'' derken, filmin sonunda cesedini cadı bu sopa ile gölden kıyıya çekiyor. dini ibadetlere katılmayan, savaşı saçma bulduğunu ve karşı olduğunu söyleyen dominic, ''fillerin tepiştiği ve çimenlerin (halkın) ezildiği'' bir senaryoda maalesef çimenler oluyor.

    son sahnede deniz kenarında silah ve top seslerinin kesildiğini, belki de savaşın bittiğini söyleyen colm padraic'ten savaşın dursa bile asla bitmeyeceğini duyuyor. padraic colm'un evini yaksa da hala içi soğumamış. halk arasındaki bu çatışma asla son bulmuyor. o sırada onları yukarıdan bir yerlerden, elinde dominic'i çektiği sopayla izleyen kişi ise cadı... bu sahne zaten açık bir şekilde bunun bir iç savaş metaforu olduğunu söylüyordu.

    bu savaş sonunda da colm'un evi yanıyor, padraic en yakın arkadaşını, başka bir arkadaşını, aileden eşeğini ve kız kardeşini kaybediyor. iyi kötü bir düzenleri olan ülke dağılıyor.

    bunların yanında bana şunu da hissettirdi. iki sevgiliyi temsil ediyor padraic ve colm. colm durup dururken (eğer padraic tarafındaysanız size göre durup dururken, aslında öyle değil) padriac'la ilişkisini kesmek (ayrılmak) istiyor. film boyunca padraic ayrılığın bütün aşamalarını tek tek yaşıyor; şok, üzüntü, suçlama, öfke ve kabulleniş. kabulleniş aşamasında bile asla tam olarak kabullenemiyor aslında. son sözleri; ''bazı şeyler geçmek bilmez, bence bu iyi bir şey'' bu sözleri derken ona bakışı bile güzel bir söz söylesin de barışalım bakışı. eskiye bir özlem. fakat aynı bakışları colm'da göremiyoruz. terk edilen taraf padraic ise bütün benliğiyle hissettiriyor bize bunu.

    bir de güneş doğarken ve batarken çok fazla sahne vardı. bunlardan birinde, filmin başlarında iki kuş, biri diğerine yanaşmaya çalışıyor, diğeri ondan kaçıyordu. filmin sonlarında aynı karede bu sefer bir tane kuş vardı ve yere konmuyordu. hoş bir sahneydi. *

    --- spoiler ---

    muazzam oyunculukları olan bir filmdi. bu insanlar oyuncuysa diğerleri ne? diye soruyorsunuz ister istemez. bir tane sırıtan oyunculuk yok. padraic, colm, dominic oyunculukları arşa çıkarmış zaten. çekimler, mekan, renk paleti her şeyiyle dört dörtlük bir filmdi. şiddetle tavsiye edilir.

    debe editi: bir kutu evren şöyle bir instagram sayfam var. 1 yılı aşkın süredir astronomi-bilim alanında editler yapıp, kendim içerik üretiyorum. takip edenler olursa çok sevinirim. teşekkürler.

    ayrıca; #150509566 depremden etkilenen öğrenciler için. 1 eğitmen 1 öğrenci
  • --- spoiler ---

    cahil ile sohbeti kesmeye çalışırken,
    parmağı kesmek.

    --- spoiler ---
  • ekşişeyler’e düşen ‘’filmin neleri irdelediğine dair’’ şeyleri anlatan ilgili entry’i okudum da yani evet spoiler içeren kısımda yazar arkadaşımız özgün düşüncesini gayet güzel ifade etmiş, filmin düşündürdüklerini izah ederek harikulade bir anlatımı olmuş kendisini takdir ettim. ama giriş kısmında yazılanlara pek anlam veremedim. metaforik bir anlatıyı çözümlemenin çok bilmişlikle, kibirle, haybeden atıp tutmakla ne alakası var anlayamadım. günümüz ingiliz sinemasının, kuzey avrupa sinemasının veya nordik sinemanın hammaddesi metaforlardır yahu. anlatıda kullanmak istedikleri metaforları filmin bütününe yayarlar bu kardeşlerimiz, filmlerini kıymetli ve üzerine çokça düşünülen sanat eserleri yapan da bu metaforik anlatıdır.

    böylesi enfes bir sanat eserinde metafor aramak veya ‘’metafor dedektifliği’’ yapmak ne çok bilmişliktir, ne kibirdir, ne de bir kalıba sokmaktır. yahu dünyanın en iyi tiyatro oyunu yazarlardan biri olan ve oyunlarına çok prestijli ödüller verilen martin mcdonagh filmin yazarı ve yönetmeni daha ne olsun! çektiği bu film de aran adaları üçlemesinin son halkası. diğer ikisi ise the cripple of inishmaan (inishmaan'ın sakatı) ve the lieutenant of inishmore (inishmorelu yüzbaşı ) adlı tiyatro oyunlarıdır. bu iki tiyatro oyunu da türkiye’de oynanmıştır ve ikisi de metaforlarla dolu olan kara-komedi oyunlarıdır. istanbul’da yaşadığım dönemde iki tiyatro eserini de izleme şansım oldu, uzun zamandır da herhangi bir tiyatro sahnesinde sergilendiklerini duymadım. en azından dört yıldır yaşadığım yer olan antalya’da sergilenmediğini biliyorum. oyunlar olur da burada takvime girerse ikisini de gider büyük bir keyifle izlerim.

    peki şimdi sizce tiyatro sanatıyla yoğrulmuş bu nadide abimiz mcdonagh üçlemeyi tamamlayacağı filmde metaforik bir anlatı kullanmadan durabilir mi hiç!? duramaz efendim, taş gibi, kaya gibi, fişşşek gibi metaforlar kullanmıştır. insanın bağ kurma ihtiyacına dürtüsel ve duygusal açıdan bakan, insana derinden dokunan ham bir metaforik anlatımın kralıdır bu film. o güzelim ada da kocaman bir tiyatro sahnesidir.

    filmi izleyip alt metnini anlamak veya açıklamak için de öyle ‘’30 senelik film eleştirmeni’’ olmaya da gerek yok ayrıca. azıcık felsefeye, sosyolojiye, psikanalize ilgi duymak ve kendinizle baş başa kalıp film üzerine düşünmek yeterli.

    filmde karakterler üzerinden anlatılan metaforik hikayeden temel çıkarımlar bana göre şunlardır: kişisel parçalanma, varoluşsal kriz, bireyin topluma yabancılaşması sonrası yalnızlığı ve ahlaki yıkım.

    bir ‘’metafor dedektifi’’ olarak kanıtların peşine düşerken rastladığım ilk metafor, padraic’in en iyi arkadaşı olan colm’un birdenbire ve anlaşılmayan bir şekilde kendisiyle olan arkadaşlık bağını koparması mevzusudur. bu durum bireyin kişisel parçalanmasına yapılan imgesel bir yaklaşımdır. bu yaklaşım yazarın, bireylerin yani bizim harap olmuş sosyal ilişkilerimizi mitleştirme yöntemidir.

    bir diğer metaforik kanıta geçelim. bakınız hayatın anlamı üzerine okuduğunuz kitaplarda, dostlarınızla yapmış olduğunuz entelektüel düzeyi yüksek sohbetlerde, uzmanlar ve düşünürler tarafından çokça kullanılan "varoluşsal kriz" tanımlaması bazen mânâ düzeyinde çok muğlak kalır, ama mcdonagh abimiz padraic üzerinden öyle bir anlatım yapıyor ki o muğlaklık belirginleşerek ete kemiğe bürünüyor. padraic gerçek anlamda bir varoluşsal kriz içerisinde yer alan bir kişiyi temsil ediyor, çünkü kendini colm olmadan kimsesiz kalacağını düşündüğü bağımlı bir ilişki üzerinden tanımlıyor. bağımlı kişilikler, reddedilmenin verdiği şaşkınlıkla, ilişkinin kopuşu sonrası müthiş bir öfke ve şuursuzlukla harmanlanmış intikamcı bir kişiliğe bürünürler. karşıdakinin de aynı acıyı, aynı zararı, aynı çöküşü yaşamasını isterler.

    bu ‘’metafor dedektifi’’ rahat durmuyor ve yeni bir metafor kanıtına daha ulaşıyor. filmin sonlarına doğru padraic’e kız kardeşinin yazdığı bir mektup var o mektupta kısaca kız kardeş padraic’in tasını tarağını toplayıp yanına gelmesini istiyor ve mektupta kız kardeş entelektüel birikimini hissettiren şu cümleleri yazıyor: ‘’…seni inisherin’de tutan bir şey yok. umutsuzluk ve garezden, yalnızlıktan ve kinden, ölene dek geçecek zamandan başka bir şey yok. ölümü her yerde bekleyebilirsin’’. şu tespitin şahaneliğine bakar mısınız… bu tespiti ancak hayat üzerine sorgulamalar yapan, entelektüel bilgi ve birikimi olan kişiler yapar. tabi padraic’in kız kardeşi ilk başta da yalnız, vakur, padraic ile colm’un arasını düzeltmeye çalışan aklı başında bir karakter izlenimi veriyordu, ama bir süre sonra artık yaşadıkları öyle bir seviyeye geliyor ki kız kardeş içinde bulunduğu topluma yabancılaşıp daha da yalnızlaşıyor. işte bu da günümüz aydınının ve entelektüel insanının içinde yaşadığı topluma yabancılaşmasını ve yalnızlığını anlatan şahane bir metafordur.

    son olarak en acı ve beni derinden etkileyen dominic üzerinden anlatılan bir metaforu dile getireyim… padraic’in mendebur teyzeye dominic’in polis babası (polis olduğunu özellikle vurgulayarak) tarafından fiziksel istismara uğradığını söylemesi ve mendebur teyzenin de yarım akıllı olarak gördüğü dominic’in yaşadıklarına kayıtsız kalması. burada mendebur teyze ada sakinlerini ve onların yobaz düşüncelerini, dominic’in polis babası da güce sahip olan iktidarın istediği gibi at koşturabileceğini ve elinde sahip olduğu güç ile her türlü ahlaksızlığı yapabileceğini temsil eder. bu da günümüz toplumundaki yozlaşmanın ve ahlaki yıkımın metaforudur... yani mcdonagh oluşturduğu mikro kozmosunda kültürel bir çöküş trajedisini anlatıyor.

    son olarak şunu da ekleyeyim haddim olmayarak, sonuçta ‘’30 yıllık bir film eleştirmeni’’ değiliz efenim, filmin yazar ve yönetmeni martin mcdonagh'ın bu anlatısı cehalet içinde, yozlaşmış, yobaz, art niyetli ve alaycı davranışlarla hayatlarına devam eden utanç dolu bir toplum anlayışını alt metin olarak izleyiciye sunuyor.

    tabii üzerinde durulacak daha çoook metaforik anlatım var ama onları da diğer ‘’metafor dedektifi’’ meslektaşlarıma bırakayım, benim mesai uzun sürdü. ne diyordu filmde padraic, ‘’insan bazı şeyleri ardında bırakamıyor ve bence bu iyi bir şey…’’ `:;)`
  • temelinde köylü inadı ve siniri içeren film.
    o kadar güzel müzik ve manzara var ki dünyanın en kısa filmi gibi geliyor.

    bu arada colin farrell'ın ağlak suratına hiç bir rol bu kadar gitmemişti.
  • the banshees of inisherin, bence 2020'li yillarin en iyi filmlerinden biri. oncelikle bir donem filminden ziyade bir "kesit" filmi. tipki yonetmen martin mcdonagh'in bir onceki filmi "three billboards outside ebbing, missouri" gibi bu filmin de en buyuk ozelliklerinden biri; bir grup siradan insanin basit hayatini olaganustu sekilde aktarmasi.

    --- spoiler ---

    filmin bundan yuzyil once, irlanda ic savasi sirasinda gecmesi bence tesaduf degil, zira filmde de padriac, kendisini, en yakin arkadasinin kendisiyle bir daha konusmak istemedigini soyledikten sonra, bir nevi bir ic savasin icinde bulur. inisherin isimli kucuk ve hayali bir adada, varolussal bir krizin icindeki colm ile onun en yakin arkadasi padriac ve ada sakinleri arasinda gecen bu filmde, iki yakin arkadasin tum adanin -bir sekilde- taraf olacagi karanlik yolculugunu izleriz.

    her sey colm'un, padriac ile arkadasligini sonlandirmasiyla baslasa da, film sadece arkadaslik ve arkadasligin hangi cikarlara hizmet ettigi veya etmedigi ile ilgili degil, ayni zamanda padriac ile birlikte (ada halki tarafindan -evde kaldigi icin tuhaf gozle bakilan) kizkardesi siobhan ve babasinin cinsel tacizine ugrayan ve kimse tarafindan sevilmeyen (hatta siobhan'in deyimiyle ada'nin en aptali) dominic ile de ilgili.

    ada halki, her pazar hic sektirmeden kilise'ye gitmelerine karsi, dedikodu'yu bir nevi para birimi gibi kullanir. ada halki, aslinda hic kimseye zarari olmayan bu uclu de kendi ic dunyalarinda karmasa yasiyorlar, padriac, colm'un aldigi karara (tipki kubler-ross modelinde anlatilan "yasin evreleri"ndeki gibi) inkarla yaklasirken, siobhan ada halkini ve bardakileri karsisina alarak "kardesler arasindaki dayanisma" dan bir kesit sunuyor.

    padriac ve colm'un birbirini yipratma savasi, karsilikli atismalarla devam ederken, padriac onu geri kazanmak icin herseyi yapmaya calisir. siobhan'in ve arkadaslarinin "onu rahat birak" tavsiyelerini gormezden gelir ve colm'un sinirlarini iyice zorlar. colm'un parmagini kesme tehdidini ciddiye almaz. cunku onun bir muzisyen oldugunun farkindadir ve muzigine devam etmek icin parmaklarina ihtiyac duydugunu bilir. ancak keman icin dort parmak da yeterlidir. burada padriac'in en yakin arkadasinin en buyuk tutkusuna ne kadar ilgisiz oldugunu goruruz (beethoven'i da telaffuz edemez). aslinda bir benzeri de colm'da mevcuttur. kendisi mozart gibi yillarca kalacak bir eser birakmak ister ve mozart'tan 17.yuzyil bestecisi olarak bahseder, aslinda mozart'in tum hayati (siobhan'in da belirttigi gibi) 18.yuzyil icinde gecmistir. siobhan, adadan ayrilip kitaplarla ilgili bir is'te calismak ister ancak en yakini padriac da onun bu tutkusuna ilgisizdir.

    padriac'in colm'u geri kazanma sureci acili olur, colm soz verdigi gibi bir parmagini keser. burada irlanda erkeginin gurur ve akil sagligi hakkinda da bir ozelestiri gormek mumkun (tipki "in bruges"de harry'nin, cuce'yi yanlislikla vurup intihar etmesi gibi). colm'un kendisini cezalandirmasindan (daha dogrusu verdigi sozu tutmasindan) sonra ada halki iyice padriac'a dusman olur (bunun da bir ornegini yine yonetmenin bir onceki filmi olan three bilboards outside ebbing, missouri'de gormustuk).

    colm eski arkadasini hayatindan uzak tutmak ve dunyaya kalici eserler birakmak konusunda daha da sert adimlar atar, bu adimlar onun parmaklarina ve daha da sonra padriac'in (ozellikle adadaki tek akli basinda kisi olan kardesinin gidisinden sonra) kalan tek "arkadasi" olan esek'in hayatina mal olacaktir.

    film'in irlanda ic savasi ile birlikte ileriyor, anakaradan duyulan top atislari iki eski arkadas arasindaki "diyalogsuzluga" bir vurgu iken, dunya goruslerde de sembolik bir savas devam ediyor, colm'un farkindaligindan tezahur eden bilinc korkusu, yaratilisin erdemi ve dunyaya iz birakma istemine karsin karsin, padriac'in mutlu kayitsizligi, nezaketin onemi ve anin tadini cikarmasi.

    tabi ki farklar bununla sinirli degil, colm'un kulubesinin kapisi kirmizi iken, padriac'in kapisi yesile boyali, bu aslinda 60'larin sonunda iyice ayyuka cikacak olan, ayriligin da habercisi. zira, yesil renk (irlanda bayraginda da) katolikleri sembolize ederken, kirmizi nispeten karsit gorusu temsil eder . zaten colm'un kilisedeki tavirlarindan kapisinin yesil olmayacagini da anlayabiliriz.

    film, padriac'in kubler-ross'un tanimladigi, yasın beş evresini tamamlasiyla (inkar-ofke-pismanlik-depresyon ve kabullenme) sona erer. ve o kabullenmeyle ozgurlesmis olur, tipki spinoza'nin "aci duygusu, buna iliskin net ve kesin bir tablo olusturdugumuz an aci olmaktan cikar" demesi gibi.

    peki colm ile padriac?

    belki de sonda padriac'in dedigi gibi; "bazi seyler hic degismez ve bu bence iyi bir sey"

    --- spoiler ---

    banshees of inisherin, ne in bruges'deki keskin zekaya ne de three billboards outside ebbing, missouri'deki ahlaki catismalara sahip, ancak, tatminsizlige ve hayatin boslugunu fark etme , daha dogrusu bu farkindaligin neden oldugu huzursuzlugu giderme uzerine melankolik bir film. trajikomik kelimesi tam da bu tarz filmler icin var.
  • oscar benim icin hic bi zaman kriter olmadi, film izlemekten (ama hakiki film izlemekten) cok hoslanan bi insanim, marvellerin, ucan kacan yaratiklarin, netflix icin yazilmis cekilmis filmlerin darmaduman ettigi bi piyasada ilac gibi gelmisti bana banshees. iki defa izledim sirf konuyu birakip atmosfere ve cekimlere odaklanayim diye.
    simdi oscar’cilar o heykelcigi ne yaparlarsa yapsinlar, banshees benden oyunculuk, goruntu yonetmeni, senaryo, her bir oscar’i aldi. evet esek ve kopek de dahil.
hesabın var mı? giriş yap