• hâlâ bazı aklıevveller hafife aladursun, insanı ölüme götürür.

    bir kadın öldü bu akşam, abimin baldızı idi, deniz olsun adı, mide kanseri. 7 ve 4 yaşında iki çocuk annesi, 35 yaşında. aşkı uğruna bütün ailesine rağmen evlendi 8 yıl önce. o aşık olduğu adam, meğer iflah olmaz bir kadın düşmanı imiş. evlendiklerinden itibaren şiddetin her türlüsünü uygulamış, deniz kimseye söylememiş. babasına sığınmış evliliklerinin ilk yılında "beni kovdu" demiş. babası "gitme o eve" demiş, zaten gelinliği içinde kapıdan çıkacakken de aynısını söylemiş. deniz gitmiş. kan kusup kızılcık şerbeti içtim demiş, kardeşlerine ser verip sır vermemiş. kederi, sıkıntısı, tasası hep midesine oturmuş. sonra babasını kanserden kaybetmiş deniz, arkasındaki büyük dağ yıkılıvermiş.

    bir yıl önce kanser teşhisi konulmuş deniz'e. ilaçlar, tedaviler, tetkikler, bir türlü kaynağı bulunamamış. altı ay kadar böyle geçmiş. sonra "mide" demişler. aylarca kemoterapi görmüş. kemoterapi görürken kocası olacak herif, etmediği eziyet bırakmamış deniz'e. içindeki suçluluk duygusu büyüdükçe, içindeki canavar da büyümüş. deniz kemoterapi görürken kardeşlerinin evlerine sığınmış zaman zaman, o evleri basmış, olmadık şeylerle itham etmiş. boşanmaya kalkmış deniz, dünyayı dar etmiş ona, "ölümün benim elimden olacak" demiş. deniz'i kardeşleriyle görüştürmemeye başlamış, herkese engel olmuş, hastanelerde olay çıkarmış. deniz kemoterapiden sonra iyiye gidiyormuş halbuki, bir ameliyat olabilecek kiloya erişse, umut olurmuş.

    iki aydır iyice kötülemiş deniz. kocası evi taşımış, adresini, izini kaybettirmiş deniz'i kimse arayıp sormasın diye, bayramda bile, iki kez felç geçirmiş kayınvalidesi bile.
    şimdi cenaze ortada. fakat o [anasına laf yok] piç kurusu herifin dağlara taşlara sığmayan şerrinden ötürü kardeşleri cenazenin başına gidemiyor. dahası var da benim mecalim kalmadı.

    o herif iki cihanda gün yüzü görmeyecek biliyorum, her gece kâbuslarda kıvranacak. bu dünyada adalet diye bir şey varsa, bu olacak. ama deniz artık yok, o boylu poslu, güzel kadın. gencecik yaşında arkasında iki masum bırakarak toprağın kucağında sarmalandı.

    şimdi, rahat koltuklarında oturan bazıları "kadına şiddet, psikolojik şiddet filan yok yeaa, hep feministlerin uydurması bunlar, kim bilir ne yapmıştır" diyebilir. bir yerlerde insanlığımdan utandıran korkunç şeyler olurken.
  • üniversite yıllarında sevgilim tarafından uygulandığının ayırdına yıllar sonra vardığım davranış şekli…

    beni sevdi biliyorum, ben de onu sevdim. sevmesem hayatımın en güzel beş buçuk yılını neden verecektim ki ona…

    zehir gibi zeki bir adam. yaptığı yazılımları satmaya lisede başlamış, ki o zaman – yani ben üniversitedeyken, yani bundan yüzelli yıl mukaddem – memlekette internet bile daha yeni yaygınlaşıyor. müzik zevki, kültürel birikimi, dünya görüşü… her şey şahane. ben onu seviyorum o beni seviyor. allahım hem ne sevmek… yan yanayken öpüşmeden duramıyoruz, ellerimizi birbirimizin üstünden çekemiyoruz, birbirimizi dinlemeye doyamıyoruz, saatlerce konuşuyoruz, anlatacak bir şey bulamazsak birbirimize kitap okuyoruz…

    ben onu seviyorum o beni seviyor. allahım hem ne sevmek… istiyor ki ders çalışmadığım ya da ailemle geçirmek mecburiyetinde olmadığım tüm zamanı onunla geçireyim. kütüphanede, hatta evde, ders çalışırken bile yanımdan ayrılmıyor. yangtze nehri üstündeki taşımacılığın yabancılar tarafından nasıl tekelleştirildiğini okuyorum mesela, kafamı makaleden kaldırdığımda gözleriyle karşılaşıyorum. gülümseyen gözleriyle. dünyam aydınlanıyor… yangtze nehri neymiş, içimde şelaleler dev anaforlarla patlıyor… ne güzel, böyle sevildiğim için ne şanslıyım…

    ben onu seviyorum o beni seviyor. allahım hem ne sevmek… istiyor ki tek arkadaşım o olsun. başka hiç kimseye gülümsemeyeyim. eğer yanımda değilse, ya derste ya evde olayım. e ama o mezun oldu artık, çalışıyor? o zaman okuldan çıkıp doğrudan eve gideyim. hem başka insanlarla konuşmaktan nasıl zevk alabilirim ki? kosova’da yapılacak ilk seçimlere bm gözlemcisi aranıyormuş. balkanlar çalışıyorum ben, hoca beni de götürmek istiyor. n’olur gitsem? olmaz. ne işim var ki onsuz oralarda…

    ben onu seviyorum o beni seviyor. allahım hem ne sevmek… istiyor ki yüzümü göğsüne gömeyim ve yaşamdaki tüm mutlulukları onun kollarında bulayım. hiç filiz vermeyeyim; hiç çiçek açmayayım; kadın, erkek, genç, yaşlı fark etmez, ondan başkasının gözlerine bakmayayım.

    - neden ama?
    - ne yapacaksın ki başkalarını, sen beni sevmiyor musun?
    - yahu seviyorum da insanım ben, arkadaşlarım olmasın mı? bir hayatım olmasın mı?
    - benden başka hayata neden ihtiyacın var ki senin? ben sana istediğin her şeyi veririm. eğer işlerinden, derslerinden, ailenden artırabildiğin bir zaman varsa onu neden benden başkasıyla geçirmek isteyesin ki? sen beni sevmiyor musun?
    - seviyorum, allah kahretsin, seviyorum… tamam yapmam, gitmem, gülmem, yaşamam…

    beş buçuk yıl boyunca başımı onun durduğu yerden başka yöne çevirmem yasaktı. çeviriyorsam onu sevmiyorum demekti. onun zekası ve manipülasyon yeteneği karşısında kifayetsizdim.

    beş buçuk yıl boyunca deliler gibi seviliyor olmanın keyfine varamadan suçluluk duygusuyla kıvrandım durdum. gençtim, aşıktım, bana yaptığının ne kadar acımasız ve bencilce olduğunu anlamıyordum. artık dayanamayacağıma karar verdiğimde ise kişiliğim çoktan yara almıştı. üzerinden 13 yıl geçti ve ben asla arkadaş edinme kabiliyeti geliştiremedim. insanlarla havadan sudan sohbet etmeyi hala beceremiyorum. hep beni izleyen bir göz var gibi…

    hasılı, teninizde değilse de kişiliğinizde derin izler bırakacak şiddet türüdür. üstelik fiziksel şiddeti görüp, gösterip ispatlayabilirken psikolojik şiddette bu şansınız yoktur. sonunda karşınızdakinin değil kendinizin arızalı olduğuna bile karar verebilirsiniz hatta. fiziksel şiddet anlık gelişebilir ama psikolojik şiddet sistemli ve süreklidir. bu yüzden kanaatimce uygulamak için ciddi boyutlarda zalim ve ben-merkezli olmayı gerektirir. maruz kalan herkesin tez zamanda kurtulmasını dilerim.
  • yaşamayanın gerçekten anlayamayacağı şeylerden birinin bu olduğunu düşünüyorum. bunun tek sebebi fiziksel iz bırakmaması değildir. şiddet uygulayanın söylemleri ve yansıttığı bakış açısı bir süre sonra şiddete uğrayan kişi tarafından içselleştirilme eğilimindedir ve bu yüzden şiddete maruz kalan kişi, yaşadıklarından kendisini sorumlu tutup suçlu hisseder. şiddet eyleminin her türüne (ekonomik, fiziksel, cinsel) psikolojik şiddet de eşlik eder ki kişinin benlik saygısı ve başa çıkma becerileri giderek zayıflasın. kişi kademe kademe güçsüzleşsin ve şiddet uygulayanın tahakkümü altına girsin. psikolojik şiddet belirtileri şu link üzerinden incelenebilir. bu davranışların seviyesi kişiden kişiye değişiyor olsa dahi seviye ne olursa olsun kısıtlayıcı ve kişinin kendi hayatı üzerindeki kontrolü ile özgür iradesini zayıflatma eğiliminde oldukları bariz.

    pis bir yanı, belirtilerinin ne olduğunu her yerde bulabilmemize rağmen, yaşanan şeyin şiddet olduğunun ayırdına geç varılması. ben 4 yıldır sivil toplum kuruluşlarında görev yaptığım ve bunun yarısında toplumsal cinsiyet temelli şiddet üzerine çalışıp eğitimler aldığım/verdiğim halde kendi ilişkimde yaşadığım şiddetin farkına varamamıştım. çünkü fiziksel veya cinsel şiddetin somut, elle tutulur bir çıktısı varken psikolojik şiddet manipülasyon ve kafa karışıklığı üzerinden ilerler. bir yerden sonra kişi, kendine ilişkin değersizlik ve suçluluk imalarını içselleştirmeye başladığı için kendisi de yaşadığı şeyin ilişkilerin doğasının parçası mı, yoksa şiddet mi olduğunu göremez. suçluluk, yetersizlik, tecrit gibi duygular yüklenmiş haldeki kişi, sanki bir kefaret ödemeye çalışıyormuşçasına ilişkiyi sürdürmeye çalışıyor olabilir.

    eğer ilişkinizde kendi potansiyelinizi açığa çıkaracak girişimleriniz bir şekilde engelleniyorsa ya da her girişiminiz bir motivasyon kırıklığıyla sonuçlanıyorsa, bin pişman oluyorsanız, ilişkiniz sizi desteklemekten çok kaygılandırıyorsa ve feragat edişlerinizin sonunun gelmediğini hissediyorsanuz durup düşünmekte fayda var. potansiyel açığa çıkarmaktan kastım da cern'e kabul edilmek, doğa fotoğrafçısı olup national geographic'te çalışmak ya da astronot olmak gibi şeyler değil. basitçe hayattan keyif almak, mutlu olmaktan (enstrüman çalmak, sevdiklerinizle vakit geçirmek, bir eğitim programına yazılmak, seyahate çıkmak vb.) ibaret. mesela bir dil öğrenme heyecanını ya da iş yerinde gerçekleştirdiğiniz bir başarıyı paylaşamıyorsanız, paylaştığınızda hevesinizi kursağınızdan topluyorsanız psikolojik şiddeti deneyimliyor olma ihtimaliniz yüksek. veya karşınızdaki insan bir tartışma esnasında öfkeden kendine zarar verme eğilimindeyse (kendisine vurma, başını bir yerlere çarpma vb.) lütfen öfkeye sebep olduğunuz ve karşınızdaki insanın zarar görmesine sebep olduğunuz için kendinizi suçlu hissetme tuzağına düşmeyin. hiç kimse bir başkasının kurtarıcısı olamaz. ve herkes, bir başkasından önce kendi mutluluğundan sorumludur; partnerinizin kendi hayatında yaşadığı problemler ve mutsuzluklar sizin suçunuz değildir.

    şiddet içeren ilişki neden bitirilemiyor peki? bu ilişkileri bitirmek ortalama 7 ayrılık girişimi sonrası gerçekleşiyor. bunun sebebi, şiddet döngüsü denen olguda yatıyor. şiddet döngüsü kabaca; şiddet öncesi gerginlik, şiddet eyleminin gerçekleştirilmesi, şiddet uygulama sonrasında gönül alma, bir daha asla yapmayacağına dair yeminler etme ve sevgi gösterileri olacak şekilde gerçekleşen aşamalar diye tanımlanabilir. şurada daha detaylı ve güzelce anlatılıyor. ayrıca şiddet, ilişki içinde pat diye ortaya çıkmaktan çok yavaş yavaş beliren, ilişkiyi nerede ele geçirdiği belli olmadığı için kendini kamufle eden bir olgu. kişi zaten ilişkinin kötü gitme sebebinin kendisi olduğuna inandırıldığı için, ilişkiyi bitirmek yerine daha çok çaba harcayarak düzeltmeye çalışma eğilimi gösteriyor. boşa kürek çekme gibi, daha çok çaba gösterdikçe daha çok tükeniyor, güçsüzleşiyor, destek bulabileceği sosyal çevresinden uzaklaşıyor ve şiddet uygulayanla daha çok iç içe geçiyor. bunun dışında ekonomik olarak şiddet uygulayana bağımlı olması, kendisine inanılmaması ve dışlanma korkusu, tehdit ediliyor olması gibi sebepler de olabilir. veya kişi ilişkiyi bitirmek yerine önce şiddet sorununu çözmeyi deniyor olabilir. ayrıca neden terk etmediğini sorarken alttan alta kabahat atfettiğimiz, şiddete maruz kalan kişi değildir aslında kabahatli olan ve hesap vermesi gereken. not edelim.
  • ursula k le guin'in bir romaninda kafayi siyirmakta olan onderlerine laf anlatmayi tarti$an gruptan biri

    "boşuna deneme, deliler akıllılardan çok daha sıkı tartışırlar."

    der. uzerinde durulmasi gereken bir yorum olabilir. toplum icinde normal algilanan turden deliler, carpik fikirlerine kolay ula$mami$ ve tutarsizliklarinin kendilerinin de farkinda olduklari ama tarti$mada cabucak uste cikariveren yuzlerce savunma geli$tirmi$lerdir. bu yuzden hayatinizi yipratir duzeyde olcusuz ele$tiri getiren arkada$/sevgililerin uzerinizde yarattiklari psikolojik baski zaman icinde cok yikici olabilir. bembeyaz bir sute israrla siyah demenizi baskilayan taraf tarti$malarda uste cikmaya ba$ladikca ozguveninizi sarsacak ve "acaba siyah mi lan" diye du$unmenize neden olacaktir.

    her konu herkesle tarti$ilmaz, goz gore gore manyakla$an e$le-dosta hayatin kritik noktalariyla ilgili yargilar emanet edilemez.
  • temeli aileye dayanan ve ailelerin çok ustaca yaptığı ama cehaletten farkında olmadıkları durum. bir insanı yetersiz hissettirmek kadar büyük bir ihanet olabilir mi? bir insana yapamazsın, beceremezsin demek, ya da yaptığı işe her daim bir kulp bulmak hiçbir yarar sağlamaz. bunların en büyük hileli lafı da iyiliğini istiyoruzdur. evet iyiliğini istiyorsun ama hasta özgüveni kırılmış, yeteneklerinin farkında olmayan bireyler üretiyorsun. kaç yaşına gelmiş insan kendince 3 adım atamıyor belli bir karakter sahibi olamıyor, nereye giderse oraya uymak sessiz kalmak zorunda olduğunu hissediyor farkında olmadan kendi beynini yiyor, aklını yitirme noktasına geliyor. ailenin bu şekilde hayata bıraktığı profil iş hayatında normal hayatta millete kök söktürüyor çünkü öyle gördüğü için de bu durumun farkında sonrasında topluca bir tımarhane oluşuyor ülkede.

    bugün trafiğin kilitlenmesi pasif agresif bozukluğun sebebidir, bugün işlerin zor yürümesi bu hastalığın pençesindeki insanların sebebidir. evet toplumun geneli olarak pasif agresif ve borderline kıyısında gidip gidip geliyoruz.

    bir insanı, yapabilirsin, buna yeteneğindeki var, kendin ol bir birey ol dediğinizde güzelleştirebilir topluma katkı sağlamasını sağlayabilirsiniz.

    yapılan bir hatayı, bir dahaki sefere daha dikkatli olalım diye yönetebilirsiniz, yaptığın işin amına koyayım içine sıçayım dediğinizde bu kişiye hiç yardımcı olmaz bir sonraki işlerde de afallamasına neden olursunuz.

    ama özellikle 50-60 arası doğan şımarık kitle (şımarık diyorum tam da gelişen dünyanın ortasına denk gelmişlerdir, kimdir bunlar, zamanında istanbul'a gelip beykoz'da bir yere gecekondu yapıp oturan sonra da toplumsal ekonomik gelişme sonucu arazisi değer kazanan 1 daireyi 5 daire yapıp tesadüfen olan bu siki kendi yeteceğiymiş gibi sunan tipler. bunlar çocuk yetiştirirken hata, çalışkanlık, özgüven gibi terimleri akıllarına getirmezler çünkü öyle bir durumun farkında değiller) psikolojik şiddeti harfiyen uyguluyorlar.

    sonrasında fevriliği tavan yapmış en ufak bir durumda alınganlık yapan iletişim kanalları hasarlı bireyler ortaya çıkıyor. düzeltilmesi için yapılması gereken psikoloğa gitmek ise delilik olarak adlandırılıyor. düşünün bir insanın sorunu var buna çözüm yolları mevcut dünya çapında kabul edilmiş lakin el alem ne der diyerekten insanlar psikolojileri altüst olmuş bir şekilde hayata devam edebiliyorlar.

    ama arabasının bakım vakti geldi mi şakkadanak servise gider bu insanlar. arabası onun için canından, çocuğundan, tedaviden her boktan kıymetlidir. çünkü ev araba önemlidir psikoloji de neymiş a.k.

    etrafınızda özgüveni zedelenmiş bir insan görürseniz destekleyin, bir şeyler yapabileceğini ona hissettirin farklı bir dünya olduğunu anlatın bu konuda da bıkmayın ne kadar sağlıklı birey o kadar sağlıklı toplumdur. sizin de başınıza geldi diye tutup tepesine çıkmayın.
  • kaçmak çok zor bundan, çünkü tamı tamına tanımlayamıyorsun, küfretti diyorsun ee diyorlar, ağzının içindeki derileri ısırmaktan gözleri patlayacaktı diyorsun, edebiyat yapma diyorlar, e içi seni yakıyor, yoksa şeker gibi, lokum gibi, ye ye bitiremezsin, öyle tatlı, öyle güzel enerjili; öte yandan sen de öyle gürültülü, öyle ukala, öyle küstahsın, şiddet görüyor olamazsın, hiç olur mu öyle şey? aa bu çocuktan mı? aman zeynep, git allahaşkına.
  • ben bir psikolojik şiddet mağduruyum.
    bunu tamamen kabul edebilmem 8 yılımı aldı ama artık çekinmeden dile getirebiliyorum.
    çevrenizde psikolojik şiddete uğradığını söyleyen insanlar varsa yargılamadan önce defalarca düşünün.

    herkes psikolojik şiddet mağduru olabilir.
    herkes.
    belki siz de öylesiniz ama farkında değilsiniz, benim durumum da böyleydi çünkü, aşk olduğunu sandığım şey şiddetti.

    beni seven bir aileye ve harika dostlara sahiptim.
    başarılı bir öğrenciydim, herkesin bana dair büyük beklentileri vardı.
    içimde herhangi bir boşluk yoktu, mutluydum, travmalarım ya da büyük sıkıntılarım yoktu.
    ama tecrübesizdim.
    hayata dair hiçbir fikrim yoktu.
    17 yaşındaydım.
    daha büyük göründüğüm gerçeği hala çocuk olduğumu değiştirmezdi.

    daha önce hiç sevgilim olmamıştı, hep çekinmiştim, derslerime ağırlık vermeyi tercih etmiştim, hoşlandığım kişiler olsa da hiç adım atmamıştım, tecrübem sıfırdı.
    ta ki 23 yaşında bir adam bana aşık olduğunu iddia edene kadar.

    tanışma hikayemiz oldukça romantik görünüyordu, daha önce doğru düzgün kimseyle yazışmamış olan ben, bana söylediği her güzel şeyle yeni bir insan gibi hissediyordum.
    lovebombing evresi böylece başlamıştı. en iyi benim, en güzel benim, en çok ben seviliyorum, 23 yaşında olduğu için söylediği şeyler doğru olmalı, ben ne bilirim ki, o ne derse onu yapmalıyım çünkü tecrübeli olan o ve o aşkın böyle bir şey olduğunu söylüyor, ben ise hiçbir şey bilmiyorum.
    17 yaşına yeni girmiş bir çocuğum sadece.
    güzel görünen, yaşına göre gelişmiş bir vücudu olan bir çocuk.

    daha ilk günlerden kendini hiç saklamamıştı aslında, dershanede yanıma erkek bir sınıf arkadaşım oturduğu için beni ağlatmış ve özür dilememi sağlamıştı. harika bir manipülatördü.
    hala öyle ya, neyse.

    dışarıdan "ay ne kadar romantik, her teneffüs telefonda konuşuyorlar" olarak görünen şey aslında bir teneffüs bile telefonuma bakmazsam yine ben ağlayana kadar benimle konuşmaması nedeniyle telefonuma bakmadan yaşayamamamdı, 12.sınıfta o sınav stresiyle düşünmek zorunda olduğum şey bu tarz şeyler olmaya başlamıştı, işin en kötü yanı, ne ben ne çevrem kimse anlayamadı, en sonunda her şey birikti, ailemden saklamak zorunda olduğum bir ilişki, gittikçe notları düşen ben, bana verdiği gizli telefon, benden beklentileri hepsi bir ağırlık olup göğsüme oturdu.
    majör depresyona girdim.
    hala hatırladıkça içimin burkulduğu aylar yaşadım.
    yemek yiyemeden, uyuyamadan üniversite sınavına girdim.
    defalarca dershane birincisi olan kız, sınavda panik atak geçirdi ve her şey mahvoldu.

    bu aşamada artık gaslighting tüm heybetiyle "ilişkimize" dahil olmuştu.
    her şeye rağmen 30 bin gibi bir sıralama yapmayı başardım ama çok daha iyisini yapabileceğime emindim.
    yaşadığımız şehirden kaçıp istanbul'da bir hayat kurmamız gerektiğini söylüyordu, rahat olabilirdik orda, "ben istanbula gidip geceleri dolaşırken için rahat edecekse gelme sen bilirsin" şeklindeki kapalı imaları işe yaradı, zaten "birlikte" olamıyorduk, defalarca beni bu konuda zorlamasına ve aslında hazır olmadığım diğer her şeyi yapmasına rağmen kendimi yetersiz hissediyordum. 17 yaşındaydım, o haklı olmalıydı. eğer onunla birlikte olmayacaksam başka biriyle olmasına izin vermem gerektiğini söylediği gün ağlamaktan mahvolmuştum. o kadar aşıktım ki, aşk sandığım şey esaretti, fark edemedim.
    en sonunda beni istemediğim bir bölüme, ailemin maddi imkanlarını çok zorlayarak da olsa gitmem için ikna etmeyi başardı, yurtdışı hayallerimi rafa kaldırmam için manipüle etti ve istanbul'a geldik.
    sonunda istediğini elde ettiği gün, hazır olmadığımı söyledim. bira ve çikolata verdi, artık 18 yaşındaydım, hazır olmam gerekirdi, ağlayarak bira içtim, çikolata yedim. böylelikle kanıma daha hızlı karışırdı alkol.
    hazır değildim.
    hazır olmadığımı söyledim.
    ama fark etmedi.
    hiçbir zaman dinlemedi.
    6 ay sonra da beni zorla getirdiği o şehirde terk etti. yapayalnız bıraktı. ilk final sınavımdan önce aradı ve telefonda terk etti.
    günlerce yataktan çıkamadım.
    geldiğimiz şehre geri döneceğini söyledi ve dönmedi.
    peki en başta 8 yıl demiştim, beni o zaman terk ettiyse nasıl olabilir bu?

    şu ana kadar anlattıklarım maalesef sadece başlangıçtı.
    beni terk ettiği 20-25 seferden sadece ilkiydi.
    kabus yeni başlıyordu.

    her istediğinde geldi, her seferinde hayatıma girmenin yeni bir yolunu buldu.
    en saçma sebeplerle terk edip pişman olduğunu söyleyerek geri döndü.
    psikolojisi çoktan bozulmuş, her türlü manipülasyona maruz kalmış, gaslightingin her türlüsünü yaşamış genç ve tecrübesiz ben, her seferinde kollarımı açtım.
    bu sefer değişti, artık beni üzmeyecek, söz verdi, bu sefer çok farklı...bunları her seferinde söylediğim dostlarım endişelenmeye başlamışlardı ama ben her şeyi saklamayı başardım.
    o öyle söylemişti çünkü, anlamazlar demişti, anlamadılar sandım.

    hayatına başka insanlar aldı, "onlar hiçbir anlam ifade etmedi" dedi, inandım, kabul ettim.
    ilk aşkımdı, gelecek hayallerimiz vardı, onları değil beni seviyor dedim, güven sorunları yaşamamda bile beni suçladı, ona inanmadığımı söyledi.
    şu an düşündükçe içim yanıyor ama o an anlamıyordum ki, tanıdığım bildiğim sevdiğim her şey oydu.

    gelecek vaat eden parlak öğrenci, istanbulda bir evin mutfağında kendi bileğine bıçak tutmuş 25 yaşında bir adamla yan yanaydı, korkudan tir tir titriyordu.

    erasmusa gittiğim için terk edildim, yanımda bir tanıdığım oturduğundan ona mesaj atamadığım için terk edildim, arkadaşımın arabasına bindiğim için terk edildim, "sen zaten kesin biriyle olmuşsundur sana güvenemem" bahanesiyle terk edildim, daha iyisini hak ettiğim söylenerek terk edildim (bir tek buna katılıyorum zaten), hayatına başka birisi girdiği için ona güvenmemem nedeniyle terk edildim, uzak mesafe ilişkisi istemesine rağmen uzak mesafe ilişkisi yapamıyorum bahanesiyle terk edildim, bir grubun vokalinin sesini beğendiğim için terk edildim....bu liste o kadar uzun ki.

    gel zaman git zaman, 2017 yazında yeminler tövbeler ederek geri döndü.
    bu dönemde her şeyi unutmak istedim, yetişkincilik oynamak istedim, artık staj yapıyordum, aynı şehirdeydik, ailelerimiz bile tanışmıştı, ailem istemedi tabi ki ama ben göğüs gerdim, kendimi çok güçlü sanıyordum ya çünkü, biz birbirimizi "seviyorduk", önemli olan oydu.
    çok komplike bir insanla beraber olmayı başarabilmiş güçlü bir kadındım ben, hepsi buydu.
    2 yıl neredeyse hiç ayrılmadık ama defalarca denedi.
    her seferinde uğraştım.
    en sonunda o ana kadar olan her şey yeterli değilmiş gibi benden artık soğuduğunu söyledi, son kez sarılmama bile izin vermeden beni terk etti.

    bu dibi kucakladığım anlar sıralamasında ikinci sırada.
    iğrenç hissettim.
    haftalarca aynaya bakamadım.
    aynı şehirde olmaya o kadar dayanamadım ki ilk fırsatta yurtdışına kaçtım, stabil bir halde olmadığım için 2 gün sonra geri döndüm.

    şehrimi değiştirdim, stresten o kadar çok yemek yedim ki yeme bozukluğum nüksetti, hayatımda ilk kez tansiyon sorunum oldu.
    tansiyon için ve kalp için holter takılı bir şekilde uyuduğum bir gece bana sevgilisi olmamasına rağmen olduğunu söylediği için tansiyonum fırladı, doktor sonra sordu hatta, bu saatte ne oldu diye.

    hayatımı rayına koymaya 2020 mart ayında başladım, sağlıksal sorunlarımı düzeltiyordum, her şey yoluna giriyordu, tahmin edin ne oldu, evet geri gelmek istedi, duygusal manipülatörüm bu sefer çok çalışıp şarkı yazmıştı, bana çok aşıktı, bu sefer evlenecektik, her şey çok farklı olacaktı.
    ama bu sefer bir şeyler farklıydı içimde, sonunda gerçek kişiliğime doğru olan yolculuğa çıkmıştım.
    kabullenemedim, kendi kendine işleri aceleye getirmeye çalıştı, benim için ilişki tekrar başlamamışken kendi dünyasında karar verdiği gibi yaşamaya başladı.
    her şeye rağmen denemek istedim sanırım, gaslighterlar çok güzel jestler yaparlar bilirsiniz. o da iyi yapardı böyle şeyleri.
    doğum günü için pasta bile yapmıştım.
    mavi saçma sapan bir pasta.
    bundan 5 gün sonra beni terk etti.
    5 dakika geç kaldığım için.
    evet evet doğru okudunuz.
    kendisine sorsanız başka pek çok neden sayar ama hepsi buydu, işte bu kadar tahammülsüzdü.

    bu "ayrılık" her şeyi resmileştirmişti ama yine de kendini bana yazmaktan alıkoyamadı.
    beni son kez öptüğü tarihten 1 ay sonra yeni bir sevgilisi oldu, olur olmaz hemen baş harfini bioya koydu hatta, evet komik ama gerçek. zaten ne zaman hayatına yeni birisi girse onlarla fotoğraf paylaşır, ortak hesap açar, aşk dolu paylaşımlar yapar, bana bunu 8 yılda bir kez bile yapmadı. kendimi ne kadar değersiz hissetmiştim tahmin bile edemezsiniz.

    psikolojik şiddete maruz kaldığımı yıllardır biliyorum ama dün akşam dostlarımla konuşup yıllardır sakladığım her kötülüğü paylaştığım zaman onlar ağlamaklı olunca ikna oldum ne yaşadığıma. ben neler yaşamışım dedim, küçücük kalbime neler yüklenmiş yıllarca.
    uzun bir süredir "kendimde" olmama rağmen yerine oturmayan parçalar yeni yeni oturuyor. başarılı, zeki, güzel, "şehirli" bir kadın olarak bunları yaşadım, demek ki herkes yaşayabilir.

    yeni sevgilisi için de endişelenmiyor değilim, umarım benim yaşadıklarımı kimse yaşamaz ama onun derdi aslında daha çok benimle. nefreti bana, ben onun yüzleşmekten korktuğu her şeyim, tüm pisliğini bana akıtmasına rağmen üzerime hiçbir şey yapışmadı çünkü.
    tertemizim.

    bu entryi bir şekilde kendisine ulaştırıcam çünkü yaşadıklarımın suçlusu ben değildim, benim aklımı meşgul etmesi adil değil.

    özellikle 17-18 yaş dönemim için terapiye gidicem çünkü çok güçlü olsam da kendi başıma çözemediğim şeyler var, zaten terapiye gitmek de güçsüzlük değil.

    buradan reşit olmayan biriyle ilişkide olan ve manipüle eden herkese seslenmek istiyorum, kendinizle yaşayamayacak, aynaya bakamayacak hale gelirsiniz, yapmayın.

    her şeye rağmen onun için kötü bir şey dilemiyorum çünkü bu benim enerjimi kirletiyor, ben hayatta kaldım, ayakta kaldım ve en önemli olan da bu.

    umarım o da sorunlarını geçiştirmek yerine ihtiyacı olan yardımı alır, tek dileğim bu.

    aşk değildi, psikolojik şiddetti.
  • 170 boya 50 kilo iken şişmansın kilo ver diyen kocam yüzünden 1 ay boyunca günde 200 kalori ile beslendiğim ve adetten kesilip saçlarımın döküldüğü zamanlar oldu.o zaman iyiliğim için diyor sanıyorsun ama adam 180 boyunda 145 kilo ! beslenmeye beslenmeye beyinde gitmişti demek ki.şimdi 65 kiloyum oh çok sağlıklıyım.
  • fiziksel şiddetten çok daha zordur. şiddet fiziksel olduğunda en azından onun şiddet olduğundan emin olursunuz. psikolojik şiddette ise durum tamamen farklıdır. "aslında onu demek istemedi", "aslında öyle yapmak istemedi", "beni sevdiği için yapıyor", "aslında haksız değil" vs vs der durursunuz kendi kendinize. bir türlü emin olamazsınız yaşadığınız şeyin şiddet hem de en kötüsünden olduğundan. hele bir de psikolojik rahatsızlığınız varsa sizde derin yaralar bırakır. ben asla sevilmeye değer birisi olmadığıma inanmıştım mesela, özgüvenim tamamen yerlerdeydi. şimdi bile uzun süredir çok sağlıklı bir ilişkinin içinde olsam da kendimi o ilişki için eksik ve yetersiz hissederim zaman zaman. şiddet bitse bile yarattığı tahribatın aşılması uzun zaman alır çünkü.
  • bir hobiniz var mesela bulmaca çözmek; karşı taraf bunu aşağılayıp dalga geçiyor.

    bir fikriniz var; herhangi bir konu hakkında.
    karşı taraf cahilce buluyor. hatta sizin bu kadar cahilce düşünmenize şaşıyor. “bir de okumuş insansın köylü vs” diye alaya alıyor.

    bir iş yaptınız; o işi zaten herkes yapıyor. özel bir durum değil ki. ne var yani? en ufak şeyde dünyaları kurtarmış gibi mi davranacaksınız. evet başarınız küçük görülüyor, üstelik siz de acaba abarttım mı diye düşünüyorsunuz.

    birinin söylediği bir şeyi aktarıyorsunuz; iftira mı atıyorsunuz? çünkü o öyle şeyler söylemez. en iyi ihtimalle abartıyorsunuz, zaten siz abartmayı çok seversiniz.

    pek çok kadının yaşadığı belki fark edemediği hatta normal gördüğü psikolojik şiddet örneklerinden birkaçı.

    onunla konuşurken hata yapmaktan, yanlış bir şey söylemekten ya da yanlış anlaşılmaktan korkuyor musunuz? kendinizle ilgili güzel bir şey için sevinme ya da kutlamayı fazla mı buluyorsunuz. sesler yükseldiğinde “acaba ne yaptım?” diye mi düşünüyorsunuz?
    bunun ne sebebi ne sorumlusu siz değilsiniz.
hesabın var mı? giriş yap