• asagidaki sozunun hala bircogumuza kaynaklik ettigini dusundugum buyuk dusunce ve dava kadini.

    "in accordance with marx's whole attitude, his capital is not a bible containing final and unalterable truths, but rather an inexhaustible source of stimulation for further study, further scientific investigations and further struggles for truth."

    rosa luxemburg
    _______________________________________________________________________________
    franz mehring'in "karl marx: the story of his life" adli eserinde (london, 1936) 12. bolumden alinti...

    benim cevirim:

    marx'in genel tutumuna paralel olarak, onun kapital'i katî ve degistirilemez gercekleri iceren bir kutsal kitap degil; aksine daha ote calismalar, daha ileri bilimsel arastirmalar ve gercek icin yapilacak daha ote mucadelelere tesvik eden tukenmez bir kaynaktir.
  • mehmet barlas'ın dalga geçmek için, nuray mert'i benzettiği kadın.
    nuray mert "bundan gurur duyarım" demiştir.
  • "büyük harp öncesi avrupasının müstesna nazariyecilerinden sayılan ve tarihin yetiştirdiği en büyük kadın iktisatçı ve mütefekkir"

    rosa hanım'ın "osmanlı devleti ve alman emperyalizmi" adlı broşürünü çeviren aziz ziya (nâm-ı müstear olduğu belli) "birkaç söz"de şöyle diyor:

    "türkiye hakkında, alman kapitalizminin hakiki maksat ve gayelerini salâhiyetle göstermesi itibarile, bize ait parçanın şu sırada tercümesini bir vazife bildim. ne yazık ki, turan ve kızıl elma peşinde, şuurunu alman emperyalizminin hizmetine koymuş kuklalar, türk milletine örnek mütefekkir ve vatanperver diye [ ileri] sürülürken, türk köylüsünün hakiki menfaat ve varlığının müdafaasını, alman proletaryasının büyük ihtilalci şefi 'rosa luxemburg' yapıyordu."

    1941 yılında yayımlanan 16 sayfalık broşür, 1915 nisanında yayımlanan "sosyalist demokrasinin buhranı - jünius brochures"ten alınmış ve sertel matbaasında basılmış.

    .

    serteller bu broşürü yayımlarken, nâzım hikmet de, hapishanede, ilerde "memleketimden insan manzaraları"nın önemli bir uzun parçası olan "şu 1941 yılında"yı yazmakla meşguldu.
  • rosa luxemburg& karl liebknecht

    "sokağa seslendiler sokak da onları öldürdü"

    max weber
  • tarihte lenin'in yerini alamaması yüzünden çok şey kaybedilmiş insan. avrupa'da komünizmin gerçek lideri lenin değil rosa luxemburg'du aslen. onun yenilmesinin ardından nazizm geldi ve aslen dünya devriminin lideri olmak gibi bir misyonu aklından bile geçirmeyen sovyetler, dımdızlak ortada kalıp panikledi.

    yenildiği için kaybeden kendisi değil, insanlık olmuştur.
  • polonya ve almanya solunun yıldızı, dönemin lenin'e kafa tutabilen tek ismi. anti-milliyetçiliği eksiklik değil gurur kaynağı sayan ve en büyük aşkı devrim olan bir kadındı...
  • "those who do not move, do not notice their chains" demiş. hastasınım.
  • yıldırım türker sagolsun, rosa luxemburg'un yoldasi sonja liebknecht'e breslau hapishanesi'nden yazdığı mektuplardan biri beni acayip etkilemisti ve halen de etkilemekte bu anisi önünde saygiyla egildigim kadinin.

    "ah, sonitschka! burada çok keskin bir acı yaşadım. volta attığım avluya sık sık çuvallarla ya da çoğunluk kan lekeli üniformalar ve gömleklerle yüklü askeri arabalar gelir. eşyalar buraya yığılır, hücrelere dağıtılır, sökükleri dikilir, arabalara yüklenir ve gerisin geri askere yollanır. geçen gün, at yerine mandaların çektiği bir araba geldi. bu hayvanları hiç bu kadar yakından görmemiştim. bizim öküzlerden daha iri ve güçlüler, kafaları basık, boynuzlarının kıvrımı yayvan, kafatasları bizim koyunlarınkini andırıyor; mandalar iri, yumuşacık gözleri olan simsiyah hayvanlar. romanya'dan savaş ganimeti olarak getirilmişler. arabayı süren asker, bu vahşi hayvanları yakalamanın çok güç olduğunu, özgürlüğe alışık oldukları için yük hayvanı olarak işe koşmanınsa daha da güç olduğunu anlattı. 'altta kalanın canı çıksın' sözünü hak edecek biçimde öldüresiye dövülüyorlarmış. sadece breslau'da sayılarının yüz civarında olduğu söyleniyor. romanya'nın bereketli otlaklarına alışmış hayvanlar burada bir tutam sefil samanla besleniyor. acımasızca her türlü yüke koşuluyor ve kısa zamanda telef oluyorlar.
    neyse, birkaç gün önce, çuvallarla yüklü bir araba hapishaneye geldi. öylesine tepeleme yüklüydü ki mandalar arabayı giriş kapısının eşiğinden bir türlü geçiremediler. zalim bir kişiliği olan görevli asker, kamçısının kalın yanıyla hayvanları öyle vahşice dövmeye başladı ki ustabaşı dayanamayıp şöyle seslendi: 'şu hayvanlara hiç merhametin yok mu?' asker, 'biz insanlara da kimsenin merhamet ettiği yok!' diye cevap verdi pis bir kahkaha atarak, dönüp hayvanları daha da sert dövmeye devam etti. sonunda hayvanlar çırpınıp arabayı eşikten atlattılar, ama birisi kanıyordu... sonitschka, manda derisinin kalınlığı ve sağlamlığı özdeyişlere geçmiştir, düşün artık, derisi yarılmıştı. yük boşaltılırken hayvanlar yorgunluktan bitkin, hiç kıpırdamadan duruyorlardı ve biri, kanayan, bütün bu süre içinde o kara suratında ve yumuşacık kara gözlerinde ağlayan bir çocuk ifadesiyle önüne bakıyordu. bu gerçekten de tam olarak, şiddetli bir şekilde cezalandırılmış, üstelik nedenini, niçinini anlayamamış, zulüm ve işkenceden nasıl kaçacağını bilemeyen bir çocuğun ifadesiydi. hayvan'ın karşısında duruyordum, bana baktı. gözlerimden yaşlar boşanıyordu. akıttığım yaşlar, onun gözyaşlarıydı.
    insan, ancak canı kardeşinin kederi karşısında, benim bu sessiz ıstırap karşısında çaresizlik içinde titrediğim kadar acıyla titrer.
    romanya'nın özgür, bereketli, yemyeşil otlakları ne kadar uzak, nasıl sonsuza dek yitirilmiş. ne kadar farklıydı güneşin ışıltısı, rüzgârın esişi; ne kadar farklıydı kuşların güzelim cıvıltıları, çobanların şarkılı çağrıları. buradaysa; bu tuhaf, sevimsiz şehirde; boğucu bir ahırda, çürümüş samanla karışık küflü, kusturucu otlar, tuhaf, korkunç insanlar ve dayak, taze yaradan akan kan... ah! zavallı mandam! benim zavallı canım kardeşim! ikimiz de burada öyle güçsüz, öyle hevessiz duruyoruz; ancak acıda, güçsüzlükte ve özlemde ortağız.
    bu arada mahpuslar arabanın etrafını sarmış ağır çuvalları indirip binaya taşıyordu. askerse iki eli de ceplerinde geniş adımlarla bahçeyi arşınlıyor, yüzünde bir gülümseme, usuldan ıslıkla popüler bir şarkı çalıyordu. ve bütün şanlı savaş gözlerimin önünden geçti...

    hemen yaz. sonitschka, seni kucaklıyorum. rosa"

    sonjuschka, hayatım, her şeye rağmen sakin ve neşeli olunuz. yaşam böyledir, bu yüzden onu (yaşamı) öyle kabul etmeliyiz; cesurca, yılmadan ve gülümseyerek - her şeye rağmen.

    ---------------------------------------------------------------
    son cümlenin çevirisi bana aittir.
  • "könnten wahlen etwas ändern, würde man sie verbieten"
    türkcesi: "secimler birseyleri degistirseydi, yasaklanirdi"
  • siyasi kimliğinin dışında bir de "kadın" olarak yaşamış bir devrimci; ki yaşadığı dönem itibariyle bu kadar koyu bir devrimciyken belki de bu kadar kadın kalabilmesidir güzel ve farklı olan... konuk kabul etmenin inceliklerini, döneminin muhabbet kurallarını, giyinip süslenmeyi bildiği de gerçektir; sokaklarda yürüyüp barikat kurmayı, dipçik darbeleriyle öldürülmeyi bildiği kadar...
hesabın var mı? giriş yap