• teyzem, dönemi ve insan manzaralarını anlatımındaki gücü kadar barındırdığı mizahi unsurlarla da dikkat çeken bir film.

    --- spoiler ---
    filmin sonunda üftade, iyice kafayı kırdığı bir dönemde yıllar önce aşık olduğu erhan'ın hayalini görür. başında kavuk, üzerinde kaftan ve elinde elektrogitar olan erhan ona şöyle der "ışıklar içinde gelip seni alacağım"
    üftade ise "ben çok sıkıldım bu evden şimdi niye gelip almıyorsun beni?" diye sorar. erhan'ın yaran cevabı:"konserlerim var"
    --- spoiler ---
  • 1986 yapımı, şizofreni hastalığını ve nedenlerini, bunu yaratan toplumsal sorunları çok iyi yansıtan, ilk olarak yeni çıktığı yıllarda televizyonda yayınlandığında izlediğim, sonra birkaç kez daha izleyip, görünce vcd'sini de aldığım oldukça başarılı psikolojik film.

    ---spoiler---

    filmde müjde ar, çocukluğunda babasını kaybedip annesinin çaresizlikten ev sahipleri olan subayla evlenmesi ve bu üvey babanın ilk günlerden itibaren evde sert ve baskıcı bir tutum izleyip küçük bir kız olan kendisine tacizlerde bulunması, annesine karşı takındığı acımasız tutum, ablasının bu ortama dayanamayıp yatılı eğitim bahanesi ile evden uzaklaşıp hayatındaki önemli gelişmeleri ancak kart atarak bildirmesi, sonuçta genel olarak evdeki huzursuz ortam ve üvey babanın çocuk yaşta kendisine tacizleri sonucunda başlayan, hoşlandığı kişi ile evlenme hayalleri de suya düşüp sonra denize düşenin yılana sarılması gibi hayal kırıklığı bir evliliğin olumsuz sonuçları, doğan çocukla beraber artan sorumluluklarle ilerleyen, baskı ve sonunda sevdiği evlerinin yıkılıp apartmana dönüşmesi ve dönüştüren müteahhidin de kendisine tacizi ile iyice artan şizofreni hastalığının kurbanı olan üftade karakterini gerçekten çok iyi canlandırıyor.
    daha çok bizimkiler'de sabri bey rolü ile bildiğimiz mehmet akan da daha sonra bakkal olan emekli subay üvey babanın karakterini çok iyi yansıtmış. tomris oğuzalp'in oynadığı anne rolü de müthiş. hele felç geçirdikten sonra konuşamasa da şahit olduğu olaylarda ve konuşmalarda verdiği çaresiz ve sessiz tepkiler, yüz ifadeleri çok gerçekçi.
    nejat bilgiç'in canlandırdığı erkek kardeş niyazi karakteri de çok başarılı. filmin konusunun geçtiği yıllar olan 1970'lerin başları ve 1970'lerin sonlarındaki siyasi karışıklıkları ve sorunları zaten azade'nin eşinin durumundan da gözlemliyoruz ama niyazi karakterinin yaşadığı değişimler de bu dönemlerin özelliğini iyi yansıtıyor. önce müzikle uğraşan ve umutları-hayalleri olan bir gençken ve almanya'da huzursuz ev ortamından da uzaklaşarak hayallerini gerçekleştirebileceğini düşünürken oraya gittiğinde yanıldığını anlayan, hayal kırıklığına uğrayan be bunun sonucunda umutları kırılarak boyun eğen, dine yakınlaşan, kendisini de etkileyecek durumlarda alınacak önemli kararlarda "babam daha iyi bilir" diyerek hiç mücadele etme ihtiyacı duymayan, hatta ruhunu kaybeden bir karaktere dönüşüyor. ama sonra yine hayata tutunmayı başarıyor niyazi. niyazinin almanya macerasında almanyada o zamanlardan gelişmeye başlayan sosyolojik duruma da iyi vurgu yapılmış.
    azade karakteri gerçekten özgür bir karakter. eşi ondan daha sakin duruyor.
    onların oğlu umur ise, teyzesi öldüğünde 13'lü yaşlarda olsa da ve onu sadece 6 ve 13 yaşlarında birkaç aylığına görüp, toplasa belki 1 sene bile vakit geçirmemiş olsa da üftade'yi gerçekten anlamaya çalışan ve bunu başaran, üftade ile en iyi iletişimi kuran kişi. öyle ki teyzesinin bazı halüsinasyonlarını kendisi de görebiliyordu sanırım, veya neyi görmüş, neden korkmuş olduğunu anlıyabiliyordu. öyle ki bu filmde ben dahil birçok kişinin hafızasında direk yer eden, film akla geldiğinde hemen akla gelen, teyzesinin kendisini "umuuuur, umuuur, umuuur" şeklinde yankılanan çağırışı da direk umur'un gördüğü, teyzesinin yaşadığı karmaşık ruh durumu ile ilgili bir rüyadır. teyzesinin dramı çocuğun rüyalarında da yer etmiştir. ona en kızdığı zamanda bile teyzesinden vazgeçmemiştir umur. öldüğünde bütün ev halkı rahatlamışken kendisi lokma tatlısını diğerleri kadar rahat götürememiştir ağzına.
    yaşar alptekin'in canlandırdığı erhan karakteri filmde cidden var olan bir kararkterdir. niyazi'nin grup arkadaşıdır, gitaristtir cidden. üftade'nin umur ile gezilerindeki arada ortaya çıkma durumları gerçekten hayal ürünü olabilir, ama şarköy'de üftade'nin gördüğü gitarist o değildir. o karakterin adı orhan'dır zaten. gerçek erhan muhtemelen hamam sahnesinde geçen, kuveyt'e gitmiş kişi olabilir.
    uğur yücel'in oynadığı, üftade'nin arkadaşının ağabeyi olan ve erhan ile istedikleri olmayınca kendine eş seçtiği basri, aslında üftade'nin hastalığında kilit bir karakterdir. çünkü üftade onunla evlenmeye karar verdiğinde artık erhan'ı unutmaya çalışacağını yazmıştır ve basri'ye gerçekten bir şans vermiştir. ama hayal kırıklığına uğramıştır. basri anne kuzusu, silik bir karakter olsa da aklı çalışıyordur, daha düğün günü kendisinin seçilse de aslında sevilmediği, başkasının gölgesinde kaldığı gerçeğini idrak etmiş, üftade kendisinin elini tuttuğunda bunu idrak ettiğinden çekmiş ve içten içe hep bir nefret duymuştur üftade'ye. korkak bir kişilik olup ondan çekinse de, beğenmediğini söylediği yemek olayında olduğu gibi kısa süreli tepki gösterme girişimlerinde de bulunmuştur. bu kararkter aseksüel mi, eşcinsel mi emin değilim, ama her neyse, normal bile olsa sürekli evde oturmaktan ve annenin boyunduruğu altında olmaya alışmaktan dolayı kişiliği gelişmemiş, hep çocuk gibi anneden koruyuculuk bekleyen oldukça korkak ve kişiliksiz bir karakterdir. sonuçta üftade'ye ilaç olamamış, gerçekten kişilikli biri olsa üftade'ye iyi gelebilecekken kendisi, annesi ve kardeşinin anlayışsız, olumsuz tutumları ile üftade yeniden erhan aşkına saplanmış ve rahatsızlığı ilerlemiştir.
    filmde düşündüren yönlerin dışında arada komik gelen bir unsur da süleyman yeni evde üftade'yi sıkıştırırken niyazi'nin getirdiği ezan okuyan saatin devreye girerek ezan okunmaya başlaması ve süleyman'ın elinin ayağının dolaşmasıdır. ezan okunurken bu tür işleri sürdürmemek iyi güzel ama seni istemeyen birini zorla sıkıştırmak ve zor duruma düşürdüğü yetmiyormuş gibi bir de iftira atmak günah değil mi peki? film bu genel soruna da güzel değinmiş.

    mekan olarak genelde beylerbeyi'nde çekilmiş film. eski evin ve bakkalın olduğu sokak, eski çınar sokak. evin iç kısmı olarak selamiali'de bulunan ve 1980'lerdeki birçok filmde kullanılmış olan bahçeli ahşap köşkün içi kullanılmış, o köşkün dışı da üftade'nin kısa bir süre gelin gittiği ev olarak gösterilmiş filmde. gerçek hayatta beylerbeyi eski çınar sokak'taki tarhi bina apartmana dönüşmemiştir. yine yıkılmış ama dış cephesi aslına uygun olarak, beyaz renkte yeniden yapılmıştır. çift kanatlı demir kapısı hiç değişmemiş olabilir. sadece alt köşesinde bakkal yok. iç kısmı nasıldır bilmiyorum ama. filmde ayrıca eski şirket-i hayriye döneminden kaldığını düşündüğüm ufak bacalı vapurlar da dikkat çeker. en yeni vapur, bugünün eskilerinden şehit temel şimşir vapurudur. filmin son sahnesinde de vaniköy ve kandilli sahil şeridindeki yalılar görünür birsüre.

    ---spoiler---

    sonuç olarak gerçekten konusunu çok iyi yansıtmış, defalarca izlenebilecek ama çok etkilediği için bence yakın zamanlarda üst üste fazla izlenmemesi gereken oldukça başarılı bir film.
  • başrolunde mujde arin oynadigi, accaip bir $ekilde urpertici, basbayagi sinir bozucu, ozellikle mujde ar in dellendigi bolumlerde, babasinin yataginin altindan ciktigi sahnelerin ruyalarima girip de kabus oldugu, yıllar sonra tekrardan izledigimde o babanin bizimkiler adli dizideki sabri bey olduğunu gorup minik capta bi $ok ya$atmi$, ulen hic de korkunc diilmi$ megersem, bo$una tırsmi$im yıllar yıli diye dü$ünmeme sebebiyet vermi$ filmdir.
  • müjde ar'ın sesiyle
    "..... umuuuuuuur...... umuuuuuuuuuuuuur........ "
    şeklinde yankılanan repliği ruhumun derinliklerine kazınmış türk filmi.
  • üftade'nin hikayesi aslında -özellikle de o dönemler düşünülürse- büyük bir ortak çoğunluğun hayatıydı. ondan önceki neslin kadınları içinde, maalesef, geçerliydi.

    --- spoiler ---
    üftade, babasını bir kaç yaşında iken kaybetmiş, kendisi için önemli olan bir figür' ün eksikliğini en baştan yaşamaya başlamıştır. ardından, bu boşluğunu doldurması olası olan ablasının kaçışı, abisinin başka alemlerde oluşu, üvey babanın gelişi ve tacizi (ve belki daha ötesi), bunun karşısında suskun kalan anne, ilgisizlik, dışlanma, bir birey olarak kendini var edememe ve neticesinde kendine özel bir iç dünya yaratma, buraya kaşış.

    üftade, hayatı boyunca yaşadığı çoğu zorluktada hep yalnız. sevgiye olan açlığında, onu doyuracak kimsesi yok, sevgi dolu bir aile ve ev arayışı beyhude, onun yerine kendi iç dünyasının reel hayattaki yansıması olan gizli odası, kapalı olduğu kafesten onu kurtaracak bir prens 'i arayışı, hepsinin neticesinde yine kendi iç dünyasına kapanışı.
    sonrasında ise iç dünya'nın dış yaşantıya taşması : olmayan bir sevgili ile buluşmalar, hayat boyu olmayan birini beklemek, kurtuluş için, evin ötesini de görmek, yaşamak için.
    hayat katlanamayacak kadar ağırlaştığında, en büyük kaçışını yapması..

    arada, araya giren, baştan yanlış bir evlilik; eşcinsel bir koca, bir çocuk. abla ile ikinci kez kopuş. prens 'i beklerken kötü vezir'in kendine talip olması..
    --- spoiler ---

    büyük ölçüde, roman polanski 'nin repulsion adlı şaheserini andıran teyzem, türk sinema tarihinde özel bir yere sahip bir film. senaryosuyla, ekibiyle, oyunculuk gücü ve hatta her duyulduğunda insanı kara bulutlara boğan tema müziği ile.

    kim bilir, belki ilerde benzerlerini de görürüz?*
  • bana öyle geliyor ki bu film her şeyden önce bir kadın filmidir. esas olan, alıcıları her daim açık olan bir varlığın (kadın) dış dünya tarafından ömrü boyunca onarılamayacak derecede kırılmasıdır. bu incinme ve kırılmanın son bulması gibi bir ihtimal yoktur, ta ki kadın alıcılarını kapatıp, dış dünyaya sırtını dönüp, ona verilen doğurganlığıyla kendi içinde yeni bir dünya yaratana kadar. bu da öyle zor bir şeydir ki... kadın bu kadar duyarsız ve dünyanın tek sahibiymişcesine –erkeğin çoğu zaman yaptığı gibi- davranmaz, davranamaz.

    herkes masal aleminde yaşamayı çocukluğundan çıktığında bırakır. üftade bu alem sayesinde yaşama katlanan biri ve hayalleri son bulduğunda yaşamı da baltanacak, biliyoruz. bu yüzden de umur'la bir başkasının kuramayacağı kadar özel bir bağ kurabiliyor. şefkat ve sınırsız güvenle başka hangi yaştaki bir erkeğe güvenebilir ki üftade? aah aah, böyle içli içli ağlatıyor yarabbim.
  • sadece sıradışı finaliyle bile birçok şeyi anlatmış türk filmi,

    --- spoiler ---

    üftade: ee umur söyle bakalim, senin de bir sevdigin var mi?
    umur: yok
    üftade: hadi hadii yaşın daha küçük ama bir sevdigin vardir mutlaka.
    umur: yok dedim ya
    üftade: bana bak bu hayat asksiz çekilmez, anlat bana sevdigin güzel mi?
    umur: hem de çok güzel
    üftade : yaa, peki kimmis bu güzel? ...himm
    umur: teyzem
    (üftade gülmeye baslar ve umur teyzesine sarilir, kamera vapurdan yalilara döner)

    --- spoiler ---
  • bir yavaş yavaş delirdim kimse fark etmedi filmi.
    yesilcam sinemasinin en kaliteli eserlerinden biri.
  • türk sinemasının çarpıcı örneklerinden biri.
    filmde ki bütün karakterler ne eksik ne fazla hepsi tam olması gerektiği gibi. özellikle müjde ar'ın hakkını vermek lazım

    üftade kelime anlamı olarak zavallı, aşık anlamına gelirken, azade özgür serbest anlamına gelmektedir.
    nitekim filmde de büyük abla azade okumak bahanesi ile evden kaçıp giderken üftade kendi hayal dünyasında bir aşık yaratıp hep bir şeyleri beklemiştir.
    o dönem bu filmi izledikten sonra etkilenmeyen kimseyi tanımıyorum.
  • bir dönem çocuklarının ortak tadlarından biri..tıpkı ah belinda, anayurt oteli, gizli yüz,ıssızlığın ortasında,gençler dizisi,varsayalım ismail,pop saati, clementin, uçankaz,işitme engelliler için haber bülteni,hikmet şimşekle pazar konserleri gibi...
hesabın var mı? giriş yap