• isabelle adjani'nin bu filmdeki performansını rahatlıkla insanüstü olarak niteleyebilirim. elbette çoğu insan gibi, oyuncunun inandırıcı olması gerektiğini düşünüyorum fakat bu kadarı da biraz fazla geldi bana. öyle ki, filmi izledikten hemen sonra nişantaşı'nda yürürken bir vitrinde adjani'nin büyük boyutlarda bir resminin asılı olduğunu görmüştüm ve dehşete düşmüştüm. sonrasında hızlı adımlarla oradan uzaklaştığımı hatırlıyorum.
  • zulawski filmi olan possession basta kadın/erkek karsitligi olmak üzere bircok karsitliga meydan okur. anna, aristo'nun zamaninda hayvanlarla insanlar arasinda bir yere oturttugu o makine, o yabanci, o yaratik olarak bati dusuncesinin bir yere oturtamadigi 'kadin'in ta kendisidir. anna "ya... ya da..." lardan kacis yolunu bulmustur, ya "anne" ya da "fahise" dayatmasinin gerilimine kendi gibi bir yaratik yaratarak (dogurarak) cozum bulur. (kadinlarin yaratiklarla iyi anlasmasi tesaduf degildir (bkz: king kong) (bkz: la belle et la bete) possession froydiyen kavramlarla aciklanamayacak, cinselliği hetero/homo, anac/fahise gibi el yapimi karsitliklardan alip bambaska bir serbest akis olarak (hala inanamiyorum) gosteren cok nadide bir filmdir.
    isabella adjani bu film icin "psikolojik porno" demistir ki su karsitliklar sistemi icinde tam da budur yeri.
  • filmde en cok aklimda kalan bolum, isabelle adjani'nin metro cıkısında yaklasik 7 dk suren cıldırma, ele gecirilme, zahiri tecavuze ugrama vs vs gibi gondermeler iceren kesintisiz ama cok etkileyici olan sahnedir.
  • zulawski'nin possession'ini spoiler vermeden bir anekdot ile anlatmak gerekirse su olur; imdb sayfasindaki sikca sorulan sorular altinda tek bir soru var: "what did i just watch?"

    bergman'in scenes from a marriage'indan eli roth'un cakma grindhouse fragmanina ortasinda yatay gecis yapan bir film. zulawski insanoglunun "gerginlik" duygusunu cozmus, doktorasini yapmis. anna'nin kizi aglattigi bale sahnesi, heinrich'in barda olumu, mark'in anna'yi canavarla sevisirken bulmasina kadar yavas yavas ilerleyen kamera ve arka planda cigliklar, kucuk cocugun "don't open! don't open!" cigliklari arasinda kapida mutant mark'a yuruyen helen. yazarken hala geriliyorum. inanilmaz.

    filmle ilgili tek problemim heinrich. kendisinin sadece anthony hopkins ve mehmet ali erbil izleyerek sinema sektorune girmis bir uzayli olduguna inaniyorum.
  • “iyilik, yalnızca kötülüğün bir tür yansımasıdır. hepsi bu."
    possession (1981) yönetmen: andrzej zulawski.

    macbeth'deki üç cadı: iyi kötüdür, kötü de iyi.
  • gizemli yapısı ve yarattığı psikolojik gerilim ile döneminin ötesinde.. zulawski'nin zaman zaman devreye soktuğu sürreal sinema dili de görülmeye değer.

    film sona erdiğinde sandalyesinde sallanıp duran mark (sam neill) gibi son derece rahatsız bir kafaya erişmeniz mümkün.

    bence bu türde bundan daha iyisi henüz çekilmedi.

    ek olarak, antichrist'taki performansı ile göz dolduran charlotte gainsbourg, filmden önce 'possession'u izledi mi merak içindeyim çünkü anna'yı canlandıran isabelle adjani'nin oyunculuk stilini kendine yedirmiş gibi geldi bana. tuhaf olan, iki filmde de --- spoiler --- bir nevi şeytanla özdeş hale gelen --- spoiler --- karakterleri canlandıran 'adjani' ve 'gainsbourg'un cannes film festivali'nde 'en iyi kadın oyuncu' ödülünü kazanmış olması.
  • andrzej zulawski'nin yönettiği fransa ve o dönemin batı almanyası ortaklığında çekilen 1981 tarihli kült korku filmi.
    still frame ararken rastladığım ilginç bilgilerle başlıyorum. herkes filmi kendine göre yorumladığı için gereği var mı bilmiyorum ama spoiler uyarısı yapayım yine de :
    - filmdeki canavar için jodorwsky's dune ve alien yaratıklarının yaratıcısı h.r.giger ile çalışılmak istenmiş ama o uygun olmadığı için önerisi carlo rambaldi olmuş. baştan ayağı fallik bu yaratığın fonksiyonelliğini finalde görüyoruz.
    - filmin konusunun scener ur ett aktenskap (1974), the brood (1979), eraser head (1977), le locataıre (1976) etkisinde olduğu gibi yorumlar var. (kaynak @horrorlosers) ilkiyle etkisinde kaldı denebilecek kadar bağ kuramadım ama diğerlerini izlemediğim için yorum yapamıyorum. belli ki o dönemde kuzey avrupa evlilik konusuyla epey kafayı bozmuş, kendi adıma çıkarımım bu oldu.
    - finaldeki merdiven sahnesindeki dini referans: jacob's ladder incil'de geçen 12 basamak ve her birinde birbirine eş iki insan formu bir rastlantı gibi durmuyor.
    - adjani'nin, psikolojik pornoya benzettiği metro sahnesinde, yönetmeden sadece "fuck the air" yönlendirmesini alıp böyle bir performans ortaya koyabilmesi bence başlı başına bir fenomen, üstüne çekimler bittikten sonra intihara teşebbüs gibi bir ekstra pr habere bence hiç gerek yokmuş kaynak
    - kasvetli berlin sahnelerini izlerken binaların bugünkü hallerini çok merak ettim. neyse ki meraklısı bol bir film olduğu için filmdeki ve bugünkü halini karşılaştıran da olmuş. meşhur adres sebastianstrasse 87 dahil tüm mekanların bugünle karşılaştırmasını burada buldum.

    kişisel yorumlarıma gelince; senelerce izlemeyi özenle ertelediğim bu filmi kült seviyesine taşıyan sadece meleksi güzellikteki isabelle adjani'nin olağanüstü bir şekilde canlandırdığı anna karakteri değil. geniş ve yakın plan açılarla çekilmiş, insanı iliklerine kadar rahatsız eden ama 1 sn bile gözlerimi ayıramadığım birçok sahnesi oldu:
    - döner merdiven görsel
    - süt, kan ve sidiğin birbirine geçtiği metro nöbeti görselgörsel
    - anna'nın gözünde deliliği ilk gördüğümüz o ikonik sahne görsel
    - anna'nın kendini kayda alan objektife bakışı* görselgörsel
    - et kesme ve kıyma makinesi görselgörsel
    - sevişme sahneleri görsel

    kamera hareketleri de çok başarılı; örneğin mark ve anna'nın yataktaki konuşma sahnesinde, anna'nın mark'a ne hissettiğini sorması, mark'ın gerçekten merak ediyor musun derken kameranın anna'ya odaklanması, anna hayır dedikten sonra anna'dan uzaklaşıp mark'a dönüşümüz, mark'ın ben de dediğinde mark'tan da uzaklaşmamız, aktörlerle kameranın dansı gibiydi. görsel
    sallanan sandalyedeki gerilim öğesini birçok korku filminde izlediğim için çok tanıdıktı, ama en eski tarihli olan bu filmdi herhalde. ilki bile olabilir.
    normalde çözümlemeye vesaire girişmeden, ne olduğu anlaşılamayan tuhaf bir korku filmi gibi de izlenebilir. o haliyle bile aşmış bir film zaten. ama öyle olsaydı benim için peşimi bırakmayacak bir lanet gibi olacaktı. hani izleyenlere lanetini geçiren uzak doğu filmleri gibi. laneti kırmak için bir yere bağlamam ve bünyemden atmam gerekiyor.
    film en baştaki olaylar haricinde mark'ın 3 haftalık deliliğinin bir kurgusu. görsel filme adını veren possession da anna'nınkinden çok mark'ın kıskançlıktan kaynaklı delice sanrılara yavaş yavaş teslim olması. normal yaşantısındaki gerçek olaylardan ufak ufak detayları birleştirip hayali bir kurgu yaratıyor kendisine. bir benzerini nocturnal animals'da izlemiştik ama onda adam kitap yazıyordu. bunda ise mark'ın giderek daha çok deliren beyninde geziyoruz. filmin tuhaflığının illa ki hayal olmasından kaynaklanması gerekmiyor ama böyle açıklamak için de yeterli ipucu var.
    örneğin biri gözü bantlı adam olmak üzere, ona iş veren kişilerle toplantısında son soru adamın her zaman pembe çorap giyip giymediği üzerine. saçma sapan bir soru gibi gelse de filmin sonunda mark köprü üzerindeyken o adamlardan biri geliyor ve bize pembe çoraplarını gösteriyor.
    kitaplıkta hindistanla ilgili bir kitabın arasında bulduğu kartpostalda heinrich adı var ve delilik nöbetinde, kafasında bir heinrich karakteri oluşturuyor. muhtemelen adamla asla tanışmadı. tamamiyle kendi kurgusu bir kazanova o; başkalarının karılarını elinden alan, neredeyse hareket eden her şeyle flört eden, esmer, sürekli göğsü açık gömlekler giyen biri. annesiyle yaşıyor ve karısını annesinin olduğu evde, onun temizlediği yatak çarşaflarında beceriyor. ona uygun bulduğu ölüm bir klozette kusmuk içinde boğulmak, annesine uygun bulduğu ölümse böcek yutarak ölmek.
    böyle uç cezalandırma yöntemleri haricinde, düşünürken kendisine en çok acı veren, en uç sanrılar giderek delilik boyutuna geliyor.
    karısı şeytani bir güç tarafından ele geçirildiği için onu aldatıyor, bir yandan çocuğunu da bırakmak istemediği için sürekli hayatlarına girip delice hareketler yaptıktan sonra şeytana geri dönüyor. kadının nasıl bu gücün etkisi altına girdiğini de en ince detayına kadar hayal etmeyi de ihmal etmiyor. bir adamın, hayalinde bile olsa, bunları düşündüğünü görmek, deliliğini izlemek gerçekten korku verici. çünkü her ne kadar izlerken dehşete de düşsek, aldatıldığını düşünen bir adamın düşünemeyeceği senaryolar değil bunlar. filmden sonra okuduğuma gore zaten eşi tarafından terk edilen yönetmenin otobiyografik hikayesiymiş.
    filmin en nihayetinde artık eski mark ölmüştür ve yerine, artık kadınları bir oyuncak gibi kullanan, şeytani yeni mark geçmiştir. merdivenlerde eski ilişkiden kalan delik deşik karı kocayı, yani eski mark ve eski anna'yı bırakarak hayatına kaldığı yerden devam eder. mark'ın şeytani ikizi gibi, içindeki inanç* ölmüş yeni haliyle.
    bence filmi güzel yapan şeylerden biri de mark'ın deliliğini anlatsa da, az değişiklikle pekala anna'nın delilik sanrıları da olabilirdi. bunalımdaki bir kadının delirmesinin de bundan aşağı kalır bir yanı olmaz hani.
  • deliliğin sınırlarında isabelle adjani:

    görsel

    görsel
  • andrzej zulawski filminden kareler, spoiler'lı:

    duvardaki türkçe yazı: http://i40.tinypic.com/28bh942.jpg
    adjani'nin metro çıkışında düşük yaptığı sahne: http://i40.tinypic.com/2i6gcy.jpg
    adjani'nin yaratıkla seviştiği sahne: http://i39.tinypic.com/w8x9ix.jpg
  • possesion'u ilk izlediğimde sene kaçtı hatırlamıyorum ama, filmden nefret etmiştim: hala da nefret ediyorum gerçi, değişen bir şeyin olduğunu söyleyemem.. ama filmdeki tek fikir çok hoşuma gidiyor.. her ne kadar taktıkları lensler yüzünden korkunç görünseler de, filmin asıl kahramanları, sevdiklerinin suretlerine (hint kültürüne bulanırsam eğer, avatar) -yeniden, aşık oluyorlar.. gerçeklerineyse katlanamıyorlar: hem hangimiz yürümedik ki bu yollardan??

    hep tanıştığımızdaki, ya da belki ilk öpüştüğümüz, seviştiğimiz, birlikte uyuduğumuz, birbirimize en yakın olduğumuz "o an"daki gibi kalmasını istiyoruz insanların.. sevgimizi sürdürebilmemiz için o imgelere ömür boyu ihtiyaç duyuyoruz belki, kim bilir?? imge çatırdamaya, gerçek ortaya çıkmaya başladığında-
    ya da, o imgenin yeniden canlanması/-abilmesi için çirkin ve igğrenç şeylere katlanma gücü bulabiliyoruz: yeter ki eskisi -"o an", gibi olsun diye: beklememiz de bu yüzden..
    (http://yucitek.blogspot.com/…nc-aks-possession.html)
hesabın var mı? giriş yap