• bu akşam teke tek programında resmen madara oldu. gelen düzeltmelerden o kadar bunaldı ki bir ara "hadi artık, siyaset konuşmayacak mıyız yahu" filan diye gevelemeye başladı. programın sonunda sağlık bakanlığından gelen aşıların ülkemizde zorunlu olmadığına yönelik açıklama ile de nakavt oldu.

    kendisi şimdiye kadar pek takip ettiğim birisi değildi. son kitabının konusu mesleğim icabı dikkatimi celbedince ve bu akşam da bahsi geçen programa çıkacağını öğrenince kendisinin konuyla ilgili savlarını dinlemek istedim. üzerine iki sene geceli gündüzlü çalıştığı kitabını manavın sattığı portakalı övmesinden daha derinlikli savunamadı ne yazık ki. kendisini bugüne kadar takip etmediğim için hiçbir şey kaybetmediğim izlenimine kapıldım.

    yahu tamam, meseleleri bir hekim kadar bilmeyin ama en azından temel bir tıbbi nosyon edinin de öyle yazın bir şeyler yazacaksanız soner beyciğim... o da yoksa en azından bir sağduyunuz olsun. fatih altaylı konuya tamamen dışarıdan bakan birisi olarak zaman zaman önemli yerlere işaret etti. örneğin kendi çocukluk zamanlarında ne kadar çok çocuk felci geçirmiş ve sakat kalmış kişi olduğundan bahsetti. muhtemelen yakın döneme kadar aşılamanın düzenli yapılamadığı doğu illerimize giderseniz hala çocuk felcinden dolayı sakat kalmış çok sayıda genç ve orta yaşlı insan görebilirsiniz. fakat ülkemizde yürütülen aşı kampanyasıyla çocuk felcine yol açan polio virüsü ikibinli yılların başında türkiye'den eradike edilmiş, yani tamamen temizlenmiştir. yani soner yalçın'ın anlayacağı şekilde ifade edecek olursak son yirmi yılda türkiye'de doğup büyümüş hiçbir çocuk, çocuk felci hastalığından dolayı sakat kalmamıştır. işte bu, aşının başarısının eseridir.

    yine aynı şekilde rahmetli türkan saylan lepra, yani cüzzam hastalığını büyük bir özveriyle tüm anadolu'dan temizlemeden önce bu hastalık anadolu'nun başının belasıydı, anadolu'da cüzzamlı köyleri vardı, bu hastalığa yakalanan insanlar tüm hayatlarını toplumdan tecrit edilmiş şekilde geçirirlerdi. yirminci yüzyılın ortalarında bulunan bir çeşit antibiyotik ile bu hastalık da ülkemiz için neredeyse tamamen tarihe karıştı. henüz 1900'lerin başında bile doktorların tek tedavi yöntemi olarak temiz hava ve bol oksijen bulunan senatoryumlarda istirahat etmeyi önerecek kadar çaresiz oldukları, elleri kolları bağlı bir şekilde hastaların ölümlerini seyrettikleri tüberküloz, bugün dörtlü bir antibiyotik tedavisiyle genellikle altı ayda tedavi edilebiliyor. tabi tüm bu tedavilerin geliştirilmesi dünyadaki pek çok seçkin bilim insanının sayısız katkılarıyla ve emekleriyle sağlandı. tüm bu külliyatı eleştirebilmek için "ilaç bir yeri bastırırken öbür yerden başka bir şey patlak veriyor" gibi primitif cümlelerin çok ötesinde bir tıbbi nosyona sahip olmak gerekir, değil mi soner bey? utanmadan "tıp bir bilim değildir" diye bas bas bağırırken sadece pubmed'deki milyonlarca bilimsel tıbbi makalenin varlığından da haberdar olmak gerekiyor değil mi soner bey?

    kendisinin çok övdüğü kadim tıbbi bilgilerden faydalanarak hangi enfeksiyonlar günümüzdeki gibi tedavi edilebiliyordu acaba? çok uzakta değil, daha 1950'li,60'lı yıllarda insanlar çok basit enfeksiyonlardan, basit bir bronşitten bile ölebiliyorlardı. antibiyotiklerin keşfi ile ortalama insan ömrü inanılmaz ölçüde uzadı. bakterilerin hızla antibiyotik direnci geliştirdiği günümüzde bu duruma bir çözüm geliştirilemezse bundan elli yıl sonra insanoğlunun en sık ölüm nedeninin tekrar enfeksiyonlar olacağı öngörülüyor.

    mahatma gandhi'nin eşi zatürre geçirdiğinde gandhi eşinin o zamanlar tedavide yeni yeni kullanılmaya başlanan penisilin'i kullanmasına dini gerekçelerle izin vermez ve eşi bu enfeksiyon nedeniyle vefat eder. birkaç yıl sonra gandhi'nin kendisi zatürre geçirdiğinde penisilin kullanır ve enfeksiyonu atlatır. bekara karı boşamak kolaydır. aşıların önemini doğumda aşılanmamış ve annesinden hbv kapıp sonraki yıllarda siroz olmuş, şimdi karaciğer nakli bekleyen on yaşında bir çocuğa sorun. sadece aşısı yapılmadığı için sakat kalan, organ yetmezliği gelişen çocuklara, basit bir kızamıktan dolayı vefat eden çocukların ailelerine sorun. ilaçların önemini kalp krizi ya da inme geçiren ve birkaç ilaç sayesinde hayatta kalabilenlere sorun. yahu sözde araştırmacı gazetecisiniz soner bey, kalkın bir hastanenin iç hastalıkları ya da kardiyoloji bölümünün yataklı servisini dolaşın, hastaların hikayelerini dinleyin. bakalım sonrasında bu kadar rahat konuşabilecek misiniz...

    evet, dünyada ve türkiyede devasa bir ilaç pazarı ve inanılmaz bir rant var. hekimlerden sürekli ilaç yazmaları bekleniyor ve halihazırdaki sağlık sistemi hekimin tüm koruyucu sağlık hizmeti verme nosyonlarını köreltip daha çok ilaç yazdırmak üzerine kurulu. bunu sonuna kadar eleştirelim, ama mümkünse bunu temel tıbbi yeterliliklere sahip birisi/birileri yapsın lütfen. soner beye cevaben bu akşam birkaç profesör mail atmışlar. bırakın profesörü, ortalama bir tıp fakültesinden mezun bir pratisyen hekim bile soner beyin argümanlarını çeyrek saat içinde rahatlıkla çürütebilir. kendisi yeğeninin doktor olduğunu söylüyordu, keşke bu konular üzerine en azından yeğeninden biraz akıl alsaymış...

    insanların işlerini düzgün yaptıkları bir ülkede böyle çürük argümanlarla bir kitap kaleme alan birisinin bir daha kamuoyunca kolay kolay itibar edilmemesi beklenir. ama sanıyorum ki kendisi yarın öbür gün bambaşka bir konuda yine aklına estiği gibi atıp tutarak satıl rekorları kıran başka kitaplar yazmaya devam edecektir. ne diyelim, herkesin kendi tercihi...
  • şu adama bok atma çabası yaygınlaşmaya başladı kelam etmeden edemeyeceğim. hakkındaki iddialar öylesine mesnetsiz, öylesine altı boş ki... islamofaşistler güruh halinde, koro gibi tellendiriyorlar. muhtemelen yine emir almışlar, 'arka arkaya söyleyin, defalarca kez söyleyin, inanan çıkar' diye. televizyonda durum bu, gazetelerinde durum bu, ekşisözlükte durum bu... (muhtemelen bu propaganda yöntemini de uşağı oldukları emperyalistlerden devşirmişler. soğuk savaş dönemi taktiğidir bu, defalarca kez söylersen, mutlaka inanan çıkacaktır!)

    şimdi neymiş, odatv'de bir belge bulunmuş. belgede, "ilhan cihaner'i bayraklaştırın", "hanefi avcı kitabı referandum öncesine yetişsin" deniliyormuş. arkadaş insan bu kadar çapsız yalan atmamalı, ulan adamlar senden benden, o laflarını papağan gibi tekrarladığınız akp yalamacısı yazarlarınızdan daha iyi biliyorlardı birgün baskın yiyeceklerini. bu kadar ayan beyan bir durum varken, adamlar bilgisayarlarına döküman kaydediyorlar. üstelik böylesine basit şeyleri... cümle alemin telefonu dinlenip, özel yazışmaları didiklenirken, emir komuta zincirini de telefondan, internetten yapıyorlardı... hayret valla, şu iddialar doğru olsa (velev ki) bence adamların "akli dengeleri yerinde değil" denilerek serbest bırakılmaları gerekirdi. şurada iki dost akp'ye ağız dolusu söverken telefondan işkilleniyoruz da, "koskoca ergenekon örgütü (!)" zilyon tane baskın oldu hala akıllanamadı he mi?

    hayır bir de bu "naneyi yiyen" de soner yalçın, kontrgerilla ve jitem hakkında külliyat oluşturmuş. yöntemlerini ezbere bildiğine eminim.

    siz mal mısınız, kimi kandırıyorsunuz...

    ve ne tesadüfse bu suç unsurları denilen saçmalıklar da akp'yi gayet gayr-ı meşru duruma düşüren hadiseler. al mesela ilhan cihaner! adamın kontrgerillayı yargılamaya çalıştığı ortaya çıkıp da, onu gözaltına alan osman şanal'ın "pil vermeyi" terör örgütüne yardım yataklık; 1 mayıs'a katılmayı, "terör örgütü üyeliği" saydığı ortaya çıkınca, bütün cemaat yapılanmasını kurtarmak için türlü kepazeliklere imza atılınca, birileri 'yeniden adama bel altı vurmayı amaçlamış... acemi ve ahmaklar sürüsü sizi!

    nitekim, bir polis konuşma kaydında (ki mahkemeye verilmiş kayıt) daha ergenekon davasının adı bile belli değilken "söz konusu ergenekonsa sikeyim hakimi savcıyı" diyecek, bir başka adamın cep telefonuna tarikatçıların numarası yüklenecek, bir diğer yerde "işkencecim" dedikleri zat ile diyenler "aynı örgüte" üyelikten yargılanacak ve biz hala bu ucuz numaraları yutacağız he mi?

    tamam anlıyorum, bir kısmınız sabah akşam, inanç hummasından beyninde fonksiyon kaybı yaşamış. koyun sürüsü gibi kaval sesine gidiyor da, bir diğer grubunuz ise sırf çıkar, "bana da iki kemik düşer" diye cemaatin götünü yalamaktan bitap düşmüş de... lan bari zekamıza hakaret etmeyin, dangalaklar!
  • tutuklanması talebiyle mahkemeye sevk edilmiştir.

    hala iyi niyetimden birşey kaybetmemeye çalıştığım için şunu anlamakta güçlük çekiyorum. okumuş bir insanım, belirli bir kültüre, çağdaş olduğunu düşündüğüm dünya görüşüne, ortalama bir zekaya ve bunu kullanacak akla sahip olduğumu biliyorum.. bu kadar insan tutuklandı. ben bunu anlamıyorum abi. okuyorum okuyorum, bu insanların suçlandıkları şeyleri bulmaya çalışıyorum. ama yok. kafam almıyor, rahat hissetmiyorum bulduklarımla. yani normal bir insan nasıl bu durumu kabul eder. şimdi bu adam, tanımam etmem, tutuklanacak. ne suç işledi herif? yani minority report filmini yaşıyoruz, tamam, bir kazanım bu toplumumuz için. bir suç işleyemeden laak yakalıyoruz ibneyi. e hocam daha dün bir orospu çocuğu karısını doğramaya çalıştı, mahkeme serbest bıraktı, gitti doğradı karıyı. adalet aynı adalet değil mi? deniz feneri miydi neydi bir bok vardı. adamlar resmen hüpletti namazındaki amcaların teyzelerin paralarını. televizyon kanalları kurdular paralarla. alman devleti buna hükmetti, sabitleştirdi. e biz ne yaptık abi? tecavüzcüye yeşil ışık yakan mahkeme buna da gel geç dedi tabi. yahu soner yalçın niye kimseye tecavüz etmedi? darbe yapmaya çalışırken keşke en azından karıya kıza laf atsaydı.

    bu yeni hukuk sistemi seks ve para üstüne kuruluyor ey ahali. şimdi sesimiz çıkmıyorsa, yarın birisi bizi sikerse yada paramıza el koyarsa ağlaşmamamız gerek.

    edit: deniz feneri davası bile açılmadı yahu henüz, ne gel geç demesi.
  • gördüğüm kadarıyla tam bir şuursuz olduğunun anlaşılması için işi aşı karşıtlığına kadar vardırması gerekiyormuş. yani zararın neresinden dönülse kâr tabii de, siz de biraz geç mi kavrıyorsunuz ne? uzmanı olmadığı alanda bilim insanlığı oynamaya kalkışan bu tiplere en başta “ne saçmalıyorsun yahu sen?” demediğiniz için bu kadar cesaret buldular. (bu laf x alanda uzman olup y alanda at koşturmaya çalışan diğerleri için de geçerlidir elbette, sadece onlar bu kadar akılsızca davranıp kendi iplerini çekecek kadar uç noktalara getirmediler işi. henüz...)

    yapmamız gereken her zaman doğru düzgün araştırma talep etmek, tutarlı ve kanıtlanabilir sonuç dizisi var mı diye bakmak ve elbette önümüze konan araştırmaların da örneklemine, metodolojisine sorgular gözlerle bakmak...
  • şimdi bu adamın milli değerleri koruyan çeteyi okuruna sevdirmeye çalıştığı söyleniyor yanlış anlamadıysam. bu adam binbaşı ersever'in itiraflarını yazdı. ne zaman yazdı biliyor musunuz? ersever'le gizli gizli görüşme yaptıktan sonra işin ortaya çıkmasından sonra ersever öldürüldükten ve gazeteye "yalçın da ölecek" diye telefonlar gelmeye başladıktan sonra kaçarken yazdı.bu adam yazılarında, kitaplarında susurluk çetesinden ve ergenekon'un onun uzantısı olduğundan bahsetti. ergenekon davasında akp muhalifi olan neredeyse herkesin gözaltına alınmasını eleştirince yıllardır mücadele ettiği adamların savunucusu mu oluverdi birden?

    ya can dündar? o da kamuoyuna "ergenekon terör örgütü" olarak sunulan insanların gerçek gladioyla alakası olmadığını, gladio'nun sadece kabuk değiştirdiğini yazdı. o da mı "iyi çete - kötü çete" imajı yaratıp iyi çete'ye sarılmamızı bekliyor? derin devlet hakkında nice araştırmalar yapmış, kitap yazmış can dündar, onunla beraber yıllardır bu yolda koşan soner yalçın yıllardır sürdürdükleri mücadeleyi birden bıraktı öyle mi? ergenekon davası'nın akp'nin muhalefeti susturmak için, gerçeklik payı olan bir suçlar çekirdeğinin etrafına sevmediği adamları yerleştirip taraf, sabah, atv gibi basın kuruluşlarıyla halka "bakın işte çete" diye sunmasından ibaret olduğunu söyleyen herkes "iyi çete" savunmacısı mı oluyor?

    soner yalçın komplo teorilerini sağlam temellere dayandırıyor, cia görevlilerinin, amerikan büyükelçilerinin, diplomatlarının sözlerine ve onların türkiye'deki yansımalarına dikkat çekiyor. ve biz de doğruluk payı olabilir diyoruz. peki siz, bizim zokayı yuttuğumuzu düşünen diğer arkadaşlar, bu iddiaların çürüdüğü noktayı ortaya koyabiliyor musunuz? alternatif gerçeklik teoriniz "olmaz öyle şey, bu solcu değil ki, göya solcuları savunuyor, komplo teorilerini güzel satıyor"dan öteye gidemiyor mu?

    soner yalçın amerikan diplomatların ve türk liderlerin sözlerine, kendi araştırmalarına ve etrafında olanlara dayanarak yazıyor. siz neye dayanarak yazıyorsunuz?
  • büyük ihtimalle tutuklanacaktır. kötü bir tahmin maalesef.

    yıllar önce zeki alasya ve metin akpınar, geceler adlı oyunlarında buna değinmişlerdi.

    - sonra babamı acile kaldırdık
    + öldü mü peki
    - hic acile kadar gidip de ölmeden gelir mi?
  • türkiye'de ileri faşizmin ne boyutlara geldiğinin göstergesidir. gözaltına alınma sebebi ise internet sitesinden amerikan ajanları tarafından ergonekon için özel eğitilen türk polislerinin görüntülerini halka duyurmasıdır.
    kendisinin yakın bir dönem sonra bir tv kanalının başına geçeceği biliniyordu. bu açıdanda çok manidar bir gözaltıdır.
    açıkcası ben kısa zaman sonra uğur dündar'ında gözaltına alınmasından korkuyorum.
  • muhtemelen burada kendisine bik bik yapanlar suya "buu" derken, jitem'i, uyuşturucu trafiğini, savaş buldan cinayetini, nevala kasaba'yı araştırıyordu.
  • kim ne derse desin, soner yalçın'ın türkiye'nin yakın tarihiyle ilgili en çok araştırıp yazmış kişi olduğu bir gerçektir.
  • kitabı ilginç gelmişti bana, alıp okumayı düşünüyordum ama bu akşamki konuşmalarından sonra vazgeçtim.

    bu kitap için 3 yıl hazırlık yaptığını söyledi fakat türkiye'de aşıların zorunlu olduğunu sanıyor hatta iddaa ediyor. bu nasıl araştırmacı gazetecilik?

    türkiye' de aşı zorunluluğu olmadığını, ailelerin ret formunu doldurak çocuklarını aşılatmayabildiklerinden habersiz. zorunlu diye iddaa ettigi aşılar devletin ücretsiz olarak kullanıma verdiği aşılar. ister yaptır ister yaptırma
    istersen ücretsiz aşılar dışındakileri de para ver yaptır.

    bundan bile habersiz bir araştırmacıysa diğer yazdıklarına nasıl güveneyim?
hesabın var mı? giriş yap