• hala benim bu.. bugün tam 42 tane hasta gördüm. bir de artık bakamayacağım yetişmiyor dediğim halde baktığım sayı.. mhrs sistemi randevulu hasta sistemi olup 10 dk da bir hasta veriyor. kaç kere söyledim 10 dk da bir vermeyin diye ama sistem öyleymişşş. hastanemizde mesai saatleri 9-4 arası. hepimiz ilden ilçeye gittiğimiz ve günde 80 km yol gittiğimiz için saatler böyle. 1 saat de öğle arası kaldı bana 6 saat (360 dk). 360 bölü 42= 8,5 dakika. ben 8.5 dakikada hasta dinleyim mi ilacını mı yazayım, ilaç raporunu mu çıkarayım, iş başı kağıdını mı yazayım, bilgisayarda hasta bilgisi mi doldurayım? sekreterin işini de zaten ben yapıyorum. iş başı kağıdı, ilaç raporu, heyet raporları, akli melekeleri yerindedir raporlarını yani bildiğiniz tüm sekreter işlerini bilgisayardan yazıyorum çıktısını alıp imzalayı hastalara veriyorum. her gün en az 15 kişinin bu şekilde işini yapıyorum. bir de yatan hastam var tabii. öğle arasında da ona bakıyorum. haftada bir gün öğle arasında heyet toplantımız var özürlü maaşları ile ilgili hasta değerlendirmesi ve özür belirleme yapıyoruz. onun dışında acile gelen psikiyatrik vakalara da çağırılıyorum. çoğu gün tuvalete gidecek vaktim yok. bugün öğlen yemek bile yemedim. kim zorluyor beni kendimi parçalayım diye kimse. öğle arasında 1 de çıkıyorum çoğu kez. yani öğle arası bitince.... 10 dk da tuvalet yemek işlerini hallediyorsam hallediyorum. hastanedeki diğer hekim arkadaşlarım da benden farklı değil. bir insanın "allah razı olsun " lafını duyayım, hak yemeyim, insanları mağdur etmeyim diye elimden geleni yapıyorum..

    parası olmayan giriş yaptıramayan insanlara girişsiz bakmalar, hastane personelinin çocuklarını mesai dışında bakmalar, nöbet günlerimde hemşirelerin sınav stresi yaşayan çocukları ile görüşmeler.. sonra da bir haber görüyorum doktorlar şöyle, doktorlar böyle. yok şu kadar para alıyorlar yok bu kadar para alıyorlar diye.

    neden bizim kazandığımız para bu kadar yoruyor insanları anlamıyorum. bir esnaf benim maaşımın kat be katını kazanınca "helal olsun adama" deniyor. futbolcular milyonları kazanırken herkes onlara hayran oluyor, şarkıcıların konserlerine giderken herkes parasına acımadan veriyor, 3 özel hastanenin ortağı olan adam sağlık bakanı oluyor, bir şirkette yönetici olan adam 15-20 milyar alınca saygıdeğer oluyor, hakimler savcılar 5 bin tl alıyor ama kimse onlardan bahsetmiyor da benim elime geçenpara herkese batıyor??

    herkes çok hakediyor da ben mi bu parayı hak etmiyor muyum acaba ?? yoksa bütün bunlar başka bir planın parçası mıdır? insanları hekime düşman edip, tüm sorunların sebebi onlarmış gibi gösterip sistemi değiştirirken tüm insanları ayakta uyutmak ve asıl bakmaları gereken tarafa değil de başka bir yere doğru bakmalarını sağlamak ?? siz doktorları boğazlarken iktidar sizin en doğal hakkınız olan ücretsiz sağlık hizmeti alma hakkınızı çoktan elinizden çekip aldı. her ilacınızda paranız kesiliyor, her muayenede paranız kesiliyor, devlet hastaneleri parasız bırakılıp tüm yatırım özel hastanelere yapılıyor, zaten bir sürü iktidar mensubu hastane ortağı, tabii özel hastaneye gidince de özel sigortanız yoksa bir sürü fark alınıyor sizden, gereksiz yere ameliyat edilip tomografi çektirilip radrasyon alıyorsunuz, ama siz " yaşasın özel hastanede en iyi şekilde bakılıyorum" diye sevinirken bir sürü gereksiz işleme maruz kalıp soyuluyorsunuz. hastaneler ticarethane, hastalar enayi oluyor bu durumda.

    devam devam. hekime yüklenmeye devam. bir gün ne sizin ne bizim sağlık hakkımız kalacak. parası olanın yaşadığı olmayanın öldüğü küçük amerika olma yolunda durmak yok yola devam..
  • benim bu..

    daha lisedeyken okuduğum yalom kitaplarıyla karar verdim psikiyatrist olmaya, bunun için tıp okunacaksa okurum dedim. neyse ki herşey yolunda gitti ve 2006 yılında mezun olduğum tıp fakültesinden sonra başladığım psikiyatri asistanlığıma.

    ilk 2 seneniz yataklı serviste geçer bizim klinikte, beni de kadın katına verdiler. ilk hastamı asla unutamam. şizobsesif bozukluk dediğimiz bir hastalıktan muzdarip kadın hastamla ilk görüşmeyi yaptım. ama ben buna henüz hazır değilim tabii :) bilmeyenler için şizofreni + obsesif kompülsif bozukluk gibi bir hastalık bu. yani hem bir sürü takıntılı düşünce hem de gerçeklikten kopuk. birine anlatsa bu kadın aklından geçenleri sapık deyip bir de dayak atarlar. görüşmeden çıktım doktor odasına gittim, çok kötü olmuştum. ben bu işi yapamayacağım diye sızlanmaya başladım acaba tekrar mı tusa girsem başka bir bölüm mü seçsem diye bile düşündüm o kadar istediğim halde psikiyatriyi. diğer asistan arkadaşlarım sağolsunlar alışacağımı söylediler ve öyle de oldu. ondan sonra yaşadığım 5 yıllık asistanlık sürecim gerçekten hayatımın en güzel dönemi oldu diyebilirim.

    akıl hastalığı ya da halk arasındaki tabirle deliliğin nasıl birşey olduğunu anlamanın, insanların aslında ne kadar birbirine hem benzeyen hem de farklılaşan varlıklar olduğunu görmek inanılmaz bir ufuk açtı önüme. evet psikiyatri pratiği anormali tanımlar, bir çok duygu-düşünce ya da davranışı tıbbileştirerek hastalık olarak kabul eder. ama bu durum aslında tamamen sağlıkta geri ödeme zamazingoları için gereklidir. yani aslında dosyaya bir tanı yazmamız gerektiği için de diyebiliriz. diğer yandan her insan eşi benzeri olmayan bir duygu-düşünce-davranış denizidir. ve bizim işimiz aslında o kişiyi o kişi olarak ilk önce anlamaktır. ne iyileştirmek, ne değiştirmek, ne düzeltmek (!).. önce anlamak zorundayız. psikiyatrist bir anlamda sizi size anlatacak kişidir bunun için de önce sizi dinlemek zorundadır.

    yüzlerce hasta (genel tabirle) gördüm. beni en çok şaşırtan şey aslında az önce de dediğim gibi insanların aslında ne kadar birbirine hem benzeyen hem de birbirinden farklılaşan varlıklar olduğunu görmekti. hepimizin ne kadar çok ortak kaygı, korku, istekleri olduğunu gördüm. köyden gelen teyze de, üst düzey bir yönetici de aynı kaygılara sahip. evet bir o kadar da farklılar ama böyle bir ortaklık olması ne kadar heyecan verici ve ne kadar insanları birbirine yaklaştırıcı. hepimizin aynı gemide olması durumu ne kadar da gerçek..

    benden 4-5 yıl önce uzman olmuş bir arkadaşım doğuda mecburi hizmetini yaparken dağda terörist olan ve yıllar sonra vazgeçip evine dönen bir kızdan bahsetmişti. kızın döndükten sonra girdiği derin depresyonu iyileştirmeye çalışırken bu hastayı diğer hastalarından daha uzun gördüğünü farketmiş. hastayı uzun görüyordu çünkü terörist olması nedeniyle hastaya karşı hissettiği olumsuz duyguları ile baş etmek için farkında olmayarak kendini rahatlatıyordu. bu duygusunu farketmesi hasta ile kurduğu ilşkinin sağlamlaşmasını sağlamıştı aslında. işte aslında psikiyatrinin temelinde yatan ikinci şey (birincisi hastayı anlamaktı) hastanın sizde uyandırdığı hislerin farkına varmanızdır. çünkü bu da aslında hastayı anlamanın bir parçasıdır. çünkü o kişi dışardaki kendi hayatındaki insanlarda da sizde uyandırdığı hislerin benzerini uyandırmaktadır. bu benzerliği bulmanız hastanıza yardım etmeniz için kullanacağınız yollardan biridir..

    zordur bu meslek, yorucudur. diğer tıp bölümlerine çeşitli yakınmalarda başvurup da sonuç alınamayan, tanı konulamayan, bitmez tükenmez ağrısı-sızısı-şikayeti olan hastalar en son sizin kapınızı çalarlar. hastanın sürekli sırtı ağrımaktadır, tüm tetkikler yapılmış tüm ağrı kesici antienflamatuar ilaçlar kullanılmış, tüm bölümler ziyaret edilmiştir. hasta elinde kalın bir dosyayla gelir size, açıp incelersiniz ne var ne yoksa. kimse dinlemiş midir bu hastayı? en son gidilen bir doktor giderek kalınlaşmış dosyaya bakıp bir an sormuştur bir derdin tasan var mı senin diye. var dediyse işte çözüm bulunmuştur psikiyatriye göndermek (halkin deyimiyle psikoloji doktoru :)) ). nedir bu insanın sırtındaki bitmez tükenmez ağrılar? belki de hayatında taşıyamacağı kadar yük vardır sırtına binen, nasıl dayansın o sırt bu kadar yüke? o kadar çok bedenselleştirme görürsünüz ki insanlarda (yani ruhsal şikayetlerin bedensel belirtiler şeklinde dışa vurumu) toplumu, kültürünüzü bir kez daha tanırsınız. kimse konuşturmamıştır ki bu insanı, kimse dinlememiştir, kimse anlamaya çalışmamıştır, kişi bile bazen farkında değildir yükünün, en kolay şekliyle ifade eder size bunu; ağrıyla..

    evet ilaçlar bizim en güçlü silahlarımızdır. çünkü sizden o gün ne kadar hasta gelirse bakmanız söylenir. hasta odada 10 dk dan fazla kalınca dışarda bekleyen hastalar kapıyı çalmaya başlar dışardan uff puff sesleri gelir. tam siz anlamaya başlamışken o kişiyi kısa kesmek zorunda kalırsınız. aslında o kadar zevklidir ki hasta bakmak, bulmaca gibidir herkes. parçaları önce ayırmanız sonra düzeltip ya da değiştirip birleştirmeniz gereklidir. bunun için size aylar bazen yıllar gereklidir. çünkü hiç bir insan 10 dk lık bir görüşmeyle anlaşılamaz, sadece hastane bilgi sistemine bir tanı girersiniz ama çoğu kez bunun hiç bir önemi yoktur. kapınıza size yeşil reçeteli (bağımlılık yapıcı ilaçlar) ilaç yazdırmak için bağımlılar gelir "yazamam, siz bağımlısınız, isterseniz bir merkeze yönlendireyim" dersiniz; tehdit ederler, küfrederler, şansınız yoksa darp edilirsiniz. ama o kişi çıkınca 1 sn sonra giren hastaya bakmak ve o sabah ilk kalktığınızda nasılsanız öyle olmak zorundasınızdır. kafanızda birşey olmamalıdır ki o insana yardımcı olabilesiniz. az önce duyduğunuz küfürleri saniyesinde unutursunuz.

    bir yandan psikiyatri çok kullanılır insanlar tarafından. bir kadın gelir eşine öğüt vermenizi ister, çocuğunu disiplin edemeyen bir baba " siz konuşursanız sizi dinleyebilir" der, ailesinin kendisine cep telefonu almasını isteyen bir genç 30 tane ilaç içip acile gelir. bunların kimisi gerçekten yardım istemektedir, kimisi de hastalık kisvesi altında ikincil kazançların peşindedir. bunları ayırt etmeniz insan sarrafı olmanız gerekir. deneyim en büyük yardımcınızdır.

    psikiyatri bölümünün müdavimi hastalardaki saldırganlık oranı toplumdakiyle aynıdır. yani pek de korkmayız hastalardan. herşey mümkündür belki ama dışarda dolaşan insanlardan gelebilecek tehlikelerden daha riskli değildir.

    çok şey var anlatacak, belki başka bir yazı daha yazarım. seviyorum mesleğimi. en çok da kendimi anlamama, tanımama yardım ettiği için. sadece günde en fazla 7-8 hasta bakmak onlara da insan gibi bakmak isterdim. bir hekime binlece hastanın düştüğü bir ülkede nasıl yapılabilirse işte..

    ben bir aynayım aslında sadece. karşımdaki insana bomboş bir beyin, bomboş bir kalp, resetlenmiş bir beyinle bakmaya başlarım. içindeki iyiyi kötüyü görüp ona farkettirmeye, göstermeye çalışırım. bazen çöp kutusu, kusmuk torbası, bok çuvalı olurum. sağlamlaştırmaya, tutundurmaya uğraşırım. anası, babası, kardeşi, arkadaşından farklı olmaya; suçlamadan dinlemeye anlamaya programlıyım. insanların acısını dindirmektir işim, başarabildiğimde benden mutlu bir insan yoktur dünyada...
  • hayatımda ilk kez geçen hafta cuma günü tam teşekkülü sağlık heyet raporu almak için gittiğimde uğradım psikayatriste. kapıyı vurup içeri girerken "uzan şöyle ve anlat" gibi bir muayene beklemiyordum tabiki de. amma velakin böyle de olmamalıydı.

    - merhaba sağlık raporu almak için muayene olmak istiyorum
    (doktor bi yandan açma yiyor her yer kırıntı) - ne iş yapıyorsunuz ?
    - yazılım. yazılımcıyım ben.
    (açmayı erol taş gibi yiyor, bi yandan hüpür hüpür çay götürüyor)- merak ediyorum nasıl yapıyorsunuz o programları. zor değil mi ?? (sizin de işiniz zor be abi !!)
    - eh zor gibi.
    (raporu imzalar)
    - iyi günler (topuk)
    - iyi günler

    kuruyemişçi esnafı gibi psikiyatrist mi olur lan !!
  • - bir süredir biraz keyifsizim, neşesizim
    - lustral kullanın. reçeteniz...

    - yorgunluk var, halsizlik var
    - efexor 150 mg, geçmiş olsun

    - konsantrasyon ve öğrenme güçlüğü, sınavlarım var
    - prozac'a başlayacaksınız

    - selam naber?
    - cipram yazıyorum

    - doktor bey müsade eder misiniz?
    - seroxat. bir ay devam edin.

    - tostu siz mi söylediniz?
    - stablon. kahvaltıyla ve yemeklerle.
  • "dahiliyeciler, herşeyi bilirler ancak hiçbir şey yapamazlar. cerrahlar hiçbir şey bilmez ama herşeyi yapabilirler. pataloglar herşeyi bilir herşeyi yaparlar ancak iş işten geçmiş olur. bir de psikiyatristler vardır ki onlar hiçbir şeyi bilmez hiçbir şey de yapmazlar"

    adını hatırlayamadığım bir robin cook romanından.
  • babanemin gitmek için tutuştuğu yer. hani eskilerden beklemezsiniz pek. "dolmuşumdur 50 yıldır, bir kafama baksın". alem kadın ya.
  • üşüyen bir insan annesinin yanına giderse annesi onu giydirir.

    üşüyen bir insanın annesi ölmüşse;

    psikiyatri doktoru ona hırka verir.

    psikolog ise üşüdüğünü söyler.

    neden üşüdüğün, ne giyeceğin, nasıl giyeceğin... tamamen senin halletmen gereken sorunlardır.

    dilerim hırkalarımızı her daim annelerimiz giydirir. ötekiler pek sıcak tutmuyor.
  • panik atağın hastalık olmadığını, hastalığın isminin panik bozukluk olduğunu, panik atak denen şeyin vücudun bir takım sebeplerle hatta sebepsiz yere tehlike altında olduğunu düşünüp kaçma tepkisinden ibaret olduğunu, hiç bir ilacın atakları %100 oranında kesemeyeceğini, panik atakların aslında insanların kaçma tepkisi olduğu ve atalarımızdan bize devrolunan bir miras olduğunu, kaçma tepkisi olmayan bir hayvan ya da insanın yaşayamayacağını, o yüzden asıl hastalığın panik ataklardan korkma ve onu bekleme olarak nitelendirilen panik bozukluk olduğunu hastalarına elli kere anlatmak zorunda kalan ve buna rağmen hastaların anlamayıp sözlükte kendilerine çemkirilen ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanıdır.
  • kendileri hakkında bir yorum yapmayacağım. zira beni şu an ilgilendiren bu zat-ı muhteremler değil, bu zat-ı muhteremlerin muayenehaneleri. bir türk insanı klasiğidir; hastaysan ve doktorun odasının önünde sıra bekliyorsan, yanında seninle beraber sıra bekleyenlerle illa ki bir muhabbet başlar. hasta konuşamayacak kadar fena bir haldeyse, refakatçisi başlatır konuşmayı. karşısında oturan hasta alır sonra sazı. herkes kendi hastalığını ekler uc uca, doktordan önce tüm koridor duyar hastalıkları. hem de sadece hastalığı değil, hastalığın oluşumunu da. hatta hatta, hayat hikayelerini de.

    - ay sizin çocuğun da ateşi var heralde. bu aralar salgın çok fena. benim de kardeşimin oğlu var, üç yaşında, kreşten kapmış o da. üç gece ateşler içinde yattı.
    + yaa.. bizim çocuk da okuldan getirdi. zaten biri başladı mı hepsi oluyor. ateş, ishal.. hayır düşmüyor da ateşi hiç.
    - ay geçmiş olsun. biz de profesör adnan bey varmış, onu bekliyoruz. kızım üniversitede okuyor, mimarlık, ankara'da. üçüncü sınıf bu sene. e tabi orada öğrenci evinde kalıyor. artık projeleri mi varmış neymiş, gece gece çizim yaparken bavuldan bişey lazım olmuş. genç ya bunlar, cahillik işte.. sen dolu bavulu, dolabın üstüne koy! sonra işte sandalyaye çıkmış onu alıcam diye. e be yavrum arkadaşlarından yarım istesene. sonra onu almaya çalışırken sandalye kaymış altından, bizimki de yere düşmüş kolunun üstüne.
    + aaa.. vah vah.. size de çok geçmiş olsun. ama allah korumuş da başını filan vurmamış.
    - sağol.. ya doğru vallahi. biz de öyle avutuyoruz kendimizi. bir de başına bavul da düşmemiş çok şükür..

    neyse ben bunu uzatırım daha. yazmamdaki maksat, biraz canlanmasıydı sahnenin. o da canlanmıştır heralde.

    hah işte ama, bu psikiyatrist muayenehaneleri bu konuda müstesna!! onların muayenehanelerindeki bekleme salonlarında, veyahut odalarının kapısının önünde hep bir gerginlik hakim oluyor havaya. herkes tedirgin. kimse kimseyle göz göze gelmek istemiyor. ama herkesin gözü de dolanıp duruyor odada. kazara biri, biriyle göz göze gelirse, her iki taraf da hemen gözlerini kaçırıyor. kulaklar doktorun odasına odaklı oluyor. içeride konuşulanlar merak unsuru..
    herkes "normal" olduğunu kanıtlamak ister gibi. oturuşlar, duruşlar, bakışlar.. bir yandan da diğer hastaların derdi ne olabilir acaba, kafada bunun hesabı yapılıyor. biri hapşursa kimse "çok yaşa" demiyor, diyemiyor. öyle bi diken üstü hâl mevcut ki..

    oysa keyifli olabilirdi bence.

    - bana da ağır depresyon dedi. bütün sıkıntılar içimde birikmiş birikmiş de haberimiz olmamış ay görüyo musun. görünmez kaza dedikleri işte..
  • ruhdeşen.
hesabın var mı? giriş yap