• "her şey özlenebilir. her şey tutku konusu olabilir. her ey aynı ölçüde kutsal ve aynı ölçüde aşağılık olabilir. tutkular, çevreye göre değişen şeylerdir. evli kadınlar toplantısında, en temiz pak aile kadını olmaya özenen kadın, orospuların yanında orospu olmayı niçin istemesin ?
    önemli olan istektir, hiçbir istek diğerinden soylu değildir."
  • yazıldığı dönemde haksız eleştirilere maruz kalmış kitap. edebiyatımızın klasikleri arasındaki yeri, bülent korkmaz'ın futbol oynadığı sürece milli takımdaki yeri kadar sağlamdır; hatta düpedüz kadınlığın savunusudur, defansıdır bu kitap; arada gizli santrfor da olur; zaten "sevgi soysal yaşasa" herkes ona aşık olur.
  • her ne kadar "bütün kadınca bilmeyişlerin tek adı" gibi enfes bir tanımı yapılsa da, tante rosa, bir açıdan, "bütün insanların bilmeyişlerinin tek adı" olarak da okunabilir.
    anlatmak istediğim, tante rosa'nın bir kadın hikayesi, üstelik bir kadın tarafından, bir kadın gözüyle, -çok az kadın yazarın becerdiği önemli bir iştir- yazılmış, bir roman olmadığını söylemek değil, sadece kitabı farklı bir gözle değerlendirmek.

    (peki ama hangi göz?)

    "dünyaya bir çocuğun gözüyle bakmak!"

    sergei eisenstein, filmlerini izledikten sonra bu yorumu yapmıştı charlie chaplin'in ölümsüzleştirdiği şarlo karakteri için. şarlo düzen karşıtı değildi, hayatını devam ettirmek ve kendisinden istenenleri yerine getirmek için var gücüyle çalışıyordu. fakat düzen öylesine çarpıktı ki, şarlo'yu bir o yana bir bu yana fırlatıyor, beş kuruşsuz bırakıyor, devletiyle, polisiyle üstüne üstüne geliyor. oysa şarlo, komünist ya da anarşist değil. sadece 'kazanma' derdinde saf bir adam.
    fakat şarlo'nun yaratıcısı charlie chaplin öyle değil. chaplin her şeyin farkında. hitler gibi bir tehlikenin farkında, işçinin, patronun, çarkların farkında. müthiş bir hümanizma ile bakıyor tüm dünyaya ve 'lütfen saçmalamaktan vazgeçin!" diye bağırıyor ve bunu son derece pasif bir karakterle gerçekleştiriyor; şarlo ile.
    son derece bilinçli, örgütlü, aktif bir adamı düzenin içine sokup, eylemlerini takip etmiyor. tam tersini yapıyor. basit bir adamı yaşamın içine atıp olanları gösteriyor. tüm bunları yapınca da tabii ki "tu kaka" oluyor ve sonra, soruşturmalar, kovalamacalar.. bu topraklarda yaşayanların pek yabancısı olmadığı hikaye..

    sevgi soysal'ın tante rosa'sı da farklı değil. iyi niyetli ve hayatını 'onlar'ın sunduğu gibi yaşamaya çalışan bir kadın. fakat, olmuyor, olduramıyor çünkü her şey hastalıklı. devlet hastalıklı, din ve dini kurumlar hastalıklı, ahlak, etik, erkek, kadın, toplum..hepsi hastalıklı. 'onlar' bu kadar güçlüyken ve dahi bu çarpık düzen büyük adamların pek bir işine gelirken, salt 'kadın hakkı'nı savunmak, greenpeace'i savunmak gibi. güzel, anlamlı fakat fazla naif.
    sevgi sosyal'ın asıl derdi bu işte. her makul ve değerli aydın gibi dünyaya bir çocuğun gözleriyle bakıyor ve haykırıyor; "sizce de aksayan bir şeyler yok mu? sizce de tüm bu sistem insan karşıtı değil mi? daha ne kadar ölmeyi ve küllerinize bir kedinin işemesini bekleyeceksiniz? "
  • tutunamayışların, hayata körlemesine dalışların, dalıp dibe vuruşların, vazgeçişlerin ve yeniden başlangıçların kitabı. at cambazı olmak isteyen, başına buyruk, kurallara, geleneklere ters düşen ve muhtemelen de bu yüzden başarısızlıklarla dolu hayatını, yaşama coşkusunu hiç kaybetmeden yaşayan bir kadının hikayesi.

    rosa'nın yazgısı doguştan kötüdür sanki. dik başlılığı ve anlamını yitirmiş geleneklere karşı duruşu değildir felaketlerin nedeni. tepesinde hep bir kara bulutla dolaşır. rahat bir nefes alamazsınız onu izlerken. yoksuldur. işi yoktur. gazetelerde çıkan evlenme ilanlarına sarılır. genelevde tuvalet bekçiliği yapar, çöp toplar. korkunçtur yaşadığı yerler. ama rosa'nın yaşama inadı sürer, yasama sevinci de, yaşadıklarıyla büyük bir tezat oluşturarak.

    rosa'nın iç burkan hikayesinin masalsı ve incelikli anlatımı, içe işleyen hüzünlü mizahı aslında yaşama duyulan karamsarlığı, insanlara duyulan güvensizliği de gizler gibidir. mutlaka okunmalıdır. 17sini süren her cocuğun, 37sinde olacağı kadını şekillendirir tante rosa.
  • “… sen bir otomobil misin, bir çamaşır makinası mısın, bir elektrik süpürgesi misin ki senden bir önceki modelin bozukluklarından sıyrılmış olarak piyasaya sürülmek istiyorsun?...”

    zamansızlığı, başsız ve sonsuzluğu ile bir masal izlenimi veren tante rosa, tıpkı küçük prens’te olduğu gibi kahramanın hayalsi yaşamına okuyucuyu ortak ederek, bazen yaşananların gerçek olmasını umarak bazen gerçek olamayacağına sevinerek eğlenceli bir yolculuğa çıkarıyor.

    sevgi soysal, tante rosa’da anneannesi, teyzesi ve kendisi arasında bir gizli yol kurarak kadınlık hallerini işler kendine özgü tarzıyla. hikaye zamansızlığı ve mekansızlığı ile aynı şekilde yazarsız da okunursa keyifli bir hikaye olarak değerlendirilecekken, yazarımızın sevgi soysal olduğu, yani türkiye’li bir kadın olduğu bilgisi ile birlikte okuduğumuzda rosa teyzemiz, rosa teyzeyi okudukça sevgi soysal gözümüzde daha da büyüyüp farklı düşünüşler, sorular da yüklüyor zihnimize. döneminde yabancı ve farklı hatta aykırı olarak değerlendirilen soysal’ın bu aykırılığı için alman bir anneye sahip olması neden gösterilmiştir. o dönem ona yapılan eleştirilerin en büyüğü memlekette onca sorun varken almanya’lı, üstelik çocuklarını ve kocasını hiç düşünmeden bırakabilen, hafif meşrep rosa’yı yazmasıdır. ancak bu eleştiriyi yapanların gözden kaçırdığı şey kadınlık hallerinin tüm dünya için ortaklaştığı yanlar olması ve ırk, dil, din, renk ayrımı olmadan evrensel bir kadınlık duruşunun varlığıdır. dünyanın çeşitli yerlerinde ayrılaşan ahlak kuralları ve oluşturulan, dayatılan toplumsal roller ne kadar şiddetli dayatılırsa dayatılsın, kadınların bu ortaklıkları özünde derinlerde bile olsa varlığını sürdürmektedir. bunun kanıtı da tante rosa’nın belli bir zaman sonra da olsa sahiplenilip, gereken değeri görmesidir. “ tante rosa, alman olduğu için değil, özgürleşmiş bir kadın olduğu için yabancıdır.” (funda soysal)

    tante rosa’nın en belirgin özelliği bırakmasıdır, bırakabilmesidir. sevgi soysal bir röportajında, tante rosa’nın bu özelliğiyle anlatmak istediğinin: “bırakmanın, bırakılanlar ne denli bırakılası olsalar da bırakanı sevindiremeyeceğini, yüceltemeyeceğini bilmek” olduğunu söylemiştir.

    rosa teyze özgür bir kadındır. kendi ayakları üzerinde durabilen, neşesini sürekli koruyabilen, yeniden yeniden ayağa kalkabilen ve hayallerinin gücünün farkında, tercih yapan ve tercihlerinin sorumluluğunu alabilen bir kadın. farklı ve kendisini seven, önemseyen bir kadındır. yaratıcıdır ve her zaman bir çözümü vardır. belki de sürekli idealize ettiğimiz olması gereken kadındır. kimi zaman okurken acırız hatta güleriz ona, ancak rosa teyze gibi kadın olunduğunda önemli olan kendimizden ne kadar memnun olunduğudur önemli olan, başkalarının bizden ne kadar memnun olduğu değil. bu yüzden de bizim rosa teyze ve tante sevgi tüm kadınlığıyla, memnun, mutlu ve tam anlamıyla yaşanmış bir hayatla veda etmiştir kalanlara belki de gider ayak yaptığı nanik işaretiyle…
  • feminist denmesini istemez kendine sevgi soysal politik gerekcelerden oturu. muhim degildir bu ama, tante rosa'nin degerlendirilmesinde. gayet de oturtulabilir feminist basucu metinleri arasina, bu guzel kitap.tante rosa'yi okumak genc bir kadin icin muazzam bir etkilenmedir. oyle buyuleyici bir kahramanlasma-kahramana benzeme tipi bir etkilenme degildir ama. cunku kahramanimiz hayatin ortasina birakilmis saskin bir ordektir zaten. evlilik ve kilise gibi kurumlar tarafindan depiklenen bir ordek. bu tante ordegi, insanda daha cok, yoldaslik yada gorunmez hayat arkadasi duygusu uyandirir; ne zaman: duserken, kalkarken, gotune tekmeyi yerken, dislanirken, evcillesirken, didisirken, tek basina herseyi birakip giderken. bunlari yasarken aklin bir kosesinde beliren bir arkadas. "sokaga cikanin pacasi kirlenir" deyip insanin, sirf bedel odememek ugruna yasamaktan ve ugrasmaktan kacinma egilimini berhava eden bir arkadas aslinda. evet, anti konformist bir olgunlasma romani kisaca.
  • dünyanın en özgür kadını mıydı tante rosa? yoksa dünyanın özgür olmak isteyen tüm kadınlarının tek bir bedende toplanmış hali miydi? kimdi?

    at cambazı olmak isteyen küçücük bir kızdı en başta. kendine özgü hayalleri vardı. daha küçücük bir çocukken, parlak üniformalı yakışıklı subayların , ilk fırsatta kendi bencilliklerinin efendisi olduklarını gördü. hayatın magazin dergilerindeki büyüsünün gerçek olmadığını anlayıverdi. kendini keşfettiğinde ötekileştirildi. at cambazı olamadığı gibi rahibe olmayı da beceremedi. denedi ama. hayatı boyunca denedi. istediklerinin peşinden gitmenin kötü bir şey olmadığını bilemeyişine rağmen, tüm bilmeyişlerinin izinden yol aldı.

    toplumdaki her kadının üzerine yapıştırılmış, daha belki de doğmadan bedenine uygun kesilip biçilmiş rolleri giyindi kuşandı. eş oldu tante rosa, pazar sabahları elma tatlısı pişirdi, anne oldu, iyi marka korse giydi. sonra korse iyi marka olmasına rağmen sıkmaya başladı. hayat sıkmaya başladı bir korse gibi. sıkıntılarını ardında bırakıverdi bir pazar sabahı. bir mektup bıraktı ardında, üç de çocuk. toplumun ( konu komşu, terk edilen eş ve diğerleri ) ona layık gördüğü aforoz hayatı yaşamaya başladı. intihar etmedi, uçuruma düşmedi, sefilce can vermedi. aksine yaşadı.
    bilmediği işler denedi, sevgi aradı yeni kalplerde. yeni çocuklar yaptı. bir yeni pabuç altı gibiydi tante rosa. hiçbir yaşantısına basmamıştı. hayatta belki de en iyi yaptığı şey ardına bakmadan gidebilmekti. çeyiz sandığının üzerinde manş’ı geçen bir kadındı o. ‘sevgi sözcüğü bir kadına her zaman bir şeyler anlatır’ ya hani, o saflıkla peşinden gitti bilmeyişlerin.

    her kadından biraz daha kadındı tante rosa. sevilmek isteyen, eş isteyen, kelepir alışverişlerin sözde faydasından mutlu olan, depresyonunu, yalnızlığını bile kendine özel yaşayan bir kadındı. ama her şeyden önemlisi, kendini seven bir prensesti. yaşlılığında bile diğer yaşlı kadınlardan nasıl ayrılacağını biliyordu o. bir renkli papağan çizgisiyle elbette!

    hayat bir sınav mıydı? sınav tam olarak neydi? bir dehliz miydi sınav? ya da hayat mıydı dehliz olan? karanlık dehlizler ansızın aydınlığa açılmıyordu gerçek hayatta. bunu anlamak için gerçek dünyada yaşadıklarını magazin dergilerinden sınamak gerekiyordu. tek tek deneyimleyip dergilerin sahte hayatlarının farkına varmalıydı insan. işte hayat, o dergilerde olup da bizim hiç yaşamadıklarımızdan arta kalanlardı. kalabalığın ortak üzüntüsüne çarpa çarpa tante rosa oldu, tante rosa… yaşamak zorunda olmak, sürdürmek, ısrar etmek. bu tante rosa demektir.

    ‘ çıplaktık, yürüyorduk, utanmayı öğrenmemizle unutmamız bir olmuştu, çıplaktık, yürüyorduk. kimin sınava girdiği unutulmuştu, çıplaklık unutturucudur. biz unutmak için, kaçmak için soyunanlardık, kaçmak için. oysa hatırlamak için soyunulur, hatırlamak için, yüzyıllardan beri unutulanları hatırlamak için. neyin olmadığını, neyin olamayacağını hatırlamak için, yeniden başlamaya gücü olmak için, seçim yapmak için, seçim yapabilecek açıklığa kavuşabilmek için. hayır demek için, evet demek için, başkaldırmak için, yakıp yıkmak için, barış için soyunulur, soyunulur. tante rosa daha bir kez olsun bunlar için soyunmadı, bunlar için soyunulabildiğini düşünmedi, görmedi, bilmedi. tante rosa bütün kadınca bilmeyişlerin tek adıdır. ‘
  • aforoz edilmiş prenses.

    evde kalmış (kız değil) kaltak.

    geçmişi unutup hep yeniden başlayan ama her seferinde soluk kır çiçeklerine dönen..

    deneyip tedbir almadığı o tek durumda da suyun dibini boylayan.. ama yaşamakta ısrarlı.

    düşüncenin eylemle ilgisini kavramasına rağmen beynini cümle yapmaktan alıkoyamayan.

    kadın.

    kendisiyle geç tanışmış olmaktan dolayı üzüldüğüm.

    tanıştıran ekşi kütükhaneye müteşekkir olduğum.

    (edit: keyfim)
  • --- alıntı ---

    -çok işim var, dedi rosa. papağanı sattım. para bulmam gerek. kısa vadeli yollar biliyorum. şimdi de çok önemli bir mektup yazacağım.
    -kime?
    -stalin'e. bir çift siyam kedisi isteyeceğim ondan. burda çok para ediyor bu kediler.
    -gönderir mi dersiniz? dedi mathes.
    -göndermeyeceğini biliyorum, onun için zarfın üstüne, "polonya yahudilerinin en pisine" yazıp kudurtacağım onu.
    -altesleri kendilerini tanırlar mı?
    -napolyon tanıştırmıştı, dedi rosa. rusya seferinde.
    -asıl para afrika'da, dedi mathes.
    -evet, dedi rosa, sizlerle başbaşa dergisinde nijerya kralının tahttan indirildiğini okudum.
    -ondan iş çıkabilir altes.
    -evet, dedi rosa, kendisine mektup yazıp bir buçuk kilo pırlanta karşılığında çörçil'i gönderebileceğimi bildireceğim.

    --- alıntı ---
    (uzun zamandır bu kadar eğlenceli bir diyalog okumamıştım.) *
  • kadının toplumun kendisine yüklediği roller karşısında ezilişini ve buna karşı durmaya çalışan rosa nın hikayesini anlatan kitap. yazarı sevgi soysal, kitap hakkındaki düşüncelerini anlatığı bir söyleşisinde şu etkileyici sözleri söylemiştir.
    "beni duygulandıran bırakmaktır. hiçbirşeyi hazırlamadan, belki de en gereksiz ve yanlış anda bırakmak. bırakma anının; bırakılanlar ne denli bırakılası olsalarda, bırakanı sevindiremeyeceğini, yüceltemeyeceğini bilmektir. o anda kendiyle yanlız kalanın; bu yeni düşman karşısında, bir yığın ahmak yüzünden tanıma fırsatını hiç bulamadığı kendi karşısında duyabileceği dehşettir. önemli gösterilebilecek bir eylemin ardından; başkalarının yanlışlarının o ana dek gölgelediği kendi yanlışımızın çırılçıplak kalışıdır. o yeni saçmalık, gülünçlüktür."
hesabın var mı? giriş yap