• kur’an’ı yorumlarken ayetlerin indirildiği tarihsel şartları da göz önünde bulunduran anlayış biçimi.

    bu zaten geleneksel islam düşüncesinde yer alan bir yaklaşımdır,
    ayetlerin “esbab-ı nuzül”ü (indirilme sebepleri) hep önemsenir.
    ancak tarihselci anlayışa göre kur’an’ın içindeki bazı ayetlerin
    lafzen (yani birebir yazılı olduğu gibi) uygulanmasının günümüzde imkansızlaşmıştır.

    örneğin kur’an’da köle ve cariyelerin hukuku ile ilgili ayetler vardır, ancak bunlar artık tarihe karışmıştır. bazı ayetlerde ise o dönemin arap toplumunun sosyal hayatıyla ilgili düzenlemeler vardır.

    örneğin, nur suresi 58. ayet:
    "ey iman edenler, sağ ellerinizin malik olduğu ile sizden olup da henüz erginlik çağına ermemiş olan (çocuk)lar, (odalarınıza girmek için şu) üç vakitte izin istesinler: sabah namazından önce, öğleyin üstünüzü çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra. (bu) üçü sizin için mahrem (vakitleri)dir. bunların dışında size de, onlara da bir sakınca yoktur; onlar yanınızda dolaşabilirler, birbirinizin yanında olabilirsiniz. "

    ayette geçen “öğleyin üstünüzü çıkardığınız vakit”, o devirde insanların arabistan’ın aşırı sıcaklarından kaçmak için öğle vakti evlerine çekilme geleneğiyle ilgilidir. yaşadığımız toplum da dahil, modern toplumların çoğunda böyle bir adet yoktur.

    enfal suresi 60. ayette ise, müslümanların savunma amacıyla “kuvvet ve besili atlar hazırlamaları” emredilir. acak günümüz şartlarında artık savunma amacıyla “besili at” yetiştirilmeyeceği bir gerçektir.)

    bunlar gibi birçok örnek verilebilir.

    bu nedenle tarihselci islam alimleri,
    kuran ayetlerini tarihsel olanlar (kuranın indiği döneme ve topluma ait) ve tarih üstü olanlar (haksız yere insan öldürme, merhametli ol, ana babaya saygı göster, yoksulu doyur, hırsızlık yapma vb. ) olarak ikiye ayırırlar.

    (bkz: din vs şeriat)
  • islam'ın modern dünyaya karşı son çırpınışıdır. imdat çığlığıdır. tabiri caizse allah'ın şövalyeliğine soyunanların bakış açısıdır tarihselcilik. net bir şekilde kendi içlerinde çelişiyorlar. dedikleriyle işin pratiği uymuyor. kuran'ı tarihin belli bir dönemine sokan bu bakış açısının çözüm olacağını düşünmüyorum. farzı misal, ayetlerde geçen öldürme eylemi bir sorunsa; kitabı okuyanın aklında bir soru işareti yaratıyorsa, bunlara tarihsel demekle sorun çözülüyor mu? evvela başından belirteyim; allah'ın, (vuku bulduğu topraklara hiçbir şey katmamış) dinini yaymak için kan dökülmesini emretmiş olmasını ben kabullenemiyorum. hadi bunu geçtim, peki sorunu ''o zaman öyleymiş, belirli müşrikler için söylenmiş'' diyerek mi çözeceğiz? bu, geçmişte uygulanmış olmasındaki sorunu ortadan kaldırmış oluyor mu? yahut allah, ''siz şimdilik haram aylarda savaşmayın, iki yüzyıl sonra da bu uygulamadan vazgeçebilirsiniz'' diyemeyecek kadar aciz mi? illa senin şövalyeliğin mi lazım insanlığın aydınlanması için? yoksa allah, yeni bir din yerine tarihselcileri bu işi yapsınlar diye özel olarak mı görevlendirdi?

    tarihselci mustafa öztürk'ün şöyle bir sözü var: ''yahu kardeşim kur'an sana mı indi?'' peki be bilader, bana inmedi. iyi güzel de bu kuran bana gelmediyse, allah bana hitap etmemişse, hükümleri tarihsel olmuşsa, kıssaları ve ahiretle ilgili anlatımları salt o dönemin araplarına yönelikse ben bu dini niye kendi dinim olarak kabul edeyim ki? cennette vaadedilen içkilero dönemdeki arapların zevkine hitap ediyorsa neden ben bu dini sahipleneyim? bu kadar muallak varken din konusundaki bu fanatiklik neden? aslında mustafa öztürk ''kuran sana mı indi?'' derken haksız sayılmaz. nitekim kitap arapça. yusuf suresi 2. ayette de geçtiği gibi; ''biz onu anlayasınız diye arapça indirdik.'' denmiş. yani yollanan bir arap kavmi. yazılanların elin aborjinini ilgilendirmediği konusunda hemfikiriz. peki bizi neden ilgilendiriyor?

    hadi bunu da geçtim, tarihsel bakış açısıyla değerlendirme yaparken ''domuz eti yemeyin, namaz kılın, oruç tutun'' gibi ayetlerin niye bize geldiğini düşünüyoruz? bunun ayrımını kim, nasıl yapıyor? misal ''o dönemlerde domuz çok pismiş. allah ondan yasaklamış. şimdi ben kendim yetiştiriyorum mis gibi'' dersem, bana tarihselciler ne cevap verebilir? hangi aşama, hangi olgular ve hangi derecede tarihsel değişim; ilahi bir hükmü, içeriği uygulanmayacak şekilde geçersiz kılar?

    vallahi benim aklım almıyor arkadaş. anlayan beri gelsin. allah'ın, şimdiki ve evvelki mücahitlerin insanlık dışı eylemlerine -dolaylı yoldan da olsa- sebep olmasını, referans olarak da kuran'da geçen binbir türlü cihada teşvik ayetlerinin bahane edilerek öne sürülmesinde ''kitabın yazarı'' olarak başrolde oynamasını benim aklım al-mı-yor. sen ne kadar ''ama allah müşrikleri müşrik olduğu için değil, hakikatın yayılmasını engelledikleri için öldürtmüş.'' desen de herkes sen değil ki be güzel kardeşim. adamlar öldürmek için o ayetleri kullanıyorlar. hatta kitaba kendi kafasınca eklemeleryapıyorlar. tüm bunların müsebbibi olarak, sözlerinin çarptırılmasını ve ağızda sakız olmasını göze alarak bir kitap indiren allah'ı gösteremez miyiz?

    son olarak da şunu sormaya hakkım var diye düşünüyorum: yüce allah benimle oyun mu oynuyor? neden okuyanın aklında türlü soru işaretleri bırakıp mezhepçi, tarihselci, kurancı vs. diye ayrıldığı bir kitap indirmiş? kitap gerçekten iddia ettiği gibi apaçık ve anlaşılır mı yoksa tarihselcilerin şövalyeliğine mi kaldık anlayabilmek için?
  • hani annelerimiz, teyzelerimiz var ya,
    kendilerine saygıları olan, hayata katılmış, görmüş, geçirmiş;

    "kuranda kadının şahitliği yarım sayılıyor, kocası tarafından dövülmesine izin veriliyor, kadına mirastan az pay tavsiye ediliyor, 1 adam 4 kadınla evlenebiliyor, sen bunları nasıl kabul ediyorsun, bunlara nasıl iman edersin?" diye sorulunca,

    "ama o zaman kadınlar eve kapatılıyordu, okutulmuyordu, çalıştırılmıyordu, savaşlar vardı, ... o yüzden öyleydi" diye cevap veren ve imanlarıyla 21. yy yaşantılarına devam eden,

    işte onlar noktasal tarihselciler.

    çeşitli şeriat hükümleriyle ilgili çok sayıda örnek bulmak mümkün.

    tarihselci müslümanlar her yerde!
  • her ne kadar mustafa öztürk arada sırada bir şekilde reddetmeye çabalasa da tarihselcilik tam olarak islam modernizmidir. zaten yanılmıyorsam ilahiyatlarda, akademik çalışmalarda modernist akımla direkt olarak tarihselcilik kastedilmekte.

    şu an ciddi olarak bakarsak da en tutarlı modernist akım olduğunu görebiliriz. çünkü mustafa öztürk'ün de modernistler diyerek eleştirmekten zevk aldığı kur'an müslümanlığı söylemi ortaya bir yöntem, usul koyamadığı ve dine ait bütün mevzuların yapısını sökerek, kavramsal tüm düzlemleri altüst ederek hareket ettiği için zaten bir değeri yoktur.

    kur'an müslümanlığına islamcılık akımının vasatlaşarak vülgerleşmesi veya yaşar nuri örneğindeki gibi daha farklı bir ideolojik zemine çekilmesi diyebiliriz. (bir not: herkesin diline pelesenk olmuş islamcılıkla burada kastettiğim islamcılık aynı şey değil. islamcılıkla kastettiğim şey örneğin cemaleddin afgani, muhammed abduh, reşit rıza, ali şeriati, seyyid kutup, mevdudi gibi isimleri örnek gösterebileceğimiz ana damardır, milletin sürekli islamcılık olarak kastettiği şey ise bildiğin işte mesela osmanlıcılık, milliyetçilik, necip fazıl çizgisi vs. üzerinden tanımlanan muhafazakar-anadolucu islamcılıktır.)

    islamcılığın ve kur'an müslümanlığının dayandıkları en büyük argüman gerçek islam bu değil argümanıdır. yani gelenek olarak adlandırılan şey sahih inançtan bir sapma ve bozulmadır bu zihniyete göre. gerçek islam esasında moderniteyle daha özelde çağdaş ekonomik, hukuki ve siyasi sistemlerle, çağdaş bilimsel gelişmelerle falan çelişmez.

    tarihselciliğe bunla karşılaştırarak girersek şunu diyebiliriz; kur'an islamcıları genel olarak içinde yaşadıkları çelişkiden(bu çelişki her modernleşmeye başlayan geleneksel toplumlarda vardır.) kurtulmak için bindörtyüz yıl önceki islamın şu anki çağdaş değerlerle aynı şey olduğu iddiasını getiriyorlar.(tam olarak bunu demeseler de vardıkları yer buraya gidiyor.) tarihselciler ise moderniteyle imtihanında 1400 yıl önceki islamla bu zamanın değerleri aynı değil, ki olması da gerekmiyor diyorlar. ve o zamanda olup bu zamanın değerlerine ulaşamayan şeylerin (en başta fıkhi-hukuksal uygulamalar) tarihsel olduğunu iddia ediyorlar. bu yüzden kur'an'ı tarihsel bağlamını merkeze alarak esas anlamını bulmayı ve oradan günümüz modernitesiyle çatışmayacak bir şekilde geri getirmeyi öneriyorlar.

    girdiyi uzatmamak için burada bitiriyorum. tarihselcilik üzerine yazmak istediğim daha birçok şey var, ama bir entry'e sığdıramayacağım için sonra başka bir girdiyle devam edeceğim.
  • yani bu düşünceyi reddedenlerin nasıl bir kafa yapısında olduğunu çok merak ediyorum.

    mesela

    hac suresi, 36. ayet: iri cüsseli develeri size allah'ın işaretlerinden kıldık, sizler için onlarda bir hayır vardır. öyleyse onlar bir dizi halinde (veya saf tutmuşcasına ayakta durup) boğazlanırken allah'ın adını anın; yanları üzerine yattıkları zaman da onlardan yiyin, kanaatkara ve isteyene yedirin. işte böyle, onlara sizin için boyun eğdirdik, umulur ki şükredersiniz.

    sırf bu adete uymak için etrafta deve olmadığı halde, deve yetiştiriciliğine mi girelim?

    bu ayetin kızılderililer'e inen farazi bir dinde deve yerine buffalo olarak değiştirilmiş şeklinde olduğunu düşünün. arabistan'da buffalo ne ararsın? amerika'da deve ne arasın?

    yusuf suresi, 2. ayet: gerçekten biz, akıl erdirirsiniz diye, onu arapça bir kur'an olarak indirdik.

    zuhruf suresi, 3. ayet: gerçekten biz onu, belki aklınızı kullanırsınız diye arapça bir kur'an kıldık.

    burada asıl mantıklı açıklama nedir? gelenekselciler burada arapça'nın faziletlerinden bahsedip müzik gibi geldiğinden, şiirsel olduğundan falan dem vururlar. şevki fazlaymış. bir diğeri kur'an ı herkes anlamamalı, anlasaydı o halde peygamber'e ne gerek kalırdı diyecek kadar ileriye götürüyor.

    gelin iki açıklamayı occam'ın usturasına sokalım.

    1- kur'an arapça konuşan toplumuna indiği için bu ayet inmiştir.

    2- kur'an arapça'nın şairaneliğinden dolayı arapça inmiştir. maksat taklit edilemeyeceğini göstermek.

    3- ayet tersini söylese de karışık olsun diye arapça indirilmiş.

    hangisi mantıklı?

    nur suresi, 32. ayet: içinizde evli olmayanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin. eğer fakir iseler allah, kendi fazlından onları zengin eder. allah geniş (nimet sahibi)dir, bilendir.

    şimdi buna kulp bulamayan gelenekselcilerin izlediği yol tüm sosyolojik ilerlemeye rağmen cariyeliği devam ettirmek.

    tarihselcilik ayetlerin allah kelamı olduğunu reddetmez. din ve şeriatın ayrı olduğunu söyler. o zamanın arap toplumunun sosyolojik yapısı buydu, o sırada da onu düzenledi.

    şimdiye kadar hangi hırsızlık, cinayet, merhamet ayetinde insanlar aynı şekilde birbiriyle tartışmaya girmişler? hırsızlık yapmayın, yalan söylemeyin, merhametli olun, bir insanı öldüren tüm bir dünyayı öldürmüş gibidir.... hangisine ulan acaba dendi?

    diyorlar ki ayetin geçerli olması için aklına mı yatması gerekiyor? ahlaki kuralı, dini düzenleyen hangi ayet aklımıza yatmamış da biz bu ayet evrensel değildir demişiz.

    arada ince bir çizgi var.

    edit: bu entry'i yazıp kenara attıktan sonra alparslan kuytul'un absürd itirazlarını da dinledim. çok merak eden varsa onu da izlesinler. neymiş, laik devletle islam'ı bağdaşlaştırmak için ortaya konulan bir yahudi oyunuymuş bu tarihselcilik. yok artık scientology hepsi.
  • bu konuda spinoza ve modern islam filozoflarının görüşlerine bakılabilir. onlar benim görüşlerimin ana hatlarını oluşturuyorlar. biraz fazlurrahman, biraz spinoza biraz ankara ekolündeki hocalar biraz da başkaları. belki eklektik bile sayılabilir bu yaklaşım. bu yönden eleştiriye de açık.

    kuran metni vahiydir. aslında biz kuranın tarihsel bir metin olup olmadığını tartışırken vahyin anatomisini tartışıyoruz. bu konuda kuran mahluk mudur değil midir meselesi bu tartışmaların atasıdır. yani vahiy ile ilgili anlayışımızı ortaya koyarsak bence kuranın tarihselliği konusundaki görüşlerimizde temellendirilmiş olur. ayrıca vahiy anlayışımızda tanrı-alem ilişkisine sıkıca bağlıdır, öyle de olması gerekir.

    tanrının bu dünyadaki bir insana hitabının imkanı nasıl ortaya konabilir? benim vahiy anlayışım "dini deneyim" kavramına ve tanrı alem ilişkisi hakkındaki felsefi kabullerime dayanıyor. çift kutuplu tanrı anlayışlarında tanrı bir yönü ile ezeli, aşkın ve değişmez iken bir yönü ile içkin, değişen ve oluşan bir tabiata sahiptir. bu görüşü farklı isimler altında batı ve doğu kültürü içindeki bir çok filozof farklı formlarda ifade etti. bu görüşün barındırdığı, tanrının tabiata içkin, değişen ve oluşan yönü doğrudan dini deneyim dolayısıyla vahiy ile ilişkilidir. evet her kalp tanrının bu yakın sesine açıktır. ancak "en üst düzey" dini bir deneyim olarak tanımlayabileceğimiz vahiy ise son derece özel insanlara(peygamberlere) hastır. bunda anlaşılmayacak bir şey yok. einsteinin fizikteki kavrayışı nasıl eşsizse, mozartın müziksel kavrayışı nasıl benzersizse peygamberlerin dini kavrayışı öyle benzersiz ve eşsizdir. biz sıradan insanların ulaşamayacağı bir ruhsal kapasite ve özellikle muhayyile kudreti gerektirir. buna yalnızlığı da eklemek yerinde olur. peygamberimiz ve büyük ruhani liderlerin çoğu dini deneyim yaşamadan önce uzun bir inziva dönemi geçirmiştir.

    vahyin tarihselliğine gelince, bu aslında yukarıda da bahsettiğim gibi tanrı-alem ilişkisinden kolayca çıkar. özü veya aslı itibariyle ezeli ve ebedidir vahiy. çünkü tanrısallık bunu gerektirir. formu (şekli ya da kabı) itibariyle de zamana tabi. vahyin formunu peygamberin kişiliği, doğup büyüdüğü kültür ve coğrafya, tarihsel ve siyasal şartlar çok kritik bir şekilde doğrudan doğruya belirler. arap kültürü açık bir şekilde hem hadis kitaplarında hem de kuranın metninde önemli bir yer tutar. bunlar "sebebi nüzül" kavramı altında eskiden beri incelenmiştir. tanrı antik arabistanda göçebe bir arap toplumunda bir bedevinin dili ile (arapça) hitabını gerçekleştirir.

    tanrı’nın "doğası", vahyin doğasını anlamamız için bir referans olabilir. vahyin doğasını anlamak ise bizi tarihsellik-evrensellik tartışmalarında bir çözüm noktasına getirebilir.
    tarih boyunca tüm dinlerde, hatta dinin kendi mensupları içinde(haliyle islam kültüründe de) tanrı algısı hep farklı farklı olmuştur. akıllarımızın aciz ve sınırlı olmasından dolayı kaynaklanan bu durumu allah’ın hoş karşılayacağını umuyorum.

    klasik teizme bir alternatif olarak süreç teizmi tarihsellik probleminin çözümü adına daha makul olabilir.

    bir sünni mezhep imamı olan ahmet bin hanbel “kim allah her yerdedir derse mürted olmuştur, katli vaciptir.” mealindeki hükmünü verdiğinde peygamberin allah tasavvuruna istinat ediyordu. çünkü o zamanların arap toplumu, dolayısıyla peygamber allah’ın gökte olduğuna inanıyordu. kelamcılar bu durumun ortaya çıkarabileceği akidevi problemleri fark ettiler ve bugün klasik teizm diye adlandırdığımız teolojik kabulleri/inanç esaslarını geliştirdiler ya da transfer ettiler. klasik teizmin iman açısından asla bir sorun teşkil ettiğini zannetmiyorum çünkü farklı tanrı tasavvurları yukarıda bahsettiğim gibi bir dini kültür içerisinde kaçınılmaz olarak ortaya çıkıyor.

    süreç teizminde gelecek “şimdi”de potansiyel olarak içkindir ve tanrı bu şekilde geleceği bilir. ancak geleneksel anlamda, avam halkın algıladığı şekliyle bir geleceği bilme söz konusu değildir. çünkü böyle bir “gelecek” yoktur. olmayan da bilinemez. bu açıdan tanrısal sıfatlarda bir eksikliğin meydana geldiği sanmıyorum. çünkü tanrı’nın gücünü mantıken saçma veya imkansız şeyleri yapıp yapamamasına göre değerlendiremeyiz.

    klasik teist’ler ilahi sıfatları her anlamda mutlaklaştırıp/idealize edip tanrı kavramın içini boşaltıyorlar. klasik teizm bana birkaç noktada tutarsız geliyor.

    1. klasik teizm tanrı kavramını her kapıyı açan bir anahtar ya da her işi yapan bir isviçre çakısı gibi kullanıyor. durum böyle olunca da tartışma/akıl yürütme baştan sonlanıyor. bu tavır ayrıca pozitif bilimin gelişmesi için de önemli bir tehdit.

    2. klasik teizm tanrı’yı kozmik bir imparator, evrenlere hükmeden boyutlar üstü bir diktatör, mutlak bir kral olarak tasavvur ediyor. insana insanın dili ve duyguları ile hitap edecek bir tanrı değil bu. bu bağlamda vahyin imkanını da örseliyor. ya da bu imkana kapıları tamamen kapatıyor.

    3. klasik teizm geleneksel teist dinlerin tanrı tasvirleri ile çelişiyor. kuran; “o ilktir, sondur, zahirdir, batındır.” derken klasik teistler ve sünni kelamcılar tanrıyı evrenin dışına aforoz ediyor. böylede insanla tanrının organik bağını koparıp vahyin akli temelini iptal ediyorlar. oysa semavi dinlere göre tanrı hem insanın iç/psikolojik dünyasında, hem fenomenal-deneysel dünyada hem de kozmik uzay zaman dokusunun her yerindedir.

    4. klasik teizm duygusal dini manada mümine hiç bir şey sunmuyor. klasik teizme göre tanrı sevgili, yoldaş, arkadaş, sırdaş vb. olamaz. klasik teizm “rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da.” ayetini tefsir edecek ontolojik/teolojik/psikolojik dayanaktan yoksundur.

    5. klasik teizm yukarıda ifade etmeye çalıştığım sorunları(ve diğer açmazları) “tanrının isim ve sıfatlarının tecellileri” bağlamında çözmeye çalışır ve bu yüzden panenteizm tarafına kayar ve kendi ile çelişir.

    6. klasik teizm vahyi felsefi düzlemde temellendiremez. zaten en baştaki sorunumuz da bu idi. klasik teizme göre peygamberin hira mağarasında yaşadığı deneyim tam anlamı ile bir "sır"dır. cebrail nedir? bir insanoğlu ile tanrı nasıl konuşur? kutsal metnin hangi kısmı peygambere ve bedevi arap kültürüne aittir hangi kısmı tanrıya ? klasik teizm bunlara pek bir şey diyemez.

    böylece eleştiriler devam edebilir. bu eleştiriler tanrı’nın gerçek dünyada fiili olarak var olduğunun kabulü ile önemli ölçüde çözülebilir. bir örnek verecek olursak, hiçbir yere sığmayan ancak bir müminin kalbine sığabilen tanrı en görkemli şekilde peygamberin kalbinden/vicdanından o günkü bedevi araplara ve tüm insanoğluna hitap etmiştir. felsefi bir dille ifade edecek olursak vahiy, peygamberin “gerçeklikle” kendi iradesi ve isteği dışında girdiği ilişkinin “sonucudur”. insanoğlunun yaşayabileceği en sıra dışı deneyimdir.

    kuran metni arapçadır, bedevi toplumunda nazil olmuştur. vahiy öncesi sosyo-kültürel şartlar vahyin bağlamını çok ciddi bir şekilde belirlemiştir. peygamber arapça konuşmakta ve bu dilin bağlam ve anlamına göre düşünmektedir. kültür bedevi arap kültürüdür. hayatın akışı bedevi arap örf ve adetlerine göre olmaktadır. ilahi metin bu hayat akışını durdurup yeni bir akış başlatmamış, bu akışa entegre olup onu ihya etmeye çalışmıştır. kuran metni o günün arap kültürünü, gelenek ve görenekleri, dil sanatlarını, anlatım ve hitap tarzını, mitolojiyi, hukuk ve sosyal hayata dair bir çok detayı malzeme olarak kullanır. tevhid ve adalet açısından uygun görmediği konuları eleştirir veya reddeder. insanları adaletli olmaya çağırır sosyal adalete vurgu yapar. politeizmi, din bezirganlarını/münafıkları eleştirir vb.

    bana göre aslında herkes kuranı okurken neresi evrensel neresi tarihsel anlayabilir.

    yani iyiliği emredip kötülükten sakınmak gerektiğini bildiren ifadeler evrensel bir iken zeynep’in hz. peygamberle evliliği o günkü arap kültürüne ait bir husustur. bedevi toplumdaki kadın erkek ilişkileri kültürel bağlamda biz türk’lerin asla kabul etmeyecekleri bir biçimde olabiliyordu. bu evliliği işiten her türk’ün zihninde şimşekler çakar ancak araplar için, hatta bugünkü araplar için de ortada herhangi bir sorun yoktur. kuran hz. peygamberin gönlünde de zeynep’e bir sevgi olduğunu ifade ediyor. yani yapılan evlilik stratejik ya da hukuki bir devrim amaçlı bir evlilik değildir, aşk unsuru mevcuttur. özel olarak peygamberin eşleri için inen ayetler vardır. böyle devam eder. bunlar kuran’ın genel maksadı ve bütünü göz önüne alındığında ikincil ve arap örfü ile ilgilidir. bu bağlamda kuran’ın tamamı “din” değildir.

    kuranın hukuki çerçevesi o günkü bedevi arap hukukunu önemli ölçüde içerir. yani hırsızın elinin kesilmesi, zina edene yüz sopa vurulması ya da dört eş (ve cariyeler) o günkü arap hukukunda ya aynıyla vardı ya da benzeri vardı. kuran tevhit akidesi ile çelişmeyenlere ilişmemiştir hatta bazılarını tavsiye etmiştir örneğin kısas gibi. zaten bu hukuki uygulamalar zamana bağlı olduğu için hz. peygamberden sonra da içtihat yapılmaya devam edilmiştir. kuranın bir çok hukuki uygulaması bugünkü hukuk açısından kabul edilebilir de değildir.

    yukarıda bahsettiğim arap örfü, hukuku ve gelenekleri ile ilgili ayetler ayetler kuranın genel perspektifinde fazla yer tutabilir ama ana mesajı etkilemez. bundan öte, eğer bir metnin tarihsel olması ondan bugün ilham alamayacağımız anlamına gelseydi platon’u da asla okumamamız gerekirdi.

    sonuç olarak tarihsel olmayan ya da tarihsel bir unsur içermeyen "insan dili ile yazılmış" hiç bir metin yoktur, olamaz da. velev ki bu vahiy olsun... "dil" anlamı (manayı) belirli bir zamanda ve mekanda, belirli bir coğrafyada, belirli bir kültürde ve anlayış kapasitesinde hapseder.

    bize düşen ilhamımızı almak ve detaylarda boğulmamaya çalışmaktır.
  • çıkış sebebi geleneksel islami düşüncenin çağın insanının ihtiyaçlarına,. çağın yaşantısına yetmemesidir.
    selefi islam insanlığa bugün hiç birşey vaat etmiyor.
    tarihselcilik deyince kuduran sünni islam da yeni nesili kuşatamıyor cazibe merkezi oluşturamıyot.
    80'lerde başlayan sonra zirveye çıkan ezilen müslüman duyarı artık kimsenin umrunda değil.
    okuyup yazan düşünen yeni nesil deist oluyor.
    tarihselcilik bu nokta da sünni teneffüs imkanı sunuyor.
    imam hatip nakşi halidi tayfa insanları boğarken tarihselcilik ezber dışı farklı bakış açıları getiriyor.
    gerçek islam bu mu diye soracak kadar cahil kitleye hitap etmiyor bu akım.
    gelenekselmiş, kurumsalmış, sektörleşmiş din anlayışından sıkılanlara yeni mecra sunması
    yaşanılabilir normal bir din anlayışı geliştirmesi açısından makul bir yol bu.
  • apolojist müslümanların sığındığı son liman.

    bununla beraber içinde çelişkiler barındıran bir yaklaşım. neyin evrensel neyin tarihsel olduğunu akıl ve güncel ahlaki normlarla ayırt etmek durumundayız.

    efendim köleyle yatıp kalkmak konusu dönemsel de süt kardeşle evlenmek evrensel mi? kim neye göre buna karar verecek? bu noktada kutsal metin ve din flulaşıyor. ben aklımı kullanarak bu cherry picking işine giriyorsam, o zaman bu kadar dini literatürün, dini kurumların, vahiyin, peygamberin falan ne anlamı var?

    müslümanlar için daha da kötüsü bu yola girildiği anda islam külliyatının ve anlatısının büyük kısmını çöpe atmak durumunda kalmaları. bu nasıl açıklanabilir? işin o tarafı da oldukça problemli. zaten bu nedenle geleneksel islamcılar bu işe hiç sıcak bakmıyorlar.

    neyse uzun lafın kısası kutsal metindeki insanlık dışı kısımları traşlayalım da öyle inanalım diyerek mesele çözülmüyor.

    kölelik var mı? var. kadın ikinci sınıf mı? evet.

    gerisi laf-ı güzaf.
  • ulan komediye gel. bin yıllık maturidiliğin adı olmuş tarihselci kuran anlayışı.

    (bkz: ol mahiler derya içredir derya bilmezler)
  • modernist islam anlayışının halefi olan bir anlayıştır bu. ağababalari fazlurrahman denen adam.

    *nassları geldikleri zamanla sınırlı görürler.

    *nassların gayelerini araştır, sonra da bu zamanda o gayenin bu zamanda gözetilip gözetilmeyeğinin kararına varma cüretini ederler.

    *miraç ve şefaati reddederler.

    *faiz yasağı, kadının şahitliği, çok eşle evlilik, kölelik konularında kendine has görüşleri var. mesela kuran'ın yasakladığı faiz değil tefeciliktir derler, çok eşle evlilik vahiy zamanında çok dul kadın olmasından dolayı zorunluydu, şimdi böyle bir durum yok derler.

    *vahyin cebrail tarafından değil kalbe ilhamla suretiyle geldiğini savunurlar. (en tehlikelisi bu. bunlara göre böyle olunca kuranin metni allahtan olmuyor. yani peygamberin kalbine mana iniyor, peygamber de onu kendi lafza çeviriyor. dolayısıyla kuran ayetlerini tartışmalı hale getiriyorlar.)

    *hz. peygamber'in vahyi gerektiğinde kendi davasına hizmet edecek şekilde değiştirdiğini düşünürler.

    *zamana ve akla uymayan hadisleri modernistler gibi uydurma demek yerine söylendiği zaman için geçerlidir derler.
hesabın var mı? giriş yap