• üstat. üniversite öğrenimi için gittiği almanya'da başından geçen ilginç bir anekdotu anlatmıştı enis batur ile televizyonda sohbet ederken. ikinci dünya savaşı'nın en kötü günleri. yer almanya. berlin'de taş üstünde taş kalmamış nerdeyse. semavi eyice üstadımızın öğrenci olduğuna dair bir belge alması gerekiyor. gitmiş millî eğitim bakanlığı'nın olduğu caddeye. bir de ne görsün, binanın yerinde yeller esiyor. bir an şaşırmış eyice, ne yapacağını bilememiş. o sırada yoldan geçen bir alman vatandaşına akıl danışmış. alman, biraz ilerideki posta kutusunu göstermiş. "ne istiyorsanız, o kutuya atın ve merak etmeyin" denmiş. bizimkisi biraz şüpheyle yaklaşsa da, yazmış bir dilekçe ve kutunun içine atmış. aradan az bir zaman geçmiş. semavi beyin kaldığı evin kapısı çalınmış. evet, doğru tahmin ettiniz belgesi hazırmış.
  • vefatını akşamüstü haber aldığımdan beri aklımdan pek çok şey geçiyor. keşke bir kez daha ziyaretine gitseydim diyorum. bilenler bilir, hoca usulünce randevu isteyen herkese randevu veriyordu muhtemelen. kendisiyle ilgili beni ilk şaşırtan şey bu olmuştu. yaşlı başlı hocalarımızın, özellikle istanbul'un yakın tarihiyle ilgili içinden çıkamadıkları bir şey olduğunda danıştıkları kişi olarak duymuştuk biz semavi eyice'yi. böyle nâdir insanlarla tanışmaya hep korkmuşumdur.

    bostancı'daki evinde arkadaşımla beni kabul ettiğinde, neden o güne kadar bu büyük hazinenin eşiğini aşındırmadım, neden böyle geç kaldım, diye hayıflandım içimden. sıcak, samimi, komplekssiz, esprili, bununla birlikte kıymetlerinin farkında olan bir insandı karşımızdaki. anlatacak çok şeyi vardı, vakti dardı, o da farkındaydı. görmeyen gözleriyle yanımda götürdüğüm bir kitabını imzaladı. okuyamadığım bir ithaf satırı, bir iki fotoğraf ve hayatım boyunca silinmeyecek anılar kaldı o günden bana.

    kütüphanesini istanbul araştırmaları enstitüsü'ne devrettiği için evinde çok az kitap kalmıştı, onlar da devirden sonra eline geçen yeni tarihli kitaplardı. onun öğrenciliğinde fakültedeki yabancı hocalarından birinin (yanlış hatırlamıyorsam fransızcaydı) bir kitabını bulup hediye etmiştik o gün. görmeyen gözleri, kitabı eline severcesine aldığında öyle bir parlamıştı ki unutmam mümkün değil.
    sadece bu bile, onu diğerlerinden ayırmaya yeter.
  • bunun hakkında zamanın refahyollu kültür bakanı " alnı secdei rahmana gelmemiş, kapının önüne koydum" falan dediydi.

    o bakan olacak zatın yaptığı saygısızlıktı ama bu hocamız da o günlerde reha muhtar gibi bir şahsın programına çıkıp cevap vermişti. "aslında rehanın programına çıkması karizmayı yerin dibine geçirdi" derken, baba bir de inançlı olduğunu ispatlamak için yakasını bağrını açıp allah yazan madalyon mu ne öyle bişey çıkarınca tamamen dumur olmuştum.

    şimdi de o kültür bakanının partisine ait olan büyükşehir belediyesi'nin bir dergisinde istanbul'un tarihi yapıları hakkında yazılar yazıyor.
  • daha birkaç ay önce doktoramı bitirdim. tezimin harici danışmanlarından biriydi... sık sık konuştuk, defalarca evinde görüştük. üzüntüm tarifsiz gerçekten.

    herhalde son öğrencisiydim...
  • epeyce rahatsızlanmış son zamanlarda. yeni çekilmiş bir resmini gördüm, üzüldüm, çok zayıflamış. eşinin vefatı sonrasında sarsıldığı belli oluyor. semavi eyice'nin yüzüne bakınca insan, örneğin 1930-40'ların istanbul'una bakmış gibi oluyor. o konuştukça artık yerinde olmayan nadide bir eseri bütün canlılığıyla seyrediyormuş gibi oluyor. çok yaşasın istediğim bir anıt insan o.
  • kendisiyle 1 saat konuşma şerefine eriştiğim çınar. ilerlemiş yaşına rağmen hafızasının maşallahı var. hâlâ paylaşma, anlatma heyecanından bir şey kaybetmemiş. bu insanlar âhir ömürlerinde sadece hak ettikleri değeri görmek istiyorlar haklı olarak. ellerinden geçen binlerce öğrenciden en azından birkaçının vefadâr çıkmasını bekliyorlar. arayıp sorulmaktan, fikirlerine değer verilmesinden memnuniyet duyuyorlar. bütün o koca ciltlerce çalışmalarına, vakfettiklerine ömürlerine karşılık olarak bekledikleri sadece bu bana kalırsa.

    son derece komplekssiz ve sıcakkanlı biri. hem mutlu oldum hem de istanbul'un yaşayan efsanesi'nde anlatıldığı üzere akademide çektiği sıkıntıları düşününce burnum sızladı. akademinin insan öğüteci olduğuna bir daha inandım.
    allah ömrüne hayırla ömürler katsın onun.
  • darbeci general kenan evren'in
    ekrem akurgal,halil inalcık ve pek çok tarihçi ile birlikte
    türk tarih kurumu'ndan hiç bir gerekçe belirtmeden attığını öğrendiğimiz tarihçi.
  • uzun yıllar anıtlar yüksek kurulu'nda üyelik yapmış bulunan, istanbul başta olmak üzere türkiye'nin tüm şehirlerinde harala gürele türk usulü, "evdir ne olacak kim yaşamış ki", "altı üstü hamam lan", "yıkalım harabe bu", "taşlarını inşaatta kullanırız" yaklaşımlarına karşı yıllarca savaşmış tonton ve önemli insan. kendi ifadesiyle, bazen bu savaşında başarılı olmuş, bazen de yitip gitmesine engel olamamıştır...

    tarihine, varlığına, geçmişine, karakterine, benliğine kimliğine sahip çıkmayan, çıkmak istemeyen, bütün bunların önemini algılamayacak derecede cahil kalmış, ancak bunu modernite ve gelişim süreci olarak algılayabilecek derecede kör, gözünü çıkar bürümüş bir milletin ihtiyacı olan tarihçilerden...
  • istanbul'un tarihini hakkıyla kaleme alabilecek en yetkin kişi olduğu ilber ortaylı tarafından farklı vesilelerle hep söylenmiştir.
    nitekim hocanın "tarih boyunca istanbul" adlı bir kitabı neşredilmiştir. henüz kitabı okuyamamış olsak da; "aslında bu kitabı resimlerle zenginleştirmeyi tasarlamıştık ancak zaten metin bakımından hacimli olan kitabın maliyeti böylece yükselmiş olacağından bu tasarımızdan vazgeçme yolunu tuttuk." satırlarını okuyunca içimizde birşeyler ezilmiştir.
  • tarihçi. bizans uygarlığı konusunda araştırmalarıyla dünya çapında tanınmaktadır. ülkemizde osmanlı tarihçisi olarak bilinir.
hesabın var mı? giriş yap