aynı isimde "satranç" başlığı da var
  • stefan zweigin, hiç bir eğitimi olmayan ama satranca büyük yeteneği olan mirko ile satrancı bir kitaptan öğrenen dr.b'nin karşılaşmasını anlattığı 68 sayfalık öyküsü.

    okumak ve sevmek için satranç bilmeye, oynama, izlemeye gerek yoktur.
  • zweig'ın freudcu novella'larından bir diğeri.

    anlatıcının gizli bir hayranlık duymasına rağmen arasına mesafe koyduğu satranç şampiyonu mirko czentovic dikkat edilirse hep köylü oluşu, dar bir çevreden gelişi, düşünsel melekelerinin kısıtlı oluşu nedeniyle dıştalanırken, dr. b. her defasında bu satranç devini mat edecek kişi olarak görüldüğünden genelde abartılı bir bakış açısıyla yorumlanmıştır. dr. b. bir kahraman arayışının doğal sonucudur, çünkü 2. büyük sömürü savaşı hâlâ sürmektedir. savaşın haricindeki, gemiyle yolculuk yapan insanların bile bilinçaltında savaş düşüncesinden kaçamadıklarını müşahede ediyoruz. bu aynı zamanda dış dünyaya dönük bir yabancılaşmanın da sonucudur. cephedeki faşist generaller yığınların kaderiyle satranç tahtasında oynarken, gemideki yolcular ancak basit bir satranç oyunu oynayabileceklerdir! (insanın aklına ister istemez fellini'nin e la nave va [ve gemi gidiyor] adlı filmi geliyor.)

    aslına bakılırsa, düşünsel açıdan, maneviyat bakımından asıl güçlü olan kişi bizatihi czentovic'dir. nitekim dr. b'nin geçirdiği nöbetle birlikte tasavvur edilen kişi olmadığı anlaşılır. sanıldığı gibi kahraman filan değildir. bu, faşizmin eğip büküp ruhunu teslim almak için çaba gösterdiği bir adamın zamanla nasıl parçalandığının, ikiye bölündüğünün sahih bir göstergesidir.

    diğer yandan, satranç oynarken geçmişin kuyusuna doğru düşmesi trajedinin hatırlanmasını içerir. burada freud'un sözünü ettiği "hatırlayarak aşma" bahsi söz konusu değildir. zweig, nazilerin izole ettiği bir bünyenin maziyle hesaplaşmasının sona erdiğini, bunun bizzat kendisini tedavi eden doktor tarafından da salık verildiğini bize bildirir. dolayısıyla dr. b. direktife uymuş, trajediyi bastırmıştır (maziyi unutmuştur). "uygarlık bastırılmışlıklar üzerine kuruludur," diye yazar freud.

    dr. b'nin trajediyi bilinçli olarak unutmasını ya da bastırmasını büyük sömürü savaşı boyunca yapılan katliamları, işlenen cinayetleri, toplama kamplarını unutan bir nesile dönük eleştiri hükmünde okuyamaz mıyız? pekala mümkündür. öngörüsel bir durumdur bu. savaş sonrası nazilerin bir kısmı kurtulmuştu ve yargılanmadan eski yaşantılarına avdet etmişti. onlar vicdan azabı duydular mı? genelde "üstlerimizden emir aldık" diyerek geçiştirdiler ve işledikleri kabahati ötekilerin omuzlarına yüklediler. dr. b'nin edimi de benzer bir biçimde yorumlanamaz mı? mazi karanlıktır ama o da unutmuştur işte olan biteni. üstelik savaş daha sona ermeden. savaş bittikten sonra dr. b. gibi savaştan sağ çıkan birçok insan olan biteni unutacak ya da bastıracaktır. ta ki bastırılan geri dönme tehdidinde bulunana dek!

    bu yanıyla finaldeki satranç kapışmasını ikili bir mücadeleden ziyade, freud'un sözünü ettiği bastırılanın geri dönüşü dolayımında okumak mantıklı olacaktır. zweig gene freudcu bir yapıta imza atmıştır kısacası.
  • stefan zweig- satranç kitabının en vurucu kısmı benim için şurasıdır:

    "oysa kendime karşı oynamayı denediğim andan itibaren bilincinde olmaksızın kendime meydan okumaya başlamıştım. iki ben'imden her biri, yani siyah ben ve beyaz ben, birbirleriyle rekabet etmek zorundaydılar ve her biri kendi adına galip gelmek, kazanmak için kendini bir tutkuya, bir sabırsızlığa kaptırıyordu; siyah ben olarak yaptığım her hamlenin ardından, hararetle beyaz ben'in ne yapacağını bekliyordum. iki ben'den her biri, öteki bir yanlış yaptığında bir zafer sevinci yaşıyor ama bununla eş zamanlı olarak da kendi beceriksizliğinden ötürü öfkeye kapılıyordu."
    ......
    "elimde kendime karşı oynayacağım bu anlamsız oyundan başka bir şey bulunmadığından, öfkem, öç alma tutkum fanatik bir biçimde bu oyuna akmıştı. içimde bir şey haklı çıkmak istemekteydi, ama ne yazık ki kendisiyle tek savaşabileceğim, içimdeki öteki ben'di..."
  • "yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapamaz." stefan zweig

    stefan zweig'in en çok etkilendiğim kitabıdır.
    bu kadar etkileyici olması belki de, zweig'in kendisini intihara götüren bir ruh hali içerisinde kitabı yazmış olmasından kaynaklanıyor da olabilir.

    sürgünde olduğu sırada şubat 1942'deki intiharından birkaç ay önce tamamladığı satranç,
    yazarın intiharından önce bıraktığı bir veda mektubu olarak da görülmüştür.

    “durumun korkunçluğu nedeniyle, bir siyah ben ve bir de beyaz ben olmak üzere, bu iki parçaya ayrılmayı en azından denemek zorundaydım, çevremi saran o korkunç hiçliğin altında ezilmemek için.”
    stefan zweig
  • bir solukta okunup bitirilebilen, güzel bir stefan zweig kitabı.
    --- spoiler ---
    diğer bir deyişle kralların oyunu.

    "hayatım boyunca tek bir düşünceye saplanıp kalmış, monoman insanların her türü hep dikkatimi çekmiştir, çünkü bir insan kendini sınırladığı ölçüde sonsuzluğa da yaklaşmış demektir."

    mirko seni sevmedim süt oğlan, dr.b adamdır.

    --- spoiler ---
  • hakkındaki en güzel tanımı stefan zweig'in satranç kitabında yaptığı, dünyanın en kısıtlı ve en aynı zamanda en sonsuz oyunu.

    "kendi deneyimlerimden 'kralların oyunu'nun gizemli
    çekiciliğini biliyordum; insanoğlunun düşünüp bulduğu oyunlar arasında,
    rastlantının her türlü despotluğuna karşı koyan ve zafer kupalarını yalnızca akla
    ya da daha çok tinsel yeteneğin belirli bir biçimine veren tek oyun. ama
    satranca oyun demekle, haksız bir kısıtlama yapmış olmuyor mu insan? satranç
    aynı zamanda bir bilim, bir sanat değil mi, yerle gök arasında süzülen
    muhammed'in tabutu gibi bu iki kategori arasında gidip gelmiyor mu, bütün
    karşıt çiftlerin bir kerelik bileşimi değil mi? hem çok eski hem de yepyeni,
    düzeneği hem mekanik hem de düş gücüne bağlı, hem sabit geometrik bir alanla
    sınırlı hem de bileşimleri sınırsız, hem sürekli gelişen hem de kısır, hiçbir şeye
    götürmeyen bir düşünme, hiçbir şeyi hesaplamayan bir matematik, yapıtları
    olmayan bir sanat, maddesi olmayan bir mimari, bununla birlikte varlığıyla
    bütün kitap ve yapıtlardan daha dayanıklı olduğu su götürmez; bütün halklara ve
    bütün zamanlara ait olan tek oyun; can sıkıntısını öldürmesi, zihni açması, ruhu
    canlandırması için hangi tanrının onu yeryüzüne gönderdiğini kimse bilmez.
    başlangıcı ve sonu nerededir? her çocuk onun temel kurallarını öğrenebilir, her
    acemi onda şansını dener, ama yine de bu değişmez dar karenin içinde özel
    ustalar yaratır satranç, öteki insanların hiçbiriyle karşılaştırılamaz bunlar,
    yalnızca satranca yönelik bir yeteneği olan insanlar; görüş, sabır ve tekniğin
    tıpkı matematikçiler, şairler ve müzisyenlerdeki gibi belirli bir oranda, ama
    farklı katman ve bağlamlarda etkin olduğu özgül dâhiler. fizyonomiye duyulan
    tutkunun ilk zamanlarında gali (franz josef gali: alman doktor, ünlü sinir sistemi
    anatomicisi. her zihinsel etkinliği beynin belli bir bölgesine bağlayan ve insan
    yetilerinin durumunun kafatasının biçiminden belli olduğunu savunan
    frenolojiyi kurmasıyla ünlüdür.) gibi biri, böyle satranç ustalarının beyinlerini
    yararak bu satranç dehalarının beyninde, bu insanın yeni bir gri kütlesi içinde
    özel bir kıvrım olup olmadığını, başka beyinlerdekine oranla daha gelişmiş bir
    satranç kası ya da satranç yumrusu bulunup bulunmadığını araştırmıştır belki de.
    bu özgül dehanın, elli kiloluk içi boş bir kayanın içindeki tek bir altın filizi gibi,
    kesin bir akıl tembelliğinin içine sızmışa benzediği bir czentovic örneği, böyle
    bir fizyonomiciye nasıl da çekici gelirdi! böyle olağanüstü, dâhice bir oyunun
    ister istemez göreceli ustalar yaratacağı gerçeğini uzun zaman önce anlamıştım;
    ama dünyayı yalnızca siyah ile beyaz arasındaki dar yola indirgeyen, otuz iki
    taşı bir oraya bir buraya, bir ileri bir geri oynatarak hayatının zaferini kazanmaya
    çalışan kıvrak zekâlı bir insanın yaşamını kafada canlandırmak ne kadar güç, ne
    kadar olanaksızdı; bu insanın yeni bir oyuna başlarken piyade yerine atı
    yeğlemesi olay yaratır ve bir satranç kitabının ufacık bir köşesinde adının
    geçmesiyle ölümsüzlüğe ulaşmasını sağlar; bu insan, bu akıl insanı, aklını
    kaçırmadan on, yirmi, otuz, kırk yıl boyunca bütün düşünme gücünü tekrar
    tekrar aynı gülünç amaca yöneltir: bir tahtanın üzerinde tahta bir şahı
    köşeye sıkıştırmak!"
  • "satranç, insanoğlunun icat ettiği öteki bütün oyunlar arasında kendini bağımsızca rastlantının her türlü tiranlığının dışında tutan ve zafer taçlarını yalnızca tine ya da daha doğru bir deyişle tinsel yeteneğin belli bir türüne sunan tek oyundu. fakat insan satrancı bir oyun diye adlandırmakla, kendini hakaret etmek anlamını taşıyan bir küçümsemenin vebali altına sokmuş olmuyor muydu? aslında satranç da bir bilimdi. karşıtlıklardan oluşma bütün çiftlerin bir defaya özgü birleşmesiydi; sonsuz eski, ama buna rağmen sonrasız yeniydi, kuruluşu bağlamında mekanikti, ama yalnızca imgelem gücü aracılığıyla etkinlik kazanabiliyordu, geometrik açıdan kaskatı bir uzamla sınırlıydı ve bu arada kombinasyonları bağlamında sınırsızdı, kendini sürekli geliştiriyordu, ama durağandı, hiçbir yere götürmeyen bir düşünme eylemiydi, hiçbir şey hesaplamayan bir matematikti, eserleri bulunmayan bir sanattı, özden yoksun bir mimariydi, fakat öte yandan, kanıtlanmış olduğu üzere, varlığı ve oluşu açısından bütün kitaplardan ve eserlerden daha kalıcıydı, bütün halklara ve zamanlara ait bulunan, can sıkıntısını öldürmek, duyuları bilemek, ruhu gergin tutmak için dünyaya hangi tanrının getirdiği kimsece bilinmeyen tek oyundu." stefan zweig - satranç
  • başarılı bir kitaptır. yazar, baş karakter vasıtasıyla kendi buhranlarını ve geçmişte yaşadığı sürgünleri, tutsaklıkları kaleme almıştır. bu eser, savaş psikolojisinin edebiyat üzerindeki en iyi örneklerinden biridir. rivayet odur ki bu kitabın akabinde stefan zweig ilk eşini ikna edemediği için hayata geçiremediği "birlikte intihar" planını 2. eşi ile gerçekleştirmiştir.
  • stefan zweig'ın harika kitabı. uzunluğu bakımından öykü dersek de sırıtmaz sanırım. tür olarak değil gerçi. biraz uzun tutulabilirdi illa ki, ancak aynı tadı o durumda verir miydi sorgulanır, bilinemez. bence vermezdi. bünyede direkt olarak satrancı profesyonel derecesinde iyi bilme ihtiyacı da hissettirir.

    bir de insanın gerçekten yalnızken, çaresizken, beyninin işleyişiyle ilgili olarak ne derece psikopatlaşabileceğini az biraz hayal edebiliriz bu eserle.
  • "muhtemelen kitabı hemen elime alıp okuduğumu düşüneceksiniz. kesinlikle hayır! önce bir kitabım olmasının sevincini yaşamak istiyordum."

    satranç, stefan zweig (sayfa 49)
hesabın var mı? giriş yap