• düşünmek manasına gelen bu kelam, eski dilde, yani osmanlıca denen arapça - farsça - türkçe karışımı lisanda kullanılırdı.
    tekfur ile karıştırmayınız, o derebeyi cinsinden, küfr kökünden gelmekte olan bir kelime..

    arada bir hece oyunu yapıp tefekkürü tekeffür olarak yazarım. böylece teşekkür edilip düşünülecek bir hadiseye, ben kalayı basarım.
  • zahir dekorundan, batın kulisine geçmeye teşebbüstür. gözün gördüğü şeyler belki yeterlidir gündelik hayatta. ama içinde bir yerde bir eksiklik hisseder insan. elini uzatır perdeye. şöyle bir aralar usulca.

    bir aynaya bakmak gibidir. ama bu seferki bakış dikkatli bakmanın da fevkindedir. akıl kalpten yardım ister, kalbin himmeti ile baktığı şeyi sanki ilk defa görüyormuşçasına inceler. bir müddet sabredince farkeder ki, tanıyorum dediği şeyi tanımamaktadır. hiç "o"nun yerine koymamıştır kendini. hep kendi gözleriyle bakmıştır mevcudatın ayan yüzüne. bir iz görür, düşünedururken. hayrete düşer, takibe başlar. şaşkınlığı kendisine de yönelir, gözünün önünde duranı bunca zaman görememenin tuhaflığını anlar.

    hayal'in kanatlarına tutunmuştur şimdi. idrak eder ki, hayalin yönü yoktur. zaman ve mekan denkleminin denizci düğümü ile bedenine bağladığı ve "sebep-sonuç zinciri"ne mıhladığı aklı çeker alır, varlık aleminden. tıpkı binbir gece masallarındaki aynalı dolabı açıp içine giren çocuğun, dolabın arkasına açılan bir kapı görmesi ve büyülü bir aleme yol alması gibi.

    bir zerreyi düşünür. yokluk ile varlık arasında asılı kalan, bölünmeye kalkışılsa "iki yokluk" haline gelebilecek gibi duran küçük'lerin dünyasına nüfuz eder. öyle küçük ki, küçüklük sıfatını sığdırmak mümkün değil kendisine.. hayali sığar ama o ufak zerrenin içine.

    mikroyu bırakır, makroyu tahayyül eder. neresidir şu zerreler kümesinin sonu. hudutlarının sınırında gezinir ve sınır ihlali de yapar arada bir. kuşatır çepeçevre. hayali tüm mevcudatı sarabilmektedir.

    duyguları anlamaya çalışır. kaynakları nasıl bir'dir anlamaz. hayr ve şerr kol koladır belki, o an gözünün önünde. sonra kalbine bakar. kendi içinde bir aradadır halbuki, iyi ile kötü. yine aynı iz..

    her yan denklemlerle doludur, her yanda akar durur mevcudat. tavaf eder kainat. neyin etrafında döner durur bulamaz.. somut ile soyut, madde ile mana erir parmaklarının uçlarında. dili değil şuuru tutulur adeta. her şeyin kalbinde atan nabzın aynı olduğunu farkeder.

    küçük hesaplarını görür insanların. vesvese çukurlarını görür. düşenleri, yalpalayanları, ağır aksak yürüyenleri, doludizgin koşanları görür, takva'nın yolunda.

    sonra nefes alıp verdiğini farkeder. bir anda olduğu mekana döner. hayatı dondurduğu yerden devam etmektedir. şükür bir damla olur gözünde ve bir mırıltı dilinde.
  • içine doğru yol almak ve aynı zamanda bununla dışındakilerin manasını bulmaya çalışmak.
  • ayrica " bir saat tefekkur bin senelik namazdan hayirlidir" diye bi hadis hatirliyorum bununla ilgili.
    hatta hz muhammedinhz aliye soylemis olmasi lazim.
    din kitaplarinda gecerdi bu.
    islamiyet ve dusunmekle alakali konularda ornek olaraktan sunulurdu.
  • bir saat tefekkür, bin sene nafile ibadetten hayırlıdır.
    (bkz: hadis)
  • http://www.iyibilgi.com/…tikel.php?artikel_id=27188 adresinde tefekkür hakkında tefekkür ettirici bir yazı var:

    hiç bilmediğin bir konuda tefekkür etmek… o konu ‘hayat’! ne bilebilir ki insan sadece yaşayarak! ne kadar yaşarsan yaşa… senin hayatın uçsuz bucaksız bir kâinatın ortasında ne ifade edebilir ki!

    bir bilginin bir anlam ifade edebilmesi için o bilgi üzerine tefekkür etmek şarttır… tefekkürsüz bir bilgi hiçbir şey ifade etmez… bir formüldür sadece… bir laboratuar bilgisidir… kuru bir iskelettir… onun ete ve ruha bürünmesi için tefekkür şarttır… herkesin anlayacağı ‘bir’ anlama gelebilmesi için…

    kâinatta ne varsa hepsi tek bir anlam taşır… o anlama varmak için işte tefekkür şarttır… tefekkür edebilmek için insanın kendi kalbi ile barışık olması gerekir… kalbin aynası ‘temiz’ olmalıdır… her an huzurda hissetmelidir kendini… o zaman nasıl günaha düşebilir ki! insan, cenab-ı allah’ın huzurundayken günah işleyebilir mi?

    kalbin evinde doğdu ilk söz… ve o sözü biz hiç unutmadık… o sözü bize unutturmak isteyen şeytanı hemen bildik ve yok saydık… insan bir defa gördüğü kâbusu bir defa daha görmek isteyebilir mi? o kâbusu görmemek için bir daha gözünü kırpmaz bile…

    ve allah’ın huzurundan düşmemek için her an ‘bir’ zikir hali içinde kalır… tefekkür ve zikir… zikir arttıkça tefekkür hali daimi olur… ve ona cennet’in kapıları açılır…

    şeytan bir daha giremez onun göz aralığına…

    işte tam burada sormak gerekir; ‘hayat’ nedir? bu tefekkür yolculuğunu yapmış insanla, sadece gününü yaşamış bir insan arasındaki fark gözleri görenle, gözleri kör bir insan arasındaki fark kadardır…

    kâinatı tefekkür ederek görenle, görmeyen hiç bir olur mu?

    ‘tasavvuf’ yolculuğu için kur’an-ı kerim üzerine tefekkür şarttır… kalbin gemisi ile açılır insan bu ummana… eğer ‘kalb’ bakımsızsa, gemi su alır ve batar… bu geminin bakımı için devamlı olarak tefekkür şarttır… bakımsız ‘kalb’ ‘hiçbir’ anlam bulamayabilir bu tefekkür denizinde…

    ve anlayamaz, anlamlandıramaz, ürker, korkar ve telaşla kıyıya doğru yüzmeye başlar…

    vahyin sınırları içinde kalacak bir tefekkür içinse ibadet şarttır… iman etmiş bir ‘kalb’ ancak o zaman yolunu kaybetmez…

    ve her düşüncesi ile allah’a varır…

    insanın kalbindeki ‘söz’ onu cenab-ı allah’ın huzurunda tutar… zikri bırakmayan ‘kalb’ vahyi hiç unutmaz… ‘vahiy’le gelen, kâinatın birliğidir, tevhid ruhudur… kalbindeki ‘emanet’i hatırlatmak için gönderilmiştir ona… ama asıl önemlisi ona rabbinin kim olduğunu bildirir… ve rabbini bilen insan elbette kendini de bilir…

    ‘hayat’ın ne olduğu ile ilgili merak biraz da bu ‘emanet’in ne olduğunun üzerine düşünülmesiyle giderilebilir…

    kâinatın ortasında bir insan ve onun kalbine emanet edilmiş ‘bir’ sır!

    tefekkür edebilen bir insan varabilir ancak bu sırrın ne olduğuna…

    o insan bu sırrı açık açık anlatsa bile kalbinin temizliği ölçüsünde anlayabilir her insan bu sırrı… ilahi hakikatten bu kadar nasiplendirilmiştir…

    hakikat aslında her yerdedir… bu hakikati her an görenler ve ne olursa olsun bu hakikate kör olanlar vardır…

    işte tevhid zırhı, insanın her daim hakikati gören bu gözlerini korur…

    vesselam.
  • dini anlamda da allahin amacini cozmeye kasmak ya da onu anlamaya alismak,onun bu evrendeki izlerini gormeye calismak icin dusunmek olarak da aciklanabilir.
  • derin düşünce
  • tefekkürün diğer türlü "normal" düşünceden farkını zaman ekseninde, biraz süreli olması olarak, algılıyorum ben. onun harici, dikkati dağınık da olabilir tefekkür, niyeti bilmek ya da görmek olmayabilir (dağa taşa bakıp saf saf tefekkür de edilebilir), doğrudan üst bilinç ile bile yapılmıyor olabilir (kafanın arkası meşgul olur ya siz başka şeyler yaparken). istisnalar üzerinden gidince fil hem yelkenli hem hortum hem mızrak hem ağaç oluyor ya, bu da öyle bir şey. ama normal tefekkür, oturup bir konu üzerine düşünmeler yapmak, o konuyu sağdan soldan, ileriden geriden, üstten aşağıdan incelemek, o konuyu deşmektir.

    deşmek dedik, "kazmak" eylemine benzeteceğim tefekkürü izninizle. (bkz: delve/@tsan chan) alıyorsunuz elinize düşünce kazmasını, eşyânın çamuruna saplıyorsunuz. dışarıdaki şeyler sadece biraz temaşa, biraz yürüme vb gerektiriyor, hemen görüyorsunuz sağını solunu. daha deruni şeyleri ancak ferhat gibi kazdıkça anlıyorsunuz. bu işi düzenli yapıyorsanız, tünelleriniz oluyor hep geçtiğiniz, putrellerle desteklediğiniz. bazen aristo'nun tünellerini kullanıyorsunuz, bazen mevlana'nın. bazen de solo-serbest takılıyorsunuz. arz'ın bağrı geniş. ve tabii göçük altında kalmak, ağzı yüzü çamur olmak gibi metaforlar da mevcut. ve dahi metaforlar riskli paralellerdir, her oluşun dinamikleri başkadır, bir adım geri atalım metaforistanda.

    fiziksel eyleme benzetelim tefekkürü. normal düşünmek boş boş gezinmek gibiyse, tefekkür bir masa yapmak, bir bina inşa etmek, kimi zaman bir tarlayı kazıp sürüp tohumlamak. kimisi bir vücut geliştirmeci ya da bir maraton koşucusu gibi, performansa dayalı disiplinlere yoğunlaşırken (münazaralar hep böyle gelir bana), kimisi de zanaat kısmına, vereceği ürüne odaklanıyor (bir yaşama felsefesi belki). dediğim gibi o kimisi kim ise, bir masa üretiyor, o masa kullanıldıkça memnun oluyor. ve dahi kimisi de gezgin, onu görsün bunu görsün, temaşa etsin, tecrübe etsin, gezip gördüklerini yiyip içtiklerini anlatsın.

    kimisi sakat, fazla hareket edemiyor, kimisi cambaz, daldan dala uçuyor. kimi hımbıl tembel, kimisi güçlü çalışkan. kimisi yavaş ama ağır ve emin adımlarla uzun yollar kat ediyor, kimisi depar atıyor yığılıp kalıyor. kimisi uçuyor, kimisi köstebek. kimisi ol mahiler gibi derya içre, kimisi suyun üzerinde yürüyor.

    çeşit çeşit yani.
  • tevekkül'den sonra dalınması halinde derûna ilaç gibi gelendir. nereye kadar xanax?
hesabın var mı? giriş yap