• yoktur.
    annem beyin kanamasi gecirdi. mr cekildiginde beynin sag kisminda karanlik yerler var, ölü hucreler yani. beyin icin artik siyah bolgenin idare ettigi organlar yok sayiliyor.
    sol tarafi felcli annemin, hatta sol ihmal sendromu oldu, sol tarafini gormuyor, sag eliyle, sol elini yataktan atmaya calisiyordu, kimin bu el diye soruyordu.
    beyindeki siyah alan ilk zamanlar buyuktu, zamanla kuculmeye basladi.
    beni tanimiyordu annem, bazen de beni kardesimle karistiriyordu. genelde geceleri olmayan seyler goruyordu, sabaha kadar surekli yataktan inmeye calisiyordu, yatagin kollarini salliyordu, surekli ama surekli.
    neredeyse 18 ay gecti, biz annemin beyin kanamasi yuzunden hep boyle kalacagini sandik, oysa kalmadi, cok hafif sekeller var, felci kalici ama hafizasi normale döndü. biz ölene kadar deli gibi kalacagini dusunduk, ruhen hasar gordugunu vs.
    oysa ruh diye bir sey yokmus, beyin hastalaniyor ve iyilesiyor. iyilesemezse artik sen eski sen olmuyorsun bu kadar.
    nasil biri oldugun, olaylara verdigin tepkiler, sabah kahvaltida ne yemek istedigin, hepsi beynin bir yerlerinde olan hesaplamalardan ibaret.
    bu cıvık et parcasi seni sen yapan tek sey. ruh ise bu önü, arkasi karanlik hayati degerli kilmak icin insanlarin uydurdugu mistik seylerden biri.
    hicten geldik, hice gidiyoruz, cok da anlam aramayin, ölüyorsun bitiyor.
  • gunumuzde din-ateizm tartismalari genelde evrim teorisi ekseninde devam ederken, asil tartismanin merkezine cekilmesi gereken seydir. bugun dindar bir insana evrim teorisini anlatirsaniz once kabul etmeyecektir, daha sonra da "tanri evrimi kullanarak bizi yaratmis olamaz mi?" seklinde bir cevap verecektir. halbuki tartisma konusu ruh olursa bu konuya cevap vermek cok daha zor olur cunku "ruh" denen sey yeryuzundeki tum dinlerin (hem tek tanrili hem cok tanrili) merkezidir.

    mevcut tum dinlere gore tanri'nin kendisi bir ruhtur ve insanlari yaratirken kendi ruhundan bir parca ufleyerek insana can ve bilinc vermistir. ruh olmadan insan bedeni sadece bir et parcasindan ibaret olarak gorulmustur. ruh sadece can ve bilinc degil, ayni zamanda irade'nin de merkezi olarak gorulmustur. hemen hemen her dinde yer alan nefis-akil mucadelesinde ruhun karar verici rol oynadigi dusunulmustur. yine bir cok dini inanca gore ruh insanin kalbinde yer almaktadir ve olum aninda vucudu terk etmektedir. ornegin kuran'da bir cok yerde "kalpleri oldugu halde dusunmezler" gibi bir ifade gecer; yani kalbin dusuncede rol oynadigi inanci hakimdir.

    gunumuzde norolojistler beyni incelerken boyle bir sey gormuyorlar. vucuttaki tum dusunce, planlama, hayal, gorus, duygu gibi tepki ve davranislarin tamaminin kaynagi beyin. vucutta beynin disinda dusuncede, planlamada, akilda, bilincte rol oynayan baska bir organ yok. tabi ki bunu okuyan biri "ruh soyut bir kavramdir, ruhun olmadigini kanitlamak imkansizdir" diyebilir. son arastirmalar ruh denen seyin varolma ihtimalinin cok dusuk oldugunu gosteriyor. insanlarin beyinleri, dusunceleri, hisleri, hissettikleri cok rahat kimyasal maddeler kullanilarak veya beynin cesitli bolgeleri stimule edilerek manipule edilebiliyor. bu konuda yazilmis onlarca kitap ve makale var. ornegin bundan birkac sene once ailesi tarafindan dini icerikli bir okula gonderilen 13 yasinda bir gencin hikayesi gazetelere yansimisti. cocugun ders sirasinda durup dururken hocalara kufur ettigi, bazen etrafindaki insanlara saldirdigi ve en son ders sirasinda penisini cikartip herkesin ortasinda masturbasyon yaptigi iddia edilmisti. tum hocalar cocugun gunahkar oldugundan veya ruhunun seytanlar tarafindan isgal edildigini dusunuyordu. halbuki cocukla konusan psikiyatristler cocugun gayet masum davrandigini gozlemlemislerdi. ilerleyen gunlerde cocugun beyni tarandi ve beyninde ciddi bir hasar oldugu ortaya cikti. beyinde planlama ve iradi kontrolun merkezi olarak bilinen frontal cortex bolumu ciddi bir sekilde zarar gormustu. yani olayin ruhlarla veya gunahkar olmayla alakasi yoktu.

    genelde kazalardan sonra beyninde zarar meydana gelen insanlarda kisilik degisikligi gorulur. bazen o gune kadar sakin ve mulayim olan insanlarin birden bire saldirgan ve agresif kisilik edindigi gorulur. bazen de tam tersi gorulur. beyninde zarar meydana gelen birinin ruhu da zarar goremeyecegi icin (cunku ruh'un soyut bir kavram olduguna inanilir) bu durumda kisiligin ve davranislarin tek kaynaginin beyin oldugu gorulur.

    bu konuda bir cok belgesel ve kitap var, ornegin university of california, san diego'daki profesor vilayanur ramachandran muthis bir kaynak. youtube'da ve bir cok sitede bu kisiyle yapilan roportajlar ve kendisinin oynadigi belgeseller mevcut. bazilari bu konuyu cok guzel bir sekilde anlatiyor.

    dinlerde surekli uzerinde durulan bir baska sey de "serbest irade" konusudur. insanlarda serbest irade denen bir seyin olmasi cok uzak bir ihtimaldir cunku serbest irade olmasi icin insanin dusuncelerini ve planlarini yoneten beynin disinda bir merkez olmasi gerekmektedir. ornegin bugun dunyada kurulmus en garip cumlelerden biri sudur: "ben beynimi kontrol edebiliyorum." insanin "ben" dedigi sey zaten beyninin ta kendisidir ve insanlarin hayatlari boyunca verdigi tum kararlar da beyin tarafindan alinmaktadir. insanlar cesitli maddeler alinca veya beyinlerinin cesitli bolgeleri yapay olarak stimule edilince dusunce ve fikirleri degisebilmektedir ama bu normal zamanda serbest iradeye sahip olduklarini gostermez.

    ornegin istanbul'dan izmir'e gitmeyi dusunen bir kisiyi ele alalim. bir insan istanbul'dan izmir'e cesitli yollarla gidebilir. istanbul'dan izmir'e gitmek isteyen biri arabayla gidebilir, gemiyle gidebilir (en azindan eskiden gidebilirdi), ucakla gidebilir veya otobusle gidebilir. simdi istanbul'dan izmir'e gitmeye karar veren biri hangi araci kullanacagina serbest iradesiyle mi karar vermektedir? bunu anlamak cok zor. mesela hikayemizdeki insan istanbul'dan izmir'e arabayla gitmeye karar vermis olsun. zamani geri alip ayni noktaya yeniden gelip yeniden karar verme sansi olmadigina gore bu kararin serbest iradeyle alinip alinmadigini anlamak cok zordur. o kisi karar verirken her 4 vasitanin da iyi ve kotu yanlarini dusunup tasinip sonunda bir karar vermistir ama perde arkasinda o insanin beyninde cesitli kimyasal reaksiyonlar gerceklesmis ve agir basan reaksiyon galip gelmistir. yani beyninde arabayi secmesini isteyen reaksiyonlar digerlerine galip gelmistir. insanin beyni disinda bir karar mekanizmasi olmadigina ve beynindeki tum kararlar cesitli kimyasal reaksiyonlarin sonucu olduguna gore "free will" denen fikri cope atmak mumkun olmaktadir.

    bir baska ornek vereyim, ortalama bir insan bir gun boyunca farkinda olmadan 3000 ile 5000 arasinda konuda karar verir. mesela sabah alarminiz caldiginda "snooze" tusuna basip 5 dakika daha uyumakla yataktan kalmak arasinda verilecek bir karar var. ornegin kahvalti hazirlayip cekmeceyi actiginizda oradaki onlarca cataldan birini secerken beynimiz saniyenin 100'te biri kadar bir zamanda hangi catalin secilecegine karar verir ve bunu dusunmeyiz bile. arabayla trafikte seyrederken her saniye bir karar verilir, ornegin her saniye "su anki mevcuz hizi koruyayim mi, daha da hizlanayim mi, yoksa daha da yavaslayayim mi" seklinde karar verilir. bu surekli devam eden ve insanlarin cogunu dusunmeden yaptigi bir seydir.

    sims'de surekli hayatini yasayan, gunluk yasamina devam eden karakterlerin aslinda iradeleri olmadigi ve kodlandiklari sekilde hareket ettikleri bilinir. insanlarda da durum cok farkli degil, sadece bizim beynimiz sims'teki karakterlerin kodlanmis algoritmalarindan cok ama cok daha kompleks bir sekilde isliyor.

    gunumuzde noroloji bilimi ruh denen varligin olma ihtimalini sifira yakina indirgiyor. bu konuda ortada o kadar cok bilgi var ki bunlar derlenip onlarca kitap bile yazilabilir. sonucta insanlarin davranis ve dusuncelerini kontrol eden beyin disinda bir mekanizmanin olmadigi ve dusunsel olarak "ben" dedigimiz seyin beyinden ibaret oldugu biliniyor. bence din-ateizm tartismasinda insan beyninin yapisi ve ruh denen seyin anlamsiz kilinmasi evrimden cok daha buyuk bir rol oynuyor cunku direk dinlerin en temel konusu olan "tanri insanlari kendi ruhundan yaratti, insanlar sonra kendi iradeleriyle gunahkar olup cehennemi haketti" konusunu curutuyor.
  • ruh çaydaki şeker gibidir, göremezsin ama tadını alırsın demişti dedem.
  • bir rehber şarkısı.

    turp günlerinden bi' gün, sabah beş.
    dilimde bi' şarkı nasıl'sa beleş.
    bendeniz şekerler'in oğluyum, cebimde güneş.
    misal düşmemiş bi' kar tanesiyim.
    varsay uykuda bi' köy hanesiyim.
    içim ihtiyar savaş gazisi...
    talebim değil hanlar hamamlar, gömme saraylar...
    sahibi olduğum her şey: rûyalar.
    herkesin doyduğu bi' çıkma ekmek.
    senin de öyle...
    pantolon-ceket, sokaklar benim.
    bastığım toprak, ağaçlar benim...
    neler gördüm, neler görmediğim?
    aldım ihmalden planlarımı.
    gezdim çıkmazda sokaklarımı.
    kadınlarca derya yüzdüm, saadet bulmadım!
    beyaz attan düştüm ne hükmüm kaldı, ne prensliğim.
    adımdan bi' harf attım, görmedin.
    herkesin doyduğu bi' çıkma ekmek.
    senin de öyle...

    her gün aynı göz haliyle ben
    uyanıyorum sabaha...
  • ölümden sonra yaşam enerjisi nereye gider? dualist kartezyen görüşten kalan düşünceye göre ruh, bu yaşam enerjisi olarak tanımlanır. halbuki ortada ne bir ruh vardır ne de bir yaşam enerjisi.

    kuantum alan kuramına göre canlı varlıklar olarak bizler parçacıklar ve kuvvetlerinden oluşuruz. maddi olmadığını düşündüğümüz bilincimiz ise tıpkı bedenimizi oluşturan atomlarda olduğu gibi burada da beynimizi oluşturan hücrelerin düzenlenişindedir. bu düzenleniş ile saklanan bilgi, ancak beynimizin içinde yani bedenimizde oluşur, biçimini korur. bu cümle sanki canlılıkla ilgili bir kuvvet veya enerji varmış gibi görünmesine rağmen aslında dirimselcilerin veya vitalistlerin dediği gibi bir yaşam kuvveti yoktur. bir şeyin ölmesi belirli bir şeyin artık var olmadığını söylemek, o yaşam enerjisinin bir yerlere gittiğini söylemek değildir.
    buradaki sorunsalı yaşam ruhunu bir töz olarak değil bir süreç olarak düşünmekle çözebiliriz. yanan bir muma baktığımızda enerji taşıyan bir alev görürüz. mumu söndürdüğümüzde ise bu enerji hiç bir yere gitmez. mum, atom ve molekülleri içerisinde hala enerji taşımaktadır. mumun sönmesi ise aslında yanma “süreci”nin bitmesinden ibarettir. mumun ürettiği tüm ısı ve ışık yani toplam enerji miktarı zaman içinde değişmez. mum söndüğünde de mumda bulunan enerji düşük entropili bir formdan yüksek entropili bir forma geri dönüşü olmayan bir geçiş yapmıştır.

    benzer şekilde yaşam, bir şey değildir. olup biten şeylerin toplamı olduğu için bu olup bitmeler son bulduğunda yaşam da son bulur.
    biz canlılar sınırlı bir zaman diliminde yaşar ve ölürüz. öldüğümüzde de beden bütünlüğümüz dağılır. yaşam bu açıdan bakıldığında atomlar ve moleküllerin düzenleniş biçimidir ve bir süreç boyunca bu düzenlenişin devam etmesidir.

    (bkz: sean carroll)

    gelen sorular üzerine ekleme: bilincin nöropsikolojik açıdan bir değerlendirmesi için buraya bakabilirsiniz.
    evrimsel açıdan değerlendirmesi için şuraya bakabilirsiniz.
  • ruh üzerine düşünmek gerçekten zordur. çünkü mutlak bilgiye ulaşmamız, tümüyle imkansız.
    zira öyle bir kavramı masaya yatırmış oluyoruz ki; ruhun varlığını savunmak sadece ve sadece inanmakla alakalıdır. inanmayan kabul edemez, kabul eden inanmış sayılır. o halde kabul etmeyen inanmamış olduğundan, ruhun var olduğuna dair sav ona kabul ettirilemez.

    bu konuyla uzun zamandır ilgileniyordum. ancak marlowe'da dr. faustus'da "yeryüzünde zeus" olma arzusu üzerine eğilince ilgim iyice çoğaldı. şu ana kadar bilinmemiş olanı bilmeye çalışmak, birtakım gizemli sözler ve ritüellerle aklın ve yerleşik inançların ötesindeki güce kavuşmak aslında tümüyle diğer insanlara üstün gelme niyetini gösterir. eserde de bu anlatılır. "ben diğerlerinden ne kadar daha çok şey bilebilirim?" sıkıntısı insanda zuhur etti mi, yapmayacağı şey yoktur. dr. faustus şeytanla işte bu yüzden işbirliği yapmıştır.

    aslında mutlak bilgiye ulaşma niyetinin çeşitli imagolar halinde insanlık tarihine sindiğini görürüz ancak tam manasıyla tanımlayamayız. aylar evvel izlediğim, insanlık tarihinde ölüm imgeleri üzerine ditarihten; etrüsk'lerden, aztek'lerden, inka'lardan, moche'lerden örneklerin verildiği bir belgeselde, alanında uzmanlar, kaybettiğimiz yakınlarımızın fotoğraflarını neden masamızın üstüne koyduğumuzu, duvara astığımızı ya da bir şekilde onların suretlerini sürekli gözümüzün önünde hangi sebepten ötürü tutmak istediğimizi modern psikoloji çerçevesinde açıklamaya çalışıyordu. çeşitli deneyler sonucu uzmanlar şu kanıya vardılar ki; bizler öleceğimizi bilerek yaşama sürecimizi sürdüren canlılarız. hatta her anımız aslında, ölüme bir adım daha yaklaştığımızı gösterir bize. ve biz bir sevdiğimiz öldüğünde, onun fotoğrafını masa üstüne koyarız, çünkü ölüme her an daha fazla yaklaştığımızdan ötürü, her ne kadar çoğu zaman dile getirmesek de, hatta aklımıza gelmediği anlarda bile içten içe, ondan korkarız. bu korkuyu yenebilmek için de ölüm imgelerini, ölümü hatırlatan en kolay yol olan sevdiğimiz bir kişinin hatırasını gözümüzün önünde tutarak, her baktığımızda bir gün bizim de öleceğimiz fikrine alışmaya, attila ilhan üstadın deyişiyle; elektriklerin kesilmesi olan ölüme duyduğumuz korkuyu yenmeye çalışırız. zira ölüm korkusu, ancak ona alışarak üstesinden gelebileceğimiz bir korkudur.

    biraz fazla düşündüğünde, hayatın tek gerçeğinin ölüm olduğunu söyleyen nice düşün adamı, bilge vardır. bütün bilgiler orada, yani ölümde toplanır. ölüm öncesinde (ante mortem) bilinmeyen ne varsa, ölümden sonra (post mortem) bilinebilir olabilecektir. tabi bu düşünce tümüyle insanın ruhunun olduğuna inanmayla alakalıdır. insanın bir ruhu olduğu iddiası da tümüyle dinlere aittir. tıpkı cin, öte varlıklar, öte dünya, kader gibi kavramların ele alınmasında din zemininin aranması gibi, ruh dinle vardır, dinsel bir fenomendir. örneğin eski yunancada ruh manasına gelen psykhe'nin psykho (soluk alıyorum, üflüyorum, serinletiyorum, donduruyorum, kurutuyorum) fiilinden türediğini, ilk anlamının da soluk-hava olduğunu görüyoruz. homeros'ta; yaşam belirtisidir, yaşamdır, tindir, hayalettir, istencin tutkuların ve arzuların yerleşik olduğu yerdir, zihin ve akıldır. (felsefe arkivi, s.29, "antikçağ'da psykhe kavramına genel bir bakış i, çiğdem dürüşken, sf: 75, edeb. fak. basımevi, istanbul 1994") pindaros'ta ise ruh tanrısal kökenli olarak açıklanır. (pindaros, frag. 131; ç. dürüşken, a.g.e., sf: 77) ona göre; her canlı beden ölümü tadar, geriye bir hayal bırakır. işte yukarıda belirttiğim ölüme duyulan korku, her şeyi yitirme düşüncesi belki de ruhun varlığına inanmamıza sebep oluyordur. anaksimenes de psykhe'yi bedeni birarada tutan güç olarak yorumlamıştır. ancak onun bu temellendirmesinde en büyük verisi; insanın soluğu, havası (ruhu) ile kozmik hava arasında kurduğu özdeşliktir. atmosfer ve hava bütün dünyayı nasıl sarıp sarmalıyorsa, ruh da insanı öyle kaplamıştır. çiğdem dürüşken şöyle diyor: "anaksimenes'in düşüncesinde ruhun bedeni birarada tutması, kosmosu saran havanın ilk ilke olduğunu düşünmesine yol açan belki de en önemli nedendir." (ç. dürüşken, a.g.e., sf: 79)

    semavi dinler de tıpkı pagan dünyasında olduğu gibi, ruhu kabul eder. aslında çok ama çok genel bir değerlendirme yapmamız gerekirse; semavi dinlerin tanrısının, insanın ruhu olduğu düşüncesine daha fazla ihtiyacı vardır. zira insanın çürüyüp giden, toprağa karışan bedeni dışında, ödüllendirileceği veya cezalandırılacağı bir şeyi olmalıdır. örneğin kuran'da; "tüm varlığın tespih ettiğidir o allah." (nahl suresi : 1), "bütün varlıkların tespihi o kudretdir ki.." (isra suresi : 1), " yedi gök, yerküre ve bunların içindekiler o'nu tespih ederler. hiçbir şey yoktur ki, o'nu överek tespih etmesin; fakat siz onların tespihlerini fark edemezsiniz." (isra suresi : 44), "dâvud'a dağları boyun eğdirdik. kuşlarla beraber tespih ediyorlardı. yapmak isteyince yapanlarız biz!" (enbiya suresi : 79), "görmedin mi, göklerdeki ve yerdeki şuurlular da bölük bölük olmuş kuşlar da allah'ı tespih etmektedir." (nur suresi : 41) vs. gibi ifadeler de gösteriyor ki; varlıkların bilinçleridir tanrılarını tespih edenler. yani başı ve sonu olan bir bedendeki bir öz tanrıyı tespih eder veya onu reddederek, günah işler ya da tıpkı marlowe'un dr. faustus'u gibi şeytanla işbirliğine girer, günahkar olur. incil'de affedilemez tek günahın ruha küfretmek olduğu yazılır. "size doğrusunu söyleyeyim, insanların işlediği her günah, ettiği her küfür bağışlanacak, ama kutsal ruh'a küfreden asla bağışlanmayacak. bunu yapan, asla silinmeyecek bir günah işlemiş olur." (mar.3: 28-29), "bunun için size diyorum ki, insanların işlediği her günah, ettiği her küfür bağışlanacak; ama ruh'a edilen küfür bağışlanmayacaktır." (mat.12: 31) vs. tabi buradaki ruh, hiristiyanlıktaki üçlülük anlayışının bir parçası olan kutsal ruh'tur. ayrıca incil'de bir çok yerde isa'nın kötü ruhu çeşitli kereler kovduğu söylenir. içine kötü ruh veya cin girmiş olan insanları iyileştirir, o kötü ruhu veya cini defeder.

    kader düşüncesi nasıl semavi dinler vazgeçilemez temellerdense, ruh da aynı şekilde yukarıda saydığım sebeplerden ötürü vazgeçilemezdir. benim tabi bu kadar kısa sürede hem islamiyet hem de hiristiyanlık'ta ruh anlayışını tümüyle açıklayabilmem mümkün değil. sadece insanın ruhunun olduğuna inanmanın, ölüme duyulan korkuyla alakalı olabileceğini düşünmekteyim. psykhe anlayışı inançtan inanca, kültürden kültüre şekil değiştirerek geçmiş olabilir. tıpkı anaksimenes 'de olduğu gibi; dünyayı saran atmosfer, hava gibi bedenimizi saran ruh düşüncesi, benzetmesi, gözlemi bile aslında ölümden korkan, her anında yaşıyor olmak sürecinin aslında ölüyor olmak süreci olduğunu çok net bilen insan için, bir teselli olabileceği düşünülmelidir. ölümün kaçınılmazlığı, son olmadığı bedenden ayrılan ruhun tanrının, yaradanın kullarını, insanları bu yaşama/ölme sürecindeki tavırlarıyla ya ödüllendirileceği, ya da cezalandırılacağı yeni bir (bizim için şu an bilinemez) sürece geçeceği düşüncesi göz önünde tutulmalıdır. eğer insanlığın tarihine bakarsak; toplumların ahlak yasalarına ihtiyacı, ahlak yasalarının da insanların sosyal ve bireysel yaşamlarında söz konusu inançlar çerçevesinde yaradana karşı belli sorumlulukları vardır. bu sorumluluklar aynı zamanda ahlakı düzenlediğine göre; o halde öte dünyada ödüllendirileceği düşünülen ruhun varlığına inanmak insanlar için tam manasıyla ölüm korkusundan uzaklaşmak olmuştur. "öldükten sonra ruhum, bana yüklenen sorumlulukları yerine getirmiş olmamın getirdiği ödülü alacaktır." inancı ölüm korkusundan uzaklaşmış insan için, ölümün bir son olmadığı manasına da gelir.

    işte bu açıdan bir şeyler karaladım, okuduğunuz için teşekkür ederim efendim.
  • kimi inanışlara göre bedenin içinde hapis değil bedenden ayrı hareket eden birşeymiş.öyle ki hareket hızı sabit olduğundan,bedenin normal hızından daha hızlı hareket etmesi sonucu geri kalabiliyormuş.ilk etapta komik gelebilir fakat büyük kentlerde yaşayan sürekli koşuşturma içinde olan otobüsle,arabayla vs. sürekli hızlı biçimde mesafe kateden insanların genelde kullandıkları "kendimi boşlukta hissediyorum" tarzı cümlelerin sebebi belki de ruhlarının bedenlerine yetişememesidir.
  • bence dünyada en çok inanılan safsata bu. yüzlerce farklı inanış var, yüzlerce kültürel yönelim var ama nasıl oluyorsa neredeyse tamamen hepsi bir şekilde ruh olgusunda birleşiyor. tam bir tanımı da yok alabildiğine soyut bir şey sanırım o yüzden herkese uyuyor.

    bir dine inanıyorsanız ruh sonsuz varlığımızı temsil ediyor
    inançsızsanız ruh egoyu enerjiyi tanımlıyor
    deistseniz "bir güç var"daki güç oluyor
    agnostikseniz bir şey olmalı sorusunu dolduruyor.

    oysa milyonlarca yıllık evrimden binlerce yıllık medeniyetten sonra bakıyoruz ki ruha dair elimizde en ufak kanıt yok. ufolar, unicornlar, ejderhalarla aynı kategoride değerlendirilmesi lazımken inanılmaz bir biçimde dünya çapında bir konsensus var ruh hakkında.

    bilmemenin rahatsızlığından kaynaklanıyor sanırım bu durum. insan istiyor ki merak ettiklerinin cevabı olsun. üstelik bunu şimdi de istemiyor, okyanusta tek hücreli canlıyken de veriyi topluyor çevresini anlamaya çalışıyordu, karaya çıktığında da, devlerin dünyasında deliklerde saklanan ufak bir memeliyken de, ağaçlarda uyurken de ve yere basıp ayağa kalktığında da hep merak içindeydi canlı. yıldırımın düştüğünü gördüğünde, yangını seyrettiğinde korkarak merak etti, onu tanrı sandı.

    ateşi kontrol edince onu anladı ama bu sefer volkanı gördü onu tanrı sandı
    volkanı tanıyınca, güneşi gördü onu tanrı sandı
    güneşi tanıyınca, evreni gördü onu tanrı sandı
    evreni tanıyınca, tanrı evrenin dışına itildi şu an onu tanrı sanıyor.

    insan öğrendikçe tanrı elle tutulur gözle görülür formunu terk edip daha soyut daha metaforik bir hale doğru evrimleşiyor. şimdi elimizde ondan bize yadigar bir ruh var. nereye koyacağımızı nasıl anlayacağımızı bilmiyoruz ama var deniyor hepimiz meşrebimize göre bir rafa oturtuyoruz onu. ölçülmüyor tartılmıyor ama kesin var ondan eminiz.

    6. his, kalp gözü, secret, kuantum, melek terapisi gibi terimlerle harmanlayıp evreni anlıyoruz oluyor bitiyor. bilmemeye çare olarak gerçekle hayal arasında sanal bir köprü kuruluyor hepimiz rahatlıyoruz. çünkü bilmemek parmağa batan kıymık gibi sinir bozucu egomuzu rahatsız ediyor. 2019 yılındayız her şeyi bilmemiz gerekiyor gibi hissediyoruz. 1519'daki insan da böyle hissediyordu eminim 1019'daki de

    milattan önce 50.000'de de insan her şeyi ona açıklayan bir hikaye yazmıştı mutlaka. oysa belki her şey gözüktüğü gibidir. bizler fizik kanunlarının bir gereği olarak kimyasal reaksiyonların sonucuyuzdur. karbon bazlı yaşantımızda entropi ile savaşarak enerjiyi dönüştürüyoruzdur. reaksiyon bitince de hayat dediğimiz mekanizma duruyordur.

    bilemiyorum belki böyledir.

    insanlık olarak her 100 yılda bir durup fact check yapmamız lazım belki de. bir stadyumda her disiplinden insan toplanıp arkadaşlar son yüzyılda yine bilmediklerimizi açıklamak için yeni hikayeler uydurmuş durumdayız, şimdi neler hikaye, neler gerçek bir kontrol edelim ne dersiniz demeliyiz.

    eminim çok fazla emek ve enerjiyi boşa gitmekten kurtarırız bu yolla. amerikada mesela on yıldır dünyanın düz olduğunu iddia eden insanlar var. sayıları yüzbinleri bulmuş durumda. milyonlarca saatlik iş gücünü dünyanın düz olduğunu kanıtlamaya çalışarak harcıyorlar her yıl. kendi teorileri, kendi haritaları, kendi takvimleri bile var. şimdi fact check yapılmazsa 50 yıla kalmaz kendi mitolojilerini bile yazarlar. daha birkaç yıl önce ken ham yüz milyon dolardan fazla para harcayarak gerçek boyutlarda nuhun gemisini inşa etti yine amerikada. harcanan paraya, kaynağa, zamana bak.

    özetle insanlığı uyarmak istiyorum belki ejderhalar yokturlar.
    bir ihtimaldir.
    düşünün.
  • "yıkıma doğru giden her şey maddedir; gerçekten tin olan şey yıkıma doğru gitmez."*
  • ruh, insanın ta kendisidir. buharın da aslında su olması gibi.
hesabın var mı? giriş yap