• fransa'nın sırf güzel para getiriyor diye hutu'lara silah satması üzerine olmuş soykırımdır. sonuçta suçlu hutu kadar fransadır..
  • hutu larin en son suclanmasi gereken soykirimdir, zira her vahsette oldugu gibi eline en az kan bulasan ipleri tutandir.
    almanya ve belcika somurgesi olan ruanda'ya siyahlari incelemeye antropologlar gitmis kafa tasi olcmusler, ve kimliklere etnik kokeni yazmayi da onlar akil etmistir 19 yy da. 1994'de soykirim planlanirken fransa ruanda hukumetiyle son derece yakin ilsikiler icindedir, olacaklari az cok tahmin eder de durdurmak icin hic birsey yapmaz.
    birlesmis milletlerin 'baris' gucune belcika da katilir. normalde eski somurgelerle ilgili meselelerde somuren ulkenin guce istirak etmemesine ozen gosterilirken ruanda'da boyle olmaz. belcika aksine baris gucunun bel kemigini olusturur. zaten var olan nefret burda 10 belcikali'nin ibret-i alem icin oldurulmesi ile zirve yapar. ruanda hukumeti cok iyi bilir ki 'beyaz'larin olmesi kabul edilmeyecektir. bu noktada birlesmis milletler baris gucunun komutani romeo dallaire neden askerleri korumadin diye elestirilir. dallaire ise boyle bir kararin binlerce afrikalini hayatini tehlikeye atacagina inandigi icin insani bir karar verdigini soyler. belcika baris gucunden cekilme karari alir. zaten az sayida olan birlesmis milletler askerleri iyice azalir. bu sirada sokaklarda her gun binlerce tutsi oldurulur. adresleri onceden tespit edildigi icin son derece sistemli yapilir hersey. romeo dalaire canla basla dunyayi haberdar etmeye calisir ama dunyanin gozu o sirada oj simpson 'dadir. yine de birkac muhabiri ruanda'da tutmayi basarir dallaire. bbc muhabiri mark doyle'a ornegin 'kalirsan seni koruruz, besleriz. ne haberi gectigin umurumda degil yeterki burda kal ve ne goruyosan haber yap' der.

    2004'de uzerinden 10 yil gecmistir. fransa'nin olaydaki saibeli konumu devam eder. romeo dallaire yasadiklarindan sonra uzun yillar agir depresyon gecirmis, ancak 7 yil sonra anilarini yazmaya baslayabilmistir. kitap: shake hands with the devil olarak piyasaya cikar. soykirimin 10. yil donumunde ziyaret ettigi ruanda'da yaptigi konusmada acikca butun avrupa'yi ve birlesmis milletleri olana bitene goz yummakla, basiretsizlikle suclar.

    olaylarin basladigi ilk birkac gun butun avrupa kendi vatandaslarini ruanda'dan cikarmak icin seferber olmus tepeden tirnaga silahli gucler ve ucaklar gondermis ama bir tanesi bile afrikalilari kurtarmak icin kilini kipirdatmamistir. 10 yil gecmis bir tanesi bile 'bok yedik ozur dileriz' dememistir. bill clinton afrikalilarin gozlerinin icine baka baka 'benim gibi bir suru insan ofislerde oturdu olayin siddetini ve hizini algiyamadik, gec kaldik' demistir. ama artik kimsenin umurunda degildir. dallaire'in komutasindaki subaylardan birinin de kitaptan esinlenerek cekilen belgeselde dedigi gibi: "clinton biliyordu, clinton burada olanlari cok iyi biliyordu". yine ayni subay soyle der: "bazi gunler telefonla herhangi bir yeri aramak ve herkes oldu mu, butun dunya da canli kimse kalmadi mi burada olanlardan haberiniz yok mu nasil olurda sessiz kalirsiniz demek isterdim" der.
    yine bu belgeselde new york'daki bm merkezinde ruanda'nin ve binlerce insanin kaderini beliryecek karari, bm gucu'nun cekilmesi kararini, alan bm uyelerinin nasil lise1 matematik dersinden cikmis gibi el sallayarak (madeleine albright basta) yemek yemek icin salondan ciktiklarini goruruz.
    vahset eline en az kan bulasanin sucudur en cok. evet oyledir.

    medeniyeti belgeleyen hersey ayni zamanda barbarligin da belgesidir.*
  • tek bir açıklamayla izahi mümkün olmayan, katliamların sebebinin neredeyse parametre yığınına döndüğü facia. belçikalı yöneticilerin hutu ve tutsileri ayrı kimlik kartları taşımak zorunda bırakmaları, birbirinden ayrı iki kitle oluşturmaları ve bunun soykırıma olan etkisi biliniyor. ancak meseleyi salt ırki bazda açıklamak, altyapı-üstyapı ilişkilerinden yoksun bir açıklama olur, eniştemi yorgan sandım der dururuz. özellikle de sözkonusu olan, bütün ülkenin zamanla büyük bir tarlaya dönüşmesi ve toplum içerisindeki çatlakların artık dayanılmaz boyutlara taşınması ise, tek bir açıklama getirmek oldukça zor. afrikanın en yoğun nüfus oranlarını barındıran ruanda ve burundi gibi ülkeler için karışıklıkların olması beklenebilir bir realite. ayrıca soykırımın sadece tutsileri kapsamaması, ülkenin %1'ini oluşturan ve tehdit olarak görülmeyen pigmelerin de katliama uğraması düşündürücü. fazlasıyla malthusçu görünmek istemem ama ülke kaynaklarının sabit kalırken nüfusun fazlasıyla arttığı bir bölge için malthusçu bir yorumun da eklenmesi kaçınılmaz. kendisi artık fazlasıyla meşhur oldu gerçi, ama jared diamond'ın kitabından bir alıntı yapalım*:

    "kuzeybatı ruanda'da olup bitenler özellikle çok şaşırtıcıydı. bu bölgede neredeyse herkesin hutu olduğu ve yalnızca tek bir tutsi'nin bulunduğu bir topluluk bulunuyordu, yine de burada bile hutu'nun başka hutular tarafından katledildiği kitle halinde katliamlar gerçekleşti. "nüfusun en az %5'i" olarak tahmin edilen bu bölgedeki oransal ölüm miktarı, ruanda'nın geri kalanındaki orandan (%11) daha düşük olmasına rağmen, neden bir hutu topluluğunun, etnik motiflerin bulunmadığı koşullar altında neden kendi üyelerinin %5'ini öldürdüğünün bir açıklaması olmalıydı. 1994 yılındaki katliam devam ettikçe ve tutsilerin sayısı azaldıkça, ruanda'nın başka bölgelerinde hutular birbirlerine saldırmaya başladılar."

    "iki belçikalı ekonomist, catherine andré ve jean philippe platteau tarafından detaylı şekilde çalışıldı. platteau'nun öğrencisi olan andré, durumun daha da kötüye gittiği, ancak soykırımın patlak vermediği 1988 ve 1993 yılları arasında bölgeye yaptığı iki ziyaret sırasında burada tam 16 ay kaldı. bölgedeki hane halkının büyük bir çoğunluğuyla görüşmeler yaptı. bu iki yılın her birinde görüşmeler yapılan her bir aile için, evlerinde kaç kişinin yaşadığını, sahip oldukları toplam toprak miktarını ve üyelerinin çiftlikteki işlerinden kazandığı toplam gelirin miktarını tespit etti. aynı zamanda toprak satışları veya transferlerinin ve arabuluculuk gerektiren anlaşmazlıkların da bir çizelgesini yaptı. 1994 yılındaki soykırımdan sonra, hayatta kalanlardan gelecek haberlerin izini sürdü ve hangi hutunun, bir başka hutu tarafından öldürüldüğüne ilişkin herhangi bir kalıp teşkil etmeye çalıştı. andré ve platteau daha sonra bütün bunların ne anlama geldiğini çıkarmak için bu veri yığınının üzerinde birlikte çalıştı. "

    "1988 yılında milkare başına 1740 kişi; 1993'te bu sayı 2040'a çıkmıştı (bu değer dünyanın en yoğun nüfusa sahip tarımsal nüfusu olan bangladeş'in değerinin bile üstündeydi.) bu yüksek nüfus yoğunlukları çok küçük çiftlikler anlamına gelmekteydi; 1988 yılında ortalama bir çiftliğin boyutu yalnızca yaklaşık 3.5 dönümdü, bu sayı bile 1993'te 2.88 dönüme düştü. her bir çiftlik (ortalama) 10 ayrı parsele bölünüyordu, öyle ki çiftçiler 1988 yılında yalnızca 0.36 dönüm ve 1993 yılında ise 0.28 dönüm gibi anlamsız küçüklükteki parselleri sürmek durumunda kalıyorlardı... daha büyük çiftliklerden elde edilen daha fazla çiftlik dışı gelir yoğunluğu, kanama toplumunun zenginler ve fakirler arasında giderek daha artan şekilde bölünmesine zenginlerin daha zengin ve fakirlerin daha fakir hale gelmelerine katkıda bulundu... zaten çok küçük olan ve umutsuzca daha küçük toprağa ihtiyaç duyan küçük çiftlikler, çiftlik dışı gelirleriyle satın almalarını finanse eden büyük çiftliklere toprak satarak fiilen daha da küçülüyor."

    ayrıca açılan toprak davalarının yoğunluğu ve yıllara göre artışı da ilginç. cosby ailesi albümünün kana bulanmasının öncesinde arkaplanı hazırlıyor:

    "her iki bilgi kaynağına göre, en ciddi çatışmaların kökeninde topraklarla ilgili anlaşmazlıklar yatmaktaydı; çatışma ya doğrudan bir toprakla ilgiliydi (tüm vakaların %43'ü) veya nihayetinde bir toprak anlaşmazlığından kaynaklanan koca/karı, aile veya kişisel anlaşmazlıklardı... veya bu anlaşmazlık yerel olarak "açlık hırsızları" olarak bilinen, neredeyse hiç toprağı ve çiftlik dışı herhangi bir geliri olmayan ve başka seçenekleri olmadığından çalarak geçinen çok fakir insanlar tarafından yapılan hırsızlıklardan (tüm anlaşmazlıkların %7'si ve tüm hane halkının %10'u) kaynaklanmaktaydı."

    peki iç savaş patlak verdiğinde kuzey batıdaki kanama bölgesinde ne olur? tahmin edileceği üzere andré'ye rapor verenlerin %5.4'ünün öldüğü anlaşılır. bu muazzam rakam içerisinde ise sadece bir tek tutsi vardır. gelir eşitsizliğinin ve toprak mülkiyetindeki adaletsiz koşulların sonucunda bölge halkına savaş çıktığı sırada gelirlerini artırmak için emsalsiz bir imkan doğar. gérard prunier'in röportaj yaptığı ve savaşta tüm ailesi yok edilen bir tutsi öğretmenin söyledikleri düşündürücüdür:

    "çocukları okula yalın ayakla yürüyerek gitmek zorunda kalan insanlar, kendi çocuklarına ayakkabı alabilecek durumda olanları öldürdü."
  • ruanda'da 6 nisan1994 yılında başlayan iktidardaki hutuların fransa'nın da desteği ile sistematik bir biçimde tutsi azınlığının yaklaşık 1 000 000 kadarını katletmesi olayı.şu günlerde dünya medyası harıl harıl 10.yıldönümünü yaşadığımız bu soykırım olayını tartışırken bizim medyamız yine uyumakta.
  • radyodan yapılan "yüksek ağaçları kesin!" koduyla başlatılmış soykırım.

    6 nisan 1994 tarihinde, bir hutu olan devlet başkanının uçağı düşürüldü. ertesinde, bu olayı bahane eden interahamwe üyeleri, tutsilere ve ılımlı hutulara karşı katliama başladılar. daha sonra yapılan soruşturma ve araştırmalar sonucunda, uçağı düşüren roketin ya da füzenin hutu kamplarından birinden atıldığı iddia edilmiştir.

    ve o yıl fransa cumhurbaşkanı olan françois mitterand, "o ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir olay değildir. (dans ces pays là, un génocide, ce n'est pas trop important.)" diyebilmiştir. birleşmiş milletler, o süreçte, 10 askerinin ölümünü sebep göstererek, barış gücü askerlerini bölgeden geri çekebilmiştir.

    düşünün ki, parası olan tutsiler, kurşunun parasını karşısındaki hutuya ödeyerek, acısız bir ölüm şekli satın alıyorlarmış. orada yaşanan ve yaşatılan şiddetin boyutlarını anlatmaya yetmeyen bu durum karşısında, gayet rahat bir şekilde tüm dünya sessiz kalabilmiştir. dahası, daha da sonra başka bölgelerde başka şekillerde işlenen, aynı insanlık suçlarına karşı kayıtsızlıklarına da devam etmiştir, bu dünya insanı ve hükümetleri.

    insanın ve hayatının değerinin hiçbir zaman olmadığının kanıtlarından sadece biri. aklımın alamadıklarından, duygularımın açıklayamadıklarından, hakkında konuşamadıklarımdan, dünyanın duyarsız tavrını hiçbir zaman algılayamadıklarımdan sadece ama sadece biri...

    ve bir de lütfen, (bkz: gacaca)
  • tutsi'lerin üstün ırk olarak tanınması, aslında almanların egemenliği döneminde başlamıştır, belçikalılar tarafından da işlerine geldiği için sürdürülmüştür. biz bu ismi bir yerden hatırlıyoruz değil mi? yani, madem onlar yaptı, ben de ırkçılık yapmaktan çekinmeyeceğim izninizle, sağolsunlar, yakın zamanlardaki en büyük iki soykıyımın fikir babası almanlardır. sadece almanları da suçlamayalım, biri pişirdiyse biri yemiş, fransa da soykırım milislerini bifiil eğitip, üstüne üstlük sokaklarda insan doğramakta kullanılsın diye o palaları satmıştır.
    üst üste iki dünya savaşı çıkardıkları yetmedi, yugoslavya'da, arnavutluk'ta, çeşit çeşit milletin burunlarının dibinde birbirini öldürmesini el el üstünde izlediler. avrupa'nın elleri kirlidir özetle.
  • ruanda soykırımı ile ilgili dikkate değer film ve belgeseller şöyledir:

    belgesel:
    a culture of murder (1994) yönetmen: steve bradshaw
    a generation after genocide (2010) yönetmen: torey kohara and jonathan weiman.
    as we forgive (2009) yönetmen: laura waters hinson
    do scars ever fade (2004) yönetmen: paul freedman [video]
    exploring rwanda and darfur (2006)
    flower in the gun barrel (2008) yönetmen: gabriel cowan
    flowers of rwanda (2008) yönetmen: david muñoz
    gacaca: living together again in rwanda? (2003) yönetmen: anne aghion
    ghosts of rwanda (2005) yönetmen: greg barker [video]
    in rwanda we say... the family that does not speak dies (2005) yönetmen: anne aghion
    intended consequences (2008) yönetmen: jonathan torgovnik - [video]
    journey into darkness (1994) yönetmen: fergal keane
    keepers of memory (2004) yönetmen: eric kabera.
    my neighbor my killer (2009) yönetmen: anne aghion
    rwanda, how history can lead to genocide (1995) yönetmen: robert genoud.
    shake hands with the devil: the journey of roméo dallaire (2004) yönetmen: peter raymont
    the bloody tricolor (1995) yönetmenler: stephen bradshaw ve elisabeth jones
    the notebooks of memory (2009) yönetmen: anne aghion
    triumph of evil (1998) yönetmen: steve bradshaw
    valentina's story (1997) yönetmen: fergal keane
    when good men do nothing (1997) yönetmen: steve bradshaw

    film:
    100 days (2001) yönetmen: nick hughes
    a sunday in kigali (2006) yönetmen: robert favreau
    hotel rwanda (2004) yönetmen: terry george
    kinyarwanda (2011) yönetmen: alrick brown
    munyurangabo (2007) yönetmen: lee isaac chung
    shake hands with the devil (2007) yönetmen: roger spottiswoode
    shooting dogs (2005) yönetmen: michael caton-jones [video]
    sometimes in april (2005) yönetmen: raoul peck [video]
    the overwhelming (2006) yönetmen: max stafford-clark
    the day god walked away (2009) yönetmen: philippe van leeuw

    tema:
    (bkz: ruanda soykırımı/@derinsular)

    ana tema:
    (bkz: soykırım/@derinsular)

    diğer temalardaki ilgili girdiler:
    (bkz: benim adım kerim /@derinsular)
    (bkz: darfur soykırımı ile ilgili film ve belgeseller /#27206860)
    (bkz: ermeni soykırımı ile ilgili film ve belgeseller /#27033840)
    (bkz: kamboçya soykırımı ile ilgili film ve belgeseller /#27206430)

    ayrıca bkz.:
    (1) azınlıklar, ırkçılık, ve genel manada kimlik konulu film ve belgeseller: http://www.imdb.com/list/ls052578083/
    (2) soykırım konulu film ve belgeseller: http://www.imdb.com/list/ls052515828/
  • bir de bu soykırımı gerçekleştirenlerin lideri, türkiye'ye ve türk insanına karşı "biz çok çağdaşız, siz değilsiniz. siz ermenileri katlettiniz, barbarlar" tarzında yaklaşmaz mı ; o sarkozy'nin kafasını duvara sürtüp kıvılcım çıkartmak istiyor insan.
  • aynı zamanda o zamana kadar savaş muhabiri olan savaş ay'ın olaya şahit olduktan sonra magazin gazetecisi olmasına neden olmuş hadise. 1 milyon'dan fazla insanın 100 gün içersinde palalarla doğranması şeklinde cereyan etmiştir. artık ne gördüyse orda, rwanda'dan dönen savaş ay bir anda sosyete ve popüler kültürün bayraktarı olmuş, adeta tövbeye gelmiştir. bambaşka-pırıl pırıl bir insan olmuştur. dönemin her davaya meraklı yeni-roma konsülü, balkan'lara konsantre olduğu için arada tutsiler kaynamıştır. keza şu an benzer bir filim sudan'da yaşanmaktadır. (bkz: cencevit)
  • dün akşam rwanda oteli filmini izledim,tüm gece kabuslarla boğuştum altı üstü bir filimdi,insanların o olayları birebir yaşadığını düşünmek delirtici bir duyguydu,katliam,soykırım adı her ne ise insanoğlunun aslında kinle dolduğunda dünya yüzünde olmayan bir yaratığa dönüştüğünün göstergelerinden,ilk değil ve son değil asla da bu yaratık yok olmayacak hep bir fırsat kollayacak.94 yılında bir lise öğrencisiydim 92-95 yılları arasında olan bosna savaşını ve çok gözyaşı döktüğümü hatırlıyorum ama rwanda katliamını o dönem hiç duyamdım eminim,acaba neden,müslüman olmadıkları içinmi dikkate değer görülmediler.çok sonraları 94 yılında böyle bir katliam olduğunu binlerce insan öldüğünü duydum ya da okudum ama o zamanda olayın ciddiyetine dair çok bilgi yoktu ve yaklaşık bir sene önce bir yazı okumuştum afrika ülkeleriyle ilgili asıl meseleyi o zaman öğrendim ve o zamana dek duymamış olduğuma çok şaşırdım,ne kadar etkisiz,ne kadar çaresiz ne kadar ilgisiz bir dünya da yaşadığımızın farkına varmak gerçekten utanç verici.
hesabın var mı? giriş yap