• dünya üzerinde 6.7 milyar insan yaşıyor.
    bugüne kadar 108 milyar civarında insanın yaşamış olduğu tahmin ediliyor. *
    dünya tarihi boyunca kaç tane kitap yazıldığını hayal edebiliyor musunuz?

    bir de şey var:
    türkiye dünyanın 626'da biri.
    dünya güneşin 1,3 milyon'da biri.

    galaksimizde 100 milyar civarında yıldız var.
    bildiğimiz kadarıyla en az 250 milyar civarında galaksi var. (300-500 milyar da olabilir diyorlar)
    (bkz: 70 sekstilyon)

    (edit: bir de buna bizim evrenimizin, başka bir zaman/mekan düzlemindeki bir evrenin içindeki bir galaksinin merkezindeki bir kara deliğin içinde ve/veya bir evrenler denizini oluşturan sayısız alternatif evren baloncuklardan sadece birisinden müteşekkil olması olasılığını da ekleyin)

    ve biz, buradan bakıp, bütün evren(ler)in yasalarına haiz bir varlık olduğunu ve onun bizim aramızdan iki üç kişiyle konuştuğunu filan iddia ediyoruz ve hatta bununla da kalmayıp, bu konuştuğu kişiler üzerinden evrensel yasalar dikte edilen kitaplar olduğuna inanıyoruz.

    manyak mıyız?

    daha da edit:
    http://imgur.com/e9djjco
  • en popüler yazar 4 kitabı var dördüde yüzyıllardır ençok satanlar listesinde
  • yalnızlık hisseden insanın biricik hayal arkadaşı. bu hayal arkadaşı o kadar güçlüdür ki onu hep korur, konuşmak istediğinde dinler çünkü her an her yerde onunladır.
  • hayat tanrilarla baslar. bir cocuk kendisine can vermis, kendisini besleyen ve kendisine bakan bagislayici esirgeyici anneyle hayata gozlerini acar. kisa zamanda ikinci tanri babasini kesfeder. sonra baska tanrilar da kesfeder.

    buyudukce tanrilarinin gercek olmadigini, siradan insanlar oldugunu ogrenir. kendisi buyudukce tanrilari ufalir. ve aslinda tum bir hayat tanrilarin arkasindaki basit izahatlerle yuzlesmekle gecer.
  • ''hiç bir şey geçmeyecek. kimse kurtulmayacak. çünkü tanrı'nın tanrısı yok. biz ona inanıyoruz, ama o hiç bir şeye inanmıyor. belki de tek gerçek tanrısız, tanrının kendisi. tanrısızlık, tanrı'ya mahsus! bu yüzden kurallarda asalet ve adalet arama. çünkü tanrı , ne asil ne de adil olmak zorunda''****
  • hayatımız boyunca şu söylendi bize:

    "yaratıcıyı hayal etmeye,düşünmeye,cisim olarak şekillendirmeye çalışmayın,o, o kadar kudretli ve büyüktür ki sizin bunu düşünmeye aklınız yetmez,hayal edebileceklerinizin ötesindedir,hadi bi deneyin yapabiliyor musunuz"

    şimdi.size bir kelime söyleyeceğim.

    "kıklıhhıımonu"

    sizin için ne ifade etti? hiçbir şey büyük ihtimal.şimdi bunu hayal edin,düşünün ne olabilir,bunu şekil olarak kafanızda kurun.becerebiliyor musunuz? beceremezsiniz çünkü az önce bu "kelime"yi götümden uydurdum.
  • tanrı başlığına girip "inan" diye arattığımda yüzlerce entry sarıya boyandı. çünkü pavlov'un köpekleri gibi sürekli "inanç", "inanmak" veya "inanmamak" gibi kavramlara bağlamak zorunda hissediyoruz tanrıyı. ben ateistim, sen deist, öteki müslüman, beriki budist. ortada sadece bir sürü etiket(inanç) var ve tüm bunların içinde tanrının kendisine rastlayan yok.

    peki neden tanrı fikrini şu inanmak/inanmamak ikileminden çıkaramıyoruz bir türlü? neden insanlık tarihinin başından beri sürekli tanımı değişen bir şeyin 2000 yıl önce koyulan tanımında takılı kalıyoruz halen daha? belki de tanrı inanç işi değildir. hatta bence olamaz, olmamalı da. bir şeye bağnazlıkla inanmak veya inanmamak, yaşamı ıskalamakmış gibi geliyor bana. doğa, varoluş, yaşam ve hatta insanın kendisi: bunların hepsi tanrıdan daha ilgi çekici konular. kaldı ki ille de bir tanıma sokacaksak bunların hepsinin oluşturduğu şeye de tanrı ismini verebiliriz. ama kimseden de bir gün duymadım ki: "ben yaşama inanıyorum", "ben varoluşa inanıyorum.", "ben kendime inanıyorum." yok ille de tanrı, ille de tanrı.

    insan malesef "ne oldum delisi" bir yaratık. hayvandan insana geçilen o ince çizgideki yaşadığı şaşkınlığı tam olarak üzerinden atabilmiş değil. bu şaşkınlığı da tanrı kavramı ile örtbas etmeye çalışıyor. normaldir. farkındalığa erişmiş olmak sancılı bir süreç olmalı. büyük ihtimalle kendisine neler olduğunu anlayamamış vaziyette dolanıyordur bir şeylere anlam yükleme yetisini keşfettiğinde. e tabi kendisine neler olduğunu anlamadığı için de delirmeye müsait bir yapısı var insanoğlunun. ve malesef binyıllardır da çıldırmış durumda. nerede rastladım hatırlamıyorum ama, geçenlerde bertrand russell'ın çok güzel bir çıkarımını okudum:
    "bazı aşağılamalara maruz kalmış bir kişi kendisinin ingiltere kralı olduğu yolunda bir kuram benimser ve kendisine bu yüce konumunun gerektirdiği saygı ile davranılmasını mazur göstermek için de zekice işlenmiş birsürü açıklama icat eder. bu örnekte, komşuları onun bu hayallerine sıcak bakmazlar ve kendisini bir tımarhaneye kapatırlar. fakat o kendi büyüklüğünü değil de ulusunun veya sınıfının veya mezhebinin büyüklüğünü ileri sürerse, görüşleri, dışarıdan bakan tarafsız bir kişiye tımarhanede karşılaşılanlar kadar abes gelse bile, birçok yandaş kazanır; bir siyasal veya dini önder olur. bu yolla, kişisel delilikle benzer kuralları izleyen bir toplumsal delilik gelişir. kendini ingiltere kralı sanan bir deli ile tartışmanın tehlikeli olduğunu herkes bilir; fakat tek başına olduğu için onun hakkından gelinebilir. bütün bir ulus bir kuruntuya kapıldığı zaman, savlarına karşı gelindiğinde kapıldıkları öfke tek bir delininkiyle aynıdır; fakat o ulusun aklını başına getirecek tek şey savaştır."

    eğer topluca delirmediysek, ben böyle şeyler söylediğim için delirmiş olmalıyım ve bunu kabullenebilirim. ama eğer topluca delirdiğimiz doğru ise, hepiniz delisiniz... peki siz bunu kabullenebilecek misiniz?

    tanrı, yaşam konulu kompozisyona verilmiş yanlış bir cevap olmalı.

    velhasıl ben şunu bilir, şunu söylerim: tanrı olsun, olmasın "something is always happening" / "daima bir şey oluyor." bunun üstüne de wittgenstein'dan gelsin: "üzerine konuşulamayan konusunda susmalı."
  • adını hatırlayamadığım bir kitapta mevzuu geçendir.

    "çoğu zaman mesele tanrı'nın ne olduğu değil, bizim onda ne gördüğümüzdür. sevgi dolu olanlar merhameti görür, zalim olanlar şiddeti. zeki olanlar aklı görür, aptal olanlar kör bir inancı. alimler bilimi görür, cahiller mucizeyi."
  • sümerce dıngır (gök tanrı, gök)
    dıngır-tıngır-tıngri-tengri-tengere-tangara-tangrı-tanrı
    asya türk ağızlarında tungrı, ture, töngri, tüngri gibi halleri görülüyor.
    orkun yazıtlarında tengri biçiminde, tangrı ya da tanğrı diye okunuyor.
    (türk dilinde, ortada bulunan g-ğ seslerinin düşüşü olağandır. tanğlamak-tanlamak, könglek-könklek-gönlek-gömlek, tangrı-tanrı da olağan...)

    sanskritçe karşılığı, devas, isvara.
    yunancası theos.
    latincesi deus.
    almancası got.
    fransızcası dieu.
    ispanyolcasu dios.
    italyancası dio
    ingilizcesi god.
    arapçası allah.
    ibranicesi eloah. (bu arapçaya "ilah" olarak geçiyor, el-ilah, ilahi, ilahiyet gibi sözcükler de burdan gelme)
    akadça ilu
    babil dilinde il.
    farsçası yezdan, huda.
    islavca bog.
    ermenice astivaç.
    hititçe siunas.
    sümercesi dıngır.
    türkçesi tanrı, ogan, bayat.

    mezapotamya dillerinde tanrı anlamına gelen sözcüklerin çoğu "il", "ul" ile başlar. arap dilinde, daha önceleri "allah" kavramını oluşturacak bir sözcük yoktu. arapça ilah (tanrı) sözcüğü de ibranice dilindendir. akadça ilu (tanrı), babil dilinde il, el (tanrı) akadça elu, elitu (en yüce, en yüksekte olan [heavenly]), tevrat'ta adı geçen, sonra arapça söyleyişle islam uluslarınca benimsenen dört kutsal varlığın: azra-il, cebra-il, israf-il, mika-il, adlarının sonunda görülen "il" sözcüğü "tanrı" demektir.

    sanırım ilk olarak m.ö. 4. yüzyılda çin yazıtlarında görülmüştür ve bilinen en eski türkçe sözcüklerden biridir. "tan" sözcüğü de buradan gelir. bu anlamda "tenr" eski türkçede "gökyüzü, denklik, ufuk" anlamlarına gelince her zaman tanrı'ların ve cennetin gökyüzünde aranmasına şaşırmamalı. (bkz: tengri teg tengride bolmış türük bilge kagan)

    bu arada arapça'da allah'ın adlarından biri olan "kadir" sözcüğü de denklik anlamına gelir. "kudret sahibi olan, gücü yeten" anlamlarından iktidar, kader, kudret, miktar gibi binlerce sözcük türemiştir ama bu tanrı ile kadir'in bir ilişkisi olduğunu göstermez, zira arapça'da allah'ın bi sürü adı var.

    sümerce dıngır ile orta asya türklerinin tengere'si (ya da tengri'si) arasındaki bağıntı ilk olarak 1928'de ortaya atılmış. 1934'te de mezapotamyalıların gök tanrısı "anu"nun orta asya'dan taşındığı düşünülmeye başlanmış. aslında dıngır ile tengri arasındaki benzerlik, sümer dilinin çalışılmaya başlandığı ilk yıllarda, daha "sümerce" bile denmezken fark edilmiş, 1862'ye kadar dayanıyor bu olayın geçmişi.

    göktürk'lerin resmi tanrısıdır tengri. tengri'nin gökyüzüyle ilişkisi düşünüldüğünde devletin isminin nereden geldiği anlaşılabilir. moğol hanları da 13. yüzyılda bile yetkileriyle ilgili işlemlerde açıklama yaparlarken "sonsuz mavi-gök'ün adıyla" gibisinden başlarlarmış. (burada gök ile tengri aynı şeye tekabül ediyor zannımca)

    kaşgarlı mahmud'a göre bitkilerin, ağaçların yeşermesinden de, yıldırımların çakıp ortalığın aydınlanmasından da tengri sorumludur. türkler, tengri'yi "yüce, kutsal" manalarına gelen sıfatlar olarak da kullanmışlardır, örneğin koca bir dağdan bahsederken.

    orhun yazıtlarına göre tengri ölümden de sorumludur. ölüm bu yazıtlarda "uçmak" ile aynı sözcükte kullanılmıştır. yani öldüğünüzde aslında gökyüzüne yükselirsiniz, uçarsınız, tengri'ye, mavi gökyüzüne gidersiniz, ta ki tengri size yeniden hayat verene kadar. bu bağlamda orhun yazıtlarında tasvir edilen ölümün, reenkarnasyon, cennet, göğe yükseliş gibi kavramların tamamını kapsadığını düşünmek bence mümkün.

    bunlara bakınca birşeyler ironik geliyor, bir tarafta arapların kendilerince oluşmuş bir "tanrı" sözcüğü dahi yok ve en güncel dinlerinde allah'ın birden fazla adı var, bu anlaşılabilir çünkü tanrı'larının marifetlerini, değerini, kudretini açıklamak için birçok sözcük kullanıyor, yakıştırıyorlar. öte yandan türklerin tanrı'sına baktığımda, tek bir sözcük ile doğadaki ve sosyal yaşam döngüsündeki pek çok şey özdeşleştiriliyor, eğer her yerde olan bir tanrıdan söz ediyorsak, bunu tek kelimeyle herşeye bağlayabilmek bana daha köklü, daha kutsal geliyor. adam aynı tanrıyı gökyüzünde de görüyor, doğada da, ölümde de, yeniden hayata gelişinde de.

    edit : etimoloji kaynakları çoğunlukla ismet zeki eyuboğlu ve nişanyan'dır.

    not: bu entry 28 şubat 2016 ekşisözlük direnişi süresince katalanca olarak sunulmuştur. (bkz: bütün entry'lerini katalancaya çevirmek) bundan çok daha kaliteli yüzbinlerce entry bu süreçte yok olmuştur. bir zamanlar devletin milletini ebleh yerine koyması yasaktı, bazı yasaklar özlenebiliyormuş.
  • son zamanlarda başıma gelen, başımıza gelen olaylar, hakkında bolca düşünmeme neden oldu. kedimin kaybolmasından başlayıp münevver karabulut'un çektiği işkencelere kadar böyle geniş yelpazede birçok yansımasını görüyorum tanrının. 9 yaşında kaçırılıp tecavüz edilip öldürülen arkadaşımı ve tüfekle öldürülen köpeğim tony'i de burada analım. meğersem ben de düz bir insanmışım. bu olayların arkasındaki güzelliği, mucizeyi göremiyormuşum.

    bir bebeğin dövülerek öldürülmesi, küçük bir çocuğun babası tarafından senelerce taciz edilmesi, kaçmasın diye ayakları kesilen dana, bir zincire bağlanıp açlıktan ölünceye kadar tek başına bırakılan köpek, 15 sene boyunca bir bodrum katında kapalı tutulup sürekli tecavüz edilen kadın, deney hayvanları, hem de yüz binlerce. tabii ki inanıyorum tanrıya. inanmaz olur muyum? bunca olay tesadüf olamaz. 6 ay majör depresyonla uğraşıp tam iyileşiyorum derken kedimin 10 yaşında bir çocuk tarafından öldürülmesi nasıl tesadüf olabilirdi ki? peki ya ben her yağmurda yere bakarak yürürken evimin önünde koyun kesilmesi, ağlayarak kedimi aramaya çıktığım bir anda, bunu kaçınılmaz olarak görmem? tesadüf olabilir mi? olamaz. tanrı var. varlığına inanıyorum artık.

    yalnız, bebeklerin ve hayvanların işkence gördüğü bir dünyada tanrı nasıl iyi olabilir ve onu nasıl sevebiliriz işte o kısmı anlamıyorum. bak bu yaşıma geldim hala anlamıyorum. tabii kafa da düz biraz.
hesabın var mı? giriş yap