• kolumda iki yara var. birbirine paralel. biri çocukken beslediğim civcivlerimden birini kurtarmaya çalışırken, kolumun dikenli tellere takılmasından oluşan derin bir yara. bir dikiş bile atılmadı. ve kolumda severek taşıyorum o yarayı. büyüdüm kocaman adam oldum ama o yara izi ansızın geçmişe dönmeme ve çocukluğumun o geri gelmeyecek günlerinin en azından kokusunu almamı sağlıyor .

    işin ilginç yanı, çocukluk yıllarımdan kalan bu yaranın hemen paralelinde yeni bir yaranın daha oluşmasıydı. askerdeyken oldu bu yara da. birbirine paralel iki yara. biri çocukluk, diğeri askerlik hatırası. aslında bir de kalpte meydana gelen, ağır bir kanamanın sonunda ortaya çıkmış yaram var.

    üzerimde haki askeri elbiseler vardı. kolumdaki çocukluk yıllarımdan kalan yarayla yaşamaktan mutluydum. ama o yalnız olmaktan sıkılmış olacak ki küçük çaplı bir kazayı davet etti sol koluma. önce kalpte bir yara oluştu. yapış yapış bir mayıs günü askeri atlet içimde, nefes almışken bir miktar, nefes aldığımı sanmışken hür hayvanat bahçesinin kıyısında yakalattı beni. önce bir bira şişesi patlattı kafamda. sonra tene giren sivri cümle bıçağının verdiği acı:"bitti." bir aşk için kısa ve net bir kapanış cümlesi. sırtıma kalaslar inip kalkıyordu dimdik dan dunlarla. üstüm, başım, algım kırmızılaşıyordu giderek. vursunlardı, umurumda değildi. kendimi değil onu düşünüyordum hala. onunla konuşuyor, sevişiyor, gülüyor, binlerce ışık yakalıyordum. onsuz kalmama rağmen. hala! allah belamı versindi. bu tavrım, tepemdeki orospu çocuğu ruhumu daha da kudurtuyor, kalaslar, tekmeler, sırtımda, suratımda patlıyordu. birileri tuttu kolumdan. sonra teğmen ip merdivenine sürdü beni. bir güzel çıktım. hırsla. inerken bir şey oldu. ip merdivenindeki vidalardan biri, hala nasıl olduğunu anlayamadığım şekilde sol kolumu yırtıverdi. derinden değildi. ama hatırı sayılırdı yine de. kolum kanıyordu. ben farkında değilim. asker olmanın kazandırmış olduğu geçici kahramanlık ve güçlülük duygusundan olacak hissetmedim. teğmen beni hemen askeriyenin revirine gönderdi. ki kolumda durur o günden kalan hatıranın lanetli izi. doktor dikildi bu kez tepemde. üsteğmen doktor.

    "uyuşturup dikicez", dedi.
    "uyuşturmadan dik komutanım" dedim. kalp acılı. bari acıyı hakkıyla yaşayalım. arabesk makamında.
    "zevkle" dedi. hatır hutur tentürdiyotlarken derimi.

    dikiş falan atmadı. atmalıydı. kandırdı.

    şimdi kolumda duruyor o iki yara izi. yan yanalar. ama kalbimdeki yaraya tedbir alınmadı hiç.
    teskereyi aldım sonra gittim hastanesine. "sen de dikiş atsana hadi" dedim
    "dikiş atsana"..
    yaralarım üstümde sürüne sürüne çıkacaktım hastanesinden. reçetemi eczanenin kapısında yırtacağımı bilerek.
    yalnızca bir veda öpücüğü cüreti.. utancımdan yüzüne bakamazdım ki.

    gerçekten seviyorum bu üç yara izini. özellikle kalbimdeki ne zaman bir güzel görsem hemen kanıyor. beni uyarıyor. değişik ve hastalıklı bir duyarlılık. kanlı alarm.
    geçen gün taksim-okmeydanı otobüsünde gördüm yara kabartan bir güzel.
    kanamaya başladı yaram. hemen şişli de düğmeye bastım. indirdi beni şoför amca.
    son dakikada aklıma geldi bu. bunları da yazdım bu anlam hovardası, şekilsiz kelimeler çöplüğüne attım.
  • gogsume takilan port kataterin ameliyat izi. çünkü bana hep ne kadar güçlü olduğumu hatirlatiyor. ömrüm boyunca hatirlatacak. kaneseri iki kez yenmemin madalyasi olarak kalacak.
    not: ikinci kez de yenecegimi biliyorum. gucluyum ben!
  • sag elimin uzerindeki yanik izi.

    bir yasanmislik var.

    saka saka mal gibi firinda yaktim. olsun seviyorum.
  • her iz, bir anı.. "iyi ki de kalmış" dediğim..

    elimin üzerindeki yanık izi mesela.. anneannemden hatıra bana.. o'na çay doldururken, çaydanlığın demliği devrilmişti elimin üzerine.. su toplamıştı tüm parmaklarımın üstü.. aynı günün gecesinde, televizyonda izlediği şeyin heyecanını paylaşmak için yanıma gelmişti anneannem.. o heyecanla, olanca gücüyle sıkmıştı yandığını unuttuğu elimi.. çok üzülmüştü, iz kalacak diye.. sonradan o ize bakıp, o'nu rahmetle anacağımı bilmeden..

    en çok sevdiğim yara izim, kaşımda.. 4-5 yaşlarındaymışım, tatile gitmişiz.. babam yürürken, o'nun omuzlarına oturmayı çok severdim o yaşlardayken.. oraya sığabildiğim son yaşlarımdı sanırım.. omuzlarından inip, tutturmuşum valizimi kendim taşıyacağım diye.. düşmüşüm tabii, kendimden büyük valizi taşımaya çalışırken.. babam kaldırmış düştüğüm yerden beni.. şimdi o ize bakınca aynada, gözlerimi kapatıyorum bazen, hayal meyal hatırladığım o yaz gününe gidiyorum.. babamın omuzlarında olduğum, o'nun güzel saçlarına dokunabildiğim günleri hayal ediyorum..

    her iz, bir dövme gibi kazınmış bedenime.. ama daha çok ruhuma.. "iyi ki de kazınmış" dediğim..
  • çok eskiden bir adam sevmiştim. bileğinde, çocukluğundan kalma derin bir yara izi vardı. adam, ne onu ne de yarasını sevdiğimi bilmiyordu. ama ben ne zaman o yara izini görsem mutlu oluyordum. sahip olamadığım çocukluk anılarına dokunabiliyordum böylece.
    yıllar sonra bir gün, bir otobüs yolculuğunda aklıma geldi o yara izi. 5 saat sürüyordu ankara istanbul arası, 5 saat düşündüm o yara izi hangi bileğindeydi diye. hatırlayamadım. o gün anladım, adamı artık sevmiyordum. ama o yarayı hala seviyorum. ilk gençliğimin en derin yarasıydı çünkü.
  • falçata ile tanışma hatırası olarak 25 yıldır sağ bileğimde taşıdığım iki adet çizgiden ibaret iz.

    ilk başlarda bu izleri hiç sevmediysem de ergenlikle beraber, görenlerin '' aaa sen intihar etmeyi falan mı denedin bu ne böyle'' nidalarıyla aklıma süper bir fikir gelmesi sonucu bunalımlı ergen kız ekmeği yemeye çalışmıştım. gelecekte ne kadar karaktersiz bir kadın olacağımın sinyellerini veren bu hareketimi, sevgilimden ayrıldıktan sonraki günlerde kendimi öldürme girişimim, tam üçüncü ve öldürücü derin çizgiyi atacakken, sevgilimin kolumu tutup engel olmasıyla hayata dönmüş oluşum gibi dandik bir hikayeyle de bir güzel pekiştirmiştim. bir kaç hafta dilden dile dolaşan bu hikaye her ne kadar liseli arkadaşlarımın ''vay redhouse çok yaman kızmışsın'' şeklindeki takdirlerini toplasa da olayın annemin kulağına gitmesi ve akabinde gerçeklerin tüm çıplaklığıyla ortaya çıkması hafızalarda ne kadar da tırt bir insan olduğuma dair önemli bir iz bırakmıştır.

    bu kadar kötü bir anısı olan izlerimi neden seviyorum sorusuna gelince...

    bugünlerde, çocuklarıma kesici aletlerle neden oynamamalıyız, oynarsak neler olabilir konulu öğretilerim esnasında oldukça işime yaradıkları için sevgili okurlar. yıllar önce bunalımlı ergenden yiyemediğim ekmeği bu kez ''deneyimleriyle çocuklarını büyüleyen tapılası anne'' üzerinden yemeyi deniyorum. umarım başarılı olurum.
  • götüm.

    not: evet kediyim.
  • 4-5 yaşlarındaki bir kız çocuğunun yeni alınmış kırmızı rugan ayakkabılarını evde denemenin heyecanını sokağa taşımak hevesi ile bahçe kapısından fırlayarak atılan ilk adımda hızla gelen kırmızı bisikletin çarpması sonucu yere düşüp yerdeki çakıl taşlarından birinin sağ kaşın 1 cm yanında açtığı yara izi.
  • sol bacağımın ayak bileği ile diz arasında kalan kısmındaki küçük yanık. hafif içe doğru çökük gibi bir de.

    abim saçmalı tüfeğin içine saçma yerine falım sakızından küçücük bir parça koyup bacağıma ateş etmişti. kasıtlı olarak. tabi o sakızın hızla geldiğinde acıtacağını, sıcaklıkla eriyeceğini ikimiz de akıl edememiştik. sakızı sündüre sündüre çıkardık bacağımdan. korktuk tabi, annem abime emanet etmiş beni gitmiş. annemler geldiğinde anlamasınlar diye topallamadan yürüme çalışmaları bile yaptık abimle. söz verdik kesinlikle söylemeyelim diye. kapının açılma sesini duyunca abim bana baktı parmağıyla sus işareti yaptı son uyarı olarak, ama ben koşarak gidip anneme bacağımı gösterdim, abime kızmayın diye de ağladım. en sevdiğim pantolonum delinmişti bir de. beş yaşındaydım.

    (bkz: bu da böyle bir anımdır)
  • 5 yaşın vermiş olduğu ileri gerizekalı taktiklerini harfiyen uyguladığım günlerde şakağımda edindiğim şekil.

    nedendir bilinmez anne'yle anneannelere gitmişken, anneanne ve dede ile ilgilenmek yerine en az kendim kadar zekasız olan dayı kızı ile birlikte merdivenin 3. basamağına çıkıp oradan aşağı atlama işine girmiştik. ilk zamanlar biraz bocaladık ama zamanla işler tuttu, allah' da yürü ya kulum demesiyle birlikte 1 saat sonrasında 430 ar kez atlamıştık 3. basamaktan, artık dur durak bilmiyor suratımızdaki terden dolayı kendimizi tanımaz hale gelsek de işimize olan saygımızdan ödün vermiyor, ayak tabanlarımızın şişmesine aldırmadan yeniden yeniden atlıyorduk 3. basamaktan, arada düşsekte, ayaklarımız burkulsa da baş koymuştuk artık bu yola, allah utandırmasın diyerekten tekrar çıkıyorduk basamaklardan tekrar atıyorduk, minik vücutlarımıza verdiğimiz zarar bizim için önemli değil, artık 4. basamağa yükselip oradan da atlayabilmenin haklı gururuyla işimize bakıyorduk.
    gel zaman git zaman annelerimizin sırtımıza koyduğu beyaz bezlerinde desteğiyle 5. basamağa yükselip buradan atlarken resmen ölüme gidiyorduk. artık ok yaydan çıkmıştı ve en yüksek basamağa gelmiştik, bunu da başaracaktık, ülkede bu konuda bir ilk olduğumuzun farkındaydık, son basamağın başında durup beklerken ilk defa götümün yemediğini anlamıştım ki dayımın kızı her ideal iş ortağının yaptığı gibi bana desteğini esirgemedi ve sırtımdan aşağı doğru itti, olay boyut değiştirmişti, ayaklarımla aşağıya düşmeye alışkın olan ben, yere en yakın uzvumun burnum olduğunu fark ettiğim anda kafamı yana doğru çevirdim, o salak beynim şimdi sol yanağımın yere temas etmesiyle bir soğukluk hissetmiş, gözlerimde sol tarafımdan akan kırmızıyı seçmişti. dedemin dayımın kızını dövmeye yeltenmesiyle biten bu iş deneyimimiz, şakağıma atılan dikiş ile ömrümün sonuna dek ayna da karşıma çıktı. bu gerizekalılığı hatırladıkça nedense içime sevinç gelir, nerde 3 basamak görsem atlamaya yeltenir, götüm yemez.
hesabın var mı? giriş yap