• bu emprovize sosyalist adalet timsalinin bir hayranı olarak kendisine ne kadar övgü düzsem azdır. fikir ayrılıklarının belirgin renklerini silikleştiren nadir ortak sembollerden biri sanırım. kitabını * okumadığım, tatar ramazan'ın gerçekten kim olduğunu bilmediğim için doğrudan melih gülgen ve safa önal'ın yarattığı kadir inanır referanslı karakteri övüp duracağım, hiç susmayacağım.

    kadir inanır'ın role kendini kaptırarak oynamasıyla daha bir cezbedici hale gelen bu adamı 72,5 milletin sevmesinin sebeplerini düşündüm. onun adaletin en temel kurallarını hiçbir sapma göstermeden uygulama gayreti benim değil bir uzaylının bile gururunu okşayabilirdi. ama bunun haricinde tatar ramazan'ın metafizik güçlerle donanmış bir çizgi roman karakteri gibi sırtının hiç yere gelmemesi , üstüne sallanan bıçakların hepsini maharetle savuşturması ona fantastik bir duruş da kazandırıyor.

    filmde hayati hamzaoğlu, yaman okay, kazım kartal , yıldırım gencer gibi adamların rollerine kusursuz bir doğallık kazandıran becerileri (mucizevi bir casting diyelim) tatar ramazan'ın gölgesini daha da ihtişamlı göstermiş. zira yaman okay 'ın yılların vicdansız mahpus ağası gibi kestiği rol bir anlık empatiyle dahi insanı ürkütürken , bu korkutucu siluete ramazan'ın tereddüt etmeden tokat atması ve ardından yardakçısını ölümsüz "taş kesil ulan" haykırışıyla sindirmesi kuralsız, ahlaksız ve vicdansız "güçlü" den bile daha güçlü iyi bir "adil" adamın oluşturabileceği güven hissini bahşediyor haliyle.

    tatar ramazan filmde dümeni, oyunu, hileyi, haramiliği tabanda tahrip ederken, bugünün devletten jenaratörlü sahte adalet dağıtıcısı eşkıyalarından farklı olarak hakkaniyeti bilerek unutmuş "hükümet" adamlarına da haddini bildirmekten zerre kadar imtina etmeyen kusursuz bir sembol haline de geliyor. zira "ben bu oyunu bozarım" dediği anda mazlum milletlerin evrensel efsanevi kahramanları gibi herkesin gönlünde bir ışık gibi yandığını anlıyor , dosta güven düşmana korku saldığını inkar edemeyecek kadar onun kim olduğundan emin oluyoruz. bu gücetapanlıktan çok, haksızlığa uğramışlığın rencide ettiği gururu yeniden tahkim etmektir. gücetapıcılık -bilakis- gurur, insan onuru demeden devlet yalakalığı ve ilkesizlikle mezcolmuş riyakar ve sahte bir eşkıyaya öykünmektir.

    hikayesi boyunca tatar ramazan ne gücün peşindedir ne de iktidarın. iktidarı da hastalıklı uzantılarını da çevresindeki asalakları da yok etmek üzerine inşa edilmiş prensiplerinden mütevelit bir "ideoloji"si vardır. bunu eyleme dökerken şiddet yolunu tercih etmesi tamamen kendisine başka çarenin bırakılmamış olmasındandır. bu noktada paylaşımcılığına değinmeyi gereksiz bulduğumu da belirtmek ister ve sağda solda harekete geçmek konusunda tereddüt eden, korkan , atalete kapılan arkadaşlara tatar ramazan videosu açıp izlemelerini tavsiye ederim.http://www.alkislarlayasiyorum.com/…1df26be063e42d9

    unutmadık efendim : filmde ramazan'a ayrı bir kudret kazandıran müzikler için ahmet kaya'ya da şükranlarımı sunmaktan kaçınmam .
  • kadir inanır bu film ile jubilesini yapmalıydı dedirtir...
  • yıllar boyu kaçtığım, ama hiçbir yere kaçamayacağım bir ortamda, beni askere götüren otobüste yakalamış film. ''askere götüren otobüs'' dedim bakın!

    sene 2001, miroğlu-kurtlar vadisi arası nekahet döneminin en yoğun günleri. kırmızı balıkçı üzeri ince meşin ceket modasının son demleri yaşandığı bir dönemde bbg ilk sezonunu yayına koymuş, o güne kadar her ortamda hayda rinna rinna rinnanayyy diye efe havası takılan yağız yurdum delikanlıları ''-bu böyle olmayacak! bu işten ekmek çıkmıyor. yeni idolümüz melih'' diyerekten, sarı pijamalarını çekip kafasını geriye ata ata sokaklarda dans ederek ''belki bana da bir tane milf* düşer'' umudu ile 180 derecelik stil dönüşlerine aldırmadan hanımlara selam çakıyor.

    işte bu dönemde hayatında herşeyi geç idrak etmiş olan ben, zikri ''hadi şu askerliği aradan çıkar da evlenelim'', fikri ''bi git de çatal çatal takayım sana'' olan sevgilimin gazı ile 5 yıldır yoklama, muayene vs. askerlik ile hiçbir işlem yapmamış birisi olarak tanıdığım emekli bir subay abim ile askerlik şubesinin yolunu tutmaya çalışırım. çalışırım diyorum çünkü benim askerlik işlemleri gibi bir işi tek başına yapma konusunda ciddi tereddütleri olan -ve askere gideceğimi düşünmek dahi istemeyen- annem de; ''olmaz öyle ben de görmeliyim o komutanı'' bahanesi ile yanımıza eklenir. sabah saat 6 da annemin ''ne işimiz var lan bu saatte sokaklarda manyak mı senin bu abin?'' homurdanması ile yola koyuluruz. askerlik şubesine giden yol bile kimyamı değiştirmiş, anneme; ''şanlı türk askeri erken kalkar, işine koyulur'' diye militarist söylemlerde bulunmaya başlamışım bile.

    komutan 40-45 yaşlarında, geniş omuzlu, şahin bakışlı, saçları yer yer kırlaşmış yağız bir cumhuriyet subayıydı(hep bunu yapmak isterim) ben-komutan-annem-aracı abimiz bir süre oturduk ama o oturmayı gelin bir de bana sorun. o güne kadar hep geyiğini yaptığım 'kız istemeye giden munis damat adayının koltuk kenarlarına ayak topuğu sürtmesini' olayını yaşarken tebessüm bile edemedim. nasıl edebilirdim ki? karşımda bir askerlik şubesi başkanı ve ben 5 yıl yoklamadan, 4 yıl askerden kaçmış bir vatan haini pozisyonumdayım. o esnada komutan ''alın bu kefereyi, kayseri-hava indirme'' dese; ''paraşütüm nerde?'' diyecek kıvamdayım. allahtan annem acıların kadını bergen moduna girdi de. komutan ilgili evrakları bir haftaya kadar (celp döneminde yani) getirirsem bakaya gitmememi sağlayacağını söyleyerek içime umut saldı. anneme kalsa, 5 yıl kaçmış oğluna cumhurbaşkanı'nın yaveri olarak ankara'ya dağıtım isteyecek. allahtan sağduyu hakim geldi de aslında komutanın bana yaptığı kıyağın (yani bakaya olarak gitmememi sağlayışının) ne kadar önemli bir şey olduğunu orada anlattık.

    sabah saat 7 insanlar işe gitmek üzere iken bizim işimiz bitiyor ve çay içmek, durum değerlendirmesi yapmak üzere pastanenin birisine oturuyoruz. askerlik olayının ciddiyete binmesi ile suratı düşen annem ile aracı abimin arasında şöyle bir muhabbet döner;

    aracı abi: ablacım, sıkma canını lütfen. şimdi dknm bi denizci olsa kötü mü olur?
    annem: yok! boğulur o.
    aracı abi: ?&/+?
    ben: ?+=/)&

    24 yaşında bir adamın annesi ''boğulur'' mantalitesi ile oğlunun denizci olmasına karşı çıkıyor ve bunu söylerken gerçekten hiç de şakası yoktu.

    aradan bir hafta geçer. bir elimde evraklarım, diğer elimde ise yakın bir süre sonra boynuzlarımı cilalamam için beni kadife+nuri leflef kavramıyla tanıştıracak sevgilim ile askerlik şubesinin önüne giderim. işlemler, evrak teslimleri... uzar gider ve yol ücretimi bana verecek memur hanımdan yerimi öğrenirim:

    -''iskenderun 1. deniz er eğitim alayı'' yarın teslim olmalısın ama hemen biletini ayarla!

    söyleyen kadın, arkamdaki asker adayları, diğer memurlar, kapıdaki nöbetçi bile sevindi bu habere ama bir tek ben sevinemedim! sebebi belli: ''boğulacaktım!'' senaryoların en kötülerini düşünürken makus talihim benden yana dönüyor, ben bahriyeli oluyorum ama annemin bana yaşattığı korkuya bak? bir de ''ben şimdi bunu anneme nasıl söyleyeceğim?'' diye düşünüp duruyorum. o esnada bana; dknm acemilik süresi boyunca beyrut'da caddelere kum torbası taşıyacaksın, usta birliğinde ise sudan'daki iç savaşı bastırma görevini üstlenmiş birliğe katılacaksın... deseler, bu kadar gerilmezdim.

    aynı günün akşamı:

    nasıl ''herkes 15 dakikalığına meşhur olacak'' diye bir kavram geliştiyse, türk erkeği için gelişmiş başka bir kavram ise; ''her türk erkeği bir günlüğüne ulu bozkurt olacak'' diye bir kavram vardır. niçin asker uğurlamalarında milliyetçilik duygusu coşar? niçin her asker terminale götürülürken dokuz ışık doktrinini yazmış gibi davranılır? anlamış değilim. sadece benim otobüsümde, 12 saat sonra onbaşının önünde tir tir titreyecek, mavi donu ile amfiden amfiye ceylan gibi sekecek kırk bir tane ulu bozkurt vardı. evet dile kolay tam kırk iki adet şafağı yeni bozulmuş adamız ve geri dönüşü olmayan yola koyulmuşuz artık. neyse ki otobüsü takip eden sütyenli beyaz şahinler bir süre sonra peşimizi bıraktı da, bizim bozkurtlar normale dönmeye başlayıp, muavine ''abi porno koysana yaa, bak askere gidiyoruz bu son şansımız'' ricasına giriştiler bile. 1 otobüs, 42 asker adayı, 1 porno!.. neyse ki muavin sağduyulu çıktı da, ''ne pornosu lan cenabet cenabet asker ocağına mı gidilir?'' diyerek tatar ramazan'ı gösterime sokar.

    film başlar ve ben bu filmi koyan muavine, askerlerin yola çıkış davranışlarını inceleyen ''psikolojik harp daire başkanlığı''nda görevli bir sivil yüzbaşı süphesi ile bakmaya başlarım. o zamanlar kurtlar vadisi olmadığından dolayı racon aforizması kültürü de gelişmediği için filmdeki replikler büyük bir hayranlık ile takip ediliyor. adam; ''tencereye kan koyar kaynatır, bıçakla karıştırırız'' diyor otobüste bir alkış yükseliyor, tatar; ''taş kesil uleyn!'' diyor, başka bir alkış kıyamet gırla gidiyor. otobüse binerken 23 tane faal olarak sigara içen adam varsa, mola yerinde bu rakam 37 ye yükseldi. ama replikleri birbirine aynı tonda tekrarlayan mı ararsın? sigara içiş şeklini deneyen mi ararsın? ikili gruplar halinde volta atanları mı ararsın? bir film bir güruha bu kadar mı etki eder? ve bu adamlar 10 saat sonra askere teslim olacak!

    ertesi sabah iskenderun, otobüste tanışılmış aynı birliğe teslim olunacak arkadaş ile:

    dknm: bak oğlum bu ilaçları içeri almıyorlarmış istersen bırak bir yere. ilk günden göze batma!
    tatar: şşııtt kardeş kim bizden alacakmış ilacımızı. adamı göbeğinden işetiriz evelallah. (20 sinden yeni gün almış. boy: 1,61 kilo: 45)
    dknm: benden demesi valla. bir film izledin hayatın değişti amınakoyim. sakın lumbarağzında* racon keseyim deme!
    tatar: keseriz kardeşşş...
    dknm: ne bok yersen ye. bari arkamda dur da, gerektiği yerde müdahele edeyim.

    lumbarağzı önü:

    ben çantamı görevli astsubaya vermiş üstümü aratırken, bu arkamdaki yeni ''tatar'' çantasının aranmasını istemedi, nöbetçi askere posta koydu koyacak. üzerimi arayan astsubay durumu farketti tabi:

    astsubay: ne oldu asker
    nöb. onb: konutanım acemi çantasının açılmasını istemiyor!
    astsubay: öylemiii... paşa çocuğu galiba? acemi aç çantanı!
    acemi: açmam astsubayım! (sıçtı ki ne sıçtı)
    astsubay: neee astsubayım mı? sen alay komutanı mısın lan!? sen kim oluyorsun lan!
    acemi: taş kesil uleyn

    neticede yemin etmemiş, eğitim almamış bir asker olarak dayak veya cezai yaptırımı olmadı ama, iskenderun'un 45+ haziran sıcağı ve %90 üzeri neminde 38 gün o tatar ramazanın çektiklerini yazsam, en başta ben ağlarım burada. şu an kimi perşembe akşamları bomboş sokaklara baktıkça, cuma günleri yürüyüşleri değişen kurtçukları gördükçe... o yağız delikanlıların piri olan benim tatar ramazanım geliyor aklıma. allah selamet versin, ne yapıyordur ki acaba?
  • izlemeden sevdiğim film. nasıl oluyor derseniz repliklerini sevdim. bir aralar alakalı alakasız "benim adım tatar ramazan ben bu oyunu bozarım arkadaş" diyip duruyordum manyak gibi. karşımdaki nerden çıktı şimdi diyordu ama söylemesi çok zevkliydi. daha sonra askere gittim; uzun dönem enteresan bir adam vardı. biz de kısa dönem olduğumuzdan nöbetçi çavuş oluyorduk işte malesef. ne zaman içtima diyer bağırsam kendisi gelip "gel dedin geldik abdurrahman çavuş" derdi. başladım bu lafı da kullanmaya. o da çok zevkli gelmişti. askerden dönünce seyrettim filmi. yorumuna giremiyecem şimdi üşendim ama güzelmiş. replikler de tam düşündüğüm gibi. tek sorun esin moralıoğlu 'nun çok fena olması.
  • tatar ramazan içinde bulunduğu koşullara isyan etmekle kalmaz, onları değiştirir de aynı zamanda.. kuralların yenilerini koyar. bir nevi devrimci kişiliğe sahip ademoğlu karakteridir. deviren de o, yenisini yazan da.. bu kadar güçlü kişiliğe sahip olmak başka türlü mümkün değildir. sadece muhalif olmakla edinilecek bir karizma değil bu..

    --- spoiler ---
    -sıkıysa gık deyin!! (koğuşta kimseden ses yok.)

    -gene iftira atın da görelim. kaç kuruşluk erkeksiniz!! (hakkaten gık çıkmıyor.)
    --- spoiler ---
  • yaman okay rahmetlinin, bir işi en güzel yapan ustanın dükkanı ortaya serdiği performansı sergilediği filmdir tatar ramazan.
  • yeni baskısını kitapçı raflarında gördüğüm kerim korcan romanı.
  • bir kemal tahir eseri olan karılar koğuşu da hapishanede geçtiği ve karılar koğuşunda doğrudan kemal tahir rolünde olmak üzere iki filmin başrolünde de kadir inanır olduğundan mıdır bilmem ama ne zaman ahmet kaya'ya ait soundtrack'ini dinlesem aklıma kemal tahir gelir ve kemal tahir'i tatar ramazan olarak düşünürüm.
  • türkiye' de "heroic" hareketleriyle beni gaza getirebilen tek karakter sanırım.. yüzüklerin efendisi izler gibi wolverine izler gibi yürü be diyorum.

    çok katıldığım ve sevdiğim "inaction is a weapon of mass destruction" akımının öncülerindendir bence.

    zaten 700 kasaba 70 vilayet ve 7 düvelde de namı haklı bir şekilde yayılmıştır.

    "vurulacak biri vardi onu da ben vurdum.adim da tatar ramazan"
hesabın var mı? giriş yap