• blackboards. karatahtalar. çok güzel bir film. yönetmeni samira makhmalbaf, iran'dan. 2000 senesinde cannes'da büyük jüri ödülünü almış. samira o zaman 20 yaşındaymış.

    film dediğim gibi güzeldi. halepçe'den 1980-87 yıllarındaki iran-irak savaşı sırasında şimdinin merhumu saddam hüseyin'den kaçarak iran'a sığınan ve yasal olmayan yöntemlerle dağlardan memleketlerine dönmeye çalışan kürt mültecilerle ilgili. kabaca. güzel güzel çocuklar var böyle... oldukça insancıl. film hakkındaki düşüncelerimi toparlamaya çalışıyorum.

    bu arada da dvddeki, yönetmenin yorumunu dinliyorum. samira anlatıyor bozuk ingilizcesiyle, sanırım bir yerden okuyor, babası da yönetmenmiş, ömrü boyunca filmle iç içeymiş falan filan.

    neyse sonra anlatıyo işte. pakistan'da imişler bir ara babasının bi filmi için. 8 yaşındaymış, pakistan hükümetinden izin almamışlar çekim yapmak için. alamamışlar değil. tutuklanmışlar. evet bu ana kadar ''ne baskılar zorluklar altında film yaptık biz, nan batılılar,'' tadında bir anlatım. hapishaneye koymuşlar babasını. samira anlatıyo, ''sanki ortaçağdaki mahkumlar gibi babamı zincirle bağladılar'' diyor. bu aşamada söylediklerini bir yerden okuduğuna kesinlikle emin oluyorum. bunu yazan da kendisi değil. ortaçağdaki hapishane ve zincirler senin kültürünün ne kadar parçası? kendini bu kadar mı ''onlara'' hitap etmek zorunda hissediyorsun? de ki, hapishaneye koydular ve zincirle bile bağladılar. ortaçağ demek, geriliği ''onların'' anlayacağı dilden vurgulamak zorunda mısın? onun dışında ödül konuşmanda sadece ''bon jour, merci beaucoup, thank you .......for young generation of iran who fight for democracy'' demenin gereği neydi? filminde birçok iç açıcı olmayan başka konu var ama filmin iran'daki gençlerin demokrasi hareketiyle hiçbir alakası yok. anladık, bir derdin var, ama batıdaki insanların duymak istedikleri şeyleri kelimelere dökmekten, yani politik olmaktan, ve sana olan sempatilerini artırma çabasında olduğunu göstermekten öteye gitmiyor dediklerin. sıkıştığın anda (örneğin ödül konuşması yaparkenki heyecandan ne diyeceğini unutmuş olman durumunda) hemen biliyorsun ki oynayabileceğin bir kart var, ''eziliyoruz biz ve bununla mücadele etmek istiyoruz'' kartı. ve biliyosun ki senin, karşındaki batılıların onayını kazanmanı sağlayacak en etkili kart o. bir sanatçı olarak bu konuyu da sahiplenmişsin gibi davranırsan ve o kartı da oynarsan daha çok kişinin takdirini kazanacaksın.

    bu kartı sadece samira oynamıyor tabi ki. her gelişmekte olan/geri kalmış ülkenin böyle bir yaklaşımı olan sözde aydın grubu var. kendi ülkelerini batıya şikayet eden ve halklarından soyutlanmış bir havaya sahipler. adalet aramakta bir sorun yok, destekliyorum, tamam, ama olayın şikayet etme kısmı batıyor bana. kültürleriye gurur duymak zorunda değiller belki ama bu klişeleşmiş tarzda batıya dert yanma ve ''onlara'' imrenme edası rahatsızlık verici.

    beni rahatsız eden aslında samira, yani semra'nın tavrı değildi sanırım. (yani bu kadar samimi ve değişik bir filmi gördükten sonra bununla karşılaşmak beni biraz üzdü, o kadar.) dvdnin kapağında ''an indelible and ultimately moving vision of humanity,'' yorumunu (stephen holden, the new york times) okuduğumda kıl olmaya başlamıştım. batılının gözüyle ''diğerleri.'' semra'nın sözleri sadece yüzüme vurdu ağzımı ekşiten şeyin gerçekte ne olduğunu. evet dünyanın bazı yerlerinde insanlar için hayat sürekli bir mücadeleden ibaret, doktorları okulları yok. bazen evleri de yok. okuma yazma bilmiyorlar, işleri yok. bunun içine doğdular tanrı'nın ''şanslı'' kulları, bunun içinde kalmaya mahkümlar. dünyanın bu tarafından bakıp, filmi izleyip, insanlık için üzülmekten doğan ve bu üzüntüyü duymanın getirdiği ''ben sorumsuz bir batılı değilim'' düşüncesinin içten içe verdiği gururun ve tatminin yansıması olan bir yorum bu. bana bu batıyor. semra ve onun gibiler her defasında kartlarını oynadıklarında kendileri ve davaları sempati kazanıyorlar belki ama canım benim semracım, sana acıyorlar, farkında mısın? acı çektiğini bu şekilde belirttiğin halkına acıyorlar. kendileriyle çoğu zaman gurur duymalarını sağlıyorsun, ben ne kadar iyiyim ''diğerlerinden,'' ''gelişmemişlerden,'' o ''egzotik yerlerin insanlarından'' diye.

    ''batının gözüyle diğerleri'' konusunda uzun zamandır düşünüyorum. ruanda hakkındaki yazıyı okuduktan sonra özellikle ''the west and the rest'' arasındaki ilişkiyi son günlerde biraz daha sorgulamaya başladım. ekonomiler krize girince kredi vermek, borçları affetmek, bazen de işte ezilen insanlara ''özgürlük'' götürmek adına batının sanki bir nevi ''biz s.çtık, biz temizlemeliyiz'' edasında bir tavrı, sorumluluğu varmış gibi gösteriliyor. bir de, biz geliştik, diğerlerini de geliştirmekten sorumluyuz, görüşü hakim. ama bazı durumlarda nasılsa böyle bir sorumluluktan eser yok; muaf hissediyorlar kendinlerini. bazen gayet de ellerini çekmeyi, kayıtsız kalmayı seçiyorlar. ruanda'nın politik olarak bir önemi olmadığı kararının verilmesi ve 100 gün kadar kısa bir sürede 800,000 (sekizyüzbin) kişinin (tutsiler), çoğunlukla, pala gibi bir kesici alet olan macheteler ile, soykırıma uğratılmasına (hutular tarafından) göz yumulması gibi mesela. bırakın kendi iç sorunlarını kendileri çözsünler, denmesinin kritik olan o anda seçilmesi gibi. birleşmiş milletlerin bile asker göndermesinin engellenmesi gibi. nispeten kıllarını kıpırdatmadan yapabilecekleri bir şey olmasına rağmen birinci elden şiddet çağrısı yapan radyo yayınlarına uydudan müdahele etmemeleri gibi. vs. aynı olay darfur, sudan'da da gerçekleşiyor bu aralar. tık yok. neyse.

    konu bu değil. film çok güzeldi, samira'yı (ve babasını) tebrik etmek lazım. kadın hakları hakkındaki mesajları da hoşuma gitti. sonuçta 20 yaşında farsi bir kız cannes'da ödül almış. hem de güzel bir filmle. iran sineması fena şeyler yapmıyor gibi görünüyor. şimdi iran'nın dünya gündemindeki yeri de göz önüne alındığında elimize ne kadar film geçecek ya da ne kadar iyi yorumlar alacak o filmler bilmiyoruz, gerçi. her neyse. benim beltirmek istediğim filmin pazarlanma tarzı beni irite (!) etti ayol. (pazarlanma kelimesini de bilerek kullandım. aferin bana.) ve bu bir tek bu filmde olan bir şey de değil. aynı taktikleri uygulayan birçok başka insanlar da var başka başka yerlerde. samira'ya, biraz da gururla harmanlanmış alçakgönüllülük ve halkını sahiplenme imajı fena gitmezdi açıkçası. elinde bu kartlardan bulundurmaya çalış, mesela. insanlar, evet, yaşam mücadelesi veriyorlar ve bu bile onları batılılardan birçok yönden daha ''kutsal'' ve üstün kılıyor. biraz saygı duy bu duruma belki ve eğer saygı duyuyorsan da konuşmalarında bunu vurgula. bir düşün filmine konu ettiğin insanlar neden o durumda, niye fakir diye, mesela, sonra birilerine şikayet et, sen. o birileri o zaman kim olacak, düşün. kendini olduğun gibi ifade et, bir de, ve ''onlar'' seni anlamaya çalışsınlar bir zahmet.

    onun dışında filmi tavsiye ediyorum. kesinlikle. o yörenin dillerini öğrenmek istedim bir an.
  • kara tahta'nın parlak bir şiirdeki güçlü bir imge gibi birçok farklı işlevde kullanıldığı iran filmi:

    çocukları eğitmek,
    hasta taşımak,
    çamaşır kurutmak,
    ötekinden (düşman) gizlenmek,
    çeyiz niyetine,
    evlenirken perde göreviyle,
    incinen bacağa destek yapmak,
    askerlerden saklanıp kamufle olmak...

    film dedim, ama değildir, kara pastoral bir şiirdir olsa olsa. ama en ilginci belki de şudur:

    civardakiler, tahtasını sırtında taşıyan öğretmene "kara tahta" diye seslenirler.

    etkisinden kurtulabilmek mümkün değil bu şiirin.
  • samira makhmalbafin cektigi odüllü film. uc ulke arasinda sikisip kalmis, yurtlarindan olmus gocebe halepceli yaslilarin katliam sonrasi hikayesi.
  • hayat bilgisini kurumsal bilginin yerine gecirebilme basarisi gosteren film.
  • yeni vizyona giren bir film,iran yapımı,savasta sınıra ulaşmaya çalışan insanlar,cocuk işçiler,çişini yapamayanlar,kısa bir evlilik hikayesi ve ögretmenler,seyredilesi ödüllü bir film.
  • samira makhmalbafin 20 yasinda cektigi film. halepce de gecer.
  • bir "samira makhmalbaf" filmi.halepçe katliamının etkilerinin gayet iyi işlenildiği film.
  • sirtina yukledigi kara tahtayla insanlara biseyler ogretmek icin cirpinan bir iranlinin hikayesini anlatan film.
  • iran dag köylerinde sirtlarinda kara tahtalari ile ögretmenlik yapanlarin öyküsünün inanilmaz sade bir dilde anlatildigi iran filmi.
  • 3 gün önce trt 1'de denk geldiğim iran filmi.
    kanalları gezerken bir anda sırtında yüklerle kaçakçılık yapan çocukları görünce "aa uludere katliamı'nın filmini mi yapmışlar?" diye şaşkınlıkla izlemeye koyuldum.
    meğer iran-ırak arasında da kürt çocuklarının kaderi dağlarda üç kuruş için kaçakçılık yapmakmış, ne acı.
    bu arada uludere'yi hatırlatan bu filmi yayına koyan trt yetkililerinin başına bir şeyler gelirse hiç şaşırmam.
hesabın var mı? giriş yap